Elif

ALLAH-U EKBER

CENAB-I ALLAH, KORKUYA DEĞİL, SEVGİYE LAYIKTIR!


http://askinkitabi.ucoz.com/

* Most of the muslims even don't know what does ALLAH mean.
* Translate this book to your language to understand everything.

GİRİŞ

Bu kitabı okuyup okumamak tamamen kişisel tercihinizdir. Eğer çok kıymetli vaktinizin bir süresini de bu kitabı okumaya harcarsanız, zaman kaybedebilirsiniz. Fakat okursanız, bütün yaşlarda herkesin merak ettiği birçok konuda sorularınıza cevaplar bulabilirsiniz. Bu kitabı düz okumayınız, ruh ile okuyunuz.

Bu kitap kısa sürede, özen göstermeye fırsat olmadan acele ile yazılmıştır. Kitabın bir an önce paylaşımını sağlamak için; anlatılan konular fazla detaya girmeden birkaç örnek vererek geçiştirilmiştir. Kitapta anlatılan konular ALİM isminden öğrenin bilgiler harmanlanarak aktarılmıştır. Hatalı bilgi var ise veya bir konunun yanlış anlaması sonucu hata meydana geldiyse; affola.

Yukarıdaki ALLAH yazısında sağdaki OK (elif) ve yanındaki KALBİ görün.

AŞK daldan dala uçurur insanı, kitaptaki konular da öyle. Sıralı değil!

Müslüman olmak istiyorsanız, ŞEHADET en alttadır. (Niye müslüman olayım diyenler okusun, sonra isterse olmasın)

Bu kitap AŞKIMA ithaf olunur (O hepimizin AŞK'ı).

Allah (AŞK)

AŞK kelimesinin arapça karşılığı Allah (ALLAH) demektir. Yani Cenab-ı Allah'ın AŞK dili olarak seçtiği dilde iki tür kelime vardır. Birincisi; Allah kelimesidir ve direk GERÇEK AŞK'ın karşılığı olan kelimedir. İkincisi; (Aşk / Hab) şeklinde ifade edilen ve insanın insana karşı hissettiği yoğun SEVGİ'yi anlatan kelimelerdir. Günümüz arapçasında HAB kelimesi aşk yerine kullanılmaktadır. Fakat Adem (A.S.) arapçasında HAB, sevgi demektir. Oğluna HABİL (SEVGİN) ismini koymuştur. İnsanın insana karşı hissettiği yoğun SEVGİ duygusu GERÇEK AŞK olarak tanımlanamaz. Gerçek AŞK sadece Allah'a karşı hissedilir. "GERÇEK AŞK", O'nun en büyük ismidir. Allah kelimesinin manası odur. İnsanın insana karşı hissettiği yoğun SEVGİ ise, O'nun en büyük isminin insandaki bir tecellisidir ve O'nun ismidir.

AŞK demek sadece insanın insana duyduğu yoğun sevgi hissi demek değildir. Bir ırmağın akışındada aşkı görebilirsiniz, bir kuzunun melemesinde de. Bir atın dörtnala koşmasında ve duruşundaki asalette de AŞK'ı bulabilirsiniz. AŞK heryerde, ruhu sonsuz. Eğer bir konuyu çok merak ediyorsanız, merak konusunda aşka ulaşırsınız. Eğer katıla katıla saatlerce gülüyorsanız, gülme konusunda aşkı bulursunuz. Aşk bulacağınız en üst seviyedir. En güzel ifadesi ise bir KALP ve ona saplanan bir OK'tur. Herşeyin en üstüdür aşk...

Anlamadık O'nu! Oku dedi okumadık!

Aslında süslü cümleler kurularak başlanabilirdi bu yazıya, fakat herkesin anlaması için olduğu gibi yazmak en doğrusu. Allah ne demek? İlk emri o idi, "Oku! Yaratan Rabbinin adıyla oku". Kim yaratır demedik (AŞK yaratır. Yaratmak Allah'a mahsustur). Adı Allah, fakat siz anlayın diye AŞK olarak yazıldı! Okuyun diye...

Yukarıdaki resme bakın iki tane kalp yanında bir tane ok. Gördünüzmü yukarıdaki Allah yazısını? Okuyun artık! O orda, kendi isminde. Okudukça anlayacaksınız sizleri cehennemde yakmak için yaratmadığını...

Baştan sona okuyunca hem O'nu anlayacaksınız, hem de şeytan denilen aşağılık mahlukları (insanlardan ve cinlerden). Fakat okuyun, Kur'an-ı Kerim'i ezbere okuduğunuz gibi değil! Tefsir değil meal okuyun, OLDUĞU GİBİ okuyun. Tefsir okumayın denmiyor, sadece OLDUĞU GİBİ okumayı deneyin. Kur'an-ı Kerim'de demiyormu açık açık anlattık, açık açık okuyun. Ne diyorsa o! Başka anlamlar yüklemeyin. Birileri size her okuduğunuzda farklı anlam çıkıyor diyorsa yanılıyor, ne yazdıysa o manaya gelir. Size cehennem azabı tadacaksınız dediyse tadacaksınız, cehennemde hep yanacaksınız değil! Sizleri cehenneme dolduracağım dediyse "cehennemi göreceğiniz kesin", fakat hep cehennemde kalacaksınız değil! O kadar korkutmasa sap ile saman birbirinden ayrılmaz. Allah (AŞK)'a iman edenler cesur olur, cehennem korkusu ile dolu olmaz (O'nun imtihanları böyle, neredeyse tamamı böyle). "CESARET", O'nun adı.

Dikeni temizlenince gülün, acısı olmayınca aşkın anlamı kalmaz. İnsanın insana olan aşkını anlatan en güzel şiir:

BEKLENEN

Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.

Geçti istemem gelmeni,
Yokluğunda buldum seni;
Bırak vehmimde gölgeni,
Gelme, artık neye yarar?

Necip Fazıl Kısakürek

BAŞLANGIÇ

İnsanlığın hikayesi çok hüzünlü, ama başlangıç iman tazeleyerek olsun: Bütün okuyanlar AMENTÜ ile başlasın (Amentü müslümanlar içindir. Henüz müslüman olmadıysanız bu kısmı atlayınız, en alta kadar okuyup müslüman olduktan sonra okuyunuz).

Fakat altı çizili kısmı okumadan tazeleyin, hemen bu satırların altında. Okuyun ama Şerrihi demeyin. Çünkü şer, Allah'tan değil kendinizden.

Amentü

Eğer Şerre iman ettiyseniz ağlamayın boşuna. Siz Şerre iman ettiğiniz için haliniz böyle oldu. Bir daha okuyun ama ŞERRİHİ olmadan! İmanınızı tazeleyin ve Allah'tan isteyin. "HAYRİHİ MİN ALLAHİ TEALA" diye okuyun. Fakat okuduktan sonra hiçbir dünya kelamı etmeden önce, "Allah-u Ekber" deyiniz.

HEM İYİ, HEM DE KÖTÜ OLMAK ZORUNDA MI?

Hayır! Bedeninizin sağı iyi (sağlıklı) ve solu kötü (hasta) olursa ne olur? Bir taraf çalışır, diğer taraf çalışmaz. Sadece iyi olmak zorunda, kötü birlikte olursa fazla yaşamaz. Kötüyü şeytan çıkardı, Allah'tan değil. Yani kötü, imtihan için var edilmedi, şeytan icat etti. Dünya'yı bir beden olarak düşünün, sağlam neresi kalmış bakın. Eskiden Cenab-ı Allah ilk hayat için yarattığı gezegene dokunmazdı, hatıraları saklardı. Çünkü "HATIRA", O'nun adı. Fakat dünya muhtemelen yerle bir olacak şeytan yüzünden. Okuyun hepsini anlayacaksınız.

İSLAM NEDİR? / MÜSLÜMAN NEDİR?

Müslüman İNSAN demektir. İslam ise Müsümanın dinidir. Barış ve esenlik dinidir.

Eğer müslüman olmak istiyorsanız, İNSAN olun.

Cinlerin bulunduğu yerde; Müslüman CİN demektir.

Meleklerin yaşadığı yerde; Müslüman MELEK demektir.

Hala anlamadı iseniz; Eşrefi Mahlukat, ŞEREF sahibi varlıklara verilen isimdir. Müslüman EŞREFİ MAHLUKAT demektir.

Kısacası; Müslüman Cenab-ı Allah'a KUL olmak demektir.

Davası İNSANLIK olmayan din adamlarını takip etmeyiniz.

ÖNCE ALLAH LAFZINA ŞÖYLE BİR BAKALIM

Her harfin ve işaretin manası isme göre değişir. Cenab-ı Allah'ın en büyük ismi ALLAH (AŞK)'tır. Fakat Esmaül Hüsna'nın sayısı 99 tane değildir. Tekrarlı isimler bile mevcut Esmaül Hüsna olarak bilinen isimlerde. İsimlerinin sayısı trilyonlarla ifade edilecek kadar çoktur. Adı üstünde bütün GÜZEL isimler. Bir ismi "GÜZEL". Bir ismi "SAYGI". Bir diğer ismi "SEVGİ". Başka bir isim daha "RUH". Ve "HAYAT" ismi unutulurmu hiç? Ya da "TEMİZ" ismi. O'nun adı "SONSUZ", O'nun adı "BİR", O'nun adı "İYİ", O'nun adı "AF", O'nun adı "İMAN", O'nun adı "DESTAN". Fakat bütün isimlerinin birleştiği nokta en üst seviye ALLAH, yani AŞK! Toplam'da 1 + 1.000 tane çok büyük ismi var. Bunlardan "RIZA" ismini genelde cennette verir. Bir ismi "BEN", diğeri "SEN", bir diğeri "O" veya "BİZ", "SİZ", "ONLAR". Her alfabenin ilk harfi "A", O'nun adı. Bütün harfler O'nun adı. Mesela Elif;

Elif

Kur'an OKU (igra) ile başlar. Oku, Yaratan Rabbinin adı ile oku. İgra kelimesinin ilk harfide aşkın başlangıcını anlatır. Okuma yazma bilmeden de okunur. AŞK ile okursanız eğer... Çünkü AŞK ismini bilen herkes okur.

Arapça yazımda en ESTETİK dil. Aşk'ın dili. O belirlemiş. Her harfin manası var, boşuna Arapça değil. Günümüz araplarının arapça yazım şekline değil, Osmanlı'nın yazım şekline bakınız. Çünkü günümüz arapları güzel yazmıyorlar. Ayrıca konuşulan geçmiş arapça ile günümüz arapçası hiç benzemiyor.

Wav (Wav) harfi dil'i ifade ediyor. Be (Be) harfi teraziye çok benziyor... Sizde okuyun ve kalanını siz bulun.

Türkçe'yi SEVGİ'nin dili yapmış. Türkiye kalpte yer alıyor, ucunda kabe! Türkiye'nin yeri tam olarak SEVGİ kısmı, kalbin büyük kısmını kaplıyor. Türkiye'yi almadan o kalbi kimse fethedemez. Kalbi çizin güneydoğuda bir kısım kalbin dışında kalıyor!

Türkiye

ALLAH yazısını gördünüz mü? HAYAT çizgisini buldunuz, peki Anzer balı ile rengi mavi/beyaz olan ve laleye benzeyen Hayat Çiçeği'ni karıştırıp yerseniz ne olur? Nefsiniz ölümsüz olur! Ancak paramparça olacak ki mevta olasınız, yoksa hemen tamir eder kendini. O bal başka hiçbir yerde bulunmaz! Eğer uzun hatıralara sahip olmak istiyorsanız bu karışımı deneyebilirsiniz, fakat bu istek şu anki dünyada güzel bir istek değil. Dünya eskisi gibi tertemiz ve güzel olsaydı, mantıklı bir seçim olabilirdi. İnsanoğlu henüz yaşamayı öğrenmediği için, günümüzde çok uzun yaşamak güzel bir seçenek değil.

KALP'te virüs var, temizlenmezse bütün kalbi batırır. Hem de KALBİ SAĞİR'in SEVGİ kısmına yakın SEVGİ KÖPRÜ'sünü kesiyor, ruha ulaşamıyor SEVGİ!. Hangi millet acaba?

Savaşların çoğu kalpte, dünyanın kalbinde, virüs olan yerden yayılıyor her yere. O virüs, çöle çevirdi o toprakları. Günahlar tabiatı kurutur ve virüslü insanlar kuruttular o toprakları...

Peygamberler bu nedenle hep o bölgeden. O'nlar kalbin insanları idi. Hz. Musa gibi bir Peygamber düzeltemedi. Hz. İsa gibi bir Peygamber düzeltemedi... Kalbin ucunda Resulullah (SAV) vardı. O başardı!

Cinlerin halini görseniz ağlarsınız. Orada idi aşağılık şeytanların çoğu ve geçtikleri her yer kuruyordu... Kuruttular tabiatı her yerde. Kontrollerine aldılar insanların ve cinlerin çoğunu, günümüz tabiri ile zombie yaptılar.

İstanbul damarların geçtiği yer; eğer İstanbul düşerse, dünya düşer. Karadeniz insanının sevgi dolu olmasının sebebi kalbin sevgi kısmında yaşıyor olmaları. Güneydoğu günahlardan kurumuş durumda. Ayrı ülke olmak istiyorlar, olabilir... Zaten ayrı. Kendimizi kandırmayalım. Kalbin insanına benziyorlar mı hiç? Anzer yaylasından doğuda kaç il kalbin içinde ? SIFIR! Bazı ege yöreleri, kalbi tam kalbe çevirdi (anlayan anladı). Devam edin, durmayın. Bir atasözü derki "Ne ekersen, onu biçersin". Hepsi aynı milletin insanı, fakat bir taraf kalbi kurtarmaya çalışırken, diğer taraf batırıyor, mahvediyor. Mahvedilen yer kalp ise, günahlarının boyutuda ona göre olmaz mı? Dikkatli ol, ey Türkiye! Sen düşersen ne olur? Kalbin sadece üstü sağlam, kalanı düştü. Bir sen kaldın geriye. Sakın düşme!

Boşuna'mı milletlere bölündük? Rekabet var, olacak, hep olacak, cennette de olacak. Çünkü herkes kalpte yada beyinde değil. Başka organlarda var vücutta. Her millet ne olduğunu bilsin ve bulsun! Bir milletin karakteri, yaşadığı yere göre şekil alır. Siz nerede yaşıyor sunuz? Aşk Oyunu'nda anlatıldı rekabet nedir.

Ruh konusunu okuyun ve kabe'nin yerini anlayın. Tam kalbin ucunda! Beyin yukarıda. Daha niceleri...



LİSAN O'nun adı. Türkçe'nin güzel yazı dili var ve Arap alfabesi ile benzeşiyor (Sevgi dili olduğu için öyle bir yazım şekli var). Fakat her kelime bütünleşik yazılıyor ve yükseklik olarak kapladığı yer kelimeden kelimeye değişiyor. Eklerde mevcut, her ekin bir şekli var. Örnek iki kelime:

Örnek Kelimeler

Gerisi sonra önünüze gelecek.

Cennette hangi diller var? Hepsi. Bütün diller var. Dünya cennetin gölgesi, sanmayın ki orada iki dil. Orada can sıkıntısı yok. İş çok, AŞK OYUNU var. Eskiden dünyada da var idi, şeytan bozdu oyunu. Çok uzun sürerdi! Aşağıda Aşk Oyunu'nun bir kısmı anlatıldı!

CENNET onun adı. Cennetlerin isimleri de O'nun isimleri. O'nun isimleri ile yazıldı bu yazılar. "YAZI", O'nun adı, "KALEM", O'nun adı. "BARIŞ", O'nun adı. "RAHMET", O'nun adı. "AF", O'nun adı. "ÇÖZÜM", O'nun adı. "HİZMET", O'nun adı. "SÖZ", O'nun adı. "SELAM", O'nun adı. "SORU", O'nun adı. "CEVAP", O'nun adı. "İTAAT", O'nun adı. "İNAT", O'nun adı. "FETİH", O'nun adı. "FATİH", O'nun adı. O'nun isimleri ile konuşuyoruz (kötü söz yasak!). "MUSHAF", "KUR'AN", "KERİM", O'nun adı. Kur'an daki her güzel kelime O'nun bir ismi. "Siz O'nu nasıl bilirseniz öyle O" cümlesini öğrendiniz. Eğer kötü bilirseniz kötü mü olur? Asla! Her güzel isim O'nun, bazıları direk O'nun ismi. Kalanı ise isminin temsili, yani O'na ait.

Kağıt O'na ait, kalem O'na ait, masa O'na ait, sandalye O'na ait, bütün GÜZEL isimler O'nun. Yaratılmış çoğu canlıda ve cansızda O'nun isimleri mevcut. Her çiçekte birkaç isminin yansıması var. Mesela GÜL'de; AŞK var, SEVGİ var, HAYAT var, GÜZEL var, ACI (diken) var, KÖK var... Her hayvanda birkaç ismi var, ceylanların güzelliğine bakın. İsimleri heryerde, tabi yıldızı sönmediyse. Gökteki her yıldız O'nun isimlerinin birer yansıması ve NUR'undan birer parça. Hepsinin yeri sabit! (Kur'an da yemin edilmiş boşa mı?) Unutulunca söner ve kayıp gider! NUR isminin temsili, KARBON! TEMİZ isminin temsili, AZOT! HAYAT isminin temsili, OKSİJEN! Elementlerin tamamı bir isminin yansıması. 114 tane element, 114 tane sure. Kur'andaki surelerin isimleri doğru seçilmemiş, kim seçti ise. Normalde sure isimleri O'nun isimleri. Yasin suresi kalp, Şura suresi beyin, Ayetel Kürsi'de Kürsi ismi var, okuyunda 31'lik kalbi görün, olduğu gibi yazmış AŞKIMIZ, BİR TANEMİZ. 31 lik? Tabiki 31, 24 + 8 = 32 ama kalbin ucu 8 içinde, 24 içinde aynı. Yani 31 isim. Aşk Oyunu'nu okuyun anlarsınız.

Kalp

Şura suresinin iki tane şifresi var, biriyle açarsanız başka sure, diğeri ile başka. Kur'anda gizli sureler var. Huruf-u Mukatta şifreleri. Huruf-u Mukatta olan sureleri, sure başında verilen Huruf-u Mukatta ile çözerek okudunuzmu başka sureler çıkıyor karşınıza. Başka bir anahtar ile açarsanız amel defterleri çıkıyor. Amel defterleri olduğu gibi Kur'anda, tamamı! Herkesin ruhunda yaşadıkları numaralandırılmış. Ruhtan numara alınıyor ve Kur'anda o numara bulunuyor, ne denk gelirse. Apaçık yazıyor. "AÇIK", O'nun ismi, "DOĞRU", O'nun ismi, "HAYIR", O'nun ismi... Kur'andan başka manalar çıkarmayın, her okuduğumda başka mana çıkıyor diyorsanız şu ayetlere bakın. "Nahl, 89 / Hacc, 16 / Hicr, 15" birkaç örnek, birçok yerde geçiyor bu kelime "APAÇIK!". Her okuyan anlar. AŞK'la Meal okuyun anlayın, fakat arapçasınıda okuyun. Kur'an dili ARAPÇA. Bunu değiştiremezsiniz, çünkü AŞK'ın dili Arapça. Okuyun manalarınıda bilin. "AMEL", O'nun ismi, "BAŞ", O'nun ismi, "SON", O'nun ismi. Okuyunda sonunuz "HAYIR", olsun. "UMUT", O'nun ismi, umutsuz olmayın.

Kur'anı besmele ile başlayarak okursanız sevabı farklı, Allah-u Ekber ile okursanız çok farklı (Sevap miktarı kat kat fazla, karşılaştırılamaz). İşte AŞK'la okumanın farkı o. Hangi işiniz olursa olsun, Allah-u Ekber ile başlarsanız mutlaka sonuca ulaşırsınız. Her adımda Allah-u Ekber derseniz, başarı süreniz kısalır. Çünkü O müdahil oluyor direk. İşimin başına SENİN en büyük adını koydum diyorsunuz. İsterse olmasın (mümkün mü?). Günahlardan hemen kurtulmak için durmadan, kalpten Allah-u Ekber diyin. Tertemiz olursunuz. Af dilemenin en güzel yollarından biri bu anahtar "Allah-u Ekber". Cenab-ı Allah kainatı tek komutla idare ediyor "Allah-u Ekber". O'nun komutu o. Bundan sonra dualarınıza ne ile başlamanız gerektiğini sormayın, anladınız artık.

Allah-u Ekber sözünü işittiğinizde içinizde bir rahatsızlık hissi varsa bilin ki günahlarınız çok fazla. Sadece günahkarlar rahatsız olur, kesin olarak böyle! Kimseye itiraf etmesenizde kendinize itiraf edin ve tespih etmeye başlayın O'nu, Allah-u Ekber ile.

Yarattıklarının tamamı O'nun gözyaşından. GÖZYAŞI büyük isimlerinden. Eğer O'nu ağlatmayı başarırsanız, size sorabilir, ne yaratayım (Ama isteyerek ağlatma değil, kendiliğinden, yaşadıklarınızla. Cennette de aynı kural)? Bazen açık sormaz. Aklınıza düşürür ve hayal etmenizi bekler, hayal edebildiğiniz kadarını yaratır.

Kutup yıldızı "RUH", ismi, iki tane CEZVE ile kız isteme töreni resmedilmiş, orda görünen W harfi ise bakan gözler, cezveleri çevirin KALBİ görün. Kutup yıldızı, aslında kalp imiş fakat görememişiz bugüne kadar. Kalbin içinden geçen bir ok ve ucunda ruh, yani kutup yıldızı (Ruhlarınızın yedeği orda). Birleşince AŞK oldu. Cezvenin ucunda AŞK! AŞK ismi bir tane ama 24'lük yada 8'lik yapıncada AŞK olur. AŞK OYUNUNDA kutup yıldızı gibi, diğer yıldız kümeleri bulunur ve 3 hamlede kalp yapan ödülünü alır (büyük ödüller var)!

Not: Her isim kalp şeklinde değil. Mesela Selam ismi el şeklinde yıldız kümesi.

Kutup Yıldızı

Bir ağaç hayal edin, öyle bir ağaçki Elif ile başlıyor ve yukarı doğru dallanıp budaklanıyor (En güzel ifadelerinden biri Elma ağacı. Ortadan kesin ve kalbi görün). Aşkın simgesi Elif, başka simge kabul etmiyor. Çünkü O VAHİD, yani BİR. Şekli ise KÜRE, başka şekil kabul etmiyor. (Hiçbir yerde tam küre bulamazsınız. Hiçkimse yapamaz tam küreyi, O'ndan başka! Fakat küreye benzeyen şekiller bulabilirsiniz. Tam küre içi ve dışı dolu küre demektir ve eğer O izin verirse, bunu yapmak için CAM veya NUR gerekir).

1000 tane büyük ismin herbirinin altında 23 büyük isim var ve tamamlayınca 24'lük KALP oluyor, AŞK oluyor. Sekiz, ALLAH lafzını oluşturan her bir kolun adı (Biri ALLAH lafzı olmak üzere 8 tane, yani tamamı). Ve her isminin altında başka isimler. Dallanıp budaklanıyor. Örnek resimler aşağıdaki gibi, her ismin ALLAH lafzındadaki harfler ve işaretler ile bir gösterimi var.




Birinci Ok (Vahid olur, Muhammed olur, Yalnız olur, ... olurda olur, yani AŞK'a sebep olan, yada O'nun bir ismi). 24'lük kalbi yaparsanız bu ok!




İkinci Ok (yukardakinin aynısı). 8'lik kalbi yaparsanız bu ok!




Büyük Kalp (Kalbi Kebir). Her insanın yüzü kalbe benzer. Kaşlar sevginin başlangıcı gibidir, yani kalbin üst tarafıdır.




Küçük Kalp (Kalbi Sağir)




Büyük Sevgi: İşareti öyle, aynen çizildiği gibi. Hemen hemen bütün kuşlar; örneğin, kanadını açmış olan bir martı SEVGİ'yi ve CESARET'i simgeler. Sevgi kısmının tam ortasında sevgi köprüsünün ucunda duran isim, bütün hisleri tam olarak alır. Bu nedenle kainatlarda o kısım boş bırakılır ve kainatın ışığı oraya konur. Işık orada yanar. Mum ışığı, O'nun ışığının temsilidir. Aşk ismini alırsanız kalbin ucundaki maddenin tam ortasında yanar, hiç sönmez.




Küçük Sevgi: Aynen çizildiği gibi.




Ruh: Hani Kur'anda bazıları için "kalpleri eğildi" diyorya. Manası şu, aşık olunca kalp yumuşar ve ucu eğilir. Yani AŞK olur. Onu anlatıyor, o yüzden dik değil eğik, AŞK olmuş.




Hu: O (Hüve)




Aşk Yarası: OK kalbe saplanınca AŞK olur ve AŞK YARASI açılır. Kalbinize bir OK saplanırsa HUUUUU dersiniz. İşte kalbe bir OK saplanmış ve yara açılmış. Adıda HU!




7: Bu ismi değişken, fakat genelde AKIL olur. Gerektiğinde yukarı ruh isminin üstüne çıkar bir Şapka gibi. Bazen MANTIK olur, bazende DİKKAT! Aşağıda dönerek yukarı çıkmış 8 olmuş (7 arapça "V" gibi yazılır. 8 arapça ters "\/" -> "/\" gibi yazılır.). Yani AŞK var iken şapka başa geçmiş ve AKIL olmuş. (7, 8, 9 ALİM isminin altındaki isimler)




8: Bu ismi değişken. Boomerang gibi bir isim. Fonksiyonları icra eden herhangi bir ismi. Melekleri okuyun anlarsınız; 7 nedir, 8 nedir...




9 = Dil: Burada küçük WAV (9) harfine benzeyen bir ÖTRE var. "DİL", O'nun adı. AŞK'a gelince insan; önce kelimeler boğaza düğümlenir, sonra şiir yazdırır, nameler döktürür.




Kan: Ruh isminin nefsteki temsili kan. Ruh bedende kan olan maddelerin içinde bulunuyor. Aşk olunca açılan yaradan biraz kan akar. Yani ruhunuzdan birşeyler uçar gider, başka bir yere.




KÜRE: Ledün ilmi ile yazarsanız ALLAH lafzını, tam bir küre şekli ortaya çıkar. Bu işaretler karşı taraftaki harflerin bu taraftan görünümü.

Dikkat edin: ALLAH lafzındaki her harf ELİF şeklinde. Yani BİR ismini temsil ediyor ve aynı zamanda ALLAH ismini temsil ediyor. ALLAH BİRDİR!




ALLAH YAZISININ BİR DEĞİŞİK HALİ: Yukarıda "HU" kısmının farklı yazıldığını gördünüz. Fakat Kur'an-ı Kerimde bu şekildeki gibi yazılıyor. Bunun nedeni şudur. Normalde Allah yazısının sonundaki "HU" kısmı bu kitabın başındaki gibi yazılır.

Ya VUSLAT veya MUTLULUK olursa? VUSLAT vuku bulduğu zaman, AŞK OLMUŞ ve peşine SEVENLER KAVUŞMUŞ demektir. İşte Cenab-ı Allah, Kur'an-ı Kerimde bu şekildeki halini kullanmıştır. Çünkü Resulullah (SAV) sayesinde kullarına kavuşmuştur. Çünkü onun sayesinde insanlar gerçekleri öğrenmiş ve Rabbini bilmiştir.

"HU" harfini neye benzettiniz? Gördüğünüz üzere "HU" kısmı, YÜZÜK PARMAĞININ ucunu gösteriyor. Yani vuslat olmuş ve temsili olarak "HU" kısmı değişmiştir. Kendisi kullarına PEYGAMBERİ sayesinde kavuşmuştur. Kur'an-ı Kerimde bu nedenle Allah yazısı bu şekilde yazılmıştır. Çünkü Resulullah (SAV) başardı!

Sakın araplara kızmayınız. Çünkü onlarda bilmiyordu. Şimdi öğrendiler ve arapçayı kendileri bulmadı ki! Aşk Oyunu böyle bir oyun. O gösterir ve yazdırır, fakat sizin bulmanızı bekler.



BAYRAK NEDİR?

Bayrak bir ülkenin ve bir milletin sembolüdür. Bu nedenle bayrağa saygı göstermek gerekir. Her ülkenin bayrağı özeldir ve kutsaldır. Ülkenin şerefini, onurunu, tarihini simgeler. Böyle bir simgenin yerlere konulması ve üzerine basılması, insanlara iç çamaşırı yapılması bayrağa yapılmış büyük saygısızlıktır. Unutmamalıdır ki, atalarınız o bayrağı koruyabilmek için mücadele etmişlerdir. Eğer bayrağa saygı duymazsanız, birçok milli ve manevi değeri çiğnemiş olursunuz. Milletinizin simgesine sahip çıkınız ve bayrağınızı hakettiği yere, kalbinizin üstüne koyunuz.

Belki duymuşsunuzdur, Türkiye'de bayrak indirmeye çalışan biri olursa hemen öldürülür. Çünkü bayrak milletin şerefini simgeler ve hiçkimse onu ayaklar altına alamaz. Cezası ağırdır. Bir bayrağı yerlere atarak, o bayrağın ait olduğu milletin onurunu ayaklar altına almamak gerekir.

Mesela Türk bayrağındaki hilal, İslam'ı simgeler. Yıldız ise Türkiye'nin İslam'ın yıldızı olduğunu gösterir. Aynı zamanda hilal, KALBİ simgeler. Yıldız ise kalbin ucunu, yani AŞKI simgeler. Bu nedenle Türk bayrağı, çok güzel ve çok özel bir bayraktır. Yaşadığı yere çok uygundur ve tarihten bugüne kullanılagelmiştir.

ALLAH (Allah) lafzı iki şekilde yazılır. (Allah) yazım şekli 24 veya 8 ismin birleşimini temsil eder. Elif (Elif) ise tek ismi temsilen kullanılır. Her ikisi de ALLAH demektir.

Aşağıdaki bayrak ise bütün Eşrefi Mahlukat'ın bayrağıdır. Kabul edenler el kaldırsın ve desin ki: "Allah-u Ekber". Çünkü karanlığın içinde parıldayan ELİF, ALLAH demektir.

BAYRAK

Aşağıdaki şiir bayrak sevgisini ne güzel anlatıyor.

BAYRAK

Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü,
Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü,
Işık ışık, dalga dalga bayrağım!
Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım.

Sana benim gözümle bakmayanın
Mezarını kazacağım.
Seni selâmlamadan uçan kuşun
Yuvasını bozacağım.

Dalgalandığın yerde ne korku, ne keder...
Gölgende bana da, bana da yer ver.
Sabah olmasın, günler doğmasın ne çıkar:
Yurda ay yıldızının ışığı yeter.

Savaş bizi karlı dağlara götürdüğü gün
Kızıllığında ısındık;
Dağlardan çöllere düştüğümüz gün
Gölgene sığındık.

Ey şimdi süzgün, rüzgârlarda dalgalı;
Barışın güvercini, savaşın kartalı
Yüksek yerlerde açan çiçeğim.
Senin altında doğdum.
Senin altında öleceğim.

Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim:
Yer yüzünde yer beğen!
Nereye dikilmek istersen,
Söyle, seni oraya dikeyim!

Arif Nihat Asya

KALBİN AÇISI KAÇ DERECEDİR?

Kalbi Kebir'in uç kısmında olan açı 79 derecedir (Büyük Kalp). Aşk olunca kalp yumuşar ve ucu eğilir ve aşağıya doğru sarkar.

DİLLER

Dünya'yı bir insanın vücudu ve ülkeleride o vücudun parçaları olarak görmek lazım. Bu vücutta her organın ayrı bir dili vardır ve öyle olmak zorundadır. Ne yazık ki, günümüzde diller unutulmuştur. Çünkü günlük hayatta kullanılan kelime sayısı, 300-600 kelime arasındadır. Her dilde benzeri sorunlar mevcuttur.

Her organın dili yaşadığı yere göre değişir. Mesela AŞK'ın dili arapçadır ve bunu insanlar bulmamıştır. Cenab-ı Allah tarafından Adem (A.S.)'a öğretilmiştir. Türkiye kalbin üst tarafında bulunduğu için, türkçe SEVGİNİN dilidir. Rusya beyin tarafında yer aldığı için, rusça BEYNİN dilidir (Kanadanın yukarı taraflarıda beynin bir kısmını oluşturuyor). Beyin soğuk olur, soğuk olmazsa elektrik sinyalleri başarılı iletilmez. Rusçada "gitmek" fiilinin kaç değişik şekilde söylendiğine bakınız. Karşınıza her bir eylem için farklı bir "gitmek" fiili çıkar. Çünkü beyinde herbiri farklı elektrik sinyali üretmelidir, beyinde konuşulan dil çok detaylı olmalıdır. Tataristan ve Başkurtistan ise bir bedendeki GÖZ vazifesini görmektedir (Kırım ise diğer GÖZ). Bu nedenle tatarca GÖZÜN dilidir. Gözler direk kalp ile bağlantılıdır ve gözler ruhun en temiz kısmı olan kalbe direk yazarlar. Bu nedenle tatarca, türkçeye benzer. Gözler aynı zamanda beyin ile bağlantılı olmak zorundadır. Rusça da bilirler, çünkü gözler aynı zamanda damarlar ile vücudun baş kısmı ile bağlantılıdır. Gözler kalbin aynasıdır. Eğer bir organın dilini değiştirirseniz, beden tam işlevini göremez. Her dil bir ruha sahiptir. Her dil bedendeki (dünya) bir organın ruhunu yansıtır. Bu nedenle kendi dillerini başka milletlere zorla öğretip, kendileri gibi yapmak isteyenler, aslında bilmeden kendilerine zarar vermektedir. Her dile saygı göstermeli ve korumalıdır.

Beyin görevini şu ana kadar yürütmeye çalışan birkaç ülke idi. Rusya dengeyi sağladı, fakat başardı denemez (Eğer Rusya'nın bazı çalışmaları olmasaydı, birileri dünyayı nükleere boğabilirdi). Şu andan sonra; Şura yönetimde olduğu için, beyin ve kalbe yol gösterecek olan Şura'dır (Şura'nın kimler olduğunu, mevcut devlet yöneticileri Rabbimize sorarak öğrenebilirler).

Dillerin keşfide aynıdır. Eğer dünyanın Rusya bölgesinde sıfırdan bir hayata başlarsanız, mutlaka rusçayı konuşmaya başlarsınız. Yani rusça gibi bir dili. Çünkü oranın iklim ve doğa koşulları sizi o dili bulmaya zorlar. Bir bedendeki her organ çok önemlidir. Kendi vücudunuzdan pay biçiniz. Bir organ çalışmasa vücut iflas eder. Çok fazla dayanamaz!

Beyin ve kalp mutlaka tertemiz olmalıdır. Kalp virüsle mücadele halinde. Rusya acaba silah sattığı ülkenin başındaki adamın, deccaliyetin adamı olduğunu anlayabilecek mi? Kimbilir... Ülkenin başında devlet başkanı mı durur her zaman? Öyle bir oyuna getirirler ki insanı, içine Türkiye dahil olur. Bakarsınız alakası olmayan bir fabrika müdürü; sokak ortasında kurşuna dizilir, ülkesine kurban olur. Rusya anlayacak mı? Kimbilir... Her uçağı yere, indirmemek lazım. Bilip anlamadan kimseyi, öldürmemek lazım. Bazen bir söz, binlerce ton bombadan etkilidir. Öldürmek yerine, bir çift söz söylemek lazım, fakat sadece muhatabına.

Sakın diğer organları kendinize katmaya çalışmayın. Siz ne yaparsanız yapın her organ aslına rücu eder. Yapabileceğiniz birşey yok. Dalak veya böbrek, beyin olmaz. Ayaklar baş, Eller ise Ayak olmaz. Ayaklar temeldir ve sağlam olmalıdır. Kollar olmadan yemek yiyemezsiniz. Dalak olmazsa kansızlık çekersiniz. vs... Amazon ormanları giderse, AKCİĞERSİZ kalırız. Her ülke toprak kavgasında, ama manasız bir kavga. Her ülke istiyorki diğerleri kendisi gibi olsun. Asla sizden olmayacaklar, yaratılışa aykırı.

Eğer isminiz kendi dilinizde kötü bir manaya gelmiyorsa, müslüman olduktan sonra isminizi değiştirmeyiniz. Çünkü isim değişikliği, sadece isminiz kötü manaya geliyorsa yapılır. Bütün diller, Rabbimize ait. Sakın isminizi mutlaka arapça olmalı diye, arapça olarak değiştirmeyiniz.

Not: Beyin soğuk olur, fakat Rusya hidrojen bombası ile ısıttı bir kısmını. Az kalsın dünyanın beyni bir süre elektrik üretemeyecekti ve işlevsiz hale gelecekti.

Her kelimenin ruhta bir karşılığı vardır, fakat YOK kelimesi ruha olduğu gibi yazılamaz. Çünkü YOK kelimesinin ruhtaki karşılığı YOK'tur.

ÜLKENİZİ PARLATIN

Bırakın ülkeleri fethetmeyi de, ülkenizin yıldızını parlatın. Cennetiniz ülkenizin dünyada ki durumuna göre şekil alacak. Ne kadar inançlı olur ve ne kadar Cenab-ı Allah'ı tespih ederseniz, doğa o kadar parlar, ülke hanenize o kadar sevap yazılır ve ebedi cennetiniz öyle güzel olur. Ne kadar emek, o kadar sonuç. Ülkenizin ruhunu ne kadar parlatırsanız, sonucu da o kadar güzel olur. Boş durmayın ve milletiniz için çalışın. Sonuçta bir vücut ne kadar güzel olabilirse, o kadar güzeli için; durmadan çalışmalısınız. Ebedi hayatın güzelliği tamamen buna bağlı. Ey insanoğlu; her biriniz dünyada bir organda birer parçasınız. Her biriniz bir hücre gibisiniz. Boş durmayın ve vücudu güzelleştirmek için çalışın. Diğer tarafta (ebedi hayat) en güzelini istiyorsanız, elbirliği ile vücudu en güzeli yapmalısınız. Rabbimiz o güzelliğe göre puan verecek, okuyunda anlayın neler olup bitiyor. Melekler de olaya dahil. Onlarda orada sizinle birlikte yaşayacak. Yardım etmek zorundalar, çünkü bir galakside yaşayan bütün Eşrefi Mahlukat, tamamından sorumlu. Düşünün Hz. Muhammed'in ne kadar kıymetli bir Peygamber olduğunu. Tek başına sırtlandı bu kadar yükü. Hepiniz onun ümmetisiniz. Bütün insanlık! Son peygamber o, ve sizlerde ümmetisiniz. Sadece müslümanlar değil, hepiniz onun ümmetisiniz. Onun çağrısına uyun ve İslam ile başlayın çalışmaya.

Kalp AŞK ile dolunca, aklın dediğini işitmez. Beyin orada devreye girer ve durumu kimseyi incitmeden idare eder. AŞK seviyesi normale dönene kadar faaliyetlerini gizli tutar.

Kalp ve Beyin kendinde değilse ve ihata altında ise; eller devreye girer ve düzeltene kadar yönetimi devralır. Eller neresi?

Ayaklar temel ve temel sağlam olmazsa vücut çöker, yürüyemez. Ayaklar neresi?


EVLER

Evler yaşanılan organa göre yapılmalıdır. Mesela beyinde damarlar nasıl ise yollar öyle olmalıdır (Gerekli ise at arabaları için yol). Evler betondan değil, beyne uygun olmalıdır. Kullanılacak malzeme ise odun veya taş olmalıdır. Doğal olanı en güzelidir. Sıcak zamanlarda, evlerin kapılarına iki yapraklı döner kapı yapılır ve altına hafif yaylı bir mandal konulursa, kapı rüzgara göre açılır ve güzel bir havalandırma sağlanır. Evlere duvarlardan giren hava yeterli değildir.

Kapı

Kalp hücresel yapıdadır. Şehirler ve köyler öyle olmalı. Evler, hücreler içinde yer almalı. Her organ nasıl ise yerleşim planı ona göre olmalı. Çok katlı evler hayatı bitiriyor. Evler tek katlı ve geniş olmalı. Misafir için ayrı girişi olan bir kısmı olmalı. Kiler ve odunluk olmalı (En güzel yakacak odun.). Eski yapılar gibi sağlam olması ancak bu yolla sağlanır. Beton hiç sağlam değil. Duvarlar beton değil taştan olmalı. Duvarlarda kullanılan taşların içi biraz oyulur, içlerine altlı üstlü ve yanlarda olmak üzere demir parçaları konur. Sonra sıva (eski tip) ile kapatılır. Taşların içine demir konulmazsa, içleri oyularak sıva ile doldurulur ve taşlar birbirine kaynar.

Denizlerde günahlar birikir. Enerjisini kaybetmiş olan kum taneleri ise deniz kenarlarında birikir. Bu kumlarla ev yapılırsa, evler çürük olur. Günahların az olduğu yerlerden alınacak kumlar ile ev yapılırsa, o evler sağlam olur. Kumlar ve yumurta sıva yapmak için gereklidir.

Duvarların şekli aşağıdaki şekildeki gibi dizilirse, olası sarsıntıda hiçkimsenin üstüne yıkılmaz.

Duvar
Evlerin kolonları eğer aynı hizada olur ise, basıncın tamamı yukarı iletilir. Bu nedenle değişik kolon tasarımlarına ihtiyaç var. En güzeli şekildeki duvarların köşelerine konulmuş kolonlar, fakat bir üst katta kolonların yeri duvarların orta noktalarına alınırsa basınç daha az iletilir. Legoları dizerken duvarlar nasıl yön değişerek yukarı çıkılıyorsa, evlerde öyle daha sağlam olur (İnsan çocukken yapar ama büyüyünce unutur).

Evlerin birbiri ile mesafeli olması en güzeli. Bu sayede hem çocuklar için oyun alanı açılır, hem de insanlara yapacak iş çıkar. Bütün herşey önünüze hazır gelirse, hayatın hiçbir tadı kalmaz. Şehirlerin kurulduğu yerler çok yanlış. Düz yerlerde ekim veya hayvancılık yapılır, şehir kurulmaz. Örneğin; Trakya bölgesi dümdüzdür ve toprakları çok verimlidir. Hayvancılıkta da kurtarılmış bölge olarak ilan edilmiştir duymadınız mı (devlet tarafından)? Hem depremler düz kısımları çok daha fazla etkiler. Altları su dolu olduğu için. Şehirlerin yerlerinin değişmesi lazım...

Doğal olanı en güzelidir. Mesela; misafirlerini eski geleneklere göre karşılayan ve at arabası ile sarayına getiren İngiliz Kraliyet Ailesi, insanca yaşamın güzel bir örneğini gösteriyor. İnsanca yaşamda motorlu taşıtlar yok, doğal olanı var.

Fakat kendi prenslerinin çıplak fotosunu yayınlayan SUN GAZETESİ (siyonist gazete) ise, HAYVANLIĞIN güzel bir örneğini gösterdi. Basın özgürlüğü değil HAYVAN ÖZGÜRLÜĞÜ.



İSİM VE DUA

Bütün güzel isimler Cenab-ı Allah'ındır. Konuştuğunuz her güzel kelime buna dahildir. Bütün güzel sıfatlar da O'nundur.

O her kainatta belirli noktalara isimlerini koymuştur. Hangi ismi nerede ise, orada o isme ait hisler yoğundur. O BİR TANEDİR, heryerdedir, fakat isimlerine her kainatta yer belirlemiştir. Aşk Oyunu isimli bir oyunu vardır. Bu oyuna bütün kainatlar ve bütün isimleri dahildir. Her kainattaki ismi aynı başarıyı gösteremez. İsimlerinin kendi aralarında da yarışması söz konusudur. Mesela bir kainatta sevgi çoksa, sevgi ismi galip gelir. Çünkü sevgi isminin bulunduğu kısım bütün sevgiyi hissetmektedir. Yoksa Cenab-ı Allah parça parça değildir. Tektir, bir bütündür ve sonsuzdur. Fakat hislerin yoğunluğu kainatlara göre değişir. Bizim kainatımızda ALİM ismi galip gelecek gibi görünüyor. Diğer bütün isimlerde birbirleri ile yarış halindedir. Tek bir isme takılıp kalırsanı o isim kazanır, fakat diğer isimler üzülür. Her ismin özel kulları vardır. Mesela çok meraklı kulları MERAK ismi yakından takip eder. Bebeğinize koyduğunuz her isim, Cenab-ı Allah'ın isimlerine bağlı birer isimdir. Hangi isimler bebek ismi olarak çok tercih ediliyorsa, bebeğinizin isminin bağlı olduğu Cenab-ı Allah'ın ismi çok sevinir. Konuşurken kullandığınız kelimeler de çok önemlidir. "Önemli" kelimesini çok kullanıyorsanız, "ÖNEM" ismi sevinir. Kelime hazineniz ne kadar zengin ise o kadar güzeldir. O'nun bir ismi; bir kulunu seçer ve o kul başarısız bir kul olursa, o isim üzülür.

Hangi isminden isterseniz, O isim duanızı karşılar. Fakat ALLAH isminden isterseniz, O der ki; "bu duaya şu ismim baksın (O yönlendirir, isimlerine!)". En mantıklısı tam isminden istemek, çünkü istemediğiniz isim unutulur. Tam isminden isterseniz, duanın kabul ihtimali daha yüksek. Mesela ihsanda bulunmasını istiyorsunuz, direk İHSAN isminden isteyebilirsiniz, RAHMAN isminden isteyebilirsiniz, fakat BERR isminden isterseniz; çoğunluk bu ismi unuttuğu için duada başarı şansınız çok yüksek olur. Örneğin: "Bismillahirrahmanirrahim. Allah-u Ekber. Ya Berr, şunları şunları istiyorum, yalvarırım ver. Amin. Elhamdülillahirabbilalemin"

Dua ettikten sonra, eğer isteğinizle ilgili hiçbir adım atmıyorsanız; gerçekte istememiş olursunuz ve duanız kabul edilmez. Örneğin: Bir araba yapmayı dua ile istediniz ve araba yapmak için hiçbir adım atmadınız; bu dua siz gerçekten istememiş olduğunuz için reddedilir. Bir diğer örnek: Cenneti istediniz ama cennet için hiçbir adım atmadınız veya hiçbir ibadet yapmadınız; bu dua siz gerçekte istememiş olduğunuz için reddedilir.

Bir diğer konu da, çile konusudur. Eğer isteğiniz çok büyük istekse ve siz isteğinizle ilgili konunun %95'ini dua ile çözecekseniz, bedelini çile olarak ödemeniz gerekir.

CEFA ÇEKMEDEN, SEFA SÜRÜLMEZ!

Mesela Tesla o kadar çok bilgisi olmasına rağmen, istediklerini yapabilmek için; Edison'un kurduğu sistemin kablolarının geçeceği kanalda kazma kürek sallayarak işçilik yapmıştır. Oysa ki, bilgisi edisondan kat kat üsttedir. Fakat işe başlaması için gerekli olan para miktarı çok fazladır. Bunu sağlayabilmek için çile çekmiş ve duadan arta kalan kısmı çile ile ödemiştir. Çünkü isteği bütün dünyayı aydınlatmak gibi büyük bir istektir.

Aynı konu için bir kez dua yetmez. Bir konuda ilk dua çok önemlidir, fakat iş olana kadar aynı konuda dua etmek gerekir. Her dua hedefe gönderilen bir kurşun gibidir. Bazısı hedefi bulur, bazısı bulmaz. Dualarınızın başına mutlaka "HAYIRLI İSE" cümlesini ekleyiniz. Bunu yapmazsanız, yanlış bir istekte bulunursunuz ve kabul edilir. Mesela zengin olmayı ve kazandığınız parayı hayır işinde kullanmayı düşünüyorsunuz ve dua ettiniz. Fakat paranın sizin için hayırlı olup olmadığını bilemezsiniz. Bunun için duanın başında mutlaka "HAYIRLI İSE" cümlesini kullanınız. Böylece hiç yanlış istekte bulunmamış olursunuz. Hem bazen bir çocuğu gülümsetmek, milyar dolarlık bağış yapmaya bedeldir. Eğer hayır işlemek istiyorsanız, önce kendiniz sonra yakınlarınız ve sevdiklerinizden başlayınız. Eğer birey tam bir insan olursa, attığı her adımda milyar dolarlık bağış kadar sevap toplar. Öyle bir çocuğu eğitirsiniz ki, o çocuk dünyayı kurtarır ve milyar dolarlık bağış hayır miktarı olarak yanında küçük kalır. Birine öyle güzel bir örnek olursunuz ki, o kişi düzelir ve etrafındakileri düzeltir ve siz milyar dolarlık bağış yapmış kadar hayır işlemiş olursunuz. Örnek olacağınız ilk kişinin kendi çocuğunuz olmasına ne dersiniz?

Eğer bir insana çok büyük bir iyilik yapmak istiyorsanız, o insanı eğitin ve doğruları öğretin. Eğitim konusu bir insan için en önemli konudur. Cahil insana hiçbirşey anlatamazsınız. Cahil insana doğruları bile anlatamazsınız. Eğitim şahıs şahıs eğiterek olur. Emek vererek olur. Ne kadar çocuk için eğitim konusunda seferber olursanız, o kadar büyük iş yapmış olursunuz.

Eğer bir çocuğu gülümsetmek istiyorsanız, şehrinizde bulunan bir yetimhaneye gidiniz. Çocukların isteklerini dinleyiniz ve istediği oyuncakları kendilerine hediye ediniz. Bunu bağış yaparak değil, kendi ellerinizle yapınız ve çocuklarla tek tek ilgileniniz. Bunu yaparsanız onlarca çocuğu gülümsetebilirsiniz. Bunun sizin ruhunuza vereceği mutluluk, birçok hayır işinden fazladır. Aynı çocukları ziyaret ederek bir ilim dalını öğretebilirsiniz. Yetimleri en fazla seven Rabbimizdir. Kur'anda bu konunun üzerinde durulmuştur. Çünkü annesiz ve babasız büyüyen çocukların, hangi milletten olursa olsun anne ve baba şefkatine ihtiyacı vardır. Onları zaman zaman ziyaret edip, birlikte zaman geçirmek bile büyük bir HAYIR işidir. Evinizde pişireceğiniz kurabiyeleri götürüp o çocuklara ikram etmekte güzeldir (yetimhane görevlilerinden izin alarak bunu orada da yapabilirsiniz). Hem birsürü çocuğunuz olmuş olur. Çocuk sahibi olmayan aileler keşke kendi şehirlerindeki yetimler ile bu eksikliği giderselerdi. Ne kadar güzel olurdu, onlarca çocuğa anne ve baba olmak. Elinden geldiğince onların ihtiyaçlarını karşılamak. Ziyaretçileri pek olmayan huzurevlerine gitmek, yaşlıları ziyaret etmekte büyük bir HAYIR işidir.

Eğitecek çocuk çok, gülümsetecek çocukta çok. Yeterki isteyin ve adım atın. Çocukları ve yaşlıları yapacağınız bağışlar değil, ancak siz gülümsetirsiniz. Paranız yoksa, çocuklara aktaracak bilginizde mi yok? Hepsini kendi ellerinizle yapın ve tek tek ilgilenin!

Niyetiniz varsa, HAYIRLARA VESİLE OLMASI DİLEĞİ İLE. Allah-u Ekber

BİR

Matematiksel olarak ispatı şudur (AKLIN YOLU BİRDİR).
Matematik
Matematik
Matematik

AŞKIMIZ, BİR TANEMİZ! Boşunamı sevdiğiniz kıza/erkeğe BİR TANEM, HERŞEYİM(ve hüve ala külli şey'in kadir.) diyorsunuz. O'nun isimlerini temsil ediyorsunuz. Hangi seviyede kimbilir.

Eğer sonsuzu ve Allah'ın varlıdığının ispatını anlamadıysanız, şu cümleleri düşünerek okuyun. Allah sonsuzdur ve vardır. Eğer yok sonsuz olsa idi, yok BİR olurdu. O zamanda, yok var olurdu. Çünkü BİR var demektir, SIFIR yok demektir. Yani Allah yok içinde sonsuz değildir. Allah vardır ve birdir. Her matematikçi size bu cümlelerde Allah'ın varlığını ve birliğini artık ispat edebilir.

RABBİMİZİN İSİMLERİNİN BİR KISMI

Bazıları direk kendi ismi ve O'na ait. Kalanı ise isminin tecellisi olduğu için ona ait.

ALLAH, ALİM, ADİL, ALİYY, AZİYM, RAHMAN, RAHİM, ADİL, AFÜVV, AHİR, RAB, RABBİLALEMİN, AZİZ, BAİS, BAKİ, BASİR, BASİT, BATIN, BEDİ, BERR, CAMİ, CABBAR, CELİL, DAR, EVVEL, FETTAH, GAFFAR, GAFUR, GANİ, HABİR, HADİ, HAFI, HAFİZ, HAKEM, HAKİM, HAKK, HALIK, HALİM, HAMİD, HASİB, HAYY, HAYAL, HİS, KABİD, KADİR, KAHHAR, KAVİYY, KAYYUM, KEBİR, KERİM, KUDDÜS, LATİF, MACİD, MALİK-ÜL MÜLK, MANİ, MECİD, MELİK, METİN, MUAHHİR, MUCİB, MUĞNİ, MUHSİ, MUHYİ, MUİD, MUİZ, MUKADDİM, MUKİT, MUKSİT, MUKTEDİR, MUSAVVİR, MÜBDİ', MÜHEYMİN, MÜ'MİN, MÜMİT, MÜNTAKİM, MÜTEAL, MÜTEKEBBİR, MÜZİL, NAFİ, NUR, RAFİ, RAKİB, RA'UF, REŞİD, REZZAK, SABUR, SAMED, ŞEHİD, ŞEKUR, SELAM, SEMİ, TEVVAB, VACİD, VAHİD, VALİ, VARİS, VASİ, VEDUD, VEHHAB, VEKİL, VELİYY, ZAHİR, ZÜLCELAL-İ VEL-İKRAM, İLAH, ALFABE, TÜM, BÜTÜN, TAM, BÜTÜN HARFLER, NOKTA, VİRGÜL, YÖN, HER, TAMAM, VİCDAN, KARAR, NAİM, HULD, ADN, FİRDEVS, AHU, ME'VA, CELAL, CENNET, VAR, TAVAF, SAY, HAK, FAZLA, GECE, GÜNDÜZ, SEVGİ, MENZİL, MEVLA, GÜÇ, KUVVET, SOHBET, DİKKAT, SONSUZ, YARGI, ADALET, ANAHTAR, AÇAR, KİTAP, HEDİYE, YALNIZ, LİMİT, NİŞAN, YÜZÜK, DÜĞÜN, TEK, HEPSİ, SÜBHAN, BÜYÜK, SEVAP, SÜNNET, SAADET, HASRET, VUSLAT, İFFET, ŞEREF, NAMUS, SEVGİLİ, AZİZ, CEMİL, GERÇEK, ÖFKE, SU, ŞEY, HERŞEY, SAMİMİ, YÜKSEK, MÜKEMMEL, HARİKA, HEYECAN, ÜRPERTİ, SAHİP, ONUR, HAYSİYET, PANİK, GALİP, MANTIK, GÖZ, KULAK, İYİ, BAĞ, SIRAT, KÖPRÜ, YARA, DÜZ, DOĞRU, KARMAŞIK, SIĞINAK, TEMİZ, ŞEFKAT, MERHAMET, MERAK, İSİM, DERT, SILA, VATAN, BİR, İMTİHAN, SINAV, BAŞLANGIÇ, MASUM, MAHSUN, MAZLUM, ŞİRİN, KISKANÇ, UYGUN, CEZA, DENGE, EZEL, EBED, SES, ATEŞ, KOR, ÇİLE, EFKAR, İNCİ, MERCAN, MUTLULUK, DİN, BAKIŞ, GÜLÜMSEME, GÖZYAŞI, HÜLYA, RÜYA, HAYAL, IŞIK, ÇÖL, SERAP, PUS, DUMAN, BUHAR, BULUT, SEVDA, RENK, BEYAZ, TAT, MAHŞER, DÜZEN, NİZAM, AF, KIYAMET, DİLEK, EN, ÇOK, AZ, ZOR, MURAT, ÜRKÜ, ANT, YEMİN, AHD, MİSAK, SÖZ, ASLI, ASIL, HAKİKİ, NEHİY, SANAT, MİMAR, SALİH, SADE, SAF, ARI, DURU, SÜRPRİZ, ŞOK, ŞAŞIRMAK, BAŞ, SON, BİTİŞ, YUMUŞAK, SEVECEN, MERT, YİĞİT, CESUR, ZİYAN, HAŞR, GİZLİ, SIR, MÜLK, KENDİ, KENDİSİ, ALAN, VEREN, İZ, KAT, SEBEP, SONUÇ, İZİN, DALGA, YAZAR, ÇİZER, BOYAR, KARALAR, BAYRAK, SANCAK, SÜRAT, ESRA, HÜKÜM, VAHDET, ÖLÜMSÜZ, FIRTINA, KASIRGA, ŞEFFAF, DERS, DAMAR, TANSİYON, SERT, AÇIK, AÇIK SÖZLÜ, KADİR, GÜÇLÜ, KADER, İNAT, GÖNÜL, KALP, YARA, DİRİ, YÜREK, ŞEVK, HIRS, AZİM, ŞAKA, MEVSİM, GÜNEŞ, AY, GALAKSİ, YILDIZ, GEZEGEN, SEVEN, SEVİLEN, HERŞEY, PLAN, HESAP, NEŞE, HÜZÜN, SADE, BASİT, SET, SINIR, LİMİT, DENK, YARIŞ, DUYGU, BAHAR, YAZ, KIŞ, İLKBAHAR, SONBAHAR, ILIK, SICAK, SOĞUK, TATLI, ACI, EKŞİ, TUZLU, CEBİR, KİMYA, GEOMETRİ, MATEMATİK, FİZİK, FELSEFE, AKIL, FİKİR, DAL, YOL, SİMGE, SEMBOL, REMZ, BÜYÜ, İNCE, KİBAR, NAZİK, AYAR, ŞAHİT, DAMLA, ŞİFRE, PAROLA, KORUYAN, VÜCUT, GİZ, GİZEM, SÜRE, MÜHLET, ŞANS, GÖREV, GÜDÜ, YARDIM, DESTEK, VEZİR, CEFA, SEFA, OYUN, DİKEN, KAYA, PADİŞAH, HAN, HAKAN, SULTAN, HAYAT, RUH, RUHUL KÜBRA, CEBR, MİKA, AZRA, İSRA, ESRA, DOĞUM, ZAMAN, MEKAN, SECDE, EMİN, NİKAH, RUŞEN, BAŞAK, GÜL, YAPRAK, RAHMET, TOMURCUK, AYNA, BARIŞ, SULH, HAYIRLI, EVET, HAYIR, VEKİL, YER, GÖK, ŞEFAAT, İHATA, DİLEK, İSTEK, TALEP, ARZU, DUA, SIDDIK, İLİM, ALİM, ŞAN, SABIR, YILDIRIM, ŞİMŞEK, UMUT, METİN, ÇETİN, KÜL, PLAN, PROGRAM, TAZE, MARİFET, GÜVEN, SEVİNÇ, ŞEKİL, SAYI, LANET EDEN, KOMUT, AN, ÇİZGİ, HARF, KALAN, GİDEN, PIRIL PIRIL, TERTEMİZ, KEYİF, PÜSKÜL, SAÇAK, CESARET, CABBAR, ZEBUR, TEVRAT, İNCİL, KURAN, SAYFA, MERHALE, AŞAMA, HELAL, DUYU, SORU, CEVAP, SANCI, DEĞER, HATIR, RIZA, DEĞİŞKEN, MAYA, ZAFER, COŞKU, DEVAM, ALKIŞ, DUR, SABİT, BURÇ, ÇÖZ, YÖN, TARIK, GURUR, OL, KÜN, AYET, SURE, ASİL, ASALET, HÜR, ÖZGÜR, METANET, KOLAY, ZOR, MESAJ, ÇAĞRI, SUR, DAİRE, ÇEMBER, KÜRE, ÜÇGEN, KARE, SETTAR, KAPAK, RESUL, NEBİ, ELÇİ, ADIM, TUR, İNANÇ, MUTLAK GÜÇ, MUTLAK, BİRR, BERR, KÖZ, DÜRÜST, YETER, ESEN, MUZAFFER, TARİF, KAPI, İŞARET, GELİR, GİDER, MÜHÜR, DİLİM, SIRA, TEMEL, ZİNDE, DİNÇ, MAHKEME, RÜTBE, MAKAM, HOŞ, RANA, ELİK, TEBESSÜM, GÜLEN, GÜLDÜREN, DOST, AŞIK, IRMAK, NEHİR, OKYANUS, DENİZ, HAPİS, MAHPUS, ÇERÇEVE, MÜDAFİ, AVUKAT, SAVCI, ÇABUK, HIZ, SÜRAT, MÜDAHİL, HAKİM, SORGU, İFADE, EMANET, MUSTAFA, MAHMUT, KÜNYE, MUHAMMED, FATİH, FETİH, LAKAP, RUMUZ, ÖVGÜ, HAZIR, NAZIR, İYİLİK, ILIK, YAKIN, UZAK, SICAK, BOL, RIZIK, REZZAK, GERİLİM, YEŞİL, KIRMIZI, CANLI, EMİR, BUYRUK, İBADET, İTAAT, ÖNDER, ÖRTEN, ENERJİ, VEFA, TUTKAL, İSTİĞFAR, AZ, ENDER, HAFİF, SERT, NUR, SAĞLAM, YANICI, YAKICI, PARLAK, İLETEN, HÜZÜN, OKU, ÜST, MÜCADELE, CİHAT, SAVAŞ, DİZİ, TOPLAM, SAF, BEN, SEN, O, BİZ, SİZ, ONLAR, BUNLAR, ŞUNLAR, ONLAR, ÖLÇÜ, HAYRAN, MUAF, TERBİYE, MERKEZ, BİLGİ, HABER, İSTİHBARAT, FİİL, FAİL, ZARF, EDAT, ÖZNE, YÜKLEM, TÜMLEÇ, OBJE, KONU, NESNE, SOMUT, SOYUT, HAYAL, GERÇEK, AÇI, MASUM, SUÇSUZ, İNTİKAM, SİMETRİ, YAVAŞ, HIZLI, MERHAMET, MUHABBET, SAYAN, SAYILAN, SAYGI, KAYIT, ETKEN, ETKİ, TAÇ, BROŞ, ROZET, ÖNEM, FREN, ACELE, ARİF, ÖZEL, ÖZEN, ÖNEM, İTİNA, NETWORK, AĞ, SUNUCU, ZAFER, RAZI, KANUN, ANAYASA, YASA, TASARI, AMİN, YAVSİYE, ÖĞÜT, NASİHAT, ÖRTÜ, KOŞU, SEYYAH, ŞİFA, HEKİM, HIZIR, LOKMAN, BOĞAZ, LAYIK, HEDİYE, USÜL, ADAP, KIYMET, UTANGAÇ, SÜKUT, SUSAN, YER, KONUŞAN, GEÇ, GEL, GİT, DİL, DOKUNAN, ÜNLEM, NİDA, YAKARIŞ, OKUR, İLK, ÇIĞLIK, SAÇ, DAMAR, AVCI, TUZAK, HÜKÜMDAR, SULTAN, YAR, YAREN, FONKSİYON, PROSEDÜR, RUTİN, BÖL, BÖLEN, PARÇA, SATIR, ÜNİTE, KÜME, GRUP, DİYAGRAM, PARABOL, VAKİT, NİYET, İSTİKBAL, ÖNCE, SONRA, MUCİZE, GİT, KAL, GEL, ACELE, KISIM, YENİ, ESKİ, TEKRAR, VE, VEYA, SÖZLÜK, ÜST, ÇAĞ, DAMLA, KÖK, BİL, BAK, YAP, ET, İKTİDAR, HATİM, TANE, DAHİ, DAHA, İÇ, DIŞ, ZAM, GÜL, KABUK, NASIL, NİYE, NİÇİN, NEDEN, NEREDE, NE ZAMAN, NE, GÖR, TAT, DUY, DOKUN, KOKU, DOKU, TECELLİ, TIRNAK, KEZ, DEFA, KERE, KADAR, UNUT, HATIRLA, BÖL, AYIR, YAZI, PARAGRAF, PARANTEZ, SÜS, PARÇA, KES, ÖĞREN, ÖĞRET, EK, KAR, YAĞMUR, KENAR, BUDAK, ŞİMDİ, HEMEN, MANA, EKBER, DEYİM, CÜMLE, KELİME, İMAM, ŞEHİR, KASABA, KÖY, ÜRÜN, MAHSÜL, BORÇ, ÖĞE, GİBİ, SAĞLIK, SIHHAT, DEFTER, KAĞIT, SÜRGÜN, RÜZGAR, ŞEHADET, HAREKET, MUKAVEMET, GÖRECE, İZAFİ, ÖZ, NAZ, CİLVE, İLGİ, ALAKA, KEFİL, SENET, DOKTOR, İLAÇ, CERRAH, MERHEM, TEMAS, İLETİŞİM, CAM, TARAF, EŞİT, TAVIR, DAVRANIŞ, KARAKTER, ÖYLE, BÖYLE, ŞÖYLE, CUMHUR, ANCAK, ARTIK, ÖN, ARKA, HİKMET, ŞEFKAT, İTİNA, ACİL, ACELE, VAAT, ÖĞÜT, VUR, YETENEK, ŞEVK, ZEVK, GIPTA, AZAP, EMEK, ÇABA, İLE, LAKİN, FAKAT, REİS, HATIRA, İPUCU, DESTEK, GÖLGE, PARILTI, YAKAMOZ, NORMAL, SAAT, TARİH, SAĞ, SOL, ALT, ÜST, ARŞ, ARZ, SEMA, YÜZ, SİMA, GÖĞÜS, KAFES, ÇATI, AĞAÇ, EV, YUVA, AİLE, BİNA, KALE, SUR, MESAFE, DİK, SERGİ, HİMMET, FERT, SANİYE, SALİSE, TAN, DAKİKA, GÜN, HAFTA, AY, YIL, SENE, METRE, KİLO, TON, HEKTAR, DÖNÜM, DEKAR, ARSA, ELMA, NAR, ÜZÜM, KELEBEK, DAĞ, TEPE, KUM, İSTİKAMET, YORGUN, PERDE, SAHNE, ROL, POLİS, AMİR, MÜDÜR, ŞEF, EMNİYET, SINIF, KAVGA, KAR, SERMAYE, FIRSAT, KITA, KARA, BELA, KAZA, GİRİŞ, ÇIKIŞ, GENEL, NAMAZ, RÜKU, ADA, GÖL, KUŞ, BALIK, ELEMENT, MÜHENDİS, HUZUR, SÜKUNET, MESELE, ÇÖZÜM, TEOREM, İSPAT, TEZ, ÖZET, BİLİM, DAL, BRANŞ, FERASET, BASİRET, GEÇMİŞ, GELECEK, HUKUK, SOSYAL, FEN, İKTİSAT, FİNANS, PSİKOLOJİ, SOSYOLOJİ, YASAK, SERBEST, MÜDAHALE, MÜDAHİL, ÜSTAD, ÖNLEM, ÖZLEM, GÖZLEM, RASAT, KONUM, TESPİT, İSABET, OTORİTE, YÖNETİM, YÖNETİCİ, İCRA, KURUL, SAĞ, HÜR, ARZ, TALEP, ETKİ, TEPKİ, İLERİ, GERİ, BERRAK, TEMİZ, HİTAP, HATİP, HİTABET, HAKEM, NİYAZ, KONTROL, OLAY, ÖZÜR, SERHAT, FAYDA, YARAR, TABAN, TAVAN, YEMİN, DİREK, İMA, DARBE, DAVA, DAVACI, DAVALI, YÖNTEM, TARZ, STİL, MİZAN, DORUK, ZİRVE, TABİP, HEKİM, TEDAVİ, MUCİT, İCAT, ZEKA, TIP, HADİS, KELAM, FIKIH, TEFSİR, MEAL, TABAKA, ATMOSFER, KATMAN, CETVEL, PERGEL, GÖNYE, COĞRAFYA, TARİH, ÖRNEK, HİPOTEZ, MANTIK, BEKÇİ, MEMUR, PATRON, YARDIMCI, DANIŞMAN, MÜDÜR, ŞEF, MUHTAR, BAŞKAN, ÜYE, HÜKUMET, SENATO, ŞELALE, GÖZE, PINAR, AKARSU, ÇAY, AFET, SEL, DEPREM, MADEN, KAYNAK, ECEL, UZUV, KRİZ, KATİL, ZEHİR, ŞEHİT, KANUN, İTİRAF, ANLAM, MANA, BAMTELİ, SORGU, HESAP, KABİR, KIBLE, KABE, MELEK, FERYAT, FİGAN, GEZİNTİ, MEMAT, ÖLÜM, KEFEN, HAZİNE, VASİYET, SELA, EZAN, MEVLİT, KORKU, KURTULUŞ, ASIR, ÇAĞ, HİKAYE, MASAL, ROMAN, NESİR, ŞİİR, DUYGU, YOLCU, HASTA, YETİM, SPOR, İDAM, VADE, HÜCRE, FIRÇA, SIĞ, DERİN, BOĞAZ, GEÇİT, AKIM, İNS, CİN, İCRAAT, YETER, İRADE, İMAN, İRFAN, TAKI, ŞEVK, ŞEMA, VERİ, PAY, VASİ, HİSSE, ORTAK, VAKIF, ŞİRKET, İSTİHKAK, REFLEKS, LAF, GEDİK, HAFIZA, BELLEK, CİHAN, FİYAT, EDER, PAHA, DERVİŞ, ERMİŞ, EMİR, KOMUTA, MUTLAKA, ZORUNLU, EMEL, ARZU, AYLA, HİLAL, DÜŞ, TERİK, TAKDİR, VAKİT, EFSANE, DESTAN, ORUÇ, ZEKAT, HAC, UMRE, UYARI, AHİRET, VARLIK, BİRLİK, MELEK, KİTAP, İMAN, ŞART, FARZ, SABAH, ÖĞLE, İKİNDİ, AKŞAM, YATSI, TEHECCÜD, KUŞLUK, İSTİKBAL, RÜKU, KIYAM, KIRAAT, SECDE, REKAT, TEKBİR, TEVHİD, DİVAN, HÜRMET, KÜS, OCAK, SARF, SALAVAT, ŞERİF, BESMELE, HABİB, SEYYİD, İZZET, MECNUN, ARİF, İHLAS, KAYGI, KEDER, TASA, SENARYO, SENARİST, OLUMLU, OLUMSUZ, POZİTİF, NEGATİF, KISAS, OY, REY, AVANTAJ, SADE, ÇEŞİT, TÜR, IRAK, UZAK, YAKIN, TAMİR, TAMİRAT, ZİNCİR, TUTANAK, İDDİA, SANIK, TANIK, KATİP, YARGI, DELİL, SÜBUT, BERAT, BERAAT, REGAİP, ÜNVAN, ADRES, BÖLGE, YÖRE, VATAN, YURT, İSİM, AD, RÜTBE, MESLEK, KELİME, TERS, İMZA, VURGU, MANA, ÇARE, TUTSAK, ESİR, DEVİR, TESLİM, VEDA, ELVEDA, MERHABA, EŞYA, İNANÇ, SAFFET, RİSALE, MEKTUP, BAHANE, BURUK, SOLGUN, KIRGIN, SİNİRLİ, SİNİR, ÜZGÜN, SIKI, TEK, HANİF, HASENAT, KAMET, ABDEST, YÖRÜNGE, AMAÇ, MAKSAT, GAYE, HEDEF, ZAAF, HALİL, BENZER, SÜPER, BİLFİİL, İLGİ, ALAKA, YAZILIM, DONANIM, GÜVEN, GÜVENLİK, MİLLİYET, HÜRRİYET, TERCÜME, TERCÜMAN, MÜTERCİM, POSTA, REST, TESADÜF, TEVAFFUK, TEVEKKÜL, TEMSİL, EHİL, NASİP, KISMET, HUSUSİ, UMUMİ, DURAK, MERCİ, TALİH, ŞANS, BAHT, TAKLİT, FARK, EDA, PİR, KAPTAN, DERYA, KUMRU, KİBİR, HOCA, ALİM, BİLGİN, ÖĞRETİM, VİZE, FİNAL, TEST, DENEY, BEREKET, MÜBAREK, RUH, DİRENÇ, ALTERNATİF, MAKAM, İHVAN, FAZİLET, AKİL, VAİZ, MÜFTÜ, MÜRACAAT, NAAT, NİYAZ, İSE, İKEN, DÜĞÜM, MAHCUP, BURAK, NAİF, NAZİK, BAĞIŞ, BAYRAM, NEŞE, NÜKTE, LATİFE, KORUMA, TEDBİR, TAKDİR, TANI, MAHSUS, DERMAN, HAZRET, GAZİ, ŞEYH, SULTAN, MUHAMMED, İBRAHİM, AHMET, FAHRİ, EFE, MANİ, YASA, VARLIK, HALİT, ACİL, DURUM, ÖNCÜ, ŞAH, AYDIN, İHTAR, İMAR, BASKI, HALİS, FELAH, SALAH, SANI, KANI, BİLİM, TEKNİK, TESPİT, RÜCU, İLHAK, İLTİCA, TECELLİ, ZAHİR, HİTAP, RİVAYET, İMKAN, MÜMKÜN, MEHDİ, İHTİLAF, DİNÇ, DAKİK, YETKİ, ERDEM, MÜTHİŞ, MÜSLÜMAN, UFUK, ADİL, VE DAHA NİCELERİ... 2 TERABYTE İSMİ VAR!

KAİNATLAR

Sayıları bizim için sonsuz, herbirinin tam şekli bildiğimiz kalp şeklinde. Cenab-ı Allah yaratacağı her Eşrefi Mahlukat ("ŞEREF", O'nun adı, birbirinize ŞEREF... demeyin) için kendisinden bir parçayı kalbe çevirir ve içine galaksiler, gezegenler, yıldızlar doldurur (Yarattıkları kendi GÖZYAŞINDAN). O'nun bir adı GÖZYAŞI. O'nun duyguları da aynı sizin gibi, O'nun isimlerini taşıyan bir aynasınız. Bildiğiniz ayna. Fakat "Eşrefi Mahlukat" O'nun isimlerini düşük değerde taşır. O'nun her ismi SONSUZ değerde. O'da Ağlar, üzülür, sevinir, güler... Sizde ne hisler varsa, O'nda da hepsi var. "HEPSİ", O'nun adı. "FİİL", O'nun adı. "FAİL", O'nun adı. Ruhumuz O'ndan bir parça. Hisler ruhtadır!

Bizim kainat biraz farklı, şeytan öyle olmasını istedi. Dua etti ve dedi ki "YOK şeklinde olsun bu kainat, ben öyle istiyorum". Çünkü YOKU genişletmek için, boşluk açması ve o kadar acı çekmesi lazım idi Rabbimizin. Öyle istedi, o yüzden bizim kainat YOK. Yani uzay boşluğu denilen şey aslında YOK. Karanlık madde diyorlar adına. Karanlık maddeden ışık geçmez. Madde içinde, gezegen olarak dönmek mümkün değildir. Sürtünmeden dolayı, yanarız "ALİMALLAH". YOKTAN parça koparılamaz, çünkü imkansız. Rabbimiz ismini bulanların böyle isteklerini de bazen kabul eder.

YOK nedir? İçinde hiçbir madde bulunmayan boşluktur. Her tarafı kapalı boş bir kavanoz düşünün, içinden bütün havayı çekerseniz ne kalır içinde? YOK. Peki siz bir kavanozun içindeki bütün havayı çekebilir misiniz? HAYIR! İnsan bunu yapamaz, o zaman kavanoz paramparça olur ve birleşir (vakumlama olayı). Cenab-ı Allah YOK'u nasıl açtı? Bir zerreyi referans aldı. Oradan kenarlara çekti (Hiçbir zaman tam yok olamaz!). Fakat bu ona acı verdi. O zerrenin adı NOKTA. NOKTA O'ndan bir parça. Öyleyse, NOKTA SONSUZ. Öyleyse, NOKTA BİR. Öyleyse, ALLAH BİR!

Normalde MAYA içerisinde olması gerekiyordu herşeyin. MAYA O'nun bir parçasının en seyrek hali. Yani bir kainat için, bir kısmını seyreltirdi ve hayat o seyrek kısımda başlardı, SEVGİ içinde. Diğer bir deyişle; AŞK seyrelir ve bu haline SEVGİ denir. AŞK'ın düşük derecesine "SEVGİ" denir! Sevgiyi anlatan güzel bir şiir:

SEVMEK

Sevmek: Ağrı dağının doruğundaki kardelen çiçeğidir.
Ulaşılması güç, sonsuz bir mutluluktur sevmek.
Sevmek: Bir çiçeğe su vermeye benzer,
Ulaşılması güç bir hedefe ulaştırana dek.
Sevmek: Bir çiçeğin tohumlarına benzer,
Kuruyunca saçılır, dört bir yanda büyür.

Peki YOKUN ikinci hali nedir? Küller. Evet küller de YOKUN diğer şekli. Bizi YOKTAN var etti. Kendi küllerinden. Küller YOK'un maddedeki şekli. Madde preslenmiş külden meydana gelir. İçinde enerji barındırır, çünkü ortası boştur. İçindeki enerji bitince, havada uçacak kadar hafifler. Madde birleşmiş zerrelerden meydana gelir. Zerreler ise O'nun küllerinden.

KainatlarGördüğünüz siyahlıklar yaşamış olan Eşrefi Mahlukat'ın külleri... Kimi ins, Kimi cin, Kimi melek, kimi kanatlı, kimi yürüyen... Herbiri bir ruh taşıyor.

Ortadaki kainatın içindeki sarı kısım O'nun temsili bir parçası, adı SEN! Normalde tam BEYAZ RENK. Hiçbiryerde tam beyaz renk bulamazsınız, O'ndan başka! O'nun bir adı da RENK.

O parçanın içindeki siyahlık ise "Eşrefi mahlukat", 10 üzeri 64 kadar. Diğer küllerdekiler çok daha fazla ve kalp gösterildiğinden çok büyük. Boş kısmı günümüzde SONSUZ kabul ediyoruz. Küllerin boyutundan, bizim kainatta ne kadar "Eşrefi Mahlukat" yaşadı ve öldü anlayın. Bir kainat yetmeyecek "Eşrefi Mahlukat'a", küller çok fazla... Kalbin içindeki sarı kısımdaki küller ile kainat orantılı değil, normalde sarı kısımdaki görünmüyor bile, büyütüldü (Sarı kısımdakiler 10^64). Kalanını hayal edin. Diğer kainatları düşünün ve deyin ki; ucuz yırttık, şeytan'dan...

Kül halinde bekledi ruhlar, yani ölü halde. Fakat göz açıp kapamış gibi olacak herbiri için.

Kara delikler, YOKLAR arası geçiş için açılmış tüneller (baskı olmasın diye hava boşluğu görevini görüyor). Şu an bilinen fizik gerçekleri güzel ifade etmiyor. Çok detaylı anlatılmadı, çünkü tehlikeli, çünkü bazı aşağılık insanlar dünyayı yörüngesinden çıkarmak için ellerinden geleni yapar. Dünya yörüngeden çıkmaz ama zarar görür.

Türkiye'de ki Bolu tüneli, Rusya'da ki büyük tünel projesi, Rusya'da ki erzak deposu, Japonya'da ki Seikan tüneli, Amerika'da ki hazinenin bulunduğu toprak altındaki büyük kasa (oyuk)... Örnek çok ve liste uzuyor (büyük depremlerin bir sebebi de bu). Bütün bunlar toprağın büyük yerdeğişimini sağlayarak, dünyayı yörüngesinden çıkarma işlevini görüyor. Fakat dünyanın yörüngeden çıkması imkansız. Çünkü Rabbimiz en dış katmandan tutuyor gezegenimizi (bu katman maddeyi oluşturan zerrelerin dizilimi ile alakalı bir durum). Aşağıdaki gibi, her gezegeni tutuyor. (Yukarıdaki projeleri, gerekliliğine inandırarak yaptırıyorlar ülkelere. Çıkan topraklar tünelin üstüne toplansa sorun çıkmayacak, fakat ne yazık ki bu yapılmıyor)



Kabe'yi anladınız mı nerde? Kalbin ucunda ve dünyaya gelen damar kabe'ye iniyor... Evet dünyadaki kara parçalarının herbirinin bir görevi var, insanda olduğu gibi. Türkiye Kalbin üstünde (Sevgi kısmında). Karadenize bakın, sevginin başlangıcında karadeniz kıyıları. Yani kalp şeklinin en üstü karadeniz kıyıları. Bütün savaşlar kalpte, okuyun! Okuyunda anlayın; şeytan ne yapmış, nasıl yapmış?

Ozon tabakasını deldiler fakat hiçbirşey olmadı. Bilerek yaptı illüminati bunu. Fakat 8 ayrı gaz tabakası olduğunu anladılar ve hiçbirşey yapamadılar (Bu tabakaların özel bir sırrı var, paylaşılmadı. Çünkü bu tabakaların hepsine dünyadan müdahale edemezsiniz).

SEBEPLER DAİRESİ / ENERJİ

Cenab-ı Allah herhangi bir işi yaparken kullandığı sebepler, küçüktür. Sebebi ise tasarruftan kaynaklanmaktadır. Mesela bir dağı yerinden oynatmak için gerekli olan enerji miktarı çok fazladır. Fakat Rabbimiz öyle bir noktadan dokunur ki o dağa, sadece birkaç madde tanesini yerinden oynatarak dağı yerinden oynatır. Enerjiyi en verimli şekliyle kullanır, çünkü "ALİM", O'nun adı.

Cenab-ı Allah'ın YOK içerisinde dönderdiği bir küresi vardır. Bu küre içinde tam orta noktasından her yöne 45 derecelik eşit açılarla bağlı pinlerin olduğu ve O'nun bir damla GÖZYAŞI'nın bulunduğu bir küredir. Bu küreyi YOK içerisinde öyle bir süratle dönerir ki; ortaya çıkan enerji ile galaksi, gezegen vb. şeyleri yaratır (YOK içinde sürtünme olmadığı için hangi süratle isterse o süratle çevirir). Yani hep aynı küre ile enerji elde eder ve bu enerjiyi kullanır. Bu kürenin içinde O'nun GÖZYAŞI olduğu için, çok ısındığı zaman GÖZYAŞI buhar olur ve KÜRE durur, soğuduğunda küre tekrar çalışmaya başlar. küreyi çeviren ise, küreye üflediği ruhtur. O RUH ile dönen küre, her zaman çalışır. Etrafta görmüş olduğunuz galaksiler, gezegenler o küreden ortaya çıkan enerji ile yaratılmıştır.

Her gezegenin tam ortasında o gezegeni gerektiğinde besleyen bir ikinci KÜRE mevcuttur. Tam orta noktada boşlukta duran gezegen küresi, dönerek çok büyük bir manyetik alan oluşturur ve gezegeni besleyen ana damarlara bu enerjiyi iletir. Günahlar sebebi ile enerjisi azalan maddeye takviye, merkezdeki gezegen küresi ile sağlanır (Madde'nin enerjisi, maddeyi oluşturan zerrelerin içindedir).

Geçmişte şeytan bu küreleri Cenab-ı Allah'tan istemiş ve almıştır. Ve bir daha KÜRE kullanma diye dua etmiştir (bnt). İsmini bulanın isteklerini kabul ettiği için Rabbimiz, o kadar galaksiyi kendi NUR'u ile günümüze kadar beslemiştir. Yukarıdaki konuda anlatılan; "Melekler'in O'nun NUR'unu taşımasının" sebebi, kürelerin olmayışındandır (gezegenlerin ortasındakileri de istedi ve aldı). Aşağılık şeytanların duası... Cenab-ı Allah geleceği bilir ama kullarının isteklerine karışmaz. Yani kendisinden kürelerini isteyeceğini bildiği halde kaderine karışmadı şeytanların. Kürelerin varlığını ise yine O'ndan öğreniyor. Rabbimize acı verecek şeyleri, Rabbimizden öğreniyor ve istiyor. Bu kadar aşağılık mahluklar.

GALAKSİLER / YILDIZLAR/ GÜNEŞ / AY

Galaksilerin normal ilk yaradılış şekli; ebediyet simgesi gibi. Yani ortadan dışa doğru dönerek büyüyen bir sarmal. HEDİYE paketi gibi. Dışlarında gazlar mevcut (Hidrojen, Helyum...). Gaz tabakaları birbirine üste ve alta, dalgalı (girintili çıkıntılı) olarak pinlenmiş durumda.

Aşağıdaki gibi;


Galaksi


Yani bir galaksi, eğer kullanıma açılacaksa bu pinler açılır (HEDİYE paketi açılır). SAMANYOLU galaksisi gibi düz hale getirilir. HAYAT başlar. Eşrefi Mahlukat galaksinin tamamını AŞK OYUNU oynayarak bitirir ve o galaksiyi hakeder. Mahşerden sonra ise; tam yuvarlak (SONSUZ işareti) hale getirilir ve ebedi hayat başlar. Ebediyet almış galaksiler yuvarlak haldedir ve etrafları yuvarlak gibi gaz bulutları ile çevrilidir. Aslında tam yuvarlak değildir, birçoğunun dışındaki gaz bulutları ebediyet sembolü gibi içe doğru kıvrılmıştır (Aynı cins gaz olduğu için, yuvarlak gibi durur ve döndükçe gaz bulutu kendi içinde devirdaim yapar). Ortaları ise pileli eteğin uçları gibi döner.

Uzay'da gördüğünüz galaksilerin hangisinin mahşeri bitmiş, hangisi boş anlayabilirsiniz. Boş olanların çoğu, küllerde bekleyen Eşrefi Mahlukat için.

Yıldızlar; Rabbimizin nurundan. Yani KARBON. Kutup Yıldızı'nın görevi ruhların kopyasını saklamak. Bazı yıldızların görevi ise karbon salınımı yaparak, HAYAT'ın devamlılığını sağlamak. Yıldızların enerjisi bitmez. Kendilerine Allah-u Ekber dendiği sürece enerjileri tamamlanır. Her yıldızın SABİT bir yeri var. Herbiri Rabbimizin bir ismini simgeler. Yerleri bu nedenle sabit. Eğer Rabbimizin bir ismi; üzülür, kırılır, unutulursa, ölürse... O ismin temsili olan yıldız kayar. Hani biri ölünce derlerya, bir yıldız kaydı. İşte sizin kullandığınız isimler, O'na ait. Yıldızı kaymasın (Allah korusun). Yıldızlarına sahip çık ey insanoğlu. Yıldızlara dönün ellerinizi uzatın ve Allah-u Ekber diyin. Enerjisi öyle yüklenir, devam ettikçe parladığını göreceksiniz (şaka değil). Hangi ismini bulurda, O ismini temsil eden yıldıza Allah-u Ekber derseniz, O ismini temsil eden yıldız daha fazla parlamaya başlar. "PARILTI", O'nun adı. AŞK OYUNU'nda rekabet var. Hem ülke içi, hem de ülkeler arası. Milletlere bölünmenin sırrı o. Hem kendi içinde, hem de milletlerarası yarışmalarda kıyasıya rekabet var, cennette bu oyun bitmiyor. Kim kazanırsa!

Güneş bildiğiniz ateş gibi yanan gezegen, yıldız değil. Yakıtı ise uzayda bol. Günahlar arttıkça kararmaya başlar ve bir süre sonra söner, kül olur. Ömrü bitince ne olur? BÜYÜK bir gezegene uydu olur, parıl parıl parlar. Bazı gezegenler ise hem gelgit sağlar (Dünya / Ay), hem de tutuşturmak için yakıt olarak kullanılır. Diyelim ki, güneşin bir tarafı söndü. Sobada yanan ateşin sönmesi gibi. Acil tutuşturmak için, kolay tutuşan bir madde lazım. Hemen yanıbaşınıza bakın oradadır. Kolay tutuşan maddeyi gönderirsiniz ve tekrar tutuşur.

PARALEL YOKLAR

paralel yok

* Yuvarlaklar içindekiler galaksi.
* Fakat aynı YOK katmanında değiller.
* Bir alttaki YOK katmanından üsttekine çıkarılmışlar.
* Sebebi ise diğer kainatlarda ebediyet bulunamadığı için bazı galaksiler buraya taşındı. Aynı katmanda gibi görünüyorlar fakat PARALEL YOK katmanındalar. Rabbimizin ilmi çok büyük. Rabbimiz zamanı geldiğinde onları bir kademe alta çekiyor ve bulunduğumuz yok katmanını tek hamlede kapatıyor. Hiçbir Eşrefi Mahlukat etkilenmiyor. Hayata açılmamış galaksiler gibi çizildi fakat normalde yuvarlak haldeler. Hayata açılmış olanlar yukarıdaki şekilde PARALEL YOK içerisindeler. Açılmamış olanları ise bu katmanda yaratıldı ve aynı katmanda bulunuyoruz. Diğer Eşrefi Mahlukat onların içine yerleşecek ve küller bitince tertemiz bir kainata geçiş yapacağız. İnsanoğlu'nun kotası 500 milyar. Birbirimizi sevelim. Beraber yürüyeceğiz bu uzun yolu.

Her Eşrefi Mahlukat türünün kendi kotası ve galaksisi var. Rabbimiz, İnsanoğlu'na fazladan hediyeler verdi çünkü en büyük adı bulundu ve şeytanı bitirdi.

Paralel yokun bir diğer ifadesi, bir kağıt üzerine ter çevrili şekilde raptiyeleri koyunuz ve üstüne bir kağıt daha koyunuz. Raptiyelerin ucu üstteki kağıttan çıkacaktır. Şekildeki gibi galaksiler bir alttaki YOK katmanından, bir üsttekine çıkmışlardır.

Yok katmanlarında da ruh olduğu için kat kat olabilmektedir. Yoksa iki YOK birleşir, tek YOK olurdu. Onları ayrı ayrı tutan heryerde olan ruhtur.

KADERİN SIRRI

Geleceği bilmek KADER'i değiştirmez, çünkü KADER yaşanmış olandır. Kader yaşananların toplamıdır. Elinize bir KALEM alın ve karşınızda duran kanepeye doğru atın. Nereye gideceğini bildiniz. Kanepeye gitti, geleceği bildiniz (kendi çapınızda). Rabbimiz, bir zerreyi atar ve sonunu görür. GAYBI BİLİR. Kaderin sırrı isteklerde gizlidir. Yoksa O karışmaz. O kadere karışsaydı, bütün kulları tek tip olurdu. İsteklere "hayırlı ise" diye başlarsa insan yanılmaz. Bugüne kadar ne istediyseniz onu aldınız. Ben bu hayatı istemedim diyorsanız eğer, o ana kadar istemiş olduğunuz herşeye bakın. Hala tatmin olmadıysanız, kaderinizi değiştirenleri bulunuz ve yaptıklarının çok yanlış olduğunu anlatınız. Beğenmediği insanların kafalarını keserek cihad ettiğini sananlar, girecekleri ateşi kendileri istemişlerdir (sözde müslümanlar). Irak'ta sözde müslüman IŞİD örgütü, adama soruyor "şu namaz kaç rekat". Adam cevaplayamıyor ve canından alıyor. Cihat İslam'ı öğretmek için gayret etmektir, bilmeyeni öldürmek değildir. Cenab-ı Allah sizi bilmiyorsunuz diye öldürseydi, hiçkimse sağ kalmazdı. Başka ülkelerden kendilerine katılanlar var gidiyorlar ve bilmeyeni öldürüyorlar. Adınıda CİHAT koymuşlar (İslam'ın yayılmasını sağlamak). Bu IŞİD örgütü çok delikanlı, elinde silahı var ve silahsız adamı öldürebiliyor. Esed'e güçleri yetmedi, arkada kalanları öldürüyorlar. Esed'in arkasında biri var şantajla yönetiyor esedi, deccalin adamı bir Amerikalı. Keşke Esed kurtulmak için o deccalin adamını öldürseydi, ismi temizlenirdi... Keşke Sisi de kendisini yöneten mason locasını kenara atıp hapistekileri çıkarsaydı, ne güzel olurdu. Bedenini kendisi kontrol etmediği için herhangi bir yakıştırma yapılmadı. Kendisine destek veren arap kralı, kendisine istediği ismi yakıştırsın... Maliki ise ayrı bir dünya, cennete hazırlık yapıyor. Masumları hapislere doldurdu. Kendisi nereye gidecek merak konusu??? Nasrallah ise peşine takılanları çoktan cennete soktu... Cezayirde bir adam var, Türkiye Başbakan'ı doğruları söylediği için "karışma" dedi. Türkiye karışmasa bile, başka karışan olursa sonun bilinmez. Masonlar adamın hoşuna gitti herhalde... Libya'da bir komutan uyardı, Türkler burayı terketsin. Türkler orayı terkeder, bu çok kolay bir istek (Türkler yardıma gelmişti oraya). Ama sen orayı nasıl terkedeceksin ve nereye kaçacaksın? Bir filmdir peşine dünyayı takmış, sonu sürprizlerle dolu...

GÜNEŞ'İN BATIDAN DOĞMASI

Güneş bir yıldız değildir. Yıldızlar KARBONDANDIR. Güneş ise yakıtı olan bir gezegendir. Asla yıldız sınıfında değildir. Yıldızlar ile en ufak benzerliği veya alakası yoktur. Zaten Kur'an da Güneş / Ay / Yıldız ayrı ayrı anlatılmıştır. Ay'ı sert bir vuruşla (bilardo topuna vurur gibi) güneş'in tam ortasına nişanlayın, vuruş hızınıza göre güneş ileri gitti (Vuruş hızınız yavaş olacak, güneş ve dünya arası mesafenin 2 katı ileri gidince diğer tarafından durdurulacak). Sizde dünya olarak, döne döne SEKİZ çizdiniz ve bu defa batıdan başladınız (hızlı gittiniz). İkinci ihtimal "GÜNEŞ" yerinde kalır, fakat dünya sekiz çizer ve batıdan doğar. Eğer "GÜNEŞ" ileri alınırsa sadece dünyayı değil diğer gezegenleri de taşımak lazım.

Neden gerek duyulur? Güneş'in bir tarafı sönmüştü (ya günahlar, ya da ömrü bitti), hızla geçildi diğer tarafına ve tutuşturuldu. Veya sizin tarafınızı tutuşturdunuz ve çok alevli oldu, kaçtınız yanmamak için (Diğer taraf sönerse bu tarafı da söndürür, bilesiniz. Sonrası karanlık!). Hiçbirşey boşa değil. Şekle bakın anlarsınız "Güneş'in batıdan doğmasını" (mutlaka olacak diye bir kaide yok, insanoğlu isterse olacak). Hadisi Şeriflerde bahsedilen güneşin batıdan doğması hadisesi, mecazi anlamda da kullanılmış olabilir. Bu konuda henüz net bir bilgi yok. Tevbe kapısı hiçbir kul için kapanmaz, fakat günahların boyutu çok artınca duaların kabul olma ihtimali düşer. Normalde her insan Rabbini bilerek imtihan hayatını yaşar. Günümüzde ise bilmeden imtihan oluyorlar. Her yaşanılan imtihan değil, fakat O'nun her yaşattığında bir ders mutlaka var. İnsan imtihan olur ve puanını alır, önemli olan imtihan olduktan sonra DERS ALMAKTIR ve kulluğunu bilmektir.

Güneş batıdan doğacak olsa idi, aşağıdaki şekillerde olurdu.

Güneş


MELEKLER

Melekler de sizler gibi Eşrefi Mahlukat. Erkekleri var, dişileri var. Evlilik hayatları var, çocukları var. Ve gündelik hayatlarında şekilleri aynı sizin gibi (el, kol, ayak, gövde, baş). Nefsleri (bedenleri) var, NUR'dan (karbondan). Yıldızlar gibi yani. Fakat boyutlarını değiştirebilirler, bir zerre tanesi kadar küçülebileni mevcut (KÜN A.S.). Büyük Melekler ve şekillerle ifadeleri aşağıdaki gibi:

Büyük melekler, Cenab-ı Allah'ın birçok ismini temsil ederler. Ama her ismini aynı oranda temsil etmezler. Büyük melekler istedikleri şekle girerler. Bir ismi 1 oranında temsil etmek demek, en yüksek değerde temsil etmek demektir. Büyük melekler, her işe kendileri bakmaz. Birer komutan olarak kendi bölüklerinin başında dururlar. Melekler de hata yapar. Onlar da sizin gibi Eşrefi Mahlukat. Cenab-ı Allah'a çok yakın oldukları için hata yapma riskleri insanlara ve cinlere göre az.

Bir melek ne kadar çok bilir ve hissederse, o kadar çok iş yapar. Melekler de ameline göre cennete gider. Melekler de ölür. Her canlı ölümü tadıcıdır. Melekler de şaka yaparlar ve melekler de yorulunca uyurlar.

Melekler

Kün (A.S.): Meleklerin en büyüklerindendir. Cenab-ı Allah'ın Emrini taşır. Emir, Cenab-ı Allah'ın büyük isimlerinden biridir. Cenab-ı Allah'ın en güvendiği melek Kün (A.S.)'dir. Diğer meleklerden ayrı çalışır, küllerin yanında tek olarak. O'nun gözünün nuru gibi sevdiği bir melektir.

Ruh (Ruhül Kudüs) (A.S.): Ruh ismini temsil eder. Hristiyan dünyası bu meleği çok zor duruma düşürdü. Kendisinden özür dilemeleri gerekiyor.

İsimlerini almış belli başlı melekler yukarıda sıralandı. Fakat sadece onlar değil başka birçok meleği mevcut Rabbimizin.

Eşrefi Mahlukatın görünüşleri günlük hayatlarında insanlar ile aynıdır. Melekler de, cinler de, insanlar da aynıdır. Cinlerin kıl kökleri ateştendir. Ayak altlarında fren için küçük üçgen şeklinde bir çıkıntı vardır. Ayrıca dişleri ile fren yapar ve yavaşlarlar. Kalanı insan ile tamamen aynıdır, hiçbir farkları yoktur. Tamamen ateşten değillerdir. Cinlerin yaşadığı yerde sağ hayvan ne yazık ki kalmamıştır. İnsanoğlu toplu taşıma haricinde, bireysel uçuş kolaylığı sağlayan icatlara mutlaka kısıtlama getirmelidir. Cin ile insan evlenebilir ve normal bir evlilikten hiçbir farkı yoktur.

Melekler bulundukları yerden geçiş yapabilmek için, Kabe üzerindeki NUR içerisinden geçer ve dünyaya girerler. Çünkü meleklerin bedenleri NUR'dandır. Siz onları çıplak gözle göremezsiniz, fakat bir alet ile tespit edebilirsiniz. Bedenlerini çıplak gözle görünecek şekilde ışıklandırırlarsa, enerjileri azalır. Bedenleri karbondan olduğu için, kendilerini büyütebilir veya küçültebilirler.

Eşrefi Mahlukat ve hayatları küle çevrilir ve saklanır. Ayrıca melekler hesap defterlerini tutarlar. İşte imtihanları da o. Yanlış hesap tutan melekler, küllerden yakalandı, bu yazıdan dolayı haberleri olsun.

Meleklerin yerleri mahşer meydanının arkasında. Büyük melekler her olay için yeryüzüne inmezler. Oldukları yerden kollarını uzatır ve müdahale ederler. Bunu ruh ile yaparlar. Ruh hissettiği güçtedir. Büyük melekler, melekler yaratıldıktan sonra ruh gücünü en fazla kullananlardır. Her meleğin büyük melek olma şansı vardır. Ruh için mesafenin hiçbir önemi yoktur. İnsan için de durum aynıdır, melekler gibi ruhlarını kullanabilirler. Medyadan görüldüğü kadarıyla, insanlardan ruhu güçlü olanın en fazlası kaşık bükebiliyor.

Meleklerin görevi insana hizmet değildir. Melekler iyilik olsun diye Rabbimizden öğreneceklerini öğrenir ve insanlara GÖNÜLLÜ yardımcı olurlar. Bunun için para kazanmazlar. Kendi başlarına da birçok konuda karar alabilirler. İsterse bir melek sizi korumak için adım adım izler ve yardımcı olur. Bütün hayatlarını hizmet etmeye adamalarına rağmen birçoğu pek bilinmez. Mesela Cebrail (A.S.) ve Azrail (A.S.)'nin insanoğlu üzerinde emekleri çok büyüktür. İstese kendisini bu yükün altına sokmazlar, fakat her ikiside ordularıyla insanlığın batmaması için bugüne kadar çok mücadele vermişlerdir. Mikail (A.S.) ve İsrail (A.S.)'nin de durumları aynıdır. İnsanlığın başından bugüne kadar sabırla düzelmelerine çalışmak, kolay bir iş değil. Kün (A.S.) adının yazılmasına nasıl olsa itiraz edeceği için çok anlatılmadı.

RUH

Eğer durmadan pilav yerseniz, Cenab-ı Allah sizden hep pilav tadı alır. Her yediğinizin, ruhta his olarak bir karşılığı vardır. Çünkü tat alma zaten bir histir. Belli hisler ruhta bir araya gelerek bir bütün oluştururlar ve maddede bir karşılık bulurlar. Daha sonra bunu yersiniz ve Cenab-ı Allah ruhta o tadı alır. Ağaçlar kuşlar böcekler, herbiri ruhun bir yansıması olarak yaratılmıştır. Mesela bir güvercinin ruhunda hangi isimler baskınsa, ona göre yaratılmıştır. Yeniden yaratılışta da aynı şekilde ruhunuza bakılır ve ruhta o bölgeniz hangi maddede karşılık buluyorsa ona göre yaratılırsınız.

Eşrefi Mahlukat'ın Ruhu Rabbimizden bir parça. Fakat dışını saran maddeyi eritmeyecek kadar seyreltilmiş bir parça. Daha anne karnında iken üflenir ve yaşadığı tüm hayat bu ruha kaydedilir. Ruh bütün bedene üflenir. Fakat beden 24 özel noktaya, tam kayıt yapacak şekilde dizayn edilmiştir. Mesela kalp ucu ruhun tüm kaydının kopyasını saklar. Kollardakiler, sadece kolları saklar. Ayrıca her madde tanesi, sadece kendisine ait kısmı saklar, kan değişimi olduğu için her madde tanesi içinde değişim vardır. Bu değişimler, her madde tanesine ayrı ayrı, daha sonra ilgili noktalara ayrı ayrı, en sona ise kalp ucuna kaydedilir. Ana ruhtaki bilgiyi değiştirebilmek için, vücut hareketleri alışkanlık halini almalıdır (Her insanın yürümesi farklıdır). Alışkanlık halini alması için bol tekrar gerekir. Hislerde ruhtadır ve aynı şekilde kayıt yapılır. Bütün kanınız değişse dahi, 24 noktadaki ruhlar değişmez. Çünkü bu noktalardaki maddelerin yerleri sabittir. Kalp nakli olan insanda ise durum farklıdır; kalbi bağışlayanın ruhu kabzedilmiş ve alınmıştır (Artık yerinde değildir). Nakil yapılacak kişinin kalbinin ucundan, nakledilecek kişinin kalbinin ucuna madde tanesi taşınmalıdır. Kişinin kalbi sökülmeden hemen önce; kalbinin ucundaki madde tanesi, sevgi köprüsü üzerinden vücutta başka bir yere çekilir ve bunu hekim yapmaz. Yeni kalp takılınca, tekrar yerine gitmesi gerekir. Hekim nakilden önce dua eder ve isterse ana ruh olması gereken yere taşınır. Böylece sorunsuz kalp nakli yapılmış olur. Eğer istemezse, kalp ruhsuz atar. Sorun büyüktür. Çünkü ruhsuz atan kalp, uzun süre yaşamaz. Ömür boyu ilaç kullanması gerekir. Otistik çocuklarda ruh yerindedir, fakat beden ana ruha yazamıyordur. Çünkü beden şoktadır.

O'nun bir adı "RUH". Başka bir deyişle RUHUL KÜBRA. Ruhun en önemli ve en temiz parçası, kalbin tam ucundadır (Günahlar sebebi ile en son bu madde kararır, içindeki ruh kararır). Ruh maddenin içindedir. Cenazenin defin işleminden sonra kişiye 3 defa öldüğü söylenir. Falan falan kişi "Sen öldün", "Sen öldün", "Sen öldün". Bunu işiten ruh, Cenab-ı Allah'a sorar "YA RABBİ, ben öldüm mü?". "öldün" cevabını alır. O anda ruh, madde içinde küle dönüşür, Melek tarafından gideceği yere götürülür ve dirileceği günü bekler. Emin bir yerde saklanır. Eğer kişiye öldüğü söylenmez ise; o kişinin ruhu, nefs ile yaratılacağı güne kadar uyanık bekler. Ve bu bekleme süreci çok acı verir, çünkü kullanabileceği bir nefsi yoktur, beklemekten başka çaresi de yoktur. Ruhun kalbin ucundaki madde tanesinde toplanmasının sebebide şudur: O madde tanesi yapısal olarak en dayanıklı olanıdır. Vücutta 24 değişik noktada ruhun toplandığı madde taneleri var, daha detaya girilmeyecek. Kanama olsa dahi o madde taneleri yerinde kalır. Diğer ruh kısımlarına yazılanlar, aynı zamanda o madde taneleri içerisine yazılır. Namazda da o madde tanelerinin yapmış olduğu şekiller vardır. Bu şekillere örnek: OK ve KALP'tir. Secde yayından çıkan bir OK ve KALP şeklini çizer. Bir "Eşrefi Mahlukat'ın" ruhu; eğer maddenin içinde olmasa idi bütün kainata sığabilirdi, fakat seyrelirdi. Çünkü ruh serbest kalırsa genişler, bir kab içine konursa orada kalır (Ruh bedene alışırsa, yani bilinci varsa artık genişlemez. Çünkü artık kalıba alışmıştır ve sınırlarını bilir). Eğer eliniz ile günah işlerseniz elinizdeki ruh parçalarına kaydedilir. Diliniz ile işlerseniz dilinizdeki ruh parçalarına kaydedilir. Bir madde tanesindeki ruh, hayal edemeyeceğiniz kadar çok bilgi depolar. Diyelimki eliniz ile günah işlediniz ve eliniz koptu. Küllerde kopyası var ve ayrıca hesap defterlerinde var. Diyelim ikiside gitti. Cenab-ı Allah kolunuzun koptuğu an'ın görüntüsünü açar ve o bir andan bütün hayatınızı çıkarır. Onun hesabını anında yapar ve der ki bunları bunları yaşamış. O'nun gücü bu derece BÜYÜK. Bütün "Eşrefi Mahlukat'ı" bir fotoğraf karesinden hesaplayacak kadar. Bunlar bunlar olmuş veya bunlar bunlar yaşanacak. Bu kadar dakik hesap.

Yaptıklarınız ruhunuza kaydedilir. Herbiri bir organınıza, hangi organ ne kadar dahil oldu ise. Peki cennetteki görüntünüz nasıl? Ruhunuza bakılır ve ne kadar SEVAP var ise, o kadar GÜZEL olur. SEVAP kazanmak için ibadet yapılmaz. Fakat yaptığını hayırlı iş sevap olarak ruhunuzu parlatır, bu sizin elinizde değil. Bunun kontrolü yalnızca Cenab-ı Allah'a aittir. Bazen bir çocuğu gülümsetmek, binlerce yıl ibadet yapmış kadar sevaptır. Yani sonuç olarak cennetteki görüntünüzün, şu anki görüntünüz ile alakası yok. İmanlı kişiler ile evlenirseniz netice o kadar güzel olur. Çünkü İmanlı olanların güzelliği ve yakışıklılığı başka kimsede yok. Dili TEMİZ olanın orada dili güzel olur (hepsinden HASSAS olur, yiyeceklerin tadını o kadar güzel alır). Gözü temiz olanın orada gözü güzel olur (hepsinden detaylı görür, hepsinden güzel olur. O gözlerle bir görseniz dünyada gördüklerinizin bir tanesini beğenmezsiniz. O kadar net ki, anlatılmaz, yaşanır. Düşündüğünüzden çok çok daha net.). Yüz şekliniz de aynı değil. Hiç benzemiyorsunuz. şeytan, ruhunu bulaştırdı ve onun şeklide şu anki bedeninize dahil. Ne kadar çoğalttı ise kendini o kadar baskın ve baskın olan şeytanlara benzediniz. Zerre kadar benzemiyor; ne renk, ne boy, ne görüntü... Rabbimiz hiçbir kulunu cehenneme atmak için yaratmadı. şeytandan önceki mahşerlerde cehenneme giden kişi sayısı: 2, 3 tane kadar idi. Çünkü herkes imanlı idi.

RUHUN MADDEYE ETKİSİ

Ruh ile beden bir bütün gibidir. Mesela kalbin ucunda aşk var ise, Allah-u Ekber dendiği vakit, bedenden gül kokusu çıkar. Fakat bildiğiniz gül kokusundan binlerce kat daha güzel bir kokudur. Bu koku ruhun aşka gelmesi sonucu madde yapısında yaptığı değişiklikten kaynaklanmaktadır. Eğer kalpte sevgi ismi var ise; Allah-u Ekber dendiği vakit, bedenden sevgi çiçeği kokusu çıkar. Fakat bildiğiniz sevgi çiçeği kokusundan binlerce kat daha güzel bir kokudur. Her ismin birde çiçeği var!

Benzeri şekilde ruha ait herhangi bir his madde üzerinde değişikliğe yol açmaktadır. Normal halde insandan alınan DNA ile, sevgi veya aşk anında alınan DNA birbirinden farklıdır. Mesela durmadan stress altında yaşayan ve üzgün olan bir insanın ruhu, madde üzerinde negatif etkiye yol açar ve beden çabuk yaşlanır.

Diyelim ki, sigara içmekten dolayı bir ayağınız kangren oldu ve kesilme tehlikesi ile karşı karşıya. Kangren olma süreci uzun sürdüğünden dolayı, ruh yukarı çekilir ve ayak kesilir. Artık ruhun kesilen ayaktaki kısmını hissetmezsiniz. Fakat ayağınızın kesilmesi bir tren kazası sonucu olmuş olsa idi durum farklı olurdu. Mesela ayağınız bir kaza sonucu tren altında kalmış ve kesilmiş olsa idi, ruh henüz durumun farkında olmadığı için yukarı çekilemezdi. Sonuç olarak ruhun olduğu yer sabit kalır ve ayak bütün halde yer değiştirirdi. Bir kemiğin üzerinden etin sıyrılması gibi bir hal alırdı ve ruh yerinde kalır, ayak başka bir yere giderdi. Çünkü ruh şok halinde beden ile beraber hareket edememiştir (Ruh şok halinin verdiği enerji ile bunu yapar. Şok anındaki enerji çok büyüktür. Çünkü ruh canlıdır ve yaratılıştan bir koruma güdüsü. Bisiklete binmek veya yürümek dahil, ruha kaydedilir. Ruh sizsiniz, beden ise madde). Böylece siz ayağınız olmadığı halde o ayak varmış gibi ayağınızı hissederdiniz. Bazı insanlar; ani uzuv kopması yaşadıkları için, bedenleri ve hisleri bu haldedir. Uzuv olmamasına rağmen, onu hissederler. Artık o uzuv hava içerisinde bütüne bağlı gezinen ruhtur. Ruh bütüne bağlı olduğu için hisseder. Bu tip hastalara organ nakli yapılması durumunda, kısa sürede o organı hissederler. Hatta bazıları protez kollarını bile o ruh ile kullanabilirler. Bu yıllar sürmez. Fakat ayağını belli bir süreç içinde kaybeden bir insanın; organ nakli yapılmış olsa da, organı hissetmesi yıllar sürebilir. Organ nakli konusunda çalışmalar yürüten İspanya ve Türkiye'nin dikkatine yazılmış bir paragraftır.

Ruhlar birbirine etki ederler. Bazen o kadar yürekten ve hissederek etki ederki, karşı taraftaki insanın ruhunu derinden etkiler. Mesela "NAZAR" olayını duymuşsunuzdur. Nazar bakış demektir. Fakat derinden bir his ile öyle kıskanarak bir bakarki, baktığı kişinin ruhu negatif etkilenir. Bu nedenle atalar çözüm olarak nazar boncuğunu bulmuşlardır. Bebeğe bakan kişinin dikkati o boncuğa çekilmiş ve etki azaltılmıştır. Benzeri şekilde tam his ile "LANET" okuduğunuz anda, lanet okuduğunuz madde içerisindeki ruh kararır. Bir başkasına yürekten lanet okursanız, sonucu lanet okuduğunuz insanın ruhunun kararmasıdır. Ruh mesafe tanımaz, lanet okuduğunuz şahıs başka kainatta da olsa, o lanet o kişiyi bulur ve ruhunu karartır. Çünkü lanet negatif etkiye sahiptir. Cenab-ı Allah, şeytanların bazılarına doğduğu günden öldüğü güne kadar lanet etmiştir. Bu lanet kendilerini bulmuştur ve ruhları kapkara gezinmektedirler. Fakat bu isim sadece şeytan gibiler için kullanılmalıdır. Çünkü lanet okunacak kişi bunu haketmiyorsa, bedelini lanet okuyan öder. Çünkü ruhu kararan kişi, laneti temizlemek için çok uğraşır (Cenab-ı Allah'ı tespih ederek ruhu tekrar parlatır).

GÜNAHLAR

Günah işlerseniz kendi ruhunuza delik açılır. Çok fazlaca tevbe edin ki, durmadan temizlenin, her gün TEVBE edin ve isimlerini yaşayın. Her ismini yaşayın ki, bedeniniz, ruhunuz ve Cennet'iniz ona göre şekil alsın. "İSİM", O'nun adı. ALLAH (C.C.) günahlarınıza bakmaz, temizlenene kadar bekler veya bir meleğine baktırır, O'nun yüceliği bu kadar. Günahlarınızı kimseye anlatıp ŞAHİT tutmayın. Aynen şu duayı edin "Bismillahirrahmanirrahim. Allah-u Ekber. Allah'ım yalvarırım kabul et. Ben ez cümle bütün günahlarıma tevbe ettim, benim günahlarımı hayırlı ise, hayırlı zamanda AFÜVV isminle affeyle, hayırlı değilse ĞAFUR isminle affeyle. Amin. Elhamdülillahirabbilalemin". Yani, "ruhumdan o anları silinmesi hayırlı ise sil, silinmesi hayırlı değilse affet ama ruhumda kalsın" istediniz. Yalvarın, isteyin silsin cennete girmeden önce. Mutlaka isteyin. ALİM ismine bırakın ne kadarının silineceğini ve ne zaman silineceğini. O en güzelini bilir.

Günahlarınızı başkasına anlatmayın ki, silinecek yer bir tane olsun. Anlattığınız kişinin ruhuna da kaydedilirse, oradan silmek için o kişiden izin almanız gerekir. Geçmişinizi beğenmiyorsanız asla kimseye anlatmayın. Başkalarından da anlatmasını istemeyin. İnsanı zor durumda bırakabilir. Solganınız, "kötü olan anlatılmaz" olmalıdır. Hem her insanın sırlarını bilseniz, karşınızdaki insandan soğuyabilirsiniz. Kişi günah işlemiş ve pişman olmuştur, tevbe edip tertemiz olmuştur. O temiz insanı, geçmişi ile bilmeyin. Temiz hali ile bilin ki, temiz bir arkadaşınız veya eşiniz olsun. Geçmiş sırları bilipte ne yapacaksınız, temiz bir insanı kaybetmeye değer mi?

Bazı günahların silinmesi hemen olmaz. Çünkü ruh bazı günahların acısı ile kıvranırken kendisini bulur. Bu nedenle hemen silinmesinin hayırlı olmadığı durumlar mevcuttur. Sizi aynı günahı işlemekten koruduğu için, bazı günahlar ölene kadar ruhunuzda kalır ve öldükten sonra silinir. Ama önemli olan günah işlememek ki, GÜZEL olasınız. Cennetiniz GÜZEL olsun, Ebedi hayatınız güzel olsun. Kısa ÖMÜR, kazancı YÜKSEK. "YÜKSEK", O'nun adı. CAN kimin adı? Kime "CANIM" diyorsunuz? O'nun adı. ÖMÜR kelimesinin bir başka ifadesi CAN...

Günahlar kötü kokar. Sevaplar iyi kokar. Kötü, kötü kokar. İyi, iyi kokar. Her ruhun bir kokusu vardır. Burun ile koklanabilen bir kokusu. Bedenden çıkar o koku. şeytan insanların ruhuna bulaştığı için, insanların ter kokuları kötü. Yoksa Resulullah (SAV) gibi güzel bir kokusu olabilirdi her insanın (Ani AŞK'a geliş sonucu, şeytan'ın ruhu dahil bütün hatıraları bir anda yandı. Kalbi çocukken temizlenmişti, kalanıda orada temizlendi. Aşka gelince ruh, alev alev yanar. Bildiğiniz ısı; ama derecesi çok yüksek, bildiğinizden çok yüksek!). Gül; Aşkın simgesi, ondan dolayı gül kokardı ruhu!

TEVBE ettiniz ve günahlarınızın bir kısmı boşaltım organlarına gitti, bir kısmıda tuz içine kondu ve deri gözeneklerine. TEVBE ettiğiniz anda (TEVBE'niz bol olsun), vücudunuzun hangi kısmı ile günah işlediyseniz orayı mesh edin. Günahlar o kısımda tuz içine konur ve atılmaya hazır hale gelir. Gözlerde biriken tuz taneciklerini ağlayarak atabilirsiniz (Ya da güneşe bakarak eritin ve atın. Veya gözlerinizi kırpmadan bir noktaya odaklayın ve bekleyin, yaşarmaya başlayacak ve ağlamış gibi olacaksınız). Diğerlerini ise deri yolu ile terleyerek veya boşaltım organları ile. Günahlar kötü koktuğu için denizler tuzlu ve sizinde vücudunuzun büyük kısmı tuz. Denizlere ulaşan ya günahlar buhar olur ve yok olur veya kıyılara çarpar ve yok olur. Tuzun içindeki KLOR'u, şimdi anladınız sanırım. DÜNYA KOKMASIN DİYE BOL TUZ İÇERMEKTEDİR!

Günahların bir kısmı zift olur ve petrol olarak dipte toplanır. Bu petrol ise yanardağlar vasıtası ile yakılır ve kül olur. Yani yok olur. Eğer petrol yakılmazda beklerse KÖMÜR olur. Sobalarda yakılır. (şeytan'ın kanı bol günah içerdiği için en kötü kokanı o. Adem (A.S.)'dan itibaren heryere bulaşmış olduğu için yediğiniz içtiğiniz her maddede aşağılık şeytanın kanı var. Günahlarınız temizlenirse, MİS gibi kokarsınız. Rabbimizin hangi isimleri baskın ise bedeninizde kokunuz ona göre olur. AŞK ismi tam baskınsa GÜL gibi kokarsınız. Peki baskın olanlar karışıksa? Kokunuzda aynen isimlere göre olur, hangisi baskın ona göre. SEVGİ ÇAĞINDA çok şey değişecek!)

Ne kadar günah var o kadar petrol var. Günahlar lağım kokar. Madde'de öyle bir kokuya sebep olur. Günahlar maddenin yapısını bozduğu, ENERJİ'sini bitirdiği için zift gibidir. Bu nedenle kolay tutuşur. Burada temizlenmeyen günahlar, cehennemde yakılarak temizletilir ve cennete öyle girersiniz. Üç yolu var, ya TEVBE edin vücudunuzdan bir an önce normal yollarla atın, ya cehennemde yakarak atın, ya da saf su kullanın ve atın o maddeleri üzerinizden. Ruhta günah olan kısımlar maddeyi karartır, zift gibi yapar (enerjisini azaltır). Yeniden yaratıldığınızda da, aynı ruh! Madde kararmış halde. RABBİM affederse eğer mahşerde, kendisi bir an bakar o günaha ve günah onun ENERJİ'si ile yok olur. Öyle bir ACI verir ki ona, bu bakış. Bilseniz acıyı, dersiniz ki; "BEN ÇEKEYİM YA RABBİ", at cehennemine ben çekeyim o acıyı da SEN gramını çekme. Fakat orada da af dileme şansınız var. Cehennemde üzerinizdeki maddeler yanar ve ruh temizlenir. Maddenin dışı yandıkça içindeki ruhu temizler (enerji). Ne kadar ateş, o kadar temizlik. Günah'ın ruhta bıraktığı iz rengini karartır (mecaz yok). Ancak ateş, saf su, ya da Allah-u Ekber diyerek temizlenir dünyada veya cehennemde. Büyük günahkar; Allah-u Ekber diyince, ruhun içini kıyan bir acı verir, iğrenç bir acı, katlanılması çok zor bir ACI (Cehennem görevlileri orada bu görevi üstlenir. Ruhunuza Allah-u Ekber deme görevi). Dersiniz ki; ateşte yanayımda temizlensin ama o acıyı çekmeyeyim, varsın daha uzun sürsün. SEKAR'a gidenler o acıyı çekecek (aşağılık şeytan)! Rabbimiz, orada mahşerde de affedebilir sizi (Kul haklarına karışmaz, çünkü bireysel hak olarak sayar). Ya da burada bol bol tevbe edin ve günlük vücudunuzdan bir yol ile çıkarın o ruh parçalarını, bütüne birleşik kalmasın ve öyle kabz edilmesin. Saf su bulabilirseniz, onunla yıkanan maddenin içindeki ruh direk temizlenir. (Bkz. Resulullah (SAV)'in kalbinin yıkanması. şeytan ruhunu bulaştırdı, saf su ile temizlendi kalp).

Öyle günahlar işledim ki; şimdi müslüman oldum, fakat unutmak istiyorum eski hatıralarımın bir çoğunu. Ya da günahlarımı unutmak istiyorum ve unuttuklarımın ruhumdan silinmesini, Rabbimizin dahi bilmeyecek şekilde kayıtlı oldukları yerlerden silinmesini istiyorum (Yalvarırım hiç bilme derseniz, hiç bilmez. Yalvarırım unut ve hatırlama derseniz, unutur ve hatırlamaz). Cenab-ı Allah'ın AFÜVV ismi kayıtlı olduğu heryerden siler. Bir daha geri gelmez. Unutmak istediğiniz herşeyin tamamen ruhunuzdan silinmesi zamana bırakılmalıdır. Çünkü bazı insanların hayatının büyük kısmı bir anda silinirse, ruhta sadece çocukluk kalır. Bu durumu kimse istemez. Bu nedenle zaman içinde parça parça silinmesi gerekmektedir. Dua'da hayırlı zamanda denmesinin sebebi odur.

Dua: "Bismillahirrahmanirrahim. Allah-u Ekber. Ya Allah, Ya Afüvv, Ya Ğaffar, Ya Ğafur, Ya Rahman, Ya Rahim. Yalvarırım kabul et. Ben ezcümle bütün günahlarımdan ötürü TEVBE ettim, bir daha işlemek istemiyorum. Büyük günahlara karşı, beni artık SEN koru. Unutmak istediklerimi en hayırlı zamanda unuttur ve bir daha hatırlatma. Hayırlı ise beni en hayırlı zamanda AFÜVV isminle affeyle ve hatırlamak istemediğim herşeyi kayıtlı olduğu heryerden tamamen sil. Hatırlamak istemediklerim bir daha var olmasınlar fakat sileceğin zamanı sen belirle. Amin. Elhamdülillahirabbilalemin".

Kul günah işler, normaldir. Günahsız kul olmaz. Yeter ki tevbeniz bol olsun ve tevbe ettiğiniz günahlardan uzak durun.

Her akşam ayaklarınızı tuzlu suya koyarak durmadan Allah-u Ekber demeniz sonucunda günahlarınız temizlenir. Günahlarınız, Allah-u Ekber sözünü ne kadar içten derseniz o kadar temizlenir. Bir başka deyişle, ne kadar ruh ile derseniz o kadar temizlenir ve tuzlu suya aktarılır.

Özellikle hamilelik çağında olan annelerin, küçük bebeği olan annelerin dikkat etmesi gereken en önemli nokta; günahlarını çocuğuna bulaştırmamaktır. Süt yolu ile bebeğe geçen günahlar (bedeninizdeki bozuk maddeler), bebeğinizin hasta olmasına ve bebeğinizin ruhunun negatif etkilenmesine sebep olur. Bebek günah sahibi olmaz ama hasta olur (zina sebebiyle doğan çocuklarda durum böyledir, hastalık riskleri çok fazladır). Haram yemeyiniz ve bebeğinize yedirmeyiniz!

BİLMEDEN İŞLENEN GÜNAHLAR

CENAB-I ALLAH, sizleri bilmeden işlediğiniz günahların büyük çoğunluğundan sorumlu tutmaz. Daha yeni müslüman olmuş birisi, geçmiş tüm günahlarından arınmış olur. Fakat günahların ruhta bıraktığı hatıraları (yırtıkları) silmesi için, mutlaka AFÜVV isminden yardım dilemeli ve yalvararak en hayırlı zamanda ruhtan silinmesini sağlamalıdır. Bazı günahlar vardır ki, bunlar insanlığa karşı işlenmiş suçlardır. Bu günahların bedelide ağırdır. Mesela küçük yaştaki çocuklara tecavüz, haksız yere adam öldürme gibi birtakım günahlar; insanlığa karşı işlenmiş büyük suçlardır. Müslüman olmadan önce, bu tür suçları işleyenlerin TEVBE'leride ona göre olmalıdır. Çünkü suçların ağırlığı nispetince YALVARIŞ ve YAKARIŞLAR bol olmalıdır.

Genç yaşta türlü oyunlarla fuhuş bataklığına sürüklenen genç kızlara karşı, Rabbimizin RAHMET'i boldur. Günahlarınızı sakın hiçkimseye anlatmayınız ve öleceğiniz zamana kadar Rabbimizin AFÜVV isminden yardım dileyiniz ki, geçmişinizdeki kötü hatıralar ruhtan en hayırlı zamanda tamamen silinsin. Eğer Rabbimizin dahi bilmemesini istiyorsanız mutlaka bunu belirtiniz. Eğer günahı Rabbimizin unutmasını isterseniz, unutur ve bir daha hatırlamaz. Ruhtan silme işini meleğine yaptırır ve onunda hafızasından siler. Günahın kopyası hiçbir yerde kalmaz. İstemediğiniz hatıraların kopyası hiçbir yerde kalmaz. Eğer istemediğiniz hatıraları başkalarına anlatırsanız, anlattığınız kişilerinde ruhlarından silmek gerekir. Bu nedenle günahlar anlatılmaz, susulur ve silme zamanı beklenir. AFÜVV ismi ile silinen hatıralar genelde, öldükten sonra ruhtan silinir. Çünkü kayıtlı olduğu heryerden aynı anda silinmesi için, her yaşayanın ruhunun kül olması gerekir (En güzel zaman en sonda silinmesidir). Kül olan ruhlardan tek kalemde silinir. Silindikten sonra Rabbimiz dahi o hatıraları bilmez. İstekte bulunurken dikkatli olunuz. Her duanın başına "ALLAHIM HAYIRLI İSE" cümlesini ekleyiniz.

TEVBE

Bir sineğin; bir kanadında zehir, diğer kanadında panzehir bulunur. Düşünün ki, bir kazan yemek yaptınız. Çok güzel bir yemek, tadına doyum olmaz. Fakat bir sinek zehirli kanadı üzerine o kazanın içine düştü. Sonuç olarak bir kazan yemeği mahveder. "TEVBE" ise; evvela panzehir olan kanadın o yemeğe batırılması, sonrasında sineğin yemekten çıkarılmasıdır. Evet iz kalır ama zamanla kaybolur. bu nedenle "TEVBE" çok önemlidir. Tevbeniz bol olmalıdır.

Fakat yalnızca tevbe etmek yeterli değildir. Günah işlediniz ve Rabbimizde AF dilediniz. O'da kabul etti diyelim. Ya kalbini kırdıysanız? Bu nedenle tevbelerinizden sonra Rabbimizden mutlaka ÖZÜR DİLEYİNİZ. Kırık kalbi onarmanın yolu ÖZÜR DİLEMEKTEN GEÇER. Nasıl ki, sevdiklerinizi kırdığınızda özür diliyorsunuz. O'ndan da mutlaka özür dileyiniz. Anlayan herkese "SELAM" olsun.

İLGİNÇ BİR DURUM

Bazı İslam büyüklerine sorarlar cehennem'den korkuyor musunuz? Derler ki hayır; ne CENNET SEVDA'sı, ne de CEHENNEM KORKU'su. Bir insan Allah'tan niye korkar ki başka? Cehennem'e atar diye, başka sebebi mi var? İtiraf edin! "İTİRAF", O'nun adı. "SEBEP", O'nun adı. "SONUÇ", O'nun adı. Aman bana birşey olur diye elini taşın altına koymaz çoğusu, der ki bilmediğim mesele, karışmam ben. Korkuyor karışsa günaha girebilir. Korkuyor ölebilir. Korkuyor bir hata yaparsam vebali ağır olur. Derler ki; bu kadar çok cehennemden korkuyorsan, elini taşın altına koyma. Bazen bir tokat bir kişiyi kırar, ama ahiretini kurtarır ve çok şey öğretir. Günahtır ama öğretir. şeytanı şeytan yapan, ömrü boyu hiç ACI çekmeyenlerden oluşması ve kibirlerinin tavanda olması. "ACI", O'nun adı. Çocuğunuzu "SEVGİ" ile büyütün ama ACI'da çeksin ve bilsin ki o acılar insanı insan yapar. Acısız insan olunmaz. AŞK'ı isteyen dikenine katlanacak. "DİKEN", O'nun adı.

Önemli isimlerine vurgu yapılıyor ki, bilin bu isimler önemli. "ÖNEM", O'nun adı. "ÖZEN", O'nun adı. "ÖZEL", O'nun adı. "ÖZLEM", O'nun adı. "HASRET", O'nun adı. "VUSLAT", O'nun adı. "HÜZÜN", O'nun adı. "AYRILIK", O'nun adı. "ENERJİ", O'nun adı. "ÖLÜM", O'nun adı. Çok kırarsanız O'nun bir parçası ölür ve küle döner. Sonra özür dilersiniz (AF değil), küllerinden doğar, hayat bulur. "ÖZÜR", O'nun adı. "HAYAT", O'nun adı.

EŞREFİ MAHLUKAT (ŞEREF SAHİBİ YARATIKLAR)

Bizim adımız İNS. Bir diğeri CİN. Bildiğimiz birde MELEK'ler var. Arap alfabesini alın ve bakın. O alfabeden kaç çeşit Eşrefi Mahlukat türetilir anlayın. Harflere göre bir HAYAT. Harfler o Eşrefi Mahlukat türünün yaşadığı ömrün simgesel olarak gösterimi. İN veya AN var ise; AŞK, KALP, RUH var demektir. Meleklerin de bir süre sonra, insan veya cin olabildiğini biliyor muydunuz? Kısacası; bizler yürüyengillerden, hüzünlü aşk'ı yaşayan bir Eşrefi Mahlukat türüyüz. Sayımız toplam 500 milyar olacak. Fakat bulunan sırlara göre ek kontenjan verildi (SİN harfi). O sayı da mecburen hurilere ayrıldı. Hikayesini bilmeyin. Biraz komik...

Eşrefi Mahlukat kelimesi, bütün kainatlardaki yaratılmış bütün kulları kapsar.

DİĞER GEZEGENLERE GİDERSEK NE YAPMALIYIZ?

Mars'a gidin Allah-u Ekber diyin ve orasıda dünya gibi yemyeşil olsun. O anda yaratıyor Rabbimiz. O kumlar sıcakta enerji topluyor ve bir anda hayat olan gezegene dönüşüyor. Allah-u Ekber diyenin sevapları ve o anki hisleri nasıl olursa ona göre yaratılıyor. Kurulan ilk cümle olması gerekiyor. Diğer tespihler de olur, fakat tek seferde yaratılsın istiyorsanız, Allah-u Ekber. Diğer tespihlerde, gezegeni tamamen gezinmek gerekiyor (Adem (A.S.), SÜBHANALLAH ile başladı ve mecburen tamamını gezindi. Söylediği tespihe göre şekil aldı dünya).

Yaratma işlemi anında gerçekleşiyor. Milyon yılda yaratıldı sandıklarınız anında yaratılıyor. Kimi kısımları milyon yıl eskitiyor anında, kimi kısımları ise milyar yıl. YARATMASI BİR AN! Sonra imtihan oluyorsunuz, kaç milyon yılda oluştu diye. Evrim diye teoriler ortaya çıkıyor. Bilseniz ki, CENAB-I ALLAH'IN (AŞKIN) GÜCÜ SONSUZ.

şeytan

şeytan kelimesinin anlamı; oturduğu yerde sıfırdan güç kazananlar demek (şerri isteyen aşağılık mahlukların ileri gelenlerinin hepsi). Eski zamanlarda, şeytan'dan önce bir oyun var idi. AŞK OYUNU! Bu oyun şöyle oynanırdı. Yaratılan Eşrefi Mahlukat, Rabbimizin isimlerini arardı ve son isim bulununcaya kadar cennet yok. İsimler tamamlanınca cennetin kapıları açılırdı. Ya da; Eşrefi Mahlukat türü ne kadar ismi bulursa cennetleri ona göre olurdu. Dünya'da bulunan element sayısına bakın. O kadar bulunan büyük ismi var (114 tane büyük isim, 114 tane sure). Kur'an'ın şifreli kısmınıda açarsanız olur 150 civarında büyük isim.

İsim bulma şu şekilde olurdu. Ya açıktan ben senin şu ismini buldum "Ya Rabbi" derdiniz ve ismi söylerdiniz. Ya da o ismi en üst derecede yaşardınız ve O verirdi, O ismi. Mesela Hz. İbrahim kendi kendine VAHİD (BİR) ismini buldu. Resulullah (SAV) ise AŞK ismini yaşadı (bulmadı). Büyük ismini bulan kişiye derdiki Rabbimiz; dile benden ne dilersen. İlk iki isteğini kabul ediyordu (Çok büyük isteklerin kabul edilmesi, kulun durumuna veya kulun ismi bulma şekline göre değişirdi. Bazıları ismi bulur, bazıları ismi yaşar ve yüksek değerde o ismi alırdı. Buna göre isteğin tamamı veya kısmi olarak kabulü gerçekleşirdi. İlk istekten sonraki istekler, sıralamaya göre kesin kabul ediyordu). En büyük ismini bulanın ise ne dilerse dilesin (birtek başkalarının ruhunu vermiyor, yani şu kulun benim olsun deseniz vermiyor veya şunu öldür dese öldürmüyor vs.) kabul ediyordu. Fakat kötülük isteyen yok idi. şeytanların ortak yanı, ölümsüz olmayı dilemeleri. Fakat onların dua ile mahkeme önüne çıkmasını sağlarsanız, ölümsüzlükleri bir işe yaramaz. Bugüne kadar dua edip isteyen olmamış. Yani kendilerinden hemen davacı olmak gerekiyordu. Normalde ölümsüz olmak demek, ruhun küle dönüşmemesi demektir. Yani ruhtan ölümü kaldırıyor Rabbimiz. Böylece o ruh (kan) doğada ne kadar çoğalırsa çoğalsın, madde tanesi içinde ölmüyor. Normalde ana ruhtan ayrılan ruh parçası en geç 40 gün içinde ölür. Ölümsüzlüğün ikinci yanı ise, ölen bedenin yeniden yaratılması. şeytanlar bunu da istediler. Fakat artık ölürlerse, yeniden yaratılmadan önce adalet önünde hesap verecekler. Hesaptan geçemeyecekleri için, yeniden yaratılsalarda yerleri cehennem. Tamamı ölmedi ama bir kısmı bu süreçte öldü ve cehennemdeki yerlerini aldılar.

şeytan ölümsüzlüğü aldı ve başladı işlemlere. Ruh bulaştırma işlemlerine. Bu işlem elma, üzüm, limon, süt, pekmez ile olursa çok etkili olur. İncelen kan bütün vücuda yayıldı ve dalaktan şeytanın ruhu çoğalmaya başladı (kanı çoğalmaya başladı). Beyinde yerlerini aldılar ve diğer organlarda. Normalde vücuttan atılır, tutulmaz vücutta. Fakat insanoğlunda bir kromozom eksik olduğu için vücut dışarı atamadı (Tamamlanması için dua ederek KEFİR içmeye devam ediniz). Bedeninizde ikinci bir kişi daha var farkında değilsiniz ve tamamen sizinle aynı hissediyor. Sonrası? Ne kadar çok bulaştırdı ise kendini, o kadar çok hüküm sürdü bedende. Ne isterse düşündü ve siz düşünmüş oldunuz. Nasıl mı? Beyine yerleşti orada düşünürse ne olur? Sanki siz düşünmüş gibi olursunuz. Bir tanesi kanı çok seri hareket ettirebildiği için, çok kişiyi öldürdü. Vücuda ne kadar bulaştı ise, o kadar hakim! Kişiden kişiye bulaşarak ilerledi. Nefes ile bile bulaşıyor. Fakat üstüne "elma, üzüm, süt, pekmez" yerseniz çoğalıyor (kandalak'ta çoğaltmanın yolu [DALAK FUSSİLET suresi, haberiniz olsun]). Böylece uzun yıllar yaşadı. Eğer bedeninizde bulunan kanın çoğu şeytanın kanı olursa, bedeni devralma riski vardır. Kalbin ucunu kendi kanı ile kapatır ve bedeni tamamen kendisi yönetir. Bunu yapamazsa ruhunuzdan kulluğu silmeye çalışır. Bunu iki yolla yapar. Birincisi size durmadan kibir ile BEN dedirtir. İkincisi ise yoğun his anında kibir ile BEN dedirtir (korku, panik, heyecan, aşk vb. haller). Bunun sonunda insanın ruhundan kulluk silinir ve azıcık kan ile bedeninizi yönetimi altına alır. Çünkü artık kul değilsinizdir. Kulluk gidince herşeyi kendiniz yapmış gibi hissedersiniz, yaratıcıyı kabul etmezsiniz.

şeytanın yaptıklarının hesabı küller kadar çok Eşrefi Mahlukat (kainatlara bakında görün, orada örnekleri verildi). Bir sırrı var bütün kainatlara bulaşmanın, o sırrı öğrendi ve birçok kainata bulaştı. Bir bedende sizin kanınız çok olursa, sizin ruhunuz baskın olur. Eğer şeytanın kanı çok olursa, şeytanın ruhu baskın olur.

Yaratılan her kainatta şeytan benzeri mahluklar hep olurmuş. Fakat bizim uğraştığımız şeytanlar hepsinden fazla ve güçlü idi.

Gerizekalı şeytan cennette oturmuş üç eşiyle keyif çatıyor. O kadar çok yaşamış ki, yediği önünde, yemediği arkasında! Yemeğini yedi ve dedi ki; "Benim için hizmetkar bir mahluk yaratsa da bana hizmet etse, fakat bu defa yaratılacak mahluk diğerlerinden biraz değişik olsun". Farklılık yaşamak istiyor. Rabbimiz Hz. Adem'i yarattı ve hemen secde etmesini istedi iblis'ten, fakat secde etmedi ve kovuldu (Herhangi bir Eşrefi Mahlukat ilk yaratıldığında, Rabbimiz kendisinden tertemiz bir parça koyar. Secde et dediği aslında kendisinden olan tertemiz parça). Cinlerin şeytanla uğraşan peygamberinin bir duası var "Bizden sonra yaratacağın uçamasın, yürüsün". Bu dua sebebiyle Cenab-ı Allah insanı tasarladı, fakat insanın yaratılışını bekletti. şeytan farklı birinin yaratılmasını isteyince yarattı (şeytan sandıki kendi duasına binaen yaratıldı). Yani şeytanın duasına binaen yaratılmadık. Cinler peygamberinin duası sebebi ile yaratıldık. Yaratılış zamanını ise şeytan belirledi (Cenab-ı Allah kimine ifrit dedi, kimine iblis. Ortak adları şeytan, önceki adları farklı).

Diğer şeytanları çağırdı yardıma. Tamamı toplandılar, çünkü herşey elden gidiyor. Sonrası günümüze kadar uzandı.

şeytan BİTTİ. Sırrı ortaya çıktı. Fakat doğada büyük bir temizlik yapmak gerekiyor. Bu işle ilgilenenler var. Bir damla kanı çoğaltmayı bildiği için, sulara katıyordu kanını. Serumu kana katınca nasıl ki kan çoğalıyor, kanı seruma katarsanız aynı şekilde çoğalır. Kan hücrelerinin yapısı, ruhun bir maddeden diğerine geçişine izin verir. Kanı çoğaltmanın yolu, nar meyvesinden geçiyor. Nar içi kan dolu bir kalbe benzer.

Hz. İsa çarmıha gerilmedi. şeytanı bitirmek için en fazla uğraşan Peygamber, Hz. İsa! Bedeni, şeytanın tamamen ruhunu kaplaması sonucu ŞOK'a girdi ve bir MELEK tarafından göğe yükseltildi. Kendisini ŞOK durumundan korumak için dua etmiş olsa idi kurtulma şansı olurdu. Muhtemelen öyle bir durumu önceden hesap etmediği için kenara çekildi (koruma amaçlı kenara çekildi). Gökten inen sofraya birisi üzüm koyduğu için, şeytanın ruhu bütün bedenini sarıyor. Bedeni ŞOK haline sokuyor ve bir noktada göğe yükseltiliyor. Çünkü Rabbimiz, peygamberinin bedenini şeytanın devralmasına izin vermiyor. Göğe yükselten meleğin adı "RUHÜL KUDÜS". Cenab-ı Allah'ın yanına yükseltilmedi. Ne deniyorsa o! Yani gökyüzüne yükseltildi ve başka bir yere alındı. Göğe yükseltildikten sonra üzerinden şeytanın bulaşığı temizlendi ve başka bir yere alındı. Kendisini ispiyonlayan havari ise şeytana esir. Hiçkimseye kızmayın; Nemrut'un bedeni şokta idi, bedeni kullanan şeytan idi. Herkes şeytan ile savaştı. Yoksa kim ateşin suya dönüştüğünü görürde iman etmez. şeytan insan'a düşman. Çünkü kendisini bitirdi.

şeytan heryere bulaştırmış ruhunu. Doğada, kainatlarda, birsürü madde içinde şeytanın ruhu var. O kadar çoğalmış ki, zamanla. Bulaştığı kişi eğer kendisi için tehlikeli ise öldürüyor kişiyi. Beyine yerleşmiş, oradan yaptığı hamleler ile öldürüyor. Olmadı bunalıma sokuyor, kendisini çoğaltıyor vs... Bir taraftan pis bir hayal kurduruyor, diğer taraftan korku/heyecan gibi büyük bir hormon salgılıyor ve ruhunuza onu direk büyük değerde yazıyor. Siz büyük günah işlemiş gibi oluyorsunuz. Ruhunuz şeytan yüzünden siz istemeden kararıyor. Ölene kadar şeytan yüzünden ruhunuz kararmış geziyorsunuz. Her şeytan mensubunun başlangıcı ve mantıkları benzer. İstekler aynı. Peki bu planları nerede yapıyorlar? Yani melekler bu planları hazırlarken görmüyor mu sorusu aklınıza geliyorsa, cevabı şu: Bazıları tuvalete girdiğinde hazırladı planlarını, bazısı ise eşi ile birlikte olduktan hemen sonra. Meleklerin varlığınıda hesaba katacak kadar kurnazlar. Çünkü Rabbimiz karışmıyor ama melekler farketse Rabbimize sormadan kendileri müdahale ederdi (Rabbimiz siz dua ile istemedikçe başkasının kaderine karışmaz). Yaptıklarının hepsini yüklendiler. İşlenmiş olan bütün günahları, yüklendiler. Ebedi çekecekler cezalarını. Bundan sonra bol bol tövbe edin. Günaha girmeyin! Ruhunuzda delik açmayın...

Domuz, lağım faresi gibi pis hayvanlar; şeytanın temsili olarak yaratılmıştır. Bir domuzun anne karnında gelişimini izlerseniz eğer, bir noktaya kadar İns/Cin türündeki Eşrefi Mahlukat ile aynı olduğunu ve bir noktada ayrıştığını görürsünüz. Domuz, baş şeytanın temsili olan yaratıktır. Bu nedenle yenmez! Rabbimiz bu nedenle yasaklamıştır. Lağım faresi keza aynı şekildedir. Ve bunlar başı çeken şeytanlar.

Melekler şeytana uyar mı? Onlarında ruhunu sarmış aşağılık yaratık. Ruh her Eşrefi Mahlukat'ta aynı. Rabbimizden bir parça. Aşağılık şeytan ruhunu meleklere de bulaştırdı. Çünkü bir melek yeryüzüne iner de insan kılığına girerse, ruhu aynı maddeye bürünmüş olur. Böylece şeytanın ruhu kendisine bulaşır.

Dipnot: şeytanı bitirmek için çok uğraşanların başında cinlerin bir Peygamberi vardı. Fakat bir türlü başaramadı. Birçoğunu öldürdü ve kendi ümmetini kurtardı, fakat şeytan oradan kaçtı ve yoluna devam etti. şeytan olanların tamamı birbirini tanıyordu. Ve tamamı bir arada ölmeden, şeytan ne yazık ki bitmedi. şeytanın bulaştırmış olduğu ruhun, bütün doğadan (galaksiler, kainatlar) temizlenmesi biraz zaman alabilir. Allah-u Ekber diyerek gezinmek ve beden dahil her yeri temizlemek lazım.

şeytan bedene bulaştıktan sonra eğer gelişim evresinde iseniz, bedeninizin şekli şeytana benzer. Ne kadar bulaşmışsa o kadar benzer (özellikle gözler). İkinci olarak KARAKTERİNİZ şeytana benzer ki, bu çok tehlikeli bir durum. şeytanın fısıldadıklarını yapmaya devam ederseniz, karakteriniz şeytanın karakteri ile aynı olur. KARAKTERİNİZİ düzeltin ve HAYIRDA yarışın. Bütün şeytanlar salaklardan oluşuyor. Eğer şeytanın vesveselerini dinlemeye devam ederseniz sizi kendisi pozisyonuna süşürür. Oysa ki, şeytan haricindeki hiçbir "Eşrefi Mahlukat" salak değil. Şerefsizce ve sinsice kanını bulaştırarak insanları etkilediği için, birçok insan anlayamadı. İnsanları çok suçlamamak lazım, çünkü farketmeleri çok zordu.

Bir düşüncenin veya hissin şeytan ürünü olup olmadığını anlamak çok kolay. Mesela şu anda bir konuyu düşünün 30 saniye boyunca, daha sonra okumaya devam edin. Düşünmeniz bittiyse, o sizin düşünceniz. Kalanı şeytanın fısıldadıkları. Ayırt etmek çok kolay. Birine mi sinirlendiniz? Bir an durun ve bakın, sinirlenen siz misiniz? Siz öyle basit şeylere sinirlenmezsiniz ki? O şeytanın size verdiği sinir hissi. şeytan hissediyor siz hissetmiş gibi oluyorsunuz. Kanınızda! şeytan düşünüyor siz düşünmüş gibi oluyorsunuz. Okurken bu yazıya mı sinirlendiniz? Kim bir yazıya sinirlenir ki? Sahte hislerle sizin karakterinizi sinirli yapıyor veya başka hisler.

Metalcilerin yaptığı ve Türkiye'deki ülkücülerin yaptığı kurt işareti, birebir şeytanın en büyük simgesidir (Başbuğunuz A.T. siyonist). Daha büyük simgesi yoktur. Sebebi ise ruhlarına yazmak istenmeyen şeyleri, ruhtan gizlemenin yolu; kalp ucundaki madde tanesini avuç içine taşımak ve ortadaki iki parmak ile onun yukarı çıkmasını engellemektir. Bu şekilde düşünürseniz ana ruha yazılmaz, fakat Cenab-ı Allah hepsini bilir (Ana ruha yazılmayınca, siz o konuyu her zaman düşünmezsiniz. Yani neler yapacağını tuvalette planlıyor. Yapması gerekenleri ruhuna yazıyor ama neden yaptığını yazmıyor, böylece melekler farkedemiyor. Planı ise tuvalette bir kağıda yazılı, her girişinde oradan okuyor). Küllerde kopyasını saklar ve sizi küllerden yaratır. İnsana yakın ruh kopyaları kutup yıldızındadır. Meleklerin erişimi için yakın yer kutup yıldızıdır. O, herşeyi bilendir. "ALİM", O'nun adı.

şeytan eğer bedende hakim durumda ise, gözlere giden damarları kaplar ve çekik olmayan gözler kenarlara doğru çekilir. Çünkü şeytanın kanının bulunduğu madde çok serttir.

Masonluğa girişte süt içerisinde kan içirilir. Bu kan şeytanın kanıdır, çünkü herkesin bedeninde var. Süt ile içince çabuk çoğalır. Bunun haricinde bazı devlet büyüklerinin içtikleri sulara şeytan kanı katılır. Deccaliyetin işi bu. Çok güzel bir devlet yöneticisinin bir anda kötü yola saptığını gördüyseniz; şeytan'ın kan bulaştırdığını hemen anlayabilirsiniz. Normalde her bedende var ama bazılarına fazladan içiriliyor. Etkisi çok olsun diye. Kanı, bilmeden yiyecek ve içecek vasıtası ile vücuduna almış olan şahsa; elma veya üzüm gibi meyveler yedirilerek, kanının çoğalması sağlanıyor. Sonrasında korku durumuna sokuluyor ve şeytan korku durumunda ruha istediklerini yüksek değerde işliyor. İlk yaptığı kişinin kulluğunu silmek. Bunun için ruha yüksek değerde BEN denirse; kulluk gider, kibir kalır. Korku anında farkında bile olmadan BEN kelimesi denirse, kişi artık şeytanın tam kontrolüne girer. Çünkü kişi şeytanın her fısıldadığını yapacak kadar kibirlidir. Cenab-ı Allah şeytanın bu şekilde ruhunu ele geçirdiği kulunu, yaptıklarından dolayı cezalandırmaz. Tekrar korku anında Allah-u Ekber denirse, herşey gider KULLUK kalır. Bu nedenle Cenab-ı Allah kişiyi öldürmez, mühlet verir. Çünkü düzelme ihtimali olan bir kulun, hala imtihanını devam ettirme hakkı vardır. Kişi, şeytanın baskın olduktan sonra fısıldadıklarından dolayı hesap vermez. Fakat şeytanın ruhta baskınlığı %30 iken, şeytana uyarsa bedelini öder.

şeytana lanet olsun!

NEFSİ EMMARE

ŞEYTAN BİTTİ FAKAT İNSANLARIN ÜZERİNDEKİ VE DOĞADAKİ PİSLİĞİ HENÜZ TEMİZLENMEDİ!

Normalde nefs, BEDEN demektir. Fakat içinizden fısıldadığı denilen nefse, nefsi emmare adı takılmıştır. Hani insanları imtihan etmek için olduğu söylenen nefs varya, o aslında imtihan için yaratılmamıştır. Bildiğiniz şeytan'ın ruhu (Nasıl bulaştırmış aşağıda ayrı bir başlıkta yazıldı, okuyun). Yoksa Cenab-ı Allah insan nefsini kendisine düşman olarak yaratmadı. O iyi ile imtihan eder. Kötü ile değil. Nefsi Emmare adını kim koydu derseniz, şeytanın kendisi ya da insanlar. Ne farkeder? Kandırdı sonuçta.

Nefsi Emmare ne demek, İslam alimleri bilir. Henüz müslüman değilseniz veya anlamadıysanız es geçebilirsiniz. Bilmeniz gereken ek husus ise; eğer nefsi emmare'nin şeytanın ruhu olduğu bilinse idi, şeytan birçok kişiyi öldürmeyi denerdi. Çünkü sertleşmiş madde taneleri halinde olan şeytan kanı, şeytan tarafından hareket ettirilerek beyni delebiliyor veya bir damarınızı patlatabiliyor. İçlerinden bir tanesi diğer taneleri hissediyor ve kan içerisinde dilediği gibi hareket ettirebiliyor. Bazı insanlar bunu farkettikleri halde, gizleme yolunu tercih etmişlerdir. Çünkü şeytan ruhundan temizlenmemiş bedenleri öldürebilirdi. Aşağıdaki soruları ve cevapları ihtiyarlıktan dolayı ruhunun sesini duyanlar anlar.

Soru: "Ya Rabbi", bunun sesi nasıl kapanır?
Nefsi Emmare'den cevap: 3 gün dinlemezsen ve cevap vermezsen sesi kapanır. (Daha yeni Cenab-ı Allah ile konuşmuş olan insan, mutluluktan gençleşmeye başlar ve 3 gün içinde ses kesilir, şeytanın sesini çok yaşlandığı için duyuyordu)

Soru: "Ya Rabbi", bunun adı ne, neden isyan ediyor?
Nefsi Emmare'den cevap: O imtihan amaçlı Allah'a düşman olarak yaratıldı. (Cenab-ı Allah kendisine düşman yaratır mı?)

Ne yazık ki hiç kimse demedi; benim ağzım var, dilim var, kulağım var, burnum var, gözlerim var, kalbim var, beynim var, ellerim var, kollarım var, bacaklarım var, ayaklarım var... Bunlar benim nefsim, ben ağzımla konuşurum, kulağımla duyarım. Yani nefsim benim bedenim demedi hiçkimse. şeytanın ruhuna Nefsi Emmare adını taktı ve benimsedi. Normalde nefs, otistik bir çocuktaki gibidir. Aşağıda anlatıldı otizmin ruh ve nefsin birbirinden kopması sonucu kaynaklandığını ve aslında delilik olmadığını. Evet nefs bir çocuk gibidir. Ruhu çıkınca geriye kalan bedenin adıdır nefs. Ne yazık ki, bizden öncekilerin eserlerini okuduk ve harfine bile dokunmadantamamen doğru kabul ettik. Yani nefsi emmare için daha iyi bir açıklama aramak gerekirken, geçmişten aktarılanları tamamen doğru kabul ettik. Şimdilerde aynı tartışma mevcut, "Risaleler sadeleştirilsin mi?". Yaşlı amcalar çıkıyor, Üstad'a haksızlık diyorlar. Yaşlanmışlar... Hakaret olarak görülmesin lütfen. Ama o risalelerin (Risale-i Nur Külliyatı) sadeleştirilmiş halinden faydalanacak nesilleri engelliyorlarsa; bilmeden ve istemeden "şeytanın izindeler". şeytan ister mi "herkes okusun ve anlasın". Bilmeden bir hata ettiler, düzeltme zamanı. Kur'an öyledir, apaçık bir dil iledir (sadedir). Başka anlam yüklenemez. Mealini okursunuz ve biter.



Aşağıdaki konuşmalar şeytanın sesini duyanlar için, örnek olarak derlenmiştir;

Tehdit: Bak bunu bunu yapmazsan 100 tane Yasin okurum.
Nefsi Emmare'den cevap, içten (gizlediği): Çokta umrumda, istersen 1000 tane oku.
Nefsi Emmare'den cevap, dıştan (söylediği): Tamam tamam, yeter ki Yasin okuma, dediklerini yapacağım.

Tehdit: Meyveden bir kıt almış biri, diyor ki; bak bundan sonra dediklerimi yapmazsan bir daha yiyemezsin bu meyveden.
Nefsi Emmare'den cevap, içten (gizlediği): Yemezsen kendine edersin. O meyve sana lazım, bedenine lazım. Ben madde tanesiyim içeride, isterim ki yeme ve öl. İsterim ki; nefsine zulm et ve yeme.
Nefsi Emmare'den cevap, dıştan (söylediği): Tamam tamam, istediklerini yapacağım. Yeter ki ye o meyveyi, çok istiyorum.
Cevaba editör eklemesi: Sakın yemeyinde yere dökülsün ziyan olsun meyveler, ya da kuşlar yesin.

Soru: Ya Rabbi, bu işi böyle yapsam olur mu?
Nefsi Emmare'den Cevap: Hayır! Şöyle şöyle yap, emrime karşımı geliyorsun.
(Birde fırça yedi şeytandan!)

Soru: Ya Rabbi, bu işi için bana izin verir misin?
Nefsi Emmare'den Cevap: Verdim!

Soru: Ya Rabbi, şurada ki insanlar yardıma muhtaç, açlıktan ölüyorlar, yardım etsem olur mu?
Nefsi Emmare'den Cevap: İmtihanlarına karışma, senin görevin ne ise onu yap!



Soru: Hocalarımız bize böyle anlatmadı. Hem geçmişteki kitaplarda da farklı yazıyor. Nasıl olur?
Cevap: Bir yerde geçmişten gelen eserlere, birileri parmağını sokmuş olmaz mı? Akla ve mantığa yatkın olanı bulmak lazım. (İnsan'da AKIL beynin sağında en tepe uçta, beynin sağında DİKKAT ve sol üst tepede ise MANTIK bulunur. Hepsi O'nun adı! Yönetim beynin ortasındadır, şeytan hepsinin etrafını sarar, şeytanı okuyun anlarsınız)

Soru: Evde bilmem hangi sureleri okunursa, o gece şeytan eve girmezmiş.
Cevap: Sure okumanıza gerek yok, girmez zaten. Bedenlerin içine girmiş her tarafını sarmış, umrunda mı okunan sure! Dışarıdan gelip eve mi giriyor? Eğer kalpten okuyorsanız ve kalbinizde aşk var ise şeytana ait olan ruh parçaları bir bir ölür (kan). Pozitif enerji okunan Kur'an, negatifi ise günahlarla dolu şeytanın ruhu (kanı). Pozitif enerji, negatif enerji ile dolu olan şeytan kanını öldürür (her madde tanesi içerisinde). İşin aslı bu. Fakat hergün okumalı ve bir sene durmadan devam etmeli ki bitsin. Yoksa kan ile çoğalır (Dalak ve karaciğer vasıtasıyla çoğalır). İlmi olarak; önce dalak, sonra kalp, sonra beyin temizlenmeli. Farkederse öldürmeyi dener ve çoğu kişide başarır. Maddenin içindeki ruhun enerjisi ile madde tanesini yerinden oynatabiliyor (Bir madde tanesi diğerlerini hisseder ve topluca hareket ettirir). Böyle milyarlarca madde tanesini (kan) yerinden oynatır ve bir damarınızı patlatır, veya beyninizi deler (Çünkü içinde şeytanın ruhu bulunan madde taneleri çok sert olur. Ne kadar günah, o kadar sertlik. Damarlarınızda ki tortunun sebebini anladınız...).

HAVALANDIRMALARA DİKKAT

Havalandırması az olan mekanlarda, özellikle cami veya sohbetlerin olduğu mekanlarda havalandırmaya özen gösterilmezse; insanların ruhu birbirine bulaşır. Az miktarda olanı vücut hemen dışarı atar, fakat bol miktarda olanı atmak için zaman gerekir. şeytan, ruhunu bulaştırdıktan sonra dalağa geçip kendini çoğaltır. Havalandırmaların iyi olmasına dikkat etmek gerekir.

ASHAB-I KEHF

Cenab-ı Allah'ın PLAN ismini bulan Mernüs isimli bir şahıs, Cenab-ı Allah'tan İslam'ı anlatmak öğrenmesi gereken bazı ilimleri öğrenir. Sonra dua eder der ki; "Bu görevi ben tamamlayamazsam, başkası tamamlasın". Kurduğu plana göre, öğrendikleri ile bir miktar para kazanır. Kazandığı para kralın dikkatini çekecek kadardır. Bu parayı halka dağıtır ve bunu gören kral, Mernüs'ü yanına çağırır. Planı işe yaramıştır. Kralİslam'a davet etmek için kurmuş olduğu plan tam yolunda ilerlemektedir. Plan'a göre İslam'ı anlatacak ve kendisi kral olacaktır. Çünkü öğrendiği ilimler oldukça fazladır.

Bir avuç genç, kral'ın huzuruna çıkar ve İslam'ı anlatırlar. Kral anlattıklarını dinler, fakat gençlerin başında bulunan Mernüs isimli kişiyi beğenmez. Çünkü üst perdeden konuşmaktadır. Mernüs der ki; şuradaki insanlara İslam'ı anlatın ve davet edin. Kral der ki, anlattıkların doğru ama sen niye gidip anlatmıyorsun. Kovulacağını anlayan Mernüs gurura kapılır ve Kral'a bizi zindana at der. Kral da isteğini yerine getirir ve zindana atar. Kral, Cenab-ı Allah'a dua eder ve birisinin gelip kendisine İslam'ı tam olarak anlatmasını ister. Cenab-ı Allah, Krala Mernüs'ün öğrettiği herşeyi unutturur ve bir kişiye herşeyi öğreterek krala gönderir. Mütevazi bir şekilde anlatan bu genci kral çok sever. Halkın karşısına çıkarır ve o zamanki 200 milyon civarında olan ahali müslüman olur. Kral daha sonra devlet yönetimini bu gence öğretir, genci kral yapar ve kenara çekilir. Fakat zindandaki gençleride unutmaz kral, askerlerine onları zindandan çıkarmasını ve takip etmelerini söyler. Mernüs ve arkadaşları zindanda 3 yıl kalmıştır. Takip eden askerler onların izini kaybeder ve gençler bir mağaraya sığınarak kurtulurlar. Çünkü kral kaçtıklarını görünce tekrar yakalanmalarını emretmiştir. 300 küsür yıl uyuyup uyandıktan sonra herkesin müslüman olduğunu gören Mernüs yıkılır. Çünkü kendisi sebep olmamıştır müslüman olmalarına. Fakat kendi duasını unutmuştur. Gururuna yediremez bunları ve şeytan olur. Diğer arkadaşları ise uykularına devam ederler. Kaç tanesi Mernüs'ün peşinden gitti bilinmez. Bu nedenle Kur'an da sayıları tam olarak verilmemiştir. Çünkü o imanlı gençlerin başında bulunan Mernüs, yolundan dönmüştür. Zindanda iken de isyan etmiştir. Mernüs kendi ismini kaybeder. Çünkü Mernüs ismi ona yakışmamaktadır. Öğrendikleri ile günümüze kadar yaşar (O günden günümüze kadar kaç kainatlık insan yaşadı hayal edemezsiniz). O günden bugüne kadar şeytanlığını sürdürmüştür. Normalde 2. şeytan olan kişidir, fakat bütün şeytanlardan daha fazla kötülük yapmıştır. Öğrendiği ilimler ile bunu başarmıştır.

Bilgi aktarımında hata olduysa affola!

Bütün şeytanların canı cehenneme!

CİNCİ HOCALAR NE YAPIYOR?

Herkesin malumu olan ve iç kanatan bir konu. Yukarıda anlatıldığı gibi, şeytan Adem (A.S.)'dan itibaren herkese ruhunu bulaştırmış durumda. Bazılarında bunalıma sebep olduğu için, şahıs çıkış yolu arar. Özellikle bayanlar hassas oldukları için çözümü cinci hoca diye tabir edilen kişilerde bulurlar. Tamamen para tuzağı olan bu tip hocalar da şeytanın etkisindedir. Kurban olan kişi hocaya gelir ve hoca dua okumaya başlar, kurbanın bedenindeki şeytan gözünün önüne hayaller getirir ve kurban artık hocanın her dediğini yapmaya başlar. şeytan her ikisi ilede dalga geçmektedir. Daha sonra hoca parayı alır ve sonraki kurban ile yoluna devam eder. Hatta bazıları gelen kurban kadın ise cinsel istismarda bile bulunur. Başkasının Saffat suresi okumasıyla şeytan bedenden çıkmaz. şeytanın bulaştırmış olduğu pisliği temizlemenin yolu, bol miktarda Allah-u Ekber, Kur'an okumaktır. Ya da; meşe palamutu veya GDO'suz domates bedenden yabancı maddeleri temizlemek için güzel formül (Beden kalbin ucundaki ruha odaklıdır. Hangilerinin yabancı kan olduğunu bilir).

Sakın cinci hocalara gitmeyiniz ve gidenleri de uyarınız. İsimleri "büyücü", "cinci hoca" vb. olan insanlardan uzak durunuz. Eğer evladınızın bir sorunu var ise, siz direk Cenab-ı Allah'tan dua ile çözüm isteyebilirsiniz.

CENAB-I ALLAH, KULLARI İLE NASIL KONUŞUR?

şeytandan önce, Rabbimiz birçok kulu ile direk konuşurdu. Yoksa O, kulları olmadan hasret çeker. şeytan onu kullarından ayırdı. Yalnızlığa mahkum etti. Cenab-ı Allah kulları ile, ya ruh vasıtası ile konuşur, ya da açıktan konuşur (dışarıdan). Rabbimiz konuşursa, biraz sonra ne olacağını bilir gaybı bilir. Ruh vasıtası ile konuştuğunda kalbin ucuna konuşur ve hangi kulu olursa olsun, O'na soru sorarsa cevap verir. Ruhtan konuşulan işitmek için ruh yaşının çok ilerlemiş olması veya şeytanın bedenden tamamen temizlenmiş olması gerekir. Türkiye'nin ve geçmişte Türk kavimlerinin kadar arka planda yöneticisi olan ihtiyarlar, çektiği acılar sonucunda ruhları yaşlanmış olan ALLAH AŞIKLARIDIR. Bir ihtiyarın ruh yaşı, milyonlarca veya milyarlarca yıl olabilir. Hatta okunamayacak kadar uzun bir sayı bile olabilir (ruhlarına gelen sesleri tam işitirler ve şeytanı da tam işitirler. Cenab-ı Allah'ın konuşmasını tam işitirler). Ruhlarını dinledikleri sürece bütün soruların cevaplarını anında alırlar. Karşılarına hangi problem çıkarsa çıksın hemen çözerler. Hiçbirşey bilmeden yaparlar bunu. "ALİM" ismi herşeyi söyler onlara. Sanırsınız ki, tonlarca kitabı yalamış, yutmuş. Fakat yaptığı sadece okumaktır. İGRA! İhtiyarlar birbirleri ile yüzyüze çok görüşmezler, ruh ile konuşurlar, dünyanın neresinde olursa olsun o mesaj anında ulaşır diğer ihtiyara. "RİSALE", O'nun adı. Türkleri arka plandan yöneten ihtiyar, çoğu zaman bir kişi idi. Her ihtiyarın kendisine ait bir heyeti vardır ve ihtiyar öldüğünde heyet fesh olur, fakat heyet üyeleri bunu bilmezler (heyet üyeleri, heyetin adı ihtiyar heyeti olduğu için hep kendilerini ihtiyar sanmıştır). Heyete başkanlık eden, ihtiyarı temsilen oradadır. Yoksa gerçek ihtiyar kimdir bilinmez. Gerçek ihtiyar her zaman gizli olduğu için, kim olduğu bulunamamıştır. Heyet deşifre olursa; başka bir tarafta, başka kişilerden oluşan bir heyet kurulur. Fakat bunu önceki temsilci ve heyet üyeleri bilmez. Kendileri yönetiyor zannederler. Bu nedenle, Türkler ile savaşanlar hep kaybetmiştir. Bir ihtiyar, istediğinde dünyayı yerinden oynatabilir. Gücü çok fazladır ve kimseyi incitmeyecek en güzel yolu seçmeye çalışır her zaman. Cenab-ı Allah'a aşık olduğu ve her zaman temasta olduğu için, kimseyi kırmadan PLAN yapar. Her ihtiyar, ilk ihtiyar olduğunda kendisinden önceki ihtiyarların bırakmış olduğu mesajları dinler ve alacağı bilgileri oradan alır. Mesela bir ihtiyar ölmeden önce, sonrakine belgelerin yerini mesaj olarak bırakır. Sonraki ihtiyar mesajı dinler, belgeleri alır ve kendi kurduğu heyet ile yola devam eder. İhtiyarın hayatı; bırakın lüksü, bildiğiniz sürünerek geçer ve tamamlanır. Zaten ruhun ihtiyarlama sebebi çekilen acılar ve aşktır. Hem ACI, hem de AŞK (ALLAH AŞKI) yok ise ihtiyarlık vuku bulmaz. İhtiyar yalan söylemez. İhtiyar herhangi bir problem karşısında, direk Cenab-ı Allah'a sorup en mantıklı seçenekleri alır ve bir tanesini seçer. İhtiyar kimseyi öldürmez.

Mesela tarihe düşülen "başı vuruldu" notları: Başı iki kişi tarafından tutulur ve bir kayaya yavaşça vurulur. Daha sonra belgeleri düzenlenir ve kişi kenara çekilir. Belgelere "başı vuruldu" yazılır. Bir ihtiyarın her sözü doğru olduğu için, Cenab-ı Allah, o kişiye büyük güç verir. Yoksa her ihtiyar aynı gücü alamaz. Tarihe düşülen "boğduruldu" notları: Biraz duman ile öksürmesi sağlanır ve boğulan kişi gizlenir. Bazı insanları korumak ve devletin bekasını sağlamak için bu tip birçok notlarla doludur tarih. Padişah yönetici olduğunu sanır, fakat etrafındaki adamların neredeyse tamamı ihtiyar heyeti yönetimindedir. Vurun kellesini der. Götürülür, "başı vuruldu" mesajı padişaha iletilir. Bilse o kadar sert olmayacak Padişah. Kimse bilmez, ihtiyar arka planda yapar bu işi. Şaka değil bunlar, tamamı gerçek. Korku olmasa kimseye söz geçirmek mümkün değil. Sert görünmese kim dinler Padişah'ı? Padişahlar arasında da ihtiyar olanları mevcut. (Not: Tarihte başı gerçekten vurulanlar vardır, büyük kısmı anlaşmalıdır. Ben burayı fethedersem yönetimi alırım, edemezsem başımı vurdur der padişaha. Padişah ile komutan arasında anlaşma yapılır ve ordu yönetimine verilir. Başaramazsa kelle gider.)

Osmanlı'nın yıkılışına sebeb olan ihtiyar heyetindeki birisi idi. O zamanlar her ihtiyar kendi heyetini seçer ve millete bakmazdı. 1830'lu yıllarda ihtiyar heyetine seçilen bir Ermeni, Osmanlı'nın sonunu getirdi. Detayları Osmanlı nasıl yıkıldı başlığı altında.

Bir kişi ihtiyarladığında, ilk günlerinde bütün meraklarının cevaplarını alır. Peygamberlerin neredeyse tamamı ihtiyarlardandır. Ruh ile konuşurlar. Osmanlı'da kendi çocuklarını boğdurdu denilen padişahlar, asla böyle birşey yapmamışlardır. O çocuklar kimbilir nerede büyütüldü. Devletin bekası ve bölünmemesi için, fazla sayıda olan çocuklar başka tarafta büyütülür.

Cenab-ı Allah'ın açık konuşması durumunda, ruh ile değil ses ile iletişim vardır. Bu şekilde konuştuğunda ses dışarıdan direk beyne gelir. Sadece kimle konuşuyorsa o işitir. Fakat konuşanın Rabbimiz olduğu kesindir. Çünkü maddeden o yükseklikte sesi, hiç dağıtmadan maddeyi titreştirerek çıkarabilecek güçte olan sadece O'dur. Konuşurken bazen beynin arka kısmının üstünden tutar ve Allah-u Ekber dedirtir (Kendinizi tutamazsınız). Oradan tuttuğu anda, Hacivat/Karagöz gibi olursunuz. Hoşunuza gider bu durum, bir taraftan gülersiniz, bir taraftanda Allah-u Ekber dersiniz. İnsanın yüzünü o derece güldürür. Şaka yollu konuşur, sorulara anında cevap verir. Tavsiye de bulunur. Hz. Musa ile zeytin ağacından konuşması odur! Düşünün ki, siz konuşurken ses her tarafa dağılıyor. Ağzınızdan çıkan her kelimede ses her tarafa dağılır. O konuştuğunda, isterse dağılır, isterse ses direk beyninizin işiten kısmına gelir ve sizden başka duyan olmaz. Bu nedenle aynı anda bir kalabalıkta herkes ile havadan konuşur ve hiçbirisi diğerine giden sesi duymaz. Ses bir ağızdan çıkmıyor dikkat edin. Maddeden çıkıyor ve direk beyninize geliyor. Sesin çıktığı noktaya bakarsınız ve şaşırırsınız. Havada herhangi bir nokta! Bazen başka noktaya çevirir ve bunu anında yapar. Her kelimeyi farklı bir noktadan söyler. Bütün bunlar O'nun direk konuştuğunun delilidir (çünkü o güçte ses çıkaracak kişi sayısı trilyonlarca kainatta ancak bir tane çıkar).

Eğer Cenab-ı Allah'a bir soru sorarsanız cevabını hemen alırsınız. Yeter ki, ruhunuzu dinlemeyi bilin. Aklınıza hemen cevabı düşürülür. O anda aklınızdan hiç geçmeyen cevap, O'nun verdiği cevaptır. şeytan'ın verdiği cevaptan ayırt etmek için mantığınızı kullanınız. Hangi cevabın Cenab-ı Allah'tan olduğunu hemen anlarsınız. Hatta bana öyle bir şekilde cevap ver ki; şeytanın yapamayacağı şekilde olsun derseniz, size eşyayı konuşturarak veya bir başkası vasıtası ile çözümü sunar. Hem de anında. Çünkü o sizin sorularınızdan önceden haberdar olduğu için, vereceği cevabı sorduğunuz an için hazırlamıştır.

Resulullah (SAV) ve AŞK

Resulullah (SAV)'in ani aşka gelişi sonucu, öğrendiği herşey bir anda silindi bütün vücuttan. Secdede idi, bir ayağı diğerinin üzerinde idi. Bütün yaşadıkları silindi. Sadece AŞK kaldı ruhunda. Melekler diğerleri ile olan yaşadığı anılarını, hemen diğer insanlardan kopyaladı ve ruhuna yazdı (kutup yıldızındaki kopyaları melekler gerektiğinde kullanır, fakat kişiden izinsiz kullanamaz). Çünkü hiçbirşey hatırlamıyordu. İHTİYARLIK sürecinde öğrendiği herşey uçtu. şeytanı bitirebilirdi fakat bilgiler uçtu. Bilgilerin asıl kopyası nerde? Küllerde kaldı. Rabbimiz daha fazla yormadı onu ve küllerde bıraktı. İnsan ruhunun bulunduğu maddenin ısıya dayanıklılık derecesi diyelimki sayı ile 300 birim. Rabbimiz her yarattığı İnsanı 300 birim sever (Kuralı her kuluna aynıdır). Normalde bir insan için seviye sayı olarak 1 birim olduğu zaman, aşk seviyesidir. Resulullah (SAV); öyle bir aşka gelmiş ki, seviye çıkmış 400 birime. Rabbimizi, O'nun kendisini sevdiğinden fazla seviyor. Birtek ayak başparmağının biri, diğer ayağının altında kalmış. Ruhun orası sağlam kalmış, kendine ait! Kalanı AŞK!

Rabbimiz yanına istedi, görmek istedi onu. Miraç'a çıktı. Cenab-ı Allah'ı gördüğünde bir "Eşrefi Mahlukat", ruh ile görür. Fakat Rabbimiz, kulunu gören kısmını seyreltir. Ruh O'nu görmeye başladığı anda yerinden kaçıp ona katılmak ister. Fakat arada madde var. Madde katılamayınca başlar dönmeye. Ruh istiyor ve maddede dönüyor. Diğer taraftan ruh pinlenmiş galaksi gibi birbirine girer. Öyle bir haz verir ki gören kula, kul kısa bir süre sonra başlar yalvarmaya, ne olur beni yanına al ve bırakma. Bu nedenle O'nu görecek kul önceden uyarılır ve dua ettirilir "Yalvarmaya başladığım anda beni zorla bırak". Dua etmese dönüşü yok. Ruh yana yana istiyor ve bedenden çıkıp gitmek istiyor. Madde döndükçe insan kendinden geçmiş... Sonrası? Eğer maddenin dönüşü durdurulmaz ise insan kendine gelemez. Cennette Rabbimizi gören kulları, melekler taşır evlerine. Madde aşka gelince döner, yerinde duramaz. Ruh, O'nu gördükten sonra; öyle bir aşka gelir ki, yıllarca etkisini üzerinden atamaz. Hep O'nu görmek ister. Kafasında başka hiçbir düşünce kalmaz. Rabbimiz O'nu görmeden önce şöyle bir baktı; dedi ki "bir ayağını diğerinin üstüne koy, görmeyeyim onu". Neyi görmesin? Hani bir ayak başparmağı sağlam kalmıştıya, o parmağı (Secdede bir ayağı diğerinin üzerinde olduğu için kan akışı alttaki ayağının başparmağına kesildi). O parmakta çektiği acıları mı gördü, yoksa şeytanın bulaşmış kanımı var idi bilinmez. Görmek istemedi, o kadar aşk dolu bedende o parmağı! Rabbimiz, aşk seviyesini ne kadar seyreltmiş ise ona uygun sürede görebilirsiniz. Gördüğünüz anda bedeninizdeki maddenin erimemesi için seyreltir o kısmını.

Sidretül Münteha'yı merak ediyorsanız, damarların olduğu yere bakın (resme). 24.000 melek nurunu taşıyor yazan resim. O ana damara yakın bir yer var. Orada O'nunla konuşulan küller ile çevrili bir yer var. O'nu gördükten sonra kendisi sizi bulutların içinden konuşma yerine alıyor. Kendinize gelmeniz için. Ana damarın olduğu yerde (en üst kat) mahşer yeri var ve oranın arkasında meleklerin yerleri var (etrafı kül bulutları ile çevrili). Rabbimiz kendi etrafını bulutlarla veya küllerle kapatır, çünkü bulutlar ışığı kırar ve seyreltir. Bunu yapmasa madde erirdi. O yükseklikte ısıya hiçkimse dayanamaz, madde de dayanamaz, kendiside dayanamaz. Nasıl mı? Diyelim ki kenarları seyreltti ve hep görüyorsunuz O'nu. Sizler aşktan yanarsınız durmadan, HAYAT kalmaz. Diyelim siz yanmadınız aşktan. Resulullah (SAV) gibi biri çıktı içinizden, ve aynı Resulullah (SAV) gibi aşka geldi. Rabbimiz herşeyi unutur, O'nu kendisine katmak için kendisi aşkla gelir o kuluna, ve kulu erir. Bu nedenle önlem alır ve bulut ya da kül koyar araya. Cennette göreceğiniz zaman bulutları aralar ve seyreltilmiş olarak gösterir kendini.

Bir yerde sevaplar bol olursa madde aşka gelir ve enerjisi FULLENİR. Günahlar bol olursa maddenin enerjisi azalır ve zift olur. Petrol olur, petrol ancak yakılarak yok edilir. Yakılarak kül olması lazım ki günahlar yok edilsin (Yukarıda anlatılan saf su formülü ancak günahlar petrol olmadan önce geçerli). Cehennemde ısı ile yana yana ruhtaki pislikler temizlenir. Yoksa o görmez günahları, Meleklerine baktırır. BASİR ve ŞEHİD ismi görür, ama ALLAH ismi siz istemeden bakmaz. O tertemizdir. Günahları ALLAH ismi ile görmez. Yönetim genelde ALLAH ismindedir, bazen başka bir ismini yönetime koyar ve O ismi yönetir. Bazen KALP, bazen BEYİN. Yönetime hangi ismini koyarsa o isme göre yönetilir. ALLAH ismi ile yönetirse farklı, ALİM ismi ile yönetirse farklı olur. Çünkü ALİM ismi geleceği zerresine kadar hesap ederek karar alır. ALLAH ismi "DİLEDİĞİ GİBİ" karar alır. AŞK DİLEDİĞİNİ YAPAR!

Her ismi; zaman üstünde ve kainatın dışında, bütünün bir parçası. Bir aradalar ama yerleri var (kainata göre yerleri var). Yıldızların yerleri ona göre. Neden öyle yapıyor? Herşeyi anında ALLAH ismi bilse kendisi ne anlayacak "Eşrefi Mahlukat'tan". "ALİM" ismi saklar, bazen söylemez SÜRPRİZ yapar O'na. O'da sevinir. O'da güler. O'da ağlar. Önce gösterir bir ismi, sonra unutturur. Sizler nasıl keyif alıyorsanız VAR olmaktan, O'da öyle keyif alır. Bazen yaşını 2000 yaşına çeker ve sizin gibi hisseder. Sizi kırmamak için bütün cümlelerini özenle seçer. Sizi kırması ihtimali çok düşüktür. Bir anda ALİM ismini devre dışı bırakarak konuşursa böyle bir ihtimal vardır, fakat çok düşüktür. Eğer hiç beklemediği bir kulu büyük günaha girerse, çok üzülür ve kırılır. Bazı sözlerinize çok kırılırsa küser. Eğer o küsmüşse, AF dilemek yetmez. Kırdığınız gibi onarmanız gerekir, özür dilemeniz ve barışmanız gerekir. O, "Eşrefi Mahlukat'ın" hissettiğinin tamamını bir arada hisseder. Bir anda bir kainattan biri öyle aşka gelirki, herşeyi unutur. O kulundan başkasını gözü görmez. Çünkü o kulunun o anki hisleri kainatlardaki toplam yaratılmışların hisleri kadardır. İşte o kullardan biri Hz. Muhammed. şeytanın mahvettiği 400 milyar kainattan bir insan o üzüntü halini unutturdu Rabbimize. Bir anda üzüntüsü yerini sevince bıraktı, çünkü kullarının çoğu şeytana esir durumda idi ve onu üzüyordu. Bütün insanoğlu O'nu severse KIYAMET KOPAR! O'ndan başka sevgiyi o kadar hakeden yoktur. O bizim RABBİMİZ, BİR TANEMİZ, HERŞEYİMİZ. O'nsuz bir hiçiz. Bundan sonra büyük günaha girecek olan, milyon kere düşünsün O'nu ne kadar kıracağını ve sonra günah işlesin. O'nun yeri sabit değildir. O heryerdedir. Bazen bir kısmını seyreltir ve bir isminin arkasına yoğun olarak saklanır. Çünkü o isimden aldığı his en fazlasıdır. Gizlendiği yeri bulursanız, ismini kalbinize alma şansınız var. O'na karşı her zaman delikanlı olun. Korkmayın O sizin günahlarınıza ve geçmişinize istemediğiniz sürece bakmaz ve bilmez. Öğrense hemen unutur ki, kulunu etkilemesin. Çocukları çok sever ve herbiri ile tek tek ilgilenir. Siz farkına bile varmazsınız. Siz nasıl ki çocuklarınızı seviyor ve onları sevgi ile ilgileniyorsunuz, O'da aynı şekilde ilgilenir. Düşünün ki; sizler çocuklarınızı nasıl seviyor ve ilgileniyorsunuz. Anne/baba şefkati ile seviyorsunuz çocuklarınızı. O bütün kullarını aynı şekilde sever ve ilgilenir. Siz O'nun kulusunuz, o kadar sever sizi. O'nun size sevgisi, anne ve babanızın size olan sevgisinden trilyon kat fazladır. Fakat doğal olanı bozmaz ve her kulunu sıralama imtihanına tabi tutar. ÜZÜNTÜ ismini yaşamanız için çocuğunuzun ölmesine müsade eder. Fakat o çocuğu size öyle bir yerde geri verir ki, SEVİNÇ ismini yaşarsınız. Doğal olanı sever, yapmacık olanı hiç sevmez. Kullarının birbirini öldürmesine de müsade eder. Eğer dua eden varsa müsade etmez, fakat yoksa müsade eder. Sonra ölen kulunu başka bir yerde ve en uygun zamanda yaratır, öldüren ile Aşk Oyunu'na devam eder. Sakın bu oyunu kaybetmeyin. Ölen olun, fakat öldüren olmayın. Bazen kulunu kendisi öldürün ölmesine, kul ölmek istemiyorum diye dua etmiş olmasına rağmen müsade eder. Kaza anında kulunu kurtarmaz mesela. Oysa ki, kulun kurtulmak için duası vardır. Fakat yaşaması kul için HAYIRLI değilse o duayı es geçer ve ölmesine müsade eder. Bunu yapmasa kulun ruhu ağır yara alacaktır. Böyle durumda müdahale eder ve o kulunu başka bir yere alır. O'nun Aşk Oyunu böyledir. Hiç çaktırmaz durumu. Bazı kullarına cezalar verir, cehennemde ebedi kalmak için şeytan olmak lazım. Yoksa her ceza alanı cehennemine almaz. Eğer insanoğlu bir kısım kullarını arasına kabul etmezse, onları başka bir yere alır. Aynı yerde yaşamalarına müsade etmez. Böyleleri genelde virüs ülke gibi insanların olduğu yerlerdir. Cezalarını çeker ve bütünden koparlar (oraya gider ve orada ebedi kalırlar), çünkü hiçkimse istememektedir. Onlara bir şans daha vermek lazım. Adem (A.S.) ve Hz. Havva'nın evlatları olduğu için bu şansı vermek lazım. Hiçkimseye beddua etmeyiniz. Çünkü affeden, AF bulur. Karşılığını misli ile alır.

Kendisi birşey anlamayacaksa niye yaratsın? O sizi MUTLU edemezse, çok üzülür. Kulları olmasa, YALNIZ başına ağlar durur. Kullarını çok sever. Üzüldüklerini görünce kendiside üzülür. Her kulu ile ayrı ayrı ilgilenir. Lanet şeytan bozdu herşeyi. Kullarından ayırdı O'nu. ALLAH yolunda koşanlar, nefs terbiyesi dedi nimetlerini yemedi. Her nimeti bir isminin tecellisi idi. Çok üzüldü, bunuda beğendiremedim diye. Anlattı Kur'an-ı Kerimde nimetlerini, birini beğenin artık diye. Kimse takmadı, okuyan cennet derdim yok benim dedi. Çünkü şeytan onlara fısıldadı durmadan.

Ölçü dairesinde nimetlerini yiyin ve O'nu üzmeyin (Ölçü dairesinde yemezseniz kilo alırsınız)! Korkmayın, sizi nimetlerini yediğiniz için cehenneme atmaz. Yediniz, Elhamdülillah dediniz, bitti. Çok yeseniz, yakmaz sizi. O sizi yakmak için yaratmadı. İmtihanın sırrı da bu idi. Nefsi Emmare = şeytan'ın ruhu (kanı). şeytana uymayın ey okuyanlar... Bugüne kadar herkesi kandırdı aşağılık, artık kanmak yok. Resulullah (SAV) yemek yerdi, olduğunca ölçü dairesinde her nimeti tadardı!

Peki neden uyarılmadık şeytan konusunda? Uyarıldı herkes. Kutsal kitapları okuyun, nerelerden sesleniyormuş şeytan. Sağ, sol, ön, arka, kulaklar, gözler. şeytan ruhunuza bulaşınca, ruhunuz bulaşan pisliklerin şekillerini alır. Ne kadar bulaşmışsa, o kadar benzersiniz o şeytana. Ruh nasılsa beden gelişim çağında o şekle girer. En güzel iki kişiyi MERAK ediyorsanız Hz. Adem ve Hz. Havva. Hangi "Eşrefi Mahlukat" türü olursa olsun, yaratılmış ilk iki insanın görünümü aynıdır. Hz. Adem ve Hz. Havva gibidir. Çünkü ilk yaratılışta Rabbimiz EN GÜZEL HALİYLE yaratır. Hz. Adem, erkeklerin en yakışıklısıdır. Hz. Havva, bayanların en güzelidir. Sizler 21 yaşına kadar ne sevap, günah işlerseniz beden o şekle girer dünyada. Cennette; netice olarak her parçanıza işlenen sevaplara ve günahlara bakılır ve beden şekliniz ortaya çıkar (Lokman A.S.'ın kitabının sonunda, cennette kendi şekli nasıl olacak onun resmini çizmiş. Kendi ruhunu okumuş ve resmini çizmiş. Rabbimiz o yüzden, o kadar övmüş onu).

şeytan KAÇAMADI

şeytan dünyadan kaçmak istedi fakat başaramadı. Sanki kaçınca peşi bırakılacak, bir umut denedi kaçmayı. Artık duası kabul değil, dua ile gidiyordu oradan oraya. Kaldı dünyada, gidemedi başka diyarlara. İki akılsızı kandırdı (deccal ve babası: Rotschieldlerin babaları [hala sağ, kendileri bilmez]). Onlar vasıtası ile kaçmak istedi başka gezegene. Anlaştı ve birçok bilgiyi şeytan verdi baba deccal'e. İllüminati'yi şeytan kurdurdu kendisine. İnsanoğlu hep şeytan ile veya şeytanın askeri olarak savaştı. Bazı şeytan mensupları alimlerden idi, fakat bildikleri ilimler kaçmaları için yetmedi. Dünyada kullanılan elementler bildiklerinden farklı idi. Deccal denedi durdu; Dünya ve Mars'ta! Başaramadı ve bundan sonra da başaramaz.

şeytan'ın İLK İCRAATI

Cenab-ı Allah, Hz. Adem'i yarattıktan sonra secde et dedi iblis'e. İblis secde etmedi; aşağılık o kadar gururlu ki, ben ne problemleri aşmışım bunuda aşarım dedi kendince. Sonra planını kurdu. Cennette ruhunu, Hz. Adem ve Hz. Havva'ya yakın olan elma ağacına enjekte etti. Rabbimiz EMİR verdi, dedi o Elma ağacına yaklaşmayın. Biliyor o elmayı yeseler bütün bedenlerini saracak şeytan. Elma ile çoğalıyor kanda. Hz. Adem ve Hz. Havva bir zaman geçince unuttular (muhtemelen uzun zaman geçti, yaklaşmayın diyor çünkü ağacı kesin dese başka ağaca enjekte edecek şeytan). Nesiller boyu şeytanın ruhu aktarıldı onlardan herkese. Ve olan oldu, onların kanına bulaştı pis kanı. Cenab-ı Allah, onları ve şeytanı da mecburen kovdu cennetten. Kovdu ki, şeytan tuzağa düşsün. Büyük bir tuzak hazırladı ve dünyaya gönderdi (önceki Eşrefi Mahlukat'ın şeytanın tuzağa düşmesi için duası var).

şeytan Resulullah (SAV)'den sonra birsürü duayı ve hadisi şerifi değiştirdi. Günümüze gelenlerin AKIL ve mantık ölçüsünde doğru olanlarını seçmek gerekiyor. Cenab-ı Allah'tan olan hiçbirşey mantıksız değildir. Mesela Kur'an-ı Kerimde bir ırmaktan su içmemesini istiyor geçecek olanların (yukarıdan şeytan ruhunu/kanını katmış. Azıcık kanı çoğaltmak mümkün.). Az içenler vücuttan attı, çok içenler şeytana esir oldu. Emirleri dinleyen kurtuluşa erdi. Yoksa kötü ile imtihan yok. İmtihanları öyle! Sözünü dinlemezsen zarar görürsün. şeytan yerleşir vücuda ve ruhu deler. Durmadan kötülüğü fısıldar, bedeni kontrol etmeye başlar ve yoldan çıkarır. Evet Rabbimiz affeder kullarını, çünkü şeytan bedeni kontrol ediyor, suçu yok kişinin. Ama emri dinlemediği için hayatı mahvolur, kendi ruhu hasar alır kişinin. Bedeni tam sarınca her hormonu salgılar, her pisliği fısıldar ve sonuçta duman eder insanı. Öz anasına ve bacısına yapmış bunları, aşağılık şeytanlardan bazıları.

şeytandan temizlenin ve tertemiz bir hayat yaşayın. İnsan = yaşadıkları, hatıraları. Cennetteki değişken hafıza, uyanık olun. Rabbimizin isimlerini yaşamayı isteyin ki, hatıralarınız dolu olsun. Sabit hafızanızı güzel hatıralar ile doldurun. O doğal olanı sever ve size HATIRA yaşamanız için ortam yaratır, fakat ne yaşarsanız o. Yaşananlara el ile müdahale etmez.

DEPREMLER

Cenab-ı Allah, Resulullah (SAV)'ın duası sonucu toplu helak etmeyi durdurmuştur. Bir kavmin topluca helak edilmesinin sebebi kendileridir. Toplu helakın olması için; bir kavme önce Peygamber gelir ve onu inkar ederler, ardından uyarı gelir ve dikkate almazlar. Son olarak tamamı helak olmayı isterler. Kendi istekleri olmadıkça, Rabbimiz kendilerini helak etmez. Geçmişte helak olan kavimlerin; kendileri Cenab-ı Allah'a inanmadıkları için, peygamberlerini alaya alarak helak olmayı istemişlerdir. Resulullah (SAV)'in duasından sonra kendileri isteselerde helak yok.

Özellikle son yüzyılda artan depremlerin sebebi Cenab-ı Allah'ın kullarını cezalandırması değildir. Sebep tamamen illüminati denilen aşağılık örgüttür. Kendi bedeninizi düşünün, yemek yedikten sonra mide ve bağırsaklarda biriken gaz, iki yolla ile dışarı atılır. Gaz dışarı atıldıktan sonra karnınızdaki şişkinlik anında iner. Karnınız yaşadığınız şehir ve üstünde eviniz var, hızla gaz çıkışı olursa üstünde ev sağlam kalır mı? Deprem değil çürük ev öldürür diyorlar. Kısmen doğru, fakat aslında öldüren deprem. Gazlar konusunda doğada da durum aynıdır. Yer altında biriken gazlar, Rabbimizin izni dahilinde dışarı atılır. Yavaş yavaş çeşitli yer altı kanallarından dışarı atılır ve hiçkimse zarar görmez. Gaz topluca topraktan durduk yere çıkmaz. Çünkü nemli toprak gaz tabakasının dışarı çıkmasını engeller. Normalde gazlar sadece izin verilen küçük kanallar ile toprak altından dışarı atılır. illüminati denilen aşağılık örgüt, yer altı gaz kaynaklarının oldukları yerleri teknoloji vasıtası ile tespit ediyor ve en yakın çıkabileceği noktaya bir delik açıyor. Açılan delik sonucunda, baskı altında bulunan gaz kütlesi ani olarak toprak altından açılan deliğe hücum ediyor ve büyük bir deprem meydana geliyor. Böyle bir deliği açmak için, gaz kalanı önüne konulan bir miktar patlayıcı yeterlidir.

Tsunamileri, tayfunları unutmadık! İllüminatiye bir soru: Radyasyon ile atmosfer tabakalarını ısıttığınız geminiz, okyanusların hangisinde ve şu anda tam olarak nerede? İnsanlık merak etti bu nedenle soruldu. Şili depremini unutmadık. Marmara depremini unutmadık. Virüs ülke Gölcük'te ne yapıyordu ve denizden çıkan ateş topu ne idi? O kadar hazırlar ki, sabahı bulmadan bütün GSM şebekelerini anında kestiler. Haberleşmenin kesilmesi bu sebepten idi. Birgün insan olamasalarda, insan takliti yapmayı becerebileceklerini ümit ediyoruz; bazı mahlukların.

TERÖRİZM

Dünyadaki bütün terör örgütleri illüminati tarafından yönetilmektedir. Bu aşağılık yapılanma dünya üzerindeki bütün savaşların ve terörün tek sorumlusudur. Bildiğiniz SAĞ / SOL eksenli bütün terör örgütleri, islami sandığınız bütün terör örgütleri (EL-KAİDE) dahil, illüminati tarafından yönetilir. Eğer ülkede kendi isteklerine karşı gelen olursa, hemen terörizm devreye girer. Amerika'da ikiz kuleleri yıkanda illüminati (deccaliyet) idi. Deccaliyet ülkenizdeki hem sağ, hem de sol aşırı örgütleri yönetir. Her ikisini birbiri ile savaştırır ve siz farkında bile olmazsınız. İllüminati bütün iç savaşları insanları birbirine kışkırtarak çıkarır. Ortadoğu'da gördüğünüz bütün radikal örgütler illüminati tarafından yönetilmektedir. Sakın oyuna gelipte ŞİDDETE başvurmayınız. Tamamı illüminati'nin oyunu. Oyunlarını farkedenler delilleri ile ortaya koyduğunda, sadece şu benzetmeyi yaparlar; KOMPLO TEORİSİ. Aşağılık insanlar Amerika'yı da bitirdi. Bütün para musluklarının başındalar ve dünya bu insanların pisliğinden kurtulmadan düzelmez. Deccaliyet hakkındaki bilgileri internette birçok kaynaktan öğrenebilirsiniz.

KUR'AN NEDEN EMİRLER İLE DOLU?

Çünkü EMİR ismi ile yazıldı. Eğer başka bir ismini kullansaydı, etkisi bu kadar olmazdı. ALİM ismi herşeyi zerresine kadar hesap eder ve ona göre yazar. EMİR ismi ile de, öyle bir kitap oldu, Kur'an-ı Kerim. Yoksa Rabbimizin konuştuğu dil sadece EMİR dili değil. En kibar dilide kullanır, en sert dili de. Şunlar sıralı kuralınız olsun: O'nu sevin, O'na saygı gösterin, O'ndan izin isteyin, O'na bağlı kalın, O'nu üzmeyin ve O'na itaat edin. O'ndan korkun ama, korkuyu en tepeye koymayın.

DİKKAT, KAN BAĞIŞI!

Kan bağışı, ruh bağışıdır (bir madde tanesi kadar kan içine, özel bir yöntemle bütün ruhu yazmak mümkün). Bağışçı çok günahkarsa verilen kan hastayı öldürür. Şakası yoktur. Ana ruhtan ayrılan ruh parçası en fazla 40 gün içinde ölür. Çünkü ruhun dışını saran madde (kan), vücut dışında çok yaşamaz. Ölmemesi için buzdolabında saklayın. Soğukta hiç ölmez, milyonlarca yıl bekler. Buz içinde kalmış eski zaman insanı bulursanız çözülmesini bekleyin. Hafif ısıda (donma seviyesinden 1 derece yukarısı) bedeni çözebilirsiniz. Sonra beynine durmadan S sinyali gönderin ve kalbe masaj yapın. Adam dirilir o dakika. ruhu kabzedilmemiş ve imam tarafından "SEN ÖLDÜN" denmemiş insanlar asırlarca üzüntü içinde bekler. Ruh bekler ve acı çeker. Verdiğiniz kandaki parçalarınız ise tam ruhu içermediği için herşeyin farkında değil (şeytan, tam ruhunu içeren kan parçasını bulaştırıyor. Tam ruhu içeren madde tanelerini üretmenin bir yolu var). Kan bağışına alternatif ise, kişinin kendi kanının bir damlasıdır. O bir damlayı çoğaltabilirsiniz (birçoğu anlatılacak ileride, sabırlı olun).

Eğer bir insanın kanının çoğu değişmiş ise; bağış yapan kişideki kan maddelerinin içinde ne varsa, kanın enjekte olduğu kişide ortaya çıkan da odur. Yani bir insanın kanının tamamen bir kişiden alınan kan ile değiştiğini düşünürsek; kan bağışını alan kişi, kan veren kişiye benzemeye başlar. Fakat vücutta sürekli bir yenilenme olduğu için bu değişim zaman içinde gözlemlenir. Bu bağlamda bir erkeğe verilen kanın, tamamen bir bayandan olması güzel bir seçim değildir. Tam tersi durumda da güzel bir seçim yapılmamış demektir.

GENÇLİK FORMÜLÜ

Birinci formülün adı KURU AŞKI'dır. Dikkatlice okuyunuz ve eğer mümkünse aşçılıkta uzman birisine yaptırınız. Bir tas kuru fasülyeyi tuzlu suda 8 saat bekletiniz. Fasülyeler küçük boy olmalıdır (Örn: Erzurum İspir kuru fasülyesi). Büyük boyutlu kuru fasülyeler ile olmaz. Orta boy bir güveç içinde bir miktar dana etini çok az yağ ile kavurunuz ve üzerine biraz salça ilave ediniz. Güveç yemeği sıcak tutar, yeterki ağzı kapalı olsun. Eğer metal tencere kullanırsanız tadı 4'te 1'e iner. Kavurma işlemi bitince tereyağı ilave ediniz. Sonrasında salçayı da tereyağı ve etler ile birlikte kavurduktan sonra aşağıdaki gibi bir düzeneği güveç içine koyunuz.

Soğanlık

Bu düzenekte kullanılan soğanlık, kromdandır. Mor soğan soyulduktan sonra, üstü ve altı kesilir ve ters olarak konur. Orta boy güveç için 4 adet meşe palamutu dik olarak konulmuştur. Meşe palamutlarının sayısı orta boy bir güveç için 4 adet olmalıdır ve uçları aşağı bakmalıdır. Soğan soyulmalı ve altı üstü kesilmelidir. Ters konması gerekmektedir, çünkü kilo aldırmaz (Düz konursa aynı kimyasal reaksiyon olmaz).

Üstüne tuzlu suda beklemiş kuru fasülyeleri ilave ediniz. Daha sonra üzerine yeteri miktarda sıcak su ilave ediniz. Su miktarı öyle iyi ayarlanmalıdır ki, yemek pişince sudan eser kalmasın. Yani fasülyeler suyu çekmiş olsun. Güveci mümkünse taş fırına sürünüz. Üstte su kalmayınca bir adet gülün kırmızı taç yapraklarını en üste seriniz ve kapağını kapatınız (Gül bulamazsanız, Isparta'dan en iyisini bulabilirsiniz. Çünkü çiçekçilerde satılan güller olmaz. Onlar kokmazlar). Kırmızı gül yaprakları, kesinlikle alttaki tereyağı ile temas etmemelidir (en üstte olmalıdır, tereyağı ile kızarırsa küf kokar). Daha sonra kapağını kapatınız ve suyun tamamen çekilmesini bekleyiniz. Suyu çekilince pişmiş kıvamdadır. Üstteki kırmızı gül yapraklarını alınız ve çöpe atınız. İlk formülümüz hazırlanmış oldu. Bu formül kesinlikle klasik sulu yaş fasülye olarak görülemez. Çünkü kimi memleketlerde su içinde yüzen kuru fasülye taneleri KURU olarak adlandırılmakta ve bu fasülyeleri üzmektedir (Fasülyeyi nimetten saymayanlara ders olsun). Şimdi bir sonraki formüle geçiniz.

İkinci formülün adı PİLAV'dır. Bir tas pirinci tuzlu suda 2 saat bekletiniz. Bekledikten sonra ayçiçek yağında renkleri beyaz olana kadar kavurunuz (şeffaf gibi görünen kısımlar beyazlaştı). Bir tencereye boşalttıktan sonra üzerine sıcak su ekleyiniz. Sıcak su miktarı pirinç seviyesinden 2 parmak yukarıda olmalıdır. Kısık ateşte suyu çekilene kadar pişiriniz ve üstünü açmayınız. Pirinç suyu tamamen çektikten sonra bir tahta kaşık ile altını üstüne getiriniz, fakat pirinçleri ezmeyiniz. Üstüne peçete serdikten sonra üstünü kapatınız ve 30 dk dinlendiriniz. Peçete buharı emecektir. Eğer pirinç yok ise tuzda beklemiş bulgur ile pilav yapınız, kesinlikle salça katmayınız. Dana eti karıştırılırsa güzel olur. Üstüne gül yaprağı koyarsanız tadı daha da güzel olur. Gül yapraklarını piştikten sonra üstünden alınız.

Birkaç tane havucu rende ile rendeleyiniz ve haşlayınız. Hazır olan pilavınızın üzerine ilave ediniz. Havuç yoksa yerine bezelye kullanabilirsiniz. Eğer hiçbirşey koymazsaniz, birinci formülden bir kepçe alınız ve ikinci formül tabağının üstüne seriniz. Fakat formül bununla da bitmiyor.

Üçüncü formülün adı KAYMAKLI YOĞURT'tur. İki bardak sütü kaynatınız. Sıcak halde iken bir kaşık ile 10 dk çırpınız. Kaşık ile çırpılmasının sebebi, tereyağı olmasını engellemektir. Çırptıkça kaymak halini alacaktır. Kaymak halini alınca, çırptığınız kabın dibinde, sütün sadece suyu kalacaktır (Dipte kalan su kullanılmaz atılır). Eğer cam bir kap içinde çırparsanız, kaymağın oluşumunu ve su miktarını görebilirsiniz. Daha sonra yeteri kadar ev yapımı yoğurdun içine bu kaymağı katınız ve iyice karıştırınız (Yoğurt ev yapımı olmaz ise, jelatinli olur ve hiçbir tadı olmaz). Akışkan kıvama gelince dilerseniz üzerine ince ve küçük küçük kıyılmış salatalıkları katınız (Çok küçük parçalar halinde). İçine kesinlikle şeker katmayınız. Buda tamam olduktan sonra formül servise hazır hale gelmiş demektir. Orta boy güvecimiz tek kişilik olmak üzere servise hazırdır. Pirinç formülü ile beraber, birinci formülü 2 kilo miktarında yedikten sonra bir tas kaymaklı yoğurdu yiyiniz. Bu midedeki yiyecekleri bağırsaklara öteler. 2 saat uyuduktan sonra birinci formülden kalan 2 kiloyu yiyiniz (kalule uykusu). Ara vermenizin sebebi, midenin tek seferde 2 kilodan fazlasını almamasından kaynaklanmaktadır. Yanında bir adet kuru soğan çiğ olarak tüketilebilir. Tamamı bittikten sonra cevizli kadayıf dolması veya künefe isteğe göre servis edilir (Her ikisi için de; kadayıf kesinlikle önceden fırınlanmamış, yani yaş olmalıdır ve fırında pişmelidir). Yanında küçük salatalık turşusu, uzun ince kıyılırda servis edilirse, iştahı açar. Fakat bulunla da bitmedi. Bir sonraki adıma geçiniz.

Ekmek olarak ilk tercih, sıcak tandır ekmeğidir. Her eve bir tandır şart. Eğer bu yok ise, taş fırında pişmiş sıcak karadeniz ekmeği. Buda yok ise, sıcak lavaş tercih edilmelidir. Yemek bitince tabakta kalan kısım ekmek ile bandırılarak yenir ve tabak tertemiz olur.

Künefe ile birlikte SELAM içilirse, hazmı kolaylaştırır ve kilo almanızı tamamen engeller. SELAM OTU beş başaklıdır, el şeklindedir, şekli buğdaya çok benzer fakat küçüktür. Çay gibi demlenir ve diğer içeceklere benzemez. Tadı çaydan 10 kat güzeldir. Çay yerine içilebilir, çünkü faydası çaydan kat kat fazladır.

Yukarıdaki formüller yapılırken kesinlikle TAHTA KAŞIK kullanılmalıdır. Hiçbir şekilde el değmeden hazırlanmalıdır. Yerken TAHTA KAŞIK kullanılmalıdır. Yemek porselen kapta yenirse, sağlıklı olur. Kalp rahatsızlığı çekenler, rahatsızlıkları geçtikten sonra yemelidir. Çünkü mide dolu olursa kalbi sıkıştırır ve baskı yapar. Kalpte damarlarda yırtık var ve tamir edilmişse, tamir ettikten 2 ay sonra bu formül denenmelidir.

Yukarıdaki formüllerin üçünü bir arada yerseniz ve devam ederseniz ruhunuzda pozitif etkiye yol açar. Fakat aç karnına yemeniz gerekir, mide boş olmalıdır. Genç kalmanın formülü; ruhu genç tutmaktan geçer. Ruh genç olunca maddede pozitif etkiye yol açar. Yıpranmayan madde eskimez ve gençliğini kaybetmez. Yetince güler ve gülümserseniz ruhunuz genç kalır. Ayrıca sağlıklı beslenirseniz vücudunuzdaki maddede pozitif etkiye yol açar. Afiyet olsun!

Not: Yemekler açık havada yenirse, vücut daha fazla yer ve rahatsızlık vermez. Eğer doğal beslenirseniz, kilo almazsınız. Yemekten sonra içmek üzere bir demlik çay veya selam otu yapmanızda fayda var. Erkeklerin kalbine giden yol, yukarıdaki formülden geçer. Diğer formüllere benzemez. Formülü haftada bir kez olmak üzere tekrarlayınız. Haftada iki kez olursa, kıymeti kalmaz. Yemekten sonra biraz dinleniniz ve ardından biraz yürürseniz, vücuda iyi gelir.

Eğer mantı ve hıngel arasında seçim yapamıyorsanız. İkisini de birlikte yapınız. Bir miktar mantı hamurunun içine bir tarafına kıyma, diğer tarafına patates koyarak haşlayınız. Hamu şekli ince uzun veya yarım baklava dilimi gibi olursa güzel olur. Piştikten sonra tabağa seriniz. Serdikten sonra kıyma ve patatesin ayrıldığı yerden bir bıçak darbesi ile kesiniz (tamamen ayrılmayacak, fakat içine yoğurt dolacak şekilde kesilmelidir). Üstüne yoğurt dökünüz. Ardından tereyağında hafif pişirilmiş pul biberleri dökünüz ve servis ediniz. Tereyağı yerine mısırözü yağı tercih edilebilir.

Tavada kıyma pişirirken içine azıcık su dökerseniz, kıymalar yanmaz. Fakat kıymaya asıl tat veren su değildir. Antep fıstığını havanda dövünüz ve kıymaya pişirirken katınız. Tadı çok güzel olacaktır. Eğer antep fıstıklarının kabuklarını ayıklayamıyorsanız, biraz suda bekletiniz.

Yaprak dolmasına kuş üzümü katılınca pek tadı kalmıyor. Lahana ile yapılan sarmalara ise kıyma katmayınız. Kıyma yerine, bıçak ile ince ince kıyılmış et kullanınız. Tadı daha güzel olacaktır.

Kola benzeri gazlı içecekler vücuda zararlıdır. Gazlı içecekler yerine saf meyve suyu içine doğal maden suyu katılarak içilirse güzel olur. Mesela bir bardağın yarısına vişne suyu, diğer yarısına doğal maden suyu katarsanız tadı çok güzel olur. Kuşburnu veya nar suyu da yine çok güzel ve vücuda çok faydalı içeceklerdir.

Normalde yemeklerin özel sırları verilmez. Çünkü az bulununca kıymetli olur. Sizlerde her yemek sırrınızı vermeyiniz. Birkaç tanesi özel paylaşıldı...

SU

Eğer su içerken; Besmele ile içerseniz su mideye iner. Fakat eğer Allah-u Ekber ile içerseniz, direk bağırsaklara iner! Bu bilgi bağırsaklarını yumuşatmak isteyenlere lazım olabilir. SAF SU bulmak zor, çünkü toprak içinde mineraller ile buluşan su, saflıktan çıkıyor. Saf su istiyorsanız eğer, ZEMZEM'in kaynağını bulun (zerreyi), oradaki hidrojen'i alın ve oksijenle buluştuktan sonra başka bir madde karışmasına izin vermeyin (oradaki hidrojen = yoğunlaşmış hidrojen). Ya da yapabiliyorsanız, suyu arıtın saf olsun (çok zor).

Cennet öncesi kevser havuzundan bir bardak su içen bir daha susamayacak diyenler var. Birileride ben kana kana su içmeyi seviyorum diyebilir. Çünkü susamak ve ardından kana kana su içmekte çok güzel!

KULAĞA EZAN

Bir çocuk dünyaya geldiğinde, herkesin bildiği gibi kulağına ezan okunur ve bir göbek adı konulur. Eğer çocuğun kulağına ezan okunmazsa; yeryüzü ve gökyüzünde serbest dolaşım izni yoktur! Dikkat edin cümle'ye, yeryüzü ve gökyüzü nasıl serbest oluyormuş, anlayın. Eğer Cenab-ı Allah sizi başka bir yerde yaratırsa; ilk sözünüz mutlaka "Allah-u Ekber" olsun. Hemen sonra ezan okuyun. Daha sonra ilk duanızı edin (sonrasında ikinci dua). İlk dua kabul edilir. Eğer bunları unutmaz ve yeniden yaratılınca uygularsanız, çok güzel bir hayatınız olur. Başka bir yere ilk gittiğinizde "Allah-u Ekber" dedikten sonra, ezanı okuduğunuz anda orada yeryüzü ve gökyüzünde serbest dolaşım izniniz olur. İlk cümle Allah-u Ekber olduğu için, Cenab-ı Allah işlerinizi kolaylaştırır.

Göbek adı ne için? O sizin adınız. Ezan'dan sonra okunan isim ne ise, isminiz o. Melekler ruhunuzla ilgili işlem yaparken, o ismi kullanırlar. Göbek adınız, sizin adınız.

Bütün güzel isimler ALLAH'ındır! Peki aileniz size MUHAMMED ismini koydu, MUSTAFA ismini koydu, AHMET, MEHMET, AZRA, ESRA, AYŞE, FATMA vs. ismini koydu. O isimler sizin mi? Ahirette toplanırsınız bir araya. Denir ki, o ismi siz koydunuz ama, o ismi o kişi hakediyor mu? Cennet'te aynı isim kaç değişik kişiye konuyor? Bir öğreninde sonra "BENİM İSMİM ...." deyin! Bunları öğrenince şok olacaksınız. Yani ismim bu deseniz de; O diyecek ki, kim verdi ki o ismi sana? Hakederseniz alırsınız o isimleri! Sizin her parçanız, kainatlar, galaksiler, yıldızlar, gezegenler, bütün güzel isimler, madde, zaman; kısacası HEPSİ O'nun. HERŞEY O'nun. Bekleyin Peygamber'ine verdiği MUHAMMED ismini size versin. Çok beklersiniz, çok. (Kısa not: Her Eşrefi Mahlukat'ın Cennet'te, künyesi var, yani lakabı)

İKİNCİ HAYAT

Hayatınız berbat geçti, hiçbirşey anlamadınız. Evlenmediniz, ya da ömrünüz çile ile geçti. Daha iyisini yapabileceğinize inanıyorsunuz. Güzel hatıralar ile cennete gitmek istiyorsunuz. Hem hatıra yoksa kulun neyi var ki? Ne kadar hatıra, o kadar siz. Hatıralar sabit hafıza, hatıralarınız kadar varsınız. O zaman, hemen şu dua: "Bismillahirrahmanirrahim. Allah-u Ekber. Ya Allah, Ya Halıg, Ya Rahman, Ya Rahim. Yalvarırım kabul et. Eğer HAYIRLI ise, beni öldükten sonra yeniden yarat ve güzel bir ömür yaşat. Amin. Elhamdülillahirabbilalemin". İsteyin insanoğlu, isteyin! İstediniz de vermedi mi? Ölen yakınlarınız içinde isteyin! Yaratılacağınız yer farklı bir yer olur, Cenab-ı Allah'ın bu tür istekte bulunanlar için yaratmış olduğu yer mevcut. Dünya'da düzgün bir hayat yaşamayanlar ve imanı sağlam olanlar, istemese dahi orada yeniden yaratılır. Kalanı ise kül halinde bekler.

TESETTÜR

Tesettürü hafife almayınız, çok önemli bir konu. Hatta bayanlar için en önemli konulardan birisi bu. Diğer taraftan; tesettüre girmeyenler, tesettür kişinin özgür iradesi ile karar verebileceği bir konu. Bayanların bedenleri kendilerine hediye ve derilerinin altı yağ. Güneş alırsa yağ yanar ve leke bırakır, sıkı giyinilirse direk selülit yapar. Fakat tesettürün gerekliliği bu sebepten kaynaklanmıyor.

Tesettürdeki asıl amaç, insanları tahrik edecek şekilde giyinmemektir. Tesettür ev içinde değil, insanların sizi göreceği yerlerde uygulanır. Çünkü açık giyinirseniz, size bakan insanların ruhlarına o görüntünüzü kaydetmiş olursunuz. Bu günahtır. Fakat unutulmaması gereken asıl nokta; tesettürlü olmadığınız zaman en sevdiğinizi üzersiniz. Bir erkek, eşine bakanları gördüğü anda deli olur. O kadar kıskanır eşini. Eğer açık giyinirseniz, eşinizi deli edersiniz. Bir erkeğin eşini sevmesi ve kıskanması çok normaldir. Seven insan kıskanır!

Tesettürün temel ölçüsü, size bakan yabancı erkekleri tahrik etmeyecek şekilde olmasıdır. Ayrıca eşinizi kıskandırmayacak şekilde olmalıdır. Bir bayan ne kadar açılırsa; kendisine erişimi o kadar kolaylaştırdığı için değerini yitirir. Her konuda ulaşılması en güç olan, en kıymetlisidir. En kıymetli olanı herkesle paylaşmayınız, sevdiğinize saklayınız. Hazine uluorta sergilenirse, bir kıymeti kalmaz. Her bayanın hazinesi, kendi vücudurur. Rabbimiz güzelliği bayanlara verdi, erkeklere değil.

Bayanlar itiraf etmese de, hepsi şunu bilir: Hiçbir bayan kendisini erkeklere göstermek için açılmaz. Rakip olan bayanları kıskandırmak için açılır ve bunu kendilerine bile itiraf etmezler. Bunu yapmaları erkekler gözünde değerlerini yitirmelerine sebep olur, farkında değillerdir. Sakın değerinizi yitirmeyin.

Bayanlara saç örtme konusunda ipuçları vermekte fayda var. Eğer saçlarınızı gererek, arkada topuz halinde toplarsanız bu saçlarınızı çok yıpratır. Saçların en güzel kesimi boyun hizasından kesmektir. Bu şekilde kesilen saçlar, bone altında toplanırsa dağılmaz ve yıpranmazlar. bonenin kenarları kulak üstlerinen geçer ve arkada birleşir ve saçların topuz yapılmasına gerek kalmaz. Eğer uzun saçlarınız var ise, sırtınıza doğru uzatınız ve yeleğinizin altında kalsınlar.

Saçlar eğer güneş ışığına çok maruz kalırlarsa yıpranırlar. Mümkün olduğunca güneş ışığından koruyunuz. Saçların yıkanması neticesinde deri gözenekleri açılarak saçların beslenmesi sağlanır ve yıpranması engellenir. Saçlar banyoda yıkandıktan sonra kurulanırken çıkış yönüne doğru eğilirler. Bu saçların normal halidir. Fakat plastik tarak kullanırsanız statik elektrik geçer. Bu saçların yıpranmasına sebep olur. Bu nedenle elektriklenmeye sebep olan taraklar kullanılmamalıdır.

Saçlara en iyi gelen meyve MUZ KABUĞUDUR. Muz beyne iyi gelir ve zaten beyne çok benzer. Kabuğu ise liflidir, bir süre sonra kararır ve saçlara benzer. Kararmış olan muz kabuğu doğranır, kaynatılır ve saçlar bu su ile yıkanırsa; saçlara iyi gelir. Nasıl ki muzun yenilen kısmı kabuğun altındadır ve beyinde bir kabuğun altındadır. Öyleyse muz yenerek tüketilirse beyne iyi gelir. Nasıl ki muzun kabuğu üstündedir ve saçlarda beynin kabuğunun üstündedir, öyleyse muz kabuğu dışarıdan uygulanmalıdır.

Tek tip saç kestirenlerin berbere gitmesine ihtiyaç yoktur. Saç kesme işi oldukça kolaydır, kendinizde evinizde uygulayabilirsiniz. Hem saçlarınız onlarca kimyasal maddeden korunmuş olur.

Düşünün ki, bir zaman beyaz tenli olanlar siyahi insanları kabul etmez ve ikinci sınıf vatandaş olarak görürlerdi. Yakın tarihte yaşandı bütün bunlar. Irkçılığın en ileri boyutu bu şekilde düşünmektir. Fakat bu durumu zulüm olarak görenler, aynı zulmü tesettürlü insanlara uyguladılar. Her insan genel ahlak kuralları içerisinde istediği gibi giyinebilir. Biri çarşaf giyer, biri hırka. Biri türban takar, biri eşarp, bir diğer saçlarını örtmez. Biri beyazdır, biri siyah, bir diğer ise sarışın. Her giysinin altında, hangi renkten olursa olsun aynısı var: İNSAN!

Türkiye'ye özel not: Başörtüsü meselesi bir zamanlar çok tartışılırdı. Fakat hiçkimse birşeyi farketmedi. Başörtüsü eleştirisi yaparken isim belirtenler, aslında verdikleri ismin eşine laf atmış oldular. Bir insanın eşine laf atmak çok alçakça bir davranıştır. Bazı köşe yazarları isim vererek, sokak ağzı ile insanların eşleri hakkında konuşmaktalar. Acaba birileri kendi eşlerinin beğenmedikleri bir huyunu yazsa ne hissederlerdi? Üniversite girişinde başı zorla açılan bir öğrencinin, babası ve eşi ne hisseder diye düşündünüz mü hiç? İslam dinine mensup olmayabilirsiniz, dinde zorlama yoktur. Fakat bu konuda eleştiri ve kabullenmeyiş dozunda olmalıdır, isim vermeden olmalıdır. Ayıkken yazı yazılmalıdır, sarhoşken yazılanlar güzel olmaz. Ya da sarhoşken yazılanlar, ayıkken gözden geçirilmelidir. Herkes siyaset yapmak yerine, kendi mesleğini yapsaydı ne güzel olurdu. Sadece doğruları olduğu gibi yazsalardı, her iki tarafada eleştirilerde bulunsalardı...

Önemli Hatırlatma: Unutmayın ebedi hayatta imtihan gezegeninde (Dünya) yaşananlar sabit, yani asla unutulmuyor. Cennet hayatı ise yaşanıp unutuluyor, yani ebedi hayat unutulur ama dünya unutulmaz. Dünya eşittir sabit hafıza. Yani anne, baba, çocuklar, akrabalar, arkadaşlar hepsi sabit hafızanızda.

İyi olanlarla arkadaş olunuz. Sevdiğiniz insanlarla zaman geçiriniz. Cennette ise yaşa unut modeli hakim. Çünkü bitmiyor ve aynı duyguları tekrar tekrar yaşandığı için unutuluyor. Dünya sabit olduğu için unutulmuyor. Cennet öyle bir yer ki bitmiyor, kimse bırakamıyor o güzellikleri. Aşk Oyunu biter mi? Güzellikler yaşayın, anılarınız olmadan bir hiçsiniz. Eğer yeterince anı yaşayamadıysanız, ikinci kez dünyaya gelmeyi ve anılar yaşamayı isteyin, mutlaka isteyin. Bana bütün isimlerini yaşatmadan öldürme deyin. Ölmek istemiyorsanız, niye öldürsün Rabbimiz? İstediklerimi vermez demeyin, siz O'nun GÜCÜNÜ ve RAHMETİNİ bilmiyorsunuz. O'nun Rahmeti SONSUZ, çünkü O "SONSUZ". İstemezseniz olmaz. "MURAT, İSTEK, TALEP, DUA, NİDA" O'nun adları. "BEN, SEN, O, BİZ, SİZ, ONLAR", O'nun adları.

TAKILAR

* Kravat: Boyna takıldığı zaman, kalp gibidir. Ucunda ise ELİF vardır. Kalp ucunda aşkı simgeler.
* Kolye: Boyna takıldığı zaman kalp gibidir. Ucu aşağı sarkar. Aşık olmuş kalbi simgeler.
* Küpe: Kadın seçer küpelerini. Bir kulağa takılan küpe, ne tarafa çevrilirse çevrilsin; dış kenarları daire çizer. "O" ismini simgeler. "O" ismi, aynı anda bir isim olabilir. Fakat Rabbimizin her ismi olabilir. O yüzden kadınlar çeşit çeşit küpe kullanır. O anki ruh haline göre.
* Papyon: Sonsuz işareti gibidir. Sonsuz ise BİR demektir. Erkekler bir taneleri ile evlenecekleri düğünde takar.
* Kurdela: Hediye işaretidir. Bütün hediyeler onunla bağlanır.
* Yüzük: Yüzük kalbi simgeler. İçinde isim yazar. Yüzük parmağındaki damar, kalbe direk giden damardır.
* Tektaş Pırlanta: Yüzüğün üstünde pırlanta vardır, içinde ise isim. Bu demektir ki, siz o yüzük içinde yazan ismin pırlantasısınız. Yüzük kalbe benzer, içinde ismi yazılı şahsın kalbine. Kalbin üst tarafı ise sevgi kısmıdır. Yüzüğün üst tarafıda sevgi kısmıdır. Üstündeki pırlanta kızı simgeler. Yani yüzük içindeki kişi tektaş pırlanta hediye ederek der ki, "Bu benim kalbim ve üstünde sen varsın. Sevgi kısmında. Seni seviyorum". Mesaj gayet net! Not: tektaşın üstündeki pırlantayı 3 bacak tutmalıdır, 4 bacak olmaz!
* Bilezik: Sadece evlendikten sonra eşe hediye edilir. Manası açıktır, elin kolun bağlı artık. Çünkü eşimsin!
* Taç: Çok manidardır. Taç ayın hilal haline benzer ve uçları gökteki yıldızlar gibidir. Etrafına ışık saçar. Kadın başa taktığı zaman o tacın yıldızı olur. Manası açıktır, "Sen benim yıldızımsın, ışık saçıyorsun"...

İnsanoğlu bu takıların tamamını kullanır, fakat manalarını bilmez. Kendisi keşfettiği sanır, fakat ilk icat olunduğunda Rabbimiz öğretmiştir. Yoksa manası bilinerek icat olunduğunu mu sandınız? Birçok icadı bu şekilde öğretir, fakat öğrettiğini söylemez.

EVLİLİK

Erkeksiniz ve 22 yaşındasınız. Düşüncenizde evlilik var. Fakat henüz evlenmeniz için erken, çünkü henüz çocuksunuz. Erkeğin karakteri 28 yaşında olgunlaşır. Eğer erken evlenirseniz, karakterinize evlilik hayatı ve sorumluluk katılır. Üstelik evlenirseniz alacağınız kızın yaşı size yakın olacak. Bu nedenle biraz beklemenizde fayda var. Kadın ilk doğumdan sonra kadın 5 yıl yaşlanır. Doğasında var çünkü. İkinci çocukta ise birkaç yıl daha yaşlanır. Anne olmak bu bakımdan zordur, çünkü kendi yıllarından evladına verir. Ek olarak bir bayan en güzel çocuğunu 30'lu yaşların başlarında doğurur. Beden tam olgunlaşmıştır. Çocuk yapacak yaştadır.

Karakter olgunlaşmadan aşık olmamak gerekir. Aşk insanın elinde değildir, fakat çocuk yaşta yaşanan aşklar kalıcı değildir. Bir rüzgar gibi birkaç günde gelip geçebilir. Aşık olduğunuzu sanırsınız, fakat yaşadığınız aşk değildir. Nefsiniz karşınızdaki insanı beğenmiştir. Ruh yoktur yaşanan beğenide. Aşk ise, ruhta olur. Bu nedenle derler ki, çocukluk aşkları geçicidir diye...

Erkek için en güzel evlilik yaşı 28 yaştır, bayanlar için ise 24 yaştır. Öncesi çocukluk dönemidir ve karakterler tam olgunlaşmıştır. Karakter olgunlaşmadan yapılan evlilikler, evlilik sorumluluğunu taşımayabilir. En güzeli karakter olgunlaşana kadar beklemektir. Sonrasında en az 5 yıl çocuk yapmamalıdır. Çünkü evliliğin ilk yılları çok tatlıdır ve hatıralar ile doludur (Burada anılan yaşlar, günümüzdeki ömür süreleri baz alınarak yazılmıştır). Baba ve anne olacak yaşa geldikten sonra çocuk yapılabilir. En güzeli budur.

Evli olmayan iki kişi arasında geçen her türlü ilişki ZİNA kapsamına girer ve dinen yasaklanmıştır. Sakın aşk konusunu yanlış anlayıp başka mecralara çekmeyiniz. Evlilik harici ilişkiler hem insanlığın, hem dinin, hem de sevginin temeline koyulmuş dinamit gibidir. Bir gün patlar ve güzel olan herşeyi yıkar. Eğer Allah'a inanıyorsanız ve ruhunuza büyük yaralar açılmasını istemiyorsanız, Evlilik dışı ilişkilerden uzak durunuz. Ebedi bir hayata başlayacaksınız ve yolda durmadan eş değiştirmeyeceksiniz. "Eşrefi Mahlukat" kelimesinin manası ŞEREFLİ ve NAMUSLU MAHLUKAT demektir. Rabbimizin yarattığı kullarına verdiği ilk isim; ŞEREFTİR. Diyelim ki, dünyada birçok yara aldınız ve birçok kişi ile evlilik dışı birliktelik yaşadınız. Sonra cennette başka biri ile evlendiniz. Ebedi hayatta ruhunuzda hep diğerleri ile yaşamış olduklarınız mı var olacak? Evli olduğunuz insan başkası, hatıralar yaşadıklarınız başkası. Ruhta açılan yaranın büyüklüğünü tarife gerek yok. Hep aklınızda o yaşadıklarınız. Akıl sahibi olup, mümkün olduğunca uzak durmak lazım. Ruha olmayacak kişileri sokmamak lazım. "AKIL", O'nun adı.

Bazı ülkelerde babalar ve anneler, çocuklarının kiminle evleneceğine karar vermektedir. Asla çocuğunuzu gönül rızası olmadan bir evliliğe zorlamayınız. Çocuğunuz ayrı bir birey ve ebedi hayatta evleneceği kişiyi kendisi seçmelidir. Sizler öneride bulunabilirsiniz, fakat eş seçiminde kendilerine karışmayın. Çünkü çocuğunuzun ruhunda derin bir yara açmış olursunuz. Eğer çocuğunuzun evliliği kötü giderse, suçlusu siz olursunuz ve çocuğunuzun kırgınlığı size karşı ebedi devam eder. Bu büyük bir günahtır, kimseyi asla zorlamayınız. Eğer öneride bulunacaksanız, çaktırmadan aynı ortamda bulunmalarını sağlayabilirsiniz. Olursa olur, olmazsa kimse suçlu olmaz. Fakat eğer olursa, bırakın her iki tarafta biraz kıvransın (AŞK ACISI). Sonra çaktırmadan yeniden bir araya getirirseniz büyük bir iyilik yapmış olursunuz. Gençlere kapı açmak lazım!

İnsanlar kendileri dua ederek ruhlarına uygun eş isterlerse, Cenab-ı Allah bir bahane ile uygun eş adaylarını karşılarına çıkarır ve her iki tarafında gönül rızasına bakar.

ÇOK EŞLİLİK

Erkekler çok eşli olabilir. Kur'an-ı Kerim de söylüyor. Öyle yaratılmış insanlar. Fakat Kur'an diyor ki, en makbul ve güzel olanı tek eşli olmaktır.

Bayanların suçu ne? Suçu şu; bayanlar daha çocukken birçok şeyi hayalde yaşarlar. Oyunları bile hayaldedir. Gerçekmiş gibi hayal kurarlar ve yaşarlar. Hayal dünyaları çok geniştir. Eğer bir bayan evlilik çağına gelene kadar birçok beyaz atlı prens hayal etmişse, evleneceği erkekte birçok eşli denk gelebilir. Yani eğer itiraz ediyorsa, haksız!

O "ADİL"dir. Bunu bayanlar bilmiyordu öğrendi. Şimdi sıkıysa hayal kurun bakalım; "onlarca beyaz atlı prensi". Çok eşi olan erkekler sakın altta kalmayın, eğer dua ettide siz denk geldiyseniz tam adildir. Bazı bayanlarda duaları sonucu en uygun erkeğe eş olurlar. Rabbimiz her iki tarafada sormadan asla evlendirmez. Gönül rızası arar mutlaka. Bir erkeğin evli olduğu eşine de, ikinci evleneceği eşe de, erkeğe de sorar ve gönül rızası arar. "GÖNÜL", O'nun adı. Ve öyle bir sorar ki; hiç anlamazsınız seçim yaptırdığını. Açık açık imtihan eder ve bitince dersiniz ki, imtihan imiş. "İMTİHAN", O'nun adı. Acaba imtihanın sonucu ne oldu? "SONUÇ": Bayanlar boşuna ağlamasın, NEYSE O! Başka bir ipucu daha: "İPUCU", O'nun adı. Cennet hayatında çok eşlilik avantaj olabilir. Çünkü yanınızda her daim arkadaşınız var. Erkek hep yanınızda durmaz (Şaka değil gerçek). Ayrıca bayan istemedikten sonra Cenab-ı Allah onu bir erkeğe ikinci eş yapmaz. O, gönül rızasına bakar.

Eş seçerken mutlaka imanlı olanı alın. Açık açık dua edip isteyin. Dua: "Bismillahirrahmanirrahim. Allah-u Ekber. Ya Allah, Ya Berr, Ya Rahman, Ya Rahim. Yalvarırım kabul et. Benim ruhuma uygun en hayırlı kişileri göster ve evlendir Ya Rabbi. Amin. Elhamdülillahirabbilalemin". Cennette güzellik tamamen ruhun güzelliğine göre. Şu anki haliniz ile alakası yok. Ruhunuzun hangi bölgesi ne kadar güzel ise, bedeninizin o bölgesi o kadar güzel olacak.

EŞİNİZE KARŞI SEVGİ

Çok sevdiğiniz insanla evlendiniz, biraz zaman geçti ve eşiniz artık eskisi kadar güzel/yakışıklı gelmiyor. Bu büyük bir sorun değil. Çünkü cennette yaşlanmak yok hem de ruhunuzun güzelliğine göre yeniden yaratılıyorsunuz. Ruhunuzu ne kadar güzel tuttu iseniz o kadar güzelsiniz. Yeni yaratılış eskisine pek benzemiyor. Çok daha güzel ve tamamen ibadet/kulluk/iman ile alakalı bir durum, yeniden yaratılış. Bir müslümanın çocuğuna sahip çıkması ve her zaman gözetmesi gerekir. Fakat çocuklarınız büyüdükten sonra yuvadan ayrıldı ve kendilerine bir hayat kurdular. Anne babanızdan ayrılmış durumdasınız, çünkü artık kendi yuvanız var. Yani sizin için en kalıcı olanı eşiniz. Ebedi hayatta her daim yanınızda olacak ve ebedi birlikte en fazla vakit geçireceğiniz kişi eşiniz. Bu nedenle eşiniz en kıymetli olanı. Eşten kıymetli olan sadece Cenab-ı Allah ve dininiz. Geri kalanı eşiniz kadar kıymetli değil. Bu nedenle eşinize hizmette kusur etmeyiniz. Eşinize hakettiği değeri veriniz. Eşinizin hakettiği değer diğer insanlardan fazla, bunu asla aklınızda çıkarmayınız. Ebedi birlikte yürüyeceğiniz insanla olan anılarınız güzel ve bol olsun. Size ÖZEL olsun. Kahve köşelerinde arkadaşlarınıza veya haftasonu arkadaşlarınıza ayırdığınız vakti, eşinize ayırınız. O hepsinden daha çok hakediyor. Cennette en fazla birlikte vakit geçireceğiniz kişi arkadaşlarınız değil, eşiniz. En fazla anınız; arkadaşlarınızla değil, eşinizle olsun. Daha nasıl anlatılır bilinmez, fakat insanoğlunun eşini anlaması için tekrar tekrar vurgulandı.

* Eşinize asla başka bir kadını veya erkeği örnek olarak sunmayın. Bayansanız başka bir erkeği ve erkekseniz başka bir bayanı asla örnek olarak göstermeyin. Bunu yaptığınız anda evlilik biter. Çünkü eşinizin ruhu der ki; "gidip onunla evlen o zaman, benimle neden evlendin!".
* Eşini aldatan insanlarla arkadaş olmayınız.
* Eşinizi hayalde dahi aldatmayınız. Aldatman yerine boşanmak daha hayırlıdır.
* Bekar olsanız dahi; bir gün mutlaka evleneceğiniz için (Cennet'te bekar yok), evleneceğiniz insanı önceden aldatmayınız.
* Eşinize sadık olunuz.
* Eşler arasında yaşananlar, tamamen özeldir. Kesinlikle hiçkimse ile paylaşımaz.
* Eş seçerken şunu aklınızdan çıkarmayınız. Mıknatısın zıt kutupları birbirini çeker, aynı kutupları birbirini iter. Sizinle aynı meslekten olan biri ile mutlu olma ihtimaliniz pek fazla değildir. Hatta erkek bir profesörün, ilkokul mezunu bir bayan ile evlenmesi çok doğru bir seçim olabilir. Çünkü ev içerisinde yaptığı iş ile hiçbir alakası olmayan bir bayan kendisini mutlu edebilir. İki eş aynı meslekten olurda, evde hep aynı konuları konuşursa, konuşacak hiçbirşey kalmaz. Ruhunuzun istediği eş ile evleniniz.
* Cenab-ı Allah'tan hayırlısını istedikten sonra, herşeyi doğasına bırakınız. Kimi 3 gün sonra bulur aradığı eşi, kimisi 50 yıl sonra. Cenab-ı Allah'ın gücü size 100 yaşından sonra bile GENÇ olarak uzun bir ömür yaşatmaya yeter. Bu nedenle eşinizi bekleyiniz. Eğer Cenab-ı Allah sizi çok bekletti ise, mükafatı da ÇOK OLUR. Ne kadar bekleyeceğinize bırakın O karar versin. "MÜKAFAT", O'nun adı. Ne kadar beklerseniz; SABIR, HASRET ve VUSLAT isimlerini o kadar yaşarsınız.
* Arkadaş seçerken benzeri şekilde davranınız. Bütün arkadaşlarınız sizinle aynı seviyeden/cenahtan olmasın. Hayatın tadı kalmaz.
* Erkekler, mümkün olduğu kadar çalışmayan bir bayanla evlenmelidir. Çünkü bütün gün çalışarak stress altında olan kadın, evde size mutluluk veremeyebilir. Birçok bayan eşine maddi olarak muhtaç olmamak için çalışıyor (maddi özgürlük). Çünkü gururu kendi eşine muhtaç kalmasına izin vermiyor. Fakat diğer taraftan 3 kuruş para için işyerinde başkalarının ağız kokusunu çekiyor ve yeri geldiği zaman fırçasını da yiyor. Evliliğini ya boşanırsam tezi üzerine kurmuş olduğu için böyle davranıyor. İnsan eşine muhtaç olmazda kime olur? İnsan eşine hizmet etmezde kime eder? Mantıklı düşünmek lazım; bir tarafta ebedi birlikte yaşayacağınız insan, diğer tarafta 3 kuruş para için çekilen çile.

EBEDİ BİRLİKTE YÜRÜYECEĞİ EŞİNİ ALDATAN, HERKESİ ALDATIR.

SADAKAT

Aşk, para değildir. Parası olmadığını için uzaklaştığınız bir aşkınız var ise, sadakatiniz o kadar demektir. Yani para sizin için daha kıymetli demektir. Mesela eşiniz işten atıldı ve parasız kaldı diye eleştiriyorsanız, siz o eş ile para için evlenmişsiniz demektir. Daha fazla parası olan biri, sizin için o eşten daha iyi bir seçim olabilir. Çünkü o eş sizden daha iyi birisine layık.

Şirketine hiç haber vermeden, daha iyi bir iş bulunca işten ayrılan insanlarda şirketini satmaktadır. Hiç haber vermediği için, şirketi birde zor durumda bırakmaktadır. Para için şirket satanlara da sadık denemez. Müdürüne sinirlendikten ve işten ayrılmaya karar verdikten sonra, yeni bir iş buluncaya kadar aynı şirkette devam eden insanda sadık değildir. Para için onur ayaklar altına alınmaz. Sinirlendi ise parayı dert etmeyip ayrılmasını bilmeli insan, ya da sineye çekmeli müdürün sözlerini. Her söze sinirlenerek işten ayrılmakta doğru değildir...

İnsanların birbirine karşı sadık olması gerekmektedir. Sadakat, satmamaktır; Sadakat, aldatmamaktır. Özellikle evlilik müsessesinde, sadakat olması şarttır. Çünkü sadakat olmazsa o evlilik yürümez. Dostlar arasında ise sadakat olmadan, dostluk yürümez. Aşağıdaki hikaye sadakatin ne demek olduğunu anlamanız için bir örnektir.

Adamın biri oğlunu arkadaş seçimi konusunda durmadan uyarmaktadır. Fakat oğlu arkadaşlarına toz kondurmamaktadır. Adam oğluna der ki; arkadaşlarının hangisinin DOST olduğunu öğrenmek için istersen şunları yap. Önce bir koyunu kes ve bir çuvala koy. Sonra arkadaşına de ki; birini öldürdüm ve bana gömmek için yardım et. Bak arkadaşın sana ne yardımda bulunacak. Oğlu hemen dediğini yapar ve görür ki, arkadaşları daha ne olduğunu sormadan polise ihbar etmiştir kendisini. Hiçbirisinin DOST olmadığını anlar. Sonra babasına döner der ki; haklı çıktın, hiçbiri dost değilmiş. Baba der ki, sen meseleyi henüz anlamadın. Şu evde benim bir arkadaşım oturuyor, git ona aynı çuvalla ve yardım iste. Oğlu hemen adamın yanına gider ve adam arkadaşının oğluna yardım eder, çuval içindeki koyunu birlikte patates tarlasına gömerler. Oğul gelir babasına der ki; baba senin arkadaşın gerçekten SADIK BİR DOSTUN imiş. Adam der ki; oğlum henüz emin olma. Git aynı arkadaşıma kapıyı çal ve kapıyı açtığında sağlam bir tokat vur. Oğlu şaşırır bu isteğe ve gider adamın kapısını çalar. Adam kapıyı açtığınde ne olduğunu anlamadan vurur tokadı. Çocuk küçüktür, adam ise babasının arkadaşı. Döner der ki; git babana söyle "BENİM SATILIK PATATES TARLAM YOK". Çocuk SADIK DOST ne demektir orada anlamıştır.

Öyle arkadaşlarınız olsun ki, sizleri bir tokada satmasın. Ve öyle bir eşiniz olsun ki, canını versin, ama SADAKATİNDEN ölsede taviz vermesin.

Cenab-ı Allah sizi test etmek için bazen küçük tokatlar vurur. Aman ha SADAKATİNİZDEN ödün vermeyin. Vurduğu an diğer yanağınızı uzatın ve deyin ki; "BENİM SATILIK PATATES TARLAM YOK" ve ben değil bir tokada, milyon tokada KULLUĞUMU SATMAM!

Hz. İbrahim gibi kul olmak lazım. Bir oğlum olursa sana kurban edeceğim dedi ve oğlunu keserken Rabbimiz izin vermedi.

ÖLEN ÇOCUKLAR NE OLACAK?

Daha büluğ çağına gelmeden ölen çocuklar ne olacak? Bir daha imtihana alınıyor olabilirler. Kim dedi ki onlar size hizmetçi olacak? Hem daha dünyaya doyamadan ölecek, hem de karşılığında hizmetçi olacak? Bir küçük kız anne olma hayali kuracak, bir küçük erkek baba olma hayali kuracak ve sonra hedefi meçhul bir bomba ile ölecekler. Sonra ebedi çocuk kalacak. Mantıklı mı? Mantıklı düşünmek lazım. Çünkü "MANTIK", O'nun adı.

Rabbimizin çocuklara SEVGİ'si çok fazla, dualarını kabul ediyor aman dikkat! "DİKKAT", O'nun adı. Onlara duayı zamanında ve doğru öğretin. "DOĞRU", O'nun adı. Mesele Risale-i Nur'larda farklı anlatılmış diye aklınıza takılabilir (Vildanun Muhalledun mevzusu. Bu mevzu herkese sürpriz kalsın). Geçmişten günümüze birçok eser tahrife uğradı. İhtimal Üstad geçmiş kaynaklardan etkilendi ve bazı konuları onlardan okumuş olduğu kadarı ile aktardı.

İnsan büluğ çağına gelmek üzere yaratılmış ve imtihan olan bir varlık. Rabbimiz ADİL'dir. Çocuklar için farklı kural koymaz, mümkün değil. Çünkü her çocuğun ölümü kendi elinde değil. Çocuk orda dese ki, "Ya Rabbi, ben baba olacaktım. Kendimi koruyacak yaşta değildim. Neden ölmeme izin verdin?". Doğal olana izin verdi, fakat hiçkimsenin hakkını başka biri yüzünden elinden almaz. Yani izin verdi ama tekrar yaratacak ve reşit olarak imtihan edecek. CENNETTEKİ HURİLER ise farklı amaçlı yaratılmış. Eğer CENNETTE mü'minlere çocuk sevgisi yaşatacak bir varlık var ise; Rabbimiz ona uygun varlık yaratır. İmtihan olmaya fırsat bulamamış çocukları, neden çocuk olarak bıraksın? (Bu mevzu üstü kapalı anlatıldı, sürprizi kaçmasın)

AİLE

Bir ailenin temeli sevgi üzerine kurulmamışsa o aile çok uzun süre ayakta kalamaz. Aile içinde sevgi tesis etmenin için anne ve babanın görevidir. Anne ve baba birbirine karşı sevgi gösterdiği gibi, çocuklara karşı da aynı sevgiyi göstermelidir. Sevgi içerisinde büyüyen çocuklar, büyüdüklerinde kendilerine ve topluma çok faydalı bireyler olurlar.

Aile içerisinde anne çoğu zaman kötü polistir. Baba ise iyi polistir. Anneler çocuklarının bazı davranışlarını beğenmez ve çocuklarına kızabilirler. Bubu yaşı biraz ilerlemiş bütün insanlar bilir. Anne çok sinirlenirse çocuklarına terlik atabilir. Eğer anne çocuğa vuracaksa, kıyamaz ve yavaşça vurur. Annenin vurduğu hiçbir tokat çocuğu incitmez. Çünkü her çocuk bilirki annelerin eli çok hafiftir ve ruhta hiçbir yara açmaz. Çünkü birey annesinin vurduğu tokadın acısını 2 dk içinde unutur. Eğer tokadı baba vurursa bu ruhu zedeler ve çocukta tamiri zor yaralar açar. Çünkü baba otorite sahibidir, kendisine biçilen rol odur. Anne gerektiğinde çocuğun suçlarını babaya şikayet eder. Baba ise şikayet sonrası anneye genelde aynı cevabı verir ve çocuğa duyurur "benim evladım öyle birşey yapmaz!". Toplumlarımızın çoğu ataerkil yapıdadır. Ataerkil toplumlarda babanın görevi BABALIKTIR. BABALIK, çocuğunu hep zor durumdan kurtaran olmaktır. Baba çocuğun suçlarını bilir ama çaktırmaz. Baba çocuğuna çok nadir kızar. Kızdığı zaman küser. O çocuk babanın küsmemesi için elinden geleni yapar. Çünkü baba onu hep kurtaran adamdır, iyi polistir. Özellikle ergen dönemler çok dikkat edilmesi gereken dönemlerdir. Bu dönemde babanın vuracağı bir tokat, çocuğun ruhunda ömürlük yara açar. Bunun yerine çocuğunu koruyan olmalıdır. Anne ise, babaya karşı çok saygılıdır. Çok saygılı olduğunu gören çocuklarda saygılı olur. Çünkü anne saygı duymaktadır ve baba hep kurtarandır. Örneğin; oğlunun sigara içtiğini öğrenen anne, babasına şikayet eder ve cevabı benzerdir "benim oğlum sigara içmez". O çocuk babayı üzmemek için artık sigara içmez. Baba durmadan öğüt vermez, arada bir öyle bir cümle kurar ki, çocuğun gönlüne taht kurar ve örnek olur. Kuracağı cümle önceden hazırlanır ve yeri geldiği zaman kurulur. Kuracak cümle bulamayan çocuğunun defterine gizlice bakar ve onun ilgilendiği konu ile ilgili cümle hazırlar. Cümleyi babanın kurmasının sebebi; bayanlar çok konuşur, erkekler az konuşur. Az konuşan özlü konuşur ve öğüt verirken öğüt veriyorum demeden konuşur. Çocuk onu hemen algılar ve babaya saygı duyar. Çocuğa asla başkalarının çocukları örnek olarak gösterilmemelidir. Çünkü çocuk, annem ve babam onları daha çok mu seviyor düşüncesine kapılır. Böylece çocuğun ruhu, diğer çocukların ruhları altında ezilmiş olur. Bunu asla yapmayınız!

Eğer yukarıdaki senaryoya uygun bir aile hayatınız var ise, çocuk o aile içinde güven içinde büyür. Büyüdükten sonra kendi çocuklarını da aynı şekilde büyütür. Eğer toplumda reis rolü annede ise, anne ve babanın rolünü değiştiriniz. Fakat babada olmasında fayda vardır. Çünkü anne her zaman evde çocuklarla beraberdir, baba ise akşam işten eve gelir. Bu nedenle babanın rolü reisliktir. Reise her zaman ulaşılmaz.

Eğer yaşları birbirine yakın çocuklarınız varsa birbirlerini kıskanırlar. Bunu engellemenin yolu her iki çocukla ayrı ayrı ilgilenmektir. O senin kardeşin, yaşı küçük olduğu için daha çok ilgileniyoruz derseniz; çocuk bunu anlamaz. Bunu yolu her çocuğunuza sevginizi ayrı ayrı göstermektir ve çocukların arkadaş gibi olmalarını sağlamaktır. Çünkü yaş aralığı fazla değilse, büyüdüklerinde de arkadaş gibi olurlar.

Anne ve babalar, çocukları hangi yaşta olursa olsun sorunları ile ilgilenmek zorundadırlar. Bir erkek 28 yaşına kadar çocuktur ve karakteri olgunlaşmamıştır. Bir bayan ise 24 yaşına kadar çocuktur ve karakteri henüz olgunlaşmamıştır. Çocuklarınızı bu yaşlardan evvel özgürlüğe alıştırmamanız ve hareketlerini takip etmeniz gerekir. Bekar olan çocuklarınızın mutlaka sizinle aynı evde kalmasını sağlayınız ve sorunları ile ilgileniniz. Evlendikten sonra ayrı bir eve taşınmaları gerekir, fakat yine sorunları ile yakından ilgilenilmelidir.

KANAYAN YARALAR

Hiçkimse, hiçkimsenin sahibi değildir. SAHİBİMİZ CENAB-I ALLAH'TIR.

.Evlatlar: Bir yuvanın neşesidir evlatlar. Gün gelir büyürler ve birer büyük birey olurlar, tıpkı anne ve babaları gibi. Anne ve babanın emeği çok büyüktür. Anne ve baba da sevgiye, saygıya layıktır. Evladın anne ve babaya karşı davranışlarında çok büyük sorumlulukları ve dikkat etmesi gereken noktalar vardır. Evlat üzerinde anne ve babanın hakkı ÇOK BÜYÜKTÜR. Fakat ödenemez boyutta değildir, ödenebilir. Eğer insan iki insanı yaşatır ve büyütürse, o sevapla anne ve babanın hakkını ödeyebilir. Evladınızı azarlayabilirsiniz veya dövebilirsiniz. Bunlar yaşına göre uyarı mahiyetinde olabilecek şeylerdir. Sayısı çok fazla olmamak üzere bunlar günlük hayatta karşılaşılan nahoş durumlardır. Bir evlat büyüyünce bunları unutur. Çünkü babanın küçük çocuğa vurduğu bir tokat veya annenin fırlattığı bir terlik çok önemli değildir. Fakat 20 yaş ve üstü çocuklara sopa fayda vermez. Eğer döverseniz ruhu kırılır. Eğer kendisine verdiklerini söylerseniz, yüzüne çarpmış olursunuz. Sütümü helal etmem veya hakkımı haram ederim derseniz, ruhu çok kırılır. Evlatların çoğu bunları işittiği an anne ve babasını defterden siler. Ruh kabullenemez bu durumu. Çok kırılmıştır. Artık 5-6 yaşında değildir çünkü. Gururu ve onuru çok kırılmıştır. Yapacağı birşey yoktur, çünkü anne emzirdiği sütü istemektedir. Bir kısmı sineye çeker ve susar. Diğer bir kısmı çeker gider. Çünkü ruh der ki, "Keşke doğrumasaydın ve senin sütünü içmeseydim. Beni ödemesi zor bir bedel altında bıraktın. Elimden gelse tamamını öderim ve sana o lafları söyletmem!". Ruh çok kırılmıştır. Onur ayaklar altındadır. Anne ve baba kendisini ruhun sahibi sanmıştır. Oysa ki, çocukları EMANET vermiştir Cenab-ı Allah. Çocuklar da Allah'ın kuludur. Anne ve babanın kulu değildir. Anne ve baba verdiklerini yüzüne çarparak kendini SAHİP ilan etmiştir. Rabbimiz mahşerde, O çocukların sahibi benim der ve haklarını öderse hiç şaşırmayınız. Her ruh ayrı bir bireydir ve o derece kırmamak gerekir. Öte yandan çocukların da anne ve babalarına karşı sorumlulukları vardır. Onlara gereken sevgi ve saygıyı göstermek zorundadırlar. Baba evladına fırça atabilir, fakat asla verdiklerini zikretmemelidir. Keza anne de evladına fırça atabilir, fakat verdiklerini asla zikretmemelidir. Çünkü herşeyimizi veren bir Rabbimiz var ve sizin öyle yüzünüze çarpmıyor. Özellikle maddi konulara hiç girilmemelidir. Bu hiçkimseye karşı yapılmaz. Kimsenin onuru ayaklar altına alınmamalıdır.

Çocuğunuza karşı nasıl davranacağınızı merak ediyorsanız, Cenab-ı Allah'ın size davranışlarına bakınız. Hataları görmeme, affetme, yardım etme, destek olma, düşünce ayağa kaldırma, isteklerini yerinde yerine getirme vs. Örnekler çok. Tek farkı Rabbimiz bunları en güzel şekilde yapar ve biz O'nun kuluyuz. Çocuklar ise anne ve babanın kulu değildir. Yerine göre sert, yerine göre şefkatli olmak lazımdır. Fakat hepsi gururu ve onuru kırmadan olmalıdır.

Bazı anne ve babalar daha da ileri giderek, kişinin evleneceği eşi hiç sormadan kendileri seçmektedirler. Hatta birey kendine uygun hayırlı bir eş bulmuş olsa dahi ayırmaya çalışmaktadırlar. Bu çok büyük bir vebaldir. Bireyin ve evlenmek istediği eşin kul hakkına girmektir. Anne ve baba olarak beğenilmeyen konularda tavsiyede bulunulabilir. 15 yaşında evlenmek isteyen kız fırça ile durdurulabilir. Fakat belli yaşın üstündeki insanlara bunu zorla yapmaya çalışmak, RUHU KIRAR! Bu nedenle Rabbimize sormadan zorla engelleme yapmamalıdır. Aşk insanın elinde değildir. Herhangi birine aşık olabilir insan. Doğulu veya batılı dinlemez. Ülkeler arası veya gezegenler arası bile olabilir. Hoşgörülü olmak ve hayırlısını istemek lazımdır. Cenab-ı Allah'tan hayırlısı dilenmeli ve evlatlara yol gösterici olunmalıdır. Unutulmamalıdır ki, evlatta birgün sizin gibi büyüyecek, baba veya anne olacak. Sizin anne veya babanız sizi engelleseydi ne olurdu acaba? Burada zorla evlendirdiğiniz bir çocuğunuz varsa ve eşinden memnun değilse, cennette sizin zorla evlendirdiğiniz eşi asla almaz. Rabbimiz izin vermez sizin zorlamanıza. Sizi defterden siler ve O'ndan istediğini alır. Hemde gönül rızasıyla. Çünkü artık o ayrı bir bireydir ve ayrı bir hayatı vardır. Girmiş olduğunuz vebal çok büyüktür. Çünkü zorla evlendirdiğiniz insandan çocuğu olmuş ve bir ömrü sevmediği bir insanla beraber geçirmiştir. Sizin hakkınız daha azdır bunun yanında. Çünkü HAYATINI VERMİŞTİR, RUHUNU VERMİŞTİR sizin seçtiğiniz eşe. Sevmediği insan bütün hayatında vardır. Geçmiş hatıraları, evli olmak istemediği birisiyledir. Ruh yoktur, onları hatırlamak istememektedir birey. Kendi ruhunun istediğini istemektedir. Siz buna engel olduysanız, evladınız orada sizi siler! Üstelik hakkım var derken borçlu çıkarsınız (Siz 25 yaşına kadar büyüttünüz, o sizin seçtiğinizle ömür tamamlama zorunda kaldı. 25 yaştan sonrası yok! Daha uzununu aldınız geriye...). Gönül rızası olmadan asla hiçkimse ile evlendirmeyiniz!

Evladınızı, evlatlıktan reddedebilirsiniz. Bu hakkınız var. Bazen evlat o kadar kötü birisi olur ki, dayanamazsınız. Sizi utandırmıştır. En güzeli sonuna kadar sabretmek ve düzeltmeye çalışmaktır. Evlatlıktan reddetme hakkınız vardır. Fakat bunu mahşere saklamak en doğrusudur. Çünkü oraya kadar düzelme şansı vardır. Bu şansı elinden almamak için sabretmek ve düzelmesini beklemek gerekir. Düşünsenize, bizler o kadar günah işliyor ve Rabbimizi üzüyoruz. O, bize o kadar sabrediyor ve kulluktan reddetmiyor. Sonuna kadar sabrediyor. İkinci bir ömür veriyor ve yine bekliyor. Bizlerin de evlatlarımıza ahirete kadar sabretmemiz gerekir. Eğer hala düzelmemişse ve kabullenemiyorsanız ikinci hayattan sonraki mahşerde reddedersiniz. Sabır çok şeyi değiştirir, birde zaman!

Eğer evladınız sizden ayrı bir yerde yaşıyorsa ve sizi uzun zaman sonra ziyarete gelmişse, sakın fırça atarak göndermeyiniz. Elinizi öpmeye gelen evladınıza nasihatte bulunabilirsiniz. Fakat geldiği anki neşesini birkaç söz ile bozmaya değmez. Çocuklar hata yapar, fakat büyükler affeder veya görmezden gelir. Belli bir yaştan sonra hatalarını görmeyiniz. Uygun dille nasihat etmenizde ise bir sakınca yoktur. Çünkü onurunu kırmadığınız sürece, ANNE VE BABASISINIZ. Evlat, onuru kırılmadıkça her nasihatinizi dinlemek zorundadır. Baba ve anne çocuğun büyüğüdür. Çocuk öyle görür çünkü. Evlat büyüğünü başında taşır ve unutamaz. Öyle çok severki BABAYI ve ANNEYİ. Ama hangi anne ve babayı? Herkes evladınıza hırsız dediğinde, çocuğunu o bataktan almaktır BABALIK. Evladınıza çirkin dediklerinde, onun yüzünü okşamaktır ANNELİK. Büyüklük ANNE VE BABALIKTIR. Büyük olmak kolay değil. Büyüklük bataktan çıkarmaktır, her defasında, söylemeden ve kendisi istemeden. Büyüklük, çoğu zaman susmak ve SADECE GEREKTİĞİNDE devreye girmektir. Her zaman devreye girerseniz ve herşeye karışırsanız, sıradan biri olursunuz. Büyük adam müdahale edeceği yeri bilir, oraya kadar bekler. Çünkü çocuk pişmektedir, siz çocuk olmadınız mı (Pişen yemeğin kapağı durmadan açılıp bakılmaz)? BÜYÜKLÜK; büyüklük yapmaktır, adam öldürse bile. Düştüğü zaman tokat atmak değil, ayağa kaldırmaktır. Hiçbir karşılık beklemeden ve kendisi istemeden...

Anneler büyüktür ve ilk başvuru makamıdır. Annenin attığı fırça bir kulaktan girer, diğerinden çıkar. Babaya anlatamadığı herşeyi, anneye rahat anlatır evlat. Ruhlar öyledir çünkü. Baba bilir ama işitmez çoğunu. Bilmemezlikten gelir, çaktırmaz evladına. Baba, çoğu sorunu evladı bilmeden çözer. Zamanı gelince anlar evlat. Evladınız büyük olacaksa eğer, siz söylemeyin o görsün; görsün büyüyünce sizin ona neler yaptığınızı.

Babanın sözü ağırdır, babanın şamarı da. Sözünüz ağır olacaksa eğer; BABA sözü olsun istiyorsanız sözünüzün, arada bir olmalıdır o söz. Alışmasın ağır sözlere evlat. ATASÖZÜ'dür o. ATA, Türkçede BABA demektir. Her zaman söylenmez ATASÖZÜ! Atasözü bir kez söylenir, tam yerinde söylenir ve çocuğu deler geçer. Atasözü bir anda düzeltmelidir çocuğu. Zamanını beklemelidir o söz, tam yerini. Çocuk hazır olunca söylenir ve uzatılmaz. Tek cümle ile biter iş. Baba devreye girmiştir. Sözünü der ve BABA olur. Baba sonuna kadar bekler, anne çözemeyene kadar. "EN SON BABALAR DUYAR", adı BABA ise eğer.

Örneğin; oğlunuz okulun camlarını kırmış. Müdür istedi parasını çocuktan. Çocuk gitti ilk anneye söyledi. Annede para varsa çözdü sorunu, hiç babaya çaktırmadan. Annede para yok ise gitti babaya söyledi (evlat bilmiyor). Baba da çaktırmadan gidip ödedi veya anneye parasını verdi. Çocuk hiç anlamadan sorun çözüldü. Babanın çözdüğünü anlamadı bile çocuk. Anne çözdü sandı. Taki büyüyene kadar. Baba olması için böyle dersler lazım o çocuğa. Büyüyünce mutlaka anlayacaktır...

Örneğin; çocuğunuz arkadaşının babasının arabasını direğe çarptı. Masraf büyük. Çocuk çok üzgün. Paranız var ama çocuğa fırça atmayı düşünüyorsunuz. Gizli çözemeyeceğiniz bir sorun. Çocuğun bir daha aynı hatayı yapmasını da istemiyorsunuz. Çözümü çok kolay. Hiç fırça atmayın. Çocuğunuzu karşınıza alın; "Bir kazadır olmuş. Üzülme evladım, yapacak birşey yok. Sana birşey olmamış o yeter bana." dediniz. Çocuk şaşırdı, fırça bekliyordu. Fakat kaza olduğu için es geçtiniz. Para çocuktan kıymetli değil, o anda öğrendi çocuk. Değerini anladı, babalığı anladı.

Örneğin; çocuğun karne zayıf dolu. Anne önce haber aldı. Size söylemek istemiyor, çünkü babasınız. Korkuyor sizden. Başarılı olsa idi, ödülünü alırdı. Fakat başarılı değil, zayıflar var. Siz konuyu hiç açmadınız, anne dile getirdi çocuğun yanında. Cevap verdiniz; "Hanım, bir karne yüzünden oğlumumu kıracağım, durmadan şikayet etme, canı sağolsun. Benim evladım nasıl ki zayıf bir karne ile geldiyse, başarılı bir karne ile de gelir ve babasını gururlandırır. Değil mi evladım?". Mesele anında kapandı. Çocuk şokta ve içinden dedi ki; "Dersleri sırf seni gururlandırmak için geçeceğim.".

Örneğin; Rusya'da anne ve baba yukarıda anlatılanın tam tersi roldedir. Bu yanlıştır. Çünkü erkekler çok daha dayanıklıdır. Erkeğin rolünü bayana verirseniz, bayan çok yıpranır. Bu nedenle düzelmesi gerekir bazı alışkanlıkların. Anneler o kadar yıpratılmaz, çocuğu büyütürken yıpranıyor yeterince...

Hep anne ve babalar suçlandı diyorsanız eğer. Çocuğum bana neler söyledi bir bilsen diyorsanız eğer. Hepsini söylediniz işte; "Çocuğum ..." dediniz. Büyüklük çocukların hatasını görmemektir. Çocuktur hata yapar, ama siz büyüksünüz ve görmezsiniz. Ne dediğini bilmiyordur. Oda birgün büyüyünce anlar sizi. Çocuğum dediğiniz sürece, size söylediği her söz "çocuk sözü". Çocuk sözünü, çocuk sözü olarak görünüz. Çocuk hareketini ise çocuk hareketi. Çocuk işte, ne yaptığını bilmiyor. Kırılmayın çocuk sözüne. Çocuk işte hata etti söyledi, unutun gitsin. Anladınız değil mi?

Anne ve babanın hakkı büyüktür ve her ikisi de sevgiye layıktır. Çocukların hataları yazılsa da bunu anlamazlar. Ama siz büyüksünüz, anlarsınız. Bugüne kadar hep evlatların büyüklerine karşı görevleri anlatıldı hep; "Anneye saygı, babaya saygı, anne sözünü dinle, baba sözünü dinle, bunu yap, şunu yapma vs...". Bunların hepsi doğru ve olmalı, fakat sanki çocukların görevi daha fazlaymış gibi (çocuğun ne görevi olacak, çocuk çocuktur). Asıl görev sahibini unuttu insanlar. Siz anne ve babalığınızı tam yapın, gerisine karışmayın. Göreceksiniz öyle bir evlat olacak ki, sizin gibi bir BÜYÜK olacak.

şeytan geçmişte annelere, babalara ve evlatlara çok şey söyletmiştir. Bunların üstü kapatılmalı ve gerekirse özür dilenmelidir. Çünkü şeytan sebebi ile birçok insan zan altındadır. Bu durumda olanlar içinde, bu yazıyı okuyanlar var ise şeytan sebebi ile yapılanları unutmalı ve özür yolu bir kapı aralanmalıdır. Herkesin ikinci bir şansa ihtiyacı vardır.

Buraya kadar anne ve babaların nasıl davranması gerektiğine dair örnekler verildi. Bir insanın üzerindeki madde 2 yılda bir değişir. Çünkü vücutta yemek yedikçe hücrelerde değişim sağlanır. Anne ve babanın hakkı doğumunuzdan ölene kadar üzerinizdeki madde taneleri kadardır. Ek olarak; ruhunuza vermiş oldukları pozitif mesajlar ile yapmış oldukları vardır. Eğer düzgün bir insan olmuşsanız, alacakları haklarda o kadar artar. Mesela bir peygamberin babası, eğer baba tarafından yetiştirilmişse ÇOK FAZLADIR ve peygamber dahi o babanın hakkını ödeyemez. Babalara düşen büyüyene kadar (28 yaş, karakterin oturması), evladının büyük yanlışlarına bile sabretmektir. Sonrasında ise evladın görevi başlar. Anne ve baba tarafından yetiştirilmiş bir evlat, eğer doğru insan olmuşsa; anne ve babanın hakkını ödeyemez. Siz doğru bir insan oldukça, anne ve babanın alacakları artar.

Gelin ve Damatlar: Özellikle gelinlerin hep dert yandığı bir kaynana güruhu vardır. Aynı dert damatlar için de geçerlidir. Fakat gelinlerin ki daha baskındır. Bir insan yuva kurduktan sonra artık her iki tarafında anne ve babaları ortaktır. Yani kız için de, erkek için de birbirilerinin anne ve babaları aynı konumdadır. Dinen her ikisi de baba ve anne statüsündedir. Anneler oğullarını gelinlerden kıskandıkları için çektirmedik çile bırakmazlar. Kaynanalık yaparlar. Aslında bir kısmına tölerans gösterilebilir. Çünkü kıskanmaktadır oğlunu. Fakat bir kısmından sonrası karşı tarafın ruhunda onarılamayacak kadar büyük yaralar açmaktadır. Mesela bazı kaynanalar kendisini gelinin sahibi olarak görmektedir. Gelin, anne ve babasından ayrı bir evdedir. Evliliğinin baharındadır ve daha ilk günlerde zehir olmuştur evlilik. Kaynana benim dediğim olacak demektedir. Hatta bazıları o kadar kırar ki, oğlunu gelinden boşanmaya kadar sürükler. Bu tür insanlar çok büyük kul hakkına girmektedirler. Bunun en güzel çözüm yolu evlerin arasında biraz mesafe olmasıdır. Bir insanın onuru ve gurur bu derece ayaklar altına alınırsa, cennette sizi tanımaz. Orada gerçekleri öğrenmiştir çünkü. Gerekirse orada o eşten boşanır. Çünkü kaynana patronluğu dinlemek için yaratılmadığını biliyordur artık. Gider istediğini alır, gönlünün istediğini. Sebebi ise kaynana veya kayınbaba olur. Böyle birşeye sebep olursanız, evladınızda sizi defterden siler. Gelinler ve damatlar, anne ve babalarına saygıda kusur etmemelidir. Fakat evliliklerini anne veya baba yüzünden asla tehlikeye atmamalıdırlar. Eşiniz istedi diye anne ve babanızı veya bir başkasını defterden silmeyiniz, fakat ona karşı sevginizi gösteriniz. Hepsinden önde olduğunu bilsin. Ebedi birlikte yaşayacağınız kişi EŞİNİZ! Önce eş, sonra diğerleri...

Damatlar es geçilmedi. Kimi damatlar kızın ailesine yakın yaşamaktadır. Bayanlar, onuru kırılınca hemen ağlarlar. Bu onların onurunu kısmen tamir eder. Gözyaşı siler bir kısmını. Fakat damat ağlamaz, erkektir çünkü. Eğer damadınızı eziyorsanız sözlerinizle, öyle bir kırarsınız ki onu; düzelmez artık, imkansıza yakındır düzelmesi. Aslında altta kalmaz ama, eşini veya çocuğunu düşünür erkek. Bu yüzden uzun süre susar ve bekler. Birçok şey geri gelebilir. Ölürse insan, yeniden yaratır Rabbimiz. Düşerse eğer, ayağa kalkar. Fakat ezdiğiniz bir onuru tekrar ayağa kaldırmak hepsinden daha zordur. Sakın damadınızın onurunu kırmayınız, çünkü erkek genelde susar; bir defa konuşur ve ezdiğiniz kadar EZER GEÇER!

Son olarak: Erkeğine başka erkekleri örnek gösteriyorsa bayan, bitmiştir o evlilik. Eşine başka bayanları örnek gösteriyorsa erkek, bitmiştir o evlilik.

Çocuk gelinler: Bir insanı hiç istemediği biri ile başlık parası alarak evlendirmek çok büyük günahtır. Çünkü yapılan iş bir insanı satmaktır. Bir çocuğu, gönül rızası olmadan da birisiyle evlendirmeye zorlamakta büyük günahtır. Yapılan iş, bir ruhu gönülsüz birine vermektir. Anne veya baba olmak bu hakkı hiçkimseye vermez. Bedeli de çok ağır olur. Çünkü zorla verilen çocuğun hayatı, verdiğiniz anda bitmiştir. Bir insanı öldürmenin bedeli ne ise, bir ruhu satmanın bedeli de odur. Anne ve babaların bu konuda çok dikkat etmeleri gerekir.

Kan davaları: Genelde iki aile veya sülale arasında ortaya çıkan uyuşmazlık nedeni ile vuku bulan çok yakışıksız olaylardır. Bir taraftan biri, diğer taraftan birini öldürür ve dava başlar. Öldüren hapse girmiştir. Fakat ölen tarafın yakınları yerinde duramaz. Kana kan alacağız derler. Karşılığında öldüren taraftan birini öldürürler. Oysaki öldüren hapse zaten girmiştir. Öldürdükleri insanın hiçbir suçu yoktur. Tek suçu ilk öldürenin yakını olmaktır. Her ruh ayrı bir bireydir. Birinin işlediği suç diğerlerini bağlamaz. Eğer bu kan davasına çevrilirse, şeytana uyulmuş olur. Karşı taraftan öldürdüğünüz insana karşılık, bütün insanlığı öldürmüş gibi günah kazanırsınız. Bedeli çok ağırdır. Tetiği çeken parmaktan, tetiği çekmeye zorlayana kadar hepsi aynı günahı alır. Ödemesi ise çok zordur. Çünkü sadece öldüren suçludur. Ölenin suçu, söylediği söz kadardır. Bir söz söylememesine veya karışmamasına rağmen birisini öldürürseniz, masum bir kişiyi öldürmüş olursunuz. Bu nedenle cehenneme gitmek kaçınılmaz olabilir. Çünkü CAN HAKKI, en büyük KUL HAKLARINDANDIR. Öldürülen affetmezse, direk cehennem kapısı açılır ve kaçınılmazdır. şeytan kulun birine diğerini öldürtür ve davayı devam ettirmek için diğer taraftan birini de o suça bulaştırır. şeytana uyanın ise hali çok kötü olur. Kan davalarının tamamı artık bitmelidir. Bunu bitirmemekte direten ve TÖRE adı altına saklanan insanlar, cehennemde o TÖRENİN bedelini yanarak öderler. Çünkü TÖRE adalet sağlamıyorsa eğer, yerin dibine batmalıdır. Adalet masumların ölümünü onaylamaz. Töre cinayetlerinin tamamı aynı kapsamdadır. Üstelik cezası az diye, sülaleden bir çocuk kandırılır ve silah çocuğun eline verilir. Bedelini ise, o silahı o çocuğa verenler öder. Öldüren büyük bedel öder. TÖRE adı altında işlenen cinayetlerin büyük çoğunluğu toprak kavgasından kaynaklanmaktadır. Diğerlerinin çoğu ise para kavgası. Sadece suçu işleyenin ödemesi gereken bedel, kanunlar tarafından verilmelidir. Suçu işleyenin ailesi veya sülalesi ise, suçtan sorumlu olamaz. Çünkü suç bireyseldir. Töre karar alırken şu cümleyi dikkate almalıdır, "Sizin çocuğunuz, sizden izin almadan birini öldürse ve karşı taraf sizi suçlasa ne hissederdiniz?". Töreleriniz adaletten şaşmasın. Amin. Allah-u Ekber!

KÖLE VE CARİYELER / ANNELERİMİZ

Bir insanı köle veya cariye yapmak... Resulullah (SAV) özellikle durmadan vurgu yaptı, AZAT edin dedi. Fakat ne kadar dinlendi SÖZ'ü bilinmez. Düşünün ki herbiri bir ruh taşıyor ve ayrı bir dünyası var. Bu dünyada köle yapıldılar ama zannetmeyin ki, köle yapanlar diğer tarafta onların EFENDİ'leri. Tam tersi onlar orada EFENDİ. Rabbimiz onlara dedi ki, sahibinizin sözünden çıkmayın. Köle yaptılar ama sabredinde sonunu görün kimmiş sizi köle yapan. Filmin sonunu izleyin.

Arabistanda kölelik henüz bitmiş değil. Mesela babanız Suudi Arabistan'a gitti ve siz orada doğdunuz. Asla oranın vatandaşı olamıyorsunuz. Oturma izni veya çalışma izni için KEFİL sistemi var. Bir arabın size kefil olması lazım. Kefillik ise parayla. Oraya çalışmaya gidenlere araplar kefil olur ve çalışanın parasının çoğunu her ay alır. Başka türlü kefil olmaz size ve orada çalışamazsınız. Her ay şu kadar ödersen KEFİL olurum der. KEFİL bulamazsanız babanızın memleketine gitmeniz lazım. Fakat orada doğup büyüyen insan nasıl gitsin? Babası yüzünden Arabistanda KÖLE. Allah rızası için kefil olan sayısı ise bir avuç. Bildiğimiz KÖLELİK sisteminin adı değişmiş sadece. 1400 seneyi geçti, fakat hala düzelmediler. Günahları satarak bugüne kadar geldiler (petrol). Bundan sonra işleri çok zor!

Cariyeler ile evlenmeden cima yapmak nerede yazıyor bilen var mı? Ortalıkta, sanki Osmanlı Padişahları cariyeleri almışta evlenmeden cima etmiş gibi sözler geziniyor. Yalanlara inanmayın. İllüminati denilen aşağılık örgütün, ecdadınızı binbir türlü yalanla karalamasına izin vermeyin. Dünya'nın kalbini karartan o virüs insanlar, bunu çokça kez yaptılar, inanmayın!

Birde önemli hatırlatma; Resulullah (SAV), Hz. Hatice ve Hz. Ayşe annelerimizle evlendi, kesin olarak biliyoruz. Kalanına ahiretten sonraki durumu görmeden ANNE yakıştırmasını yapmayın. Siyasi evlilikleri, sadece gözkulak olmak amacı ile yapmış olduğu evlilikleri ve sahip çıkmak için yaptığı evlilikleri, sakın ANNE statüsüne sokmayın. Görmeden konuşmayın! Mü'min'lere ANNE olmak kolay değil. Hz. Hatice olmak kolay değil, Hz. Meryem olmak kolay değil. İyice abartıldı çünkü. O'nun eşleri kim orada öğrenir ANNE dersiniz, burada dikkat. Peygamber'likten önce her yıl mağarada bir ay geçiren Resulullah (SAV)'e her gün yemek ve su taşıyan kadın sizin ANNE'niz. Peygamber'lik yok, hiçbirşey yok, SEVGİ'yi düşünün! O dağa çıkıp; yemek ve su taşıyor. Bir diğeri Hz. Meryem; öyle bir kadın ki, neredeyse bir ömür boyu kalp rahatsızlığı çekiyor (ağır bir kalp rahatsızlığı, her gününü mahveden) ve YALNIZ. İşittiği o kadar iftiraya rağmen dimdik ayakta. Boşuna MERYEM ANA değil adı, öyle birisi, haberiniz olsun.

EMEK / MUCİZE / TAHTA

Eğer bir işi EMEK vererek yaparsanız çok iyisi olur, önce EMEK verir ve sonra DUA ile tamamlarsanız en iyisi olur. Direk dua ile sorar, öğrenir ve yaparsanız ortalama olur. Aklınızda olsun, emeksiz en iyiye ulaşılmaz. Çünkü EMEK EN BÜYÜK DUA'dır. "EMEK", O'nun adı.

Rabbimiz, MUCİZE dediklerinizi, ister kendisi yapar, ister meleklerine yaptırır, isterse bir kuluna... Siz; kendi gözünüzle gördüğünüz ve yaşadığınız bedeninize bir bakın. Onda ki mucizeleri göremiyorsanız eğer, Rabbimiz gökten sofra indirir, büyüğüne inanmadı belki küçüğüne inanır diye. Ya da, bir asa ile yutturur bütün sihirleri. Bedendeki ve doğadaki koskoca mucizeleri göremedi; belki tahtadaki mucizeyi görür diye. Koskoca kainatı, galaksileri, yıldızları, gezegenleri göremedi, belki TAHTAYI görür diye. Tahtayı yılana çevirir (sanki hiç yılan görmemiş ahali), herkes şaşkın (WOOOW). Çamuru (pişmiş zeytin) insana çeviriyor mucize değil, TAHTA MUCİZE...

Tahta deyip geçmeyin. Tahta son element. Vallahi öyle. Bir tahtanın içindeki havayı ve suyu çıkarın, geriye tek bir madde kalır. Kimi kısmı yoğun, kimi kısmı gevşek, enerjisiz ve yok olmaya hazır, "SON ELEMENT" (Rengi elementin tahta üzerindeki sıklığına göre değişir).

CENAB-I ALLAH'IN GÖZYAŞI

Cenab-ı Allah kullarının kalbine bakar ve kullarının durumuna göre; üzülür, sevinir, kırılır vs. Bunun sonucunda O'da ağlar. Evet sizler gibi O'da ağlar. Bazende aşktan ağlar. Öyle kolay kolay ağlamaz, O'nu aşktan ağlatmayı başarmak için Resulullah (SAV) gibi bir aşık lazım.

Ağladığında bir parçası GÖZYAŞI olur. Bildiniz, Hidrojen O'nun GÖZYAŞI. O kadar yoğundur ki, bir zerresi ile bir kainat içinde her tarafı madde doldurur. Yarattıklarının çoğu GÖZYAŞI'ndan veya küllerinden. Eğer birisi O'nu ağlatırsa veya kendisi GÖZYAŞI'nı bir kuluna verirse; Der ki; "kulum hayal etsin". Ne hayal ederse kul, onu yaratır... Gözyaşından.

Eğer GÖZYAŞI aktıktan sonra yaratmak için kullanılmaz ise, ısınır ve başka bir maddeye dönüşür. Hidrojenden sonraki maddelerin ağırlıklarına bakın ve herbirinin O'nun isminin bir tecellisi olduğunu görün. Çok ağlamayın ki, O'nu ağlatmayın. Kalbinize bakıyor...

ZEMZEM SUYU

Rabbimiz belki zerreden de ufak bir parça gözyaşını öyle bir yere koymuş ki; Oksijen ile buluşunca SAF SU oluyor. Toprak içinden geçerek, mineralleri kendisine katıyor ve bitmiyor. Bitermi o hiç... Eyyüb (A.S.), saf su ile yıkanınca bütün hastalıklar uçtu gitti. Hastalıklar ya günahlardan yada bulaşmış olan şeytanın ruhundan ileri gelir.

Normalde Cenab-ı Allah'ın yaratmış olduğu hastalıklar üç günü geçmiyor.

İNS VE CİN NE MANAYA GELİR?

İns'teki: "İ" harfi, Hüzünlü Aşkı; "NUN" harfi, Kalp ve Ruhu; "SİN" harfide, kendisinden 2 sepet içinde, 4 tane çocuk olduğunu gösterir. Cindeki: "CİM" harfi, havada gitmeyi; "İ" harfi, Hüzünlü Aşkı; "NUN" harfi, Kalp ve Ruhu gösterir. Ledün ilmine göre "SİN" harfine 4'lü gösterimde bakınız ve "CİM" harfine bakınız. İnsteki 4 çocuk, 2 sepette ikiz olarak duruyor. Cennetteki huriler, o "SİN" harfinden ileri geliyor.

GÖZ

Eğer gözleriniz iyi görsün istiyorsanız haramdan uzak tutun. Günahlar boşaltım sistemi ile atılır (ruhun kötü kısmı). Bir kısmıda tuz içinde vücuttan atılır. Çok ağlarsanız gözlerde tuz birikmez ve çok net görürsünüz (bayanlar çok ağladığı için, erkeklerden çok çok fazla net görür, ondan dolayı detaycıdır). Gözünüzdeki tuz tabakasını eritirseniz de, net görürsünüz ve gördüğünüz netlik sizi şoka sokar. Önceden görmüyormuşum dersiniz.

Gözlerdeki bozuklukların tamiri aynı anda iki gözünde iki farklı noktaya bakma çalışması sonucu düzelir. Karşınıza yanyana iki noktayı alın. Bir gözünüzle birine, diğer gözünüz ile diğerine bakmaya çalışın. Uzun süre devam edin. Gözleriniz sıfırlanır (balans ayarı), yani bozukluk kalmaz. Nokta bulamayan burnunun her iki tarafınıda görmeye çalışsın (secdede yaptığınız budur). Noktalara bakmaya çalışırken tuzunda bir kısmı erir ve göze acı vererek, gözyaşı olarak dışarı çıkar. Çok faydalıdır, sık sık yapın. Gözdeki tuz erimezse; virüs ülke insanları gibi pörtlek olur, günahlar birikir ve göz dışarı bombe yapar. Başka kimlerin gözü dışarı doğru bombelidir? Şokta olanların.

Anne AŞIK ise, çocuğun gözü buğulu olur. Baba AŞIK ise çocuğun gözleri CAM GİBİ net olur. Tabi ki; aşk var iken çocuk olursa.

KÜRTAJ

Kürtaj yapanların vay haline, ahirette o çocuklar herhalde baba, annenin yüzüne bakmaz. Onlar İNSAN. Ruh üflendikten sonra herşeyi kaydeder. Canlıyı öldürüyorsunuz ve kendi evladınızı. "Kendi kararım kime ne?" dersiniz. Rabbimiz alır sizi ateşin içine "BENİM KARARIM KİME NE?" der. Dersiniz ki yasa da serbest idi. Der ki "BENİM YASALARIMDA SERBEST DEĞİL". Cahiliye devrinde çocuklarını diri diri gömenlerden farkınız yok. 1500 yıl geçti ama cahiliye devri bitmedi. Cahiliye arapları ile hiç fark yok.

ŞOK DURUMU

Sakın televizyonda yayınlamayın. Otistik çocukları bir çıkmaza sokarsınız. Yayınlarda otistik çocuklara dinletirseniz, onların bir daha düzelmemelerine sebep olabilirsiniz. Bir nefs (beden) korktuğu zaman kendini şoka sokar. Şoka girmiş bedenin RUH ile bağları kopar (ana ruh ile). Tekrar bağlamak için ya tekrar bir şok durumunda Allah-u Ekber demelidir, yada daha sonra tekrar tekrar söyleyerek ruha aynı şok büyüklüğünde Allah-u Ekber'i yazmalıdır. Yoksa ruh ve nefs birbirine bağlanmaz (madde ve ruh bağlantısı ile alakalı bir durum). Ruhu bedene bağlamanın yolu budur.

Otistik çocuklar zeka özürlü değildir. Doğumda beyne giden kan bir anlık kesilir ve çocuk şoka girer; veya küçük yaşta korkar ve şoka girer. Şokta olanların yaşadıkları ana ruha kaydolmaz bu nedenle çocuk gibidirler. Ruh olmayınca insan ne hale gelir, otistik çocuklardan görebilirsiniz. Yalnızca nefs, yani beden.

Şoktaki bir insanın ruhu durumun farkında ise (büyük yaşta şok; herşeyin farkında fakat beden kendi kontrolünde değil); büyük bir korku veya heyecan yaşayarak Allah-u Ekber der ise nefse bağlanır. İki yol, ya nefs Allah-u Ekber diyecek ya da ruh. Sayın Türkan Sabancı'nın oğlu görünüşe göre aynı zamanda sağır (kendisine Selam olsun, affına sığınarak ismi yazıldı, aynı durumda birçok kişi mevcut ve kendisi yardımcı olabilir). Şoktaki insanın ruhu durumu anlarsa ağlar durur, fakat bedeni kullanamaz. Bunun yoluda Rabbimize sormaktır. Eğer şoka girdiniz ve bedeni kullanamıyorsanız (Ruh çıkınca devreden, nefs otistik çocuklardaki gibi olur. Ruhsuz o kadar), direk ruh olarak Cenab-ı Allah'a sorun ve O'ndan yardım isteyin. Her sorunuza anında cevap verir. Tam olarak işitirsiniz. Örnek Soru: "Ya Rabbi sanırım şoktayım, bedenimi kullanamıyorum, bana yardım et, kurtar beni bu durumdan.". İstemezseniz olmaz.

Otistik bir çocuğu düzeltmenin örnek yolu: Mesela yanında hiç çaktırmadan bir yılan türünden bahsedin (arkadaşınızla konuşurken kendisine tam işittirin), ısırınca direk öldürüyormuş diyin. Öyle bir anlatın ki, otistik çocuğun nefsi tam anlasın. Kendinizde öyle rol yapın ki, korkuyormuş gibi. Ama Allah-u Ekber diyince birşey olmuyormuş diyin. Yılan Allah-u Ekber'i işitince kaçıyormuş diyin. Nefsine Allah-u Ekber'i ezberletin. Daha sonra bahsettiğiniz yılanı karşısına çaktırmadan koyun, veya benzeri bir yılanla kontrollü olarak başbaşa bırakın. Nefs kendini korumak için büyük bir korku ile Allah-u Ekber der ve ana ruha anında bağlanır. Beyindeki bütün bilgiler anında ruha yazılır. Artık otistik değildir! Ve gözler geri yerine çekilir. (Gözler kalbin aynasıdır ve ruha direk yazar, dikkatli olun, gözlerinizi koruyun. Çünkü gözler ruhun kalp kısmına direk yazar).

Bazı insanlar ne yaptığını bilmeden kamera şakaları hazırlarlar. İnsanları korkutmaya veya ŞOK haline sokmaya çok meraklı olan bu insanlar, aslında karşılarındaki insanın hayatını silmektedirler. Çünkü şoka giren insan, girdiği şok büyüklüğünde ruhunu bedeninden ayırmıştır. Eğer o an Allah-u Ekber demezse, ruhu çok büyük yara alır ve nefsine köle olur. Eğer bedeninde şeytan var ise, şeytan bu durumu fırsat bilerek şok halinde kulluğu silme çalışması yapar. Bol bol BEN dedirtir ve kibrini okşar. Şok durumunda insanlara çok dikkatli yaklaşmak lazımdır. Çünkü şok durumunda, şokta olan ruhtur ve hitap ettiğiniz kişinin nefsidir. Nefste ise komutlar ters işler. Şok durumunda olan bir insana şu şekilde cümle kurunuz; "Aman ha, Allah-u Ekber dersen küserler, niye demiyorsa...". Üslup komut şeklinde değil, normal konuşma şeklinde olmalıdır. Mesela savaşta düşmanın attığı bomba sonucu şoka giren asker, düşman mevzilerine doğru koşmaktadır. Komutan arkadan bağırır, "evladım koşma o tarafa, bu tarafa gel". Bunu işiten adam şokta olduğu için tam tersini yapar ve düşman mevzisine koşar... Mesela hekimin biri yaşlı amcaya der ki, sigara içersen ölürsün, artık içme. Yerine alaylı bir üslupla, "amca bak bu ciğerlerin, şurası sağlam gibi. Bol bol sigara iç ve ciğerlerinin tamamı sağlamlaşsın. Bu hızla 2 ayda ölmezsin.". Eğer ruh ile dinliyorsa, "hekim dalga geçti benimle" der. Eğer nefs dinliyorsa, "içersem 2 ayda mevta olacağım" der. Üslupta "sakın" kelimesi kullanılmamalıdır. Bu defa nefs düz anlar. Üslup hafif alaylı olmalıdır, ciddi olmamalıdır. Böylece mesaj hem nefse, hem de ruha hitap eder. Eğer tam anladıysanız, okullarda öğretim metotlarının ne kadar yanlış olduğunu farketmişsinizdir. Her yaşa farklı bir metotla eğitim gerekir...

Nefste (bedende) ise komutlar ters işler. Düz işleseydi eğer, bütün bilgiler anında ruha yazılırdı. Çöple dolu ruh olurdu. Sadece konunun özünü aktarabilmek için öyle yaratmış YARADAN! Bu nedele nefs, dediğinizin nerede ise tersini yapar. Ruh olmadan zeka seviyesi o kadardır. Deccaliyet (İllüminati) denilen aşağılık örgüt; insanları büyük kaoslar ve patlamalar sonucu korkuya sokar ve bütün televizyonlarda aynı sözü çevirir "Müslüman olun". Korkmuş olan nefsler bunu tam ters algılar ve islamdan uzaklaşır. Bütün numaraları böyle, dikkatli olun. Bizde ki "Doğan, Doğuş, Ciner" vs. medya grupları illüminatinin uzantıları. Tamamı masonik ve insanlığı bitirmeye odaklı, şeytanın askerleri. Medyayı bu nedenle elinde tutar DECCALİYET (İllüminati, Masonluk, Rotaryenlik, Lionluk, Siyonizm, Virüs ülke).

KULAK

Ruhta kayıtlı olan ses frekansı ne ise, sesiniz odur. Konunun ses teleri ile hiçbir alakası yoktur. Yaşadıklarınız sonucu karakteriniz olgunlaşır ve sesiniz buna göre bir frekansa kavuşur. Kelimelere yaptığınız vurgular tamamen ruh ile alakalıdır. Mesela çoşkun bir ruha sahip insanların kelimelere yaptıkları vurgu, diğerlerinden farklıdır. Hüzünlü bir ruha sahip iseniz, daha kısık bir sesle konuşursunuz. Çünkü ruha işlenen frekans, yaşadıklarınızın bütünüdür. Bu bütün ruhunuzda sesinizin rengini/frenkansını ortaya çıkarır.

Eğer canınız müzik dinlemek istiyorsa, bir girişimci kulak yapsın. Bildiğimiz kulağımıza benzeyen bir alet (iki el büyüklüğünde). Doğadaki sesleri bir duyursun bakalım müzik nasıl oluyormuş. Ne tarafa çevirseniz ayrı bir melodi, ayrı bir güzellik. AŞK'IN 8 temel sesi şu harflerdir: A, E, I, İ, O, U, Ü.

Mesela: Ruhu dinlemenin en basit yolu o an aklınıza düşen fikirler ve bundan daha ötesi hislerdir. Bir şarkı için klip çekiyorsunuz. Birçok insan klipleri aylarca sürebilecek çalışmalar sonucunda hazırlar. Fakat bunun en basit yolu ruhu dinlemektir. Eğer yapacağınız çalışma güzel ise ve ruha hitap ediyorsa, ruhun size tarif ettiğini yapmalısınız. Cenab-ı Allah'ın ruhu her yerdedir ve size tarif eder. Mesela şarkı sözlerinde hayal geçen yerde denizi izleyen bir insanı hayal ettirir, siz kendinizden sanırsınız. Şarkıyı söylerken hissetmeniz ve ruhunuzun o anki tınısını mırıldanmanız gerekir. Ruh size makamını ve tonlamayı harfiyen söyler. Eğer yaptığınız iş Cenab-ı Allah'ın hoşuna giderse, daha fazla yardım görürsünüz. Yapılacak işler eğer umuma açık olacaksa, ebedi hayatta eşinizi kıskandırmayacak şekilde olmalıdır. Ruh ile yapılan iş, insanları o işin ruhuna sürükler ve mutlaka başarıya ulaştırır. Eğer bir işe ruhu yansıtmışsanız, insanlar konuştuğunuz dili anlamasa bile anlatmak istediğinizi anlarlar. İkinci bir örnek: Görsel ağırlıklı bir tema işleyecekseniz, odak noktasında olmayan insanların görüntüsü mümkün olduğu kadar arka planda olmalıdır. Odak noktasında tema olmalıdır. Örneğin bez bebekleri herkes sever, ama insana birebir benzeyen bir bebekler pek tercih edilmez. Çünkü ruhu yansıtmaz. En güzel yol, konuya odaklı ruhu dinleyerek görsel temalar hazırlamaktır.

HAYVAN NASIL KESİLİR?

Mümkün olduğunca el sürmeden... İki keskin bıçak bir ele alınır ve makas gibi tutulur. Hayvan kıbleye doğru yatırılır. Bismillahi Allah-u Ekber dedikten sonra, hayvanın boynunun iki tarafından şah damarları tek el ile aynı anda kesilir (Ayrı ayrı değil, aynı anda kesim). Gırtlak kesilmez. Hayvanın canı hiç yanmaz, acı çekmez, vücudundaki bütün kan boşalır. Sinirler kasılmaz ve et sert olmaz. Dinlendirmeye hiç gerek yoktur (Kasaplar genelde 1 gün dinlendirir, ama bu kesimde gerek yoktur). Hatta hemen yerseniz tadı çok daha güzel olur. Elektroşokla kesim, hayvana eziyettir ve etin tadını çok bozar. Sakın yapmayın. Gırtlağı kesmediğiniz için hayvan nefes alır ve kanın tamamını damarlardan boşaltır. Olduğu yerde derisini yüzün ve "el sürmeyin"! Plastik eldiven kullanın. El Sürmek Yasak Olsun, hükümetimizden yeni yasa bekliyoruz, şaka değil.

Balıkları yakaladıktan sonra hemen öldürmeyiniz. Canlı olarak pişirilecekleri zamana kadar bekletiniz. Pişireceğiniz zaman sudan çıkarınız ve solungacın altındaki ince yeri bıçakla kesiniz (Bismillahi Allah-u Ekber diyerek). Daha sonra 2 dk bekleyiniz balık ölecektir. Kafasını tam kesmediniz, sadece solungaç altındaki ince kısmı. Balığı pişirirken kafası dahil pişiriniz veya öldükten sonra bir miktar bekleyip kafasını kesiniz. Böylece balığın solungaçlarında bulunan kan vücuduna dönemez ve çok lezzetli olur. Balıkları pişirdikten sonra 2 dk soğutup servis yapınız. Balıklarda acı çeker!

YİYECEKLER, STATİK ELEKTRİK

Bir meyve veya sebzeyi dalından kopardıktan sonra hemen tüketirseniz maksimum tat alırsınız.

Altın öneriler;

* Eğer meyve ve sebzeleri toplarken elinizle tutarsanız, statik elektrik geçer ve tadı yarıya iner. Dalından/sapından tutunuz!
* Eğer ikinci kişi elini sürerse, tadı birkez daha yarıya iner. El sürmeyin!
* Eğer sebze meyveyi doğrayan elini sürerse, tadı birkez daha yarıya iner. El sürmeyin!
* Eğer yiyen elini sürerse, tadı birkez daha yarıya iner. El sürmeyin!
* Eğer metal kaşık ve kap kullanırsanız, tadı birkez daha yarıya iner. El sürmeyin!
* Eğer yemeği yapan kişinin günahları çok ise tadı günahları oranında azalır. Yemeyin!
* El sürmeden toplanan, hazırlanan, pişirilen ve 2 saat içinde tüketilen sebze ve meyvelerin tadı maksimumdur.
* Toprak kap, tahta kaşık en güzel çözümdür. Meyveleri kendi yaprakları ile tutarak yiyin.
* Sebze, meyve el ile ovalayarak yıkanmaz. Dalındaki sebze, meyveye esen rüzgarlar tozu bulaştırır ve yağan yağmur gözeneklere doldurur (Bu meyvenin bozulmasını önler). Fakat yıkarken insanlar mahveder. Yıkanacak sebze meyve, soğuk su içine konur ve bekletilir. Toprak ve tozlar yumuşar, daha sonra silkeleyerek yıkanır. Tertemiz olur!

GÜZELLİK

Cildinizin güzel olmasını istiyorsanız. Önce güzel olmasını istediğiniz bölgeyi ısıtın ve deri gözenekleri açılsın. Zeytinyağı'nı o bölgeye yedirin. Daha sonra, hemen soğuk suya tutun ve deri gözenekleri hızlıca kapansın. Parıl parıl olursunuz. Türkmenistanda parıl parıl olan atları gördünüz mü? Sırrı Zeytinyağı (Yemlerine katınca da olur). Kur'anda neden zeytin ve zeytinyağı üzerinde bu kadar duruluyor? Hz. Adem ve Hz. Havva'nın yaratıldığı kurumuş balçık zeytin idi! Zeytin haşlanırsa balçık gibi olur.

Daha güzel olmak için, Elma yiyin. Fakat anlatılan şekilde yıkayın. Soymadan yiyin. Elmayı bitirdikten sonra, en sona; çekirdeklerini de yiyin (sırrı çekirdekte, çekirdek en sona yenmeli)! Not: şeytan vücuttan temizlendikten sonra elma yemeye başlayın, elma ile hemen çoğalıyor. Biraz sabredin.

Burda güzel olsanız da, ahirette güzel olabilmek için ruh güzelliği lazım. Ne kadar SEVAP, o kadar GÜZELLİK. Hem de ebedi. Bütün vücudunuz ona göre şekil alacak, haberiniz olsun. Yüzler var ki, o gün PARLAR (Tesettürlü bacılar kıs kıs güldü). Güzelliğe bakarak evlenmeyin, imanına bakın, ebedi en güzelini alın.

Güzelleşmek için ibadet ederseniz, Rabbimiz bunu bilir. O'nu kandırmak imkansız. İnsan kendini kandırmadan ibadet etmeli. Bazen bir çocuğu gülümsetmek, binlerce yıl ibadetten daha çok sevap kazandırabilir. Fakat bunu bilmeden yapmalısınız, yani olduğunuz gibi olmalısınız. Farkında olmadan, kendiniz iken, sevap kazanma amacı gütmeden yapmış olduğunuz ibadetlerin sevabı çok daha fazla olur.

Soru: Kocam yüzüme bakmıyor. Evlendikten sonra birkaç yıl içinde soğudu.
Cevap: Belkide bakıyor fakat göremiyordur. Malum, 30 yaşı bulmuyor şişman olması hanımların. Eşlerinize resmen eziyet, görüntü eziyeti. Fakat bunda erkeklerin de suçu var. Çünkü evlerin birbirine yakın olması sebebi ile, komşular birbirine gidip gelirken fazla yürümüyor. Birde eşini eve hapsetmiş, hiç gezdirmeyen kocalar var. Bu nedenlerden dolayı kadınlar evde oturmaktan kilo alıyorlar. Kadınları eve hapsedenler ve eşlerini hiç gezdirmeyenler, acaba bir ruhu hapsettiklerinin farkındalar mı? Temiz havada yeterince yürümezseniz, yediklerinizi yakamazsınız. Eğer parmak uçlarınıza kalkar ve topuklarınızı tekrar indirirseniz, yürümüş olursunuz. Bunu günde 10 dk ara vermeden yaparsanız, 10 dk yürümüş olursunuz olduğunuz yerde (topuklu ayakkabıya gerek kalmadı). Eğer parmak üzerinde yürürseniz, koşmuş olursunuz. Bütün bunları ev içinde yapabilirsiniz. Vücut parmak uçlarınız üzerine kalktığında yürüdüğünü sanır, eğer parmak uçlarında yürürseniz koştuğunuzu sanır. Erinirseniz, yürümediğiniz için kilo alırsınız.

Bir noktaya daha dikkat etmekte fayda var; o kadar çok çeşit var iken, çok fazla hamurişi yemeleri kendilerinin çok kilolu olmasına yol açıyor. Meyve ve sebze çeşidi yeterince bol.
Formül: Soğan her zaman işe yarar. Bir baş soğanı soyun, altını ve üstünü kesin. Ardından tencerenin ortasına koyun ve üstüne zeytinyağı dökün. Sonra yemeği o soğanla pişirin. Kilo aldırmaz. Soğan ters konulmalıdır (ucu yukarı bakacak şekilde ve doğranmadan).

Soru: Yemeklerimiz hemen bozuluyor. Buzdolabıda fayda etmiyor.
Cevap: Yemeklerin bozulması normal bir kimyasal olaydır. Kendinizi üzmeyin.
Formül: Yemeğinizi ağzı kapalı kapta ve buzdolabında saklayın. Eğer kapağı kapalı olurda, buzdolabına koymadan önce üstüne iki damla zeytinyağı damlatırsanız, iki sene bozulmadan bekler. Kapağı açarsanız gazı kaçar, iki damla daha damlatın. Kapak hava almayacak!

Soru: Bazen öyle oluyor ki, ekmekler küflenip çöpe atılıyor.
Cevap: Çöpe atılan ekmeklerle aç olan bütün insanların doyabileceğini biliyor muydunuz?. Çöpe atmayın yazıktır.
Formül: Ekmeklerinizi bayatlamaya başladıkları anda buzdolabına alın. Eğer uzun bekleyecekse derin dondurucuya alın. Bozulmadan bekler. Mutlaka poşette asılı olması gerekmiyor. Ekmekte nimet, buzdolabına konulabilir.

Soru: Banyoya girdiğimde iki saat çıkamıyorum. Önce sıcak su, sonra şampuan, ovala ovala kir çıkıyor, uzun sürüyor, kısa yolu yok mu?.
Cevap: Banyoya giriniz, kirleri yumuşatmak üzere sıcak su kullanınız, şampuanı bedeninize sürünüz. Sonra bedeninizi titreştiriniz, ayakta olursa daha rahat olur. Deri gözeneklerindeki bütün kirler dışarı çıkar (ovalayınca deriden içeri kaçar. Meyve yıkama anlatıldı, aynı onun gibi). Sonra durulanın. Sıhhatler olsun!

Soru: Anne sütü dördüzlerime yetmiyor. Doktor dedi ki; "ikiz bebeğe bile yetmez, keçi sütü içir".
Cevap: Hepsine bölerseniz yeter. Keçi sütü bebeği inatçı yapabilir, demedi demeyin (şaka idi). Çocuk her ağladığında yemek istemiyor. Eğer dördüz bebeğiniz oldu ise, kiloları diğer bebeklere göre azdır. Yiyecekleride diğer bebeklere göre az olur. Eğer fazladan süt verecekseniz, pastörize olmayan sütü kendiniz kaynatıp ılıttıktan sonra içirin.

Soru: Hamile iken almış olduğum kilolardan nasıl kurtulurum.
Cevap: Az yiyin!

Soru: Kocama daha güzel nasıl görünürüm?
Cevap: Kolayı var. Kocanızın yaptığı işi sorun. Erkeklerin beyni düz işler ve gözleri bayanların ki kadar net değildir. Bayanlar en karmaşık şekilde düşünür, düz düşünemez. Eşinizin işinde çözemediği karmaşık problemleri size anlatmasını tavsiye edin. Göreceksiniz eşiniz sizi çok sevecek ve çok güzel görecek. Çünkü bütün karmaşık problemleri bir çırpıda çözdünüz. En güzel görünen sizsiniz.

Soru: Ayaklarımın tabanı çatlıyor ve ne kullanırsam kullanayım düzelmiyor.
Cevap: Ayak topuklarındaki çatlamanın sebebi, orada bulunan derinin içine kan gitmemesidir. Kan gitmeyince deri ölür ve ayak topuklarınız çatlar. Bu hiç hoş bir görüntü değildir. Eğer topuklu ayakkabı giyerseniz, üstüne birde sakatlanma riski taşırsınız. Ayakkabılarınız, insanın doğal haline uygun olmalıdır. Yüksek olmamalıdır ve topuklu olmamalıdır. Ayakkabınızın altına fakat arka tarafına yumuşak bir bez veya pamuk koymayı adet edininiz. Fakat bu pamuk belli aralıklarla değiştirilmelidir. Bu pamuk terleyen ayaklarınızın terini emer ve bir süre sonra sertleşir. Bu ter emilmezse, tuzlu olduğu için ayağınızı tahriş eder ve ayaklarınız çatlar. Eğer topuklu ayakkabı giyerseniz, ayaklarınız aşağı doğru eğik olduğu için sürtünme meydana gelir ve terleyen ayaklarınızın çatlamasına sebep olur.

Soru: Ben çalışıyorum, eşimde çalışıyor. Para biriktirip ev alacağız. O evde daha güzel olur muyum?
Cevap: Bir bayanın çalışması kendisine eziyettir. Hergün evden çıkıp işe giderek aynı eziyeti ve stress'i çekmek bayana göre değil. Aile hayatının köküne dinamit koyanda bu, bayanların anne olmaktan kaçması. Bütün güzelliği, o stress ile kısa sürede heba olur gider.

Soru: Anne olmak zor mudur?
Cevap: Hayır, sağlıklı her bayan anne olabilir. Çok kolay. Bazı bayanların yumurtaları, çok fazla ve sık adet görmesinden dolayı kısa sürede biter. Fakat yumurtalıklar aşağıdaki şekilde gösterildiği gibidir. Kalan yumurtaların üstü açılınca sizde anne olabilirsiniz.

İki veya daha fazla çocuk bekleyen anneler; hamilelik sürecinde sırtüstü yatmazlarsa veya öne çok eğilirlerse, bebekler içeride ters döner. Bu nedenle çok dikkatli olmak zorundadırlar. Ters dönmüş bebek, annenin ayaklarından tutarak yukarı kaldırmak suretiyle düz pozisyona getirilir. Doktorlar kontrollü olarak amuda kaldırır gibi yukarı kaldırırsa, ters doğum engellenir.

Yumurtalık

KALP PROBLEMLERİ

Her ilacı içmeden ve yapmadan önce şu duayı etmek gerekir: "Bismillahirrahmanirrahim. Allah-u Ekber. Allah'ım bu ilacı hastalığıma şifa eyle. Amin. Elhamdülillahirabbilalemin". Kalp krizi esnasında göğüste şiddetli ağrı oluşur. bu ağrı kalpten göğüse yayılır. Hiç korkmayınız ve aşağıda yazan adımları takip ediniz. Korkacak birşey yok, çünkü vücudunuzun koruma mekanizması mevcut. Onu devreye sokmaya çalışıyor. Sizi yere yatırmak isteyecekler, sakın yatmayınız veya kanepeye uzanmayınız. Yazıda sebepleri anlatılmıştır.

Kalp krizi geçiriyorsanız ve hemen anladıysanız; ayağa kalkınız ve rüku eder vaziyette kendinizi zorlayarak öksürünüz (Eğer yaşlıysanız ve ayağa kalkamıyorsanız, sandayede oturur vaziyette öksürünüz). Öksürük derin nefes alarak ve ciğerlerin kalbe baskı yapmasını sağlamalı ve böylece kalbin kasılmasına sebep olmalıdır. Her nefeste bir kez ve hızlı öksürülmelidir. Kalp, kriz geçirirken tıkalı damara kan pompalamaya çalışır. Damar tıkalı olduğu için kan gitmemektedir. Kalbin çalışması için tıkanıklık açılmalı veya alternatif bir damar yolu açılmalıdır. Eğer öksürerek kalbinizin kasılmasını sağlarsanız; tıkalı damarınız biraz açılabilir veya alternatif damar açılır. Alternatif damarlar kalbin üzerindeki kılcal salyangoz damarlardır. Bu damarlar kasılma ile genişler ve alternatif kan yolu açılır. Salyangoz damarın açılması, insana acı verir. Fakat korkmayınız, çünkü öksürmeye devam ederseniz salyangoz damar genelde açılır. Böylece uzun bir süre kazanmış olursunuz. Fakat bu süreye güvenmeyiniz, çünkü alternatif damarın ne büyüklükte genişlediğini bilmiyorsunuz. Hekime gitmeniz gerekir. Eğer hekime gitmek için beklemek zorundaysanız, kesinlikle yatağa uzanmamalısınız ve uyumamalısınız. Kalp ayakta farklı, dinlenme halinde farklı atar. Yatarsanız, kalp atışları yavaşlar ve kalp kan pompalayamaz. Çünkü kanınız ince değildir. Kanınızı inceltmek için evde var ise aspirin veya coraspin içebilirsiniz. Fakat sakın limon veya sarımsak yemeyiniz (Limon kanı inceltir fakat tansiyon ile oynar. Sarımsakta tansiyon ile oynar). Tansiyon düşerse, yorgun kalp kanı pompalayamaz. Tansiyon çok düştü ise, birkaç su bardağı kekik çayı tansiyonu yükseltir. Tansiyon, kalp krizi sonrasında biraz yüksek olmalıdır (Doğal olarak zaten öyledir, yeter ki damarı açmadan müdahale ederek düşürmeyin. Damar açma formülündeki nar, tansiyonu tam vaktinde düşürür). İncecik olan damardan geçen kan, tansiyonunuz yüksek olsa dahi beyninize zarar veremez. Kalbin kanı zorlayarak pompalaması ve damarlardan geçirmesi gerekir. Bunun için de, kalbe enerji lazımdır. Kalp salyangoz damarı açarken yorulmuş durumdadır. Yorgun kalbin dinlenirken veya uykuda durma riski çok fazladır. Bir sandalyeye bacaklarınızı azıcık açarak oturabilirsiniz, fakat yatmayınız. Sandalyeye sırtınızı yaslamayınız, çünkü bütün damarlarınızın açık durumda olması gerekir.

Kesinlikle korkmamalısınız, çünkü korku hormonu salgılanır ve kalbinizin ritmi bozulur. Korku veya heyecan sizi öldürebilir. Eğer korktuysanız, kan şekeriniz düşmüş durumdadır ve elleriniz titriyordur. Hemen bir miktar beyaz ekmeği sulandırılmış olarak yiyiniz. Bu kan şekerinizi kısa sürede geçici olarak yükseltir ve ellerinizin titremesini geçirir (Aynı zamanda yemek borusuna hava sıkışması sonucu kalp krizine benzer bir durum var ise, tam çözümünü sağlar). Devamında, bal veya harnup pekmezi içerek kalbinizi güçlendirmeniz gerekir. Bal kanınızın incelmesini ve güçlenmesini sağlar. Harnup pekmezi ise, kısa sürede kanınızın genç hücreler üretmesini sağlar. Önce yarım su bardağı sıcak su ile sulandırılmış bal şerbeti içilir. Ardından yarım su bardağı sulandırılmış harnup pekmezi içilir. 6 saat geçince tekrar aynı işlemler uygulanır (ekmek dahil). Daha sonra tıkalı damarları açmak için aşağıda anlatılan formül uygulanır veya hekime gidilir. Çünkü yalnız başına uygulama fırsatınız olmayabilir. Bazı durumlarda hekime gitmek için vakit gereklidir. Örneğin; köyden şehire ulaşım imkanları kısıtlıdır. Ya da iletişim kanalınız olmadığı için sabahı beklemek zorunda kalmışsınızdır. Bu durumlarda uygulanacak alternatif çözüm yolu, yukarıda tam olarak anlatılmıştır.

Damar tıkanıklığı 40 yaşın üstündeki herkeste mevcuttur. şeytan kanı bulaşmış bütün insanlık bu hastalığa sahiptir. Aşağıda çözümü verilmiştir. Damarlarınızdaki tıkanıklık açılırsa, tansiyonunuz artabilir. Bunun çözümü günde 4 tane kayısı yemektir. Sarımsağa hiç gerek yoktur.

Damar tıkanıklığının çözümü, nar ve kakao. Bir tane Nar'ın suyunu bir bardağa sıkın. Yağı alınmamış kakaoyu veya birkaç tane çikolatayı (şeker hastası iseniz bitter kullanın), biraz sıcak suda eritin (SICAK SU). İkisini karıştırın ve hemen için. Üç saat içinde tamamen tıkalı damarlarınız %15-%20 açılır (tortular gitti). Diyelim ki; damarlarınız %80 tıkalı. Bu demektir ki, tıkanıklığı 4 defada açacaksınız. Çünkü kalbiniz büyüdü (Kalp, damarların yapısına göre büyür ya da küçülür). Önce 1 bardak, 2 ay sonra 1 bardak daha, 2 ay sonra 1 bardak daha, 2 ay sonra 1 bardak daha. Neden öyle yaptık? Çünkü kalp zamanla küçüldü, eski halini aldı. Bir bardağı içtikten sonra ikinci bardak üç gün sonra içilebilir, fakat kalp büyüklüğünü tedavi etmek için 2 aylık periyotlar belirlenmiştir.

Ya damarlardan biri patladıysa? Yani kalbinizde kan damlama hissi varsa: Nar'ın kabuğunu en ince rendede rendeleyin. Sonra ayçiçek yağı içinde, kısık ateşte eze eze pişirin. Kırmızı hale geldi ve tadı iğrenç. Yiyin ve 3 gün sırt üstü yatın. Bir saat içinde kana karışır ve 3 günde ete dönüşür. Tamir olmadıysa, 3 gün sonra bir daha (Çünkü yırtığın uçları ilkinde denk gelmemiş, şimdi denk geldi. Kımıldamadan yatın). Peki uykunuz yoksa? O kabuğu yedikten sonra narkoz verilmiş gibi uyursunuz. Hiç merak etmeyin, narkoz kabuğun içinde (Rabbimiz ALİM, düşünerek yaratmış). 2 ay yırtık damarın olduğu yeri zorlamayın ve gerekirse namazlarınızda kısa süre secde edin.

Kalp kapakçıkları da gitmiş ise: Nar'ın da kapakçığı var. Üstünde testere gibi olan yeri. Onu dibinden daire gibi kesin, birkaç parçaya ayırın ve bir bardak soğuk suya atın. Biraz bekleyin (6 saat), soğuk suda çözündü ve suyun rengi değişti. 3 günde bir yapın için. Daha ilk seferde düzeltir çoğu kapakçık vakasını. Kim ameliyat olmak ister artık?

Tansiyon fırlamasın istiyorsanız, her sabah kayseriye gidin ve 4 tane kayısı yiyin (kim üretirse üretsin, ticaretini yapan onlar). Hem kokmaz, hem de tansiyon tam dengede kalır.

Hiçbir ilaç türüne vücudunuzu alıştırmayın. Daha sonra işe yaramaz hale gelir. Bir ilacı 15 gün kullandıktan sonra; ilaç kulanımı eğer çok acil değilse, 2 ay ara veriniz. Vücudunuz ilaca bağışıklık kazanmasın.

Prof. Dr. İbrahim Adnan Saraçoğlu hocamız, size birçok bitkiyi anlattı, fakat dinlemiyorsunuz. Kendisini takip ederseniz, verdiği bilgilerin çok kıymetli olduğunu anlarsınız. Hemen her konuda bitkilerin faydalarını size bilimsel olarak anlatıyor. Kendisine bir tavsiye; anlattığı ilaçların yapımını videoya çekerse herkes izler. Çünkü insanlar hangi oranlarda karıştıracağını GRAM olarak ölçemiyor.

Bütün hastalıkların ilacı bulunuyor, fakat aşağılık deccaliyet popülasyonu azaltma derdinde. Bu nedenle ilaç bulanları, KASETLER vasıtası ile etkisiz hale getiriyor.

Dipnot: Beyin hücreleri de çoğalır. Formülü açıklanmadı çünkü yanlış kullanımı çok fazla çoğaltıyor. Bu konuda çalışma yapmak isteyen bilim adamları ile paylaşılacaktır.

DAMARLAR NİYE TIKANIR?

şeytan'ın ruhu vücutta yayılırsa damarlar tıkanır. Damarlardaki tortunun ezici çoğunluğu enerjisi bitmiş, taşlaşmaya hazır şeytan kanıdır. Tıkalı damarları açmanın yolu yukarıdaki nar ve kakao formülüdür. NAR bulamazsanız 1 TANE LİMON aynı işlevi görür. Fakat yaşı ilerlemiş hastalar LİMON kullanacaksa tansiyonuna dikkat etsinler. Ya da malatyadan günde 4 tane kayısı siparişi tansiyonunuzu dengeler. şeytan kanı madde halindedir, doğada heryerden bulaşır. Dalakta veya karaciğerde çoğaldığı için, yoketmezseniz doğaya boşaltırsınız ve ölmez (Allah-u Ekber dendikçe ölür. Pozitif enerji, negatif enerjili maddeyi bitirir. Şimdilik bedeninizden atın, kalanı sonra).

KANSER NEDİR VE ÇÖZÜMÜ?

şeytan'ın kanının hücrelerin yapısını bozmasından ötürü meydana gelen hastalıktır. Eğer kanda iyice çoğalırsa kansere sebep olur. Kanserden kurtulmak için domates yemelisiniz. GDO'suz domates yemeye devam ederseniz, kanserli hücreleri parçalar (çiğ yiyeceksiniz). Kanserli hücreleri maddelerinin enerjisi negatif olduğu için hemen tanır.

Kılcal damarlardaki kanserli hücrelere ulaşmak istiyorsanız "NAR ve KAKAO" veya "LİMON ve KAKAO" formülünü kullanınız (damar yollarını açar). Daha sonra domatese devam ediniz.

Kanserli hücreleri bitirdikçe, pekmez (üzüm, harnup) içerseniz eksik hücreler yerine tamamlanır. GDO'suz domates bulmanız zor. Çünkü virüs ülke GDO'suz tohumları neredeyse bitirdi. Amaçlarına ulaştılar.

KAKAO yok ise ÇİKOLATA aynı işlevi görür.

Domates çiğ olarak tüketilmelidir. Pekmez yemeklerden bir süre sonra içilmelidir. Pekmez, azar azar gün içinde içilir (Tek seferde yarım bardağı geçmeyiniz). Formüle kanser bitene kadar ara vermeden devam ediniz (Pekmez'in yan etkilerine katlanınız, içtiğiniz pekmezi hemen tuvalete boşaltmayınız. Çünkü pekmez ishal yapar.).

Kanserli hastaların Allah-u Ekber lafzı ile, Cenab-ı Allah'ı tespih etmeleri kendi yararınadır. Bu bütün hastalıklar için ilaçtır. Çünkü ruh ve madde enerji ile dolarsa, hastalık kalmaz.

AYAKLARIMDA AĞRI VAR YAŞLANDIĞIMI DÜŞÜNÜYORUM

Genelde damar tıkanıklığı buna yol açar. "NAR ve KAKAO" veya "LİMON ve KAKAO" formülünü uygulayınız. Doktorlar nasıl osa alternatif tıp diyerek karşı çıkacaklar. Sanki NAR, KAKAO, DOMATES adamı öldürüyor. Denemeyin sakın diyecekler. Seçim size kalmış. Ya o NAR'ı yiyin yada gidin kendinizi neşter altına atın.

KAKAO yok ise ÇİKOLATA aynı işlevi görür.

BEYİN KANAMASI / İÇ KANAMALAR

Farkındaysanız ve korkmazsanız hiçbirşey olmaz. Hekime gidiniz ve kan inceltici bir ilaç kullanmayınız. İç kanama geçiren hastaların çoğunluğu korkudan ölür. Korkmazlarsa kurtulmak için bol bol vakitleri olacaktır. Hastanın bir an önce sakinleştirilmesi gerekir (Pudra).

Hamileliğin son 3 ayında ve kadınların adet döneminde; eğer cinsel ilişki olursa, İÇ KANAMA RİSKİ çok fazladır. ALLAH KORUSUN, eşinizi veya bebeğinizi öldürebilirsiniz. Bir bayanın, adet döneminde hamile kalması çok düşük ihtimaldir. Fakat eğer hamile kalırsa, bebekte hormon bozukluğuna yol açar ve SORUMLUSU SİZ OLURSUNUZ. Sonrada ağlar durursunuz (Doktorlara sorarsanız, size hangi hormon bozukluğu olduğunu anlatırlar).

KİLOLARIM ÇOK FAZLA

Yalnız değilsiniz. İnsanoğlu çalışmadığı için obez oldu. Biraz gayret ederseniz çözümü basit. Bir sahanda suyu kaynatın ve kaynarken altını iyice kısın. Yiyeceğiniz kadar YUMURTAYI dağıtmadan suya kırın. Piştikten sonra bir tabağa alın. Üstüne YOĞURDUNU bolca doldurun ve MARUL ile yiyin. Bu diyete devam edin çok kısa sürede kilolarınızdan kurtulursunuz. Fakat diyete devam etmek şarttır.

KİLOLARIM ÇOK AZ

Günde 6 tane yumurtayı suyun içine kırmadan normal şekilde (kabuklu) haşlayın, kesinlikle rafadan olmasın. 3 tane yedikten bir süre sonra üstüne 1 bardak pekmez için (üzüm, harnup). 15 günde şişmeye başlarsınız. 3 yumurta sabah, 3 yumurta öğlen ya da ikindide yiyiniz.

YÜRÜME ENGELLİLER NASIL YÜRÜR?

Timsahların omurlarını besleyen kesecikler vardır. Bu keselerin içindeki sıvı OF'LU (Omurilik Felçli) insanlara verilirse, omuriliği tamir eder. OF'lu hastalar da yürür. Omurilik boyunca, kenarlardaki derinin 2 santimetre altından şırınga ile çekilebilir. Fakat hayvana zarar vermemeli ve tamamı alınmamalıdır. Sakın hekim tarafından hazırlanmadan ve onaylanmadan kendiniz denemeyiniz. Çünkü ölüm riski vardır. Yakında ilaçları tamamlanıp, İnşallah bedava hizmetinize sunulacaktır. Yakında = birkaç sene içerisinde. Hepsi sıra ile, lütfen bekleyiniz. Beklemek istemeyen doktorlar hemen çözüm geliştirebilir (Hemoglobin). Lütfen anlayan ve çalışma yapan hekimler, devletleri hariç hiçkimse ile detay paylaşmasın. Lütfen patent almasınlar, insanlığa hizmet olsun. İlaçtan para alınmaz, çünkü insan sağlığı para ile tamir edilmez. İnsanlığa sığmaz!

DİŞLER

Dişlerinizi, bildiğimiz odun külü ile ovalarsanız bembeyaz dişler, sağlıklı gülüşlere sahip olursunuz. Kül bütün pisliği emer. Misvak, fırça yerine güzel çözüm. Dişlerinizi çizmeyecek ve zarar vermeyecek en güzel çözüm, doğal olanıdır. Petrol ürünü olan plastik fırçalar dişlerinize zarar verir. Doğal olmayanı her zaman zarar verir.

Çok çay içiyorsanız ve üstüne su ile ağzınızı çalkalamıyorsanız, dişleriniz sararır. Zamanla bu sarılıklar üst üste birikir ve diş gibi sert hale gelir. Dişiniz ile bütünleşir ve dişinizin bir parçası olurlar. Bu kısımlar uzman diş hekimleri tarafından yontulabilir. Çay, dişleri sarartma konusunda çok başarılıdır.

Mesela bir dişinizi çektirdiniz. Dolgu yapılmasını istemiyorsunuz. Diş hekimine gidiniz ve sağlam olan eşdeğer bir dişinizin kökünden bir parçayı kesip, çektirilen dişin olduğu yere ekmesini söyleyiniz. Hekim bu işi damağınızı biraz keserek yapabilir. Ekilen kök parçası yeniden diş olarak büyür. Ağaçların kökü gibi, dişlerinde kökü vardır ve her parçası ayrı ayrı ekilerek yeni diş çıkması sağlanabilir. Eğer dişinizi çektirirseniz ve kökünün bir ucu sağlam ise, bu kökü diş hekimi çektiği yere ekebilir. Veya dişinizin çürük kısmı tamamen kesilip, sağlam olan kök kısmı olduğu yerde bırakılabilir. Böylece yeni diş büyür ve çekilen dişin yerine yenisi büyür. Bunu bildiği halde; protez diş yapıp para almak için dişi üst tarafından kesmek yerine, tamamını söken diş hekimleri mevcut. Bunlarda kazandıkları parayı, gönül huzuruyla yesinler.

GELİŞİM ÇAĞINDA ŞİŞMANLIK

Şişmanlık, yani obezite çok önemli bir sağlık sorunudur. Bu kitapta değinilecek kısmı, sizlerin bilmediği fakat çözülmesi gereken büyük bir problem hakkında. Bir çocuk gelişim çapında şişman ise büyük bir problem ile karşı karşıyadır. Özellikle çocuk yaşta şişman olanlar bu sorunu ileri yaşlarda hiçkimseye anlatamazlar ve içlerine kapanırlar. Bu çocukların yürek yangınını hiçkimse bilmez. Çünkü bütün hayalleri çocukken bitmiştir.

Bir erkek, çocuk yaşta şişman ise penisine giden damarlar tıkanır ve bu mikro penis hastalığına yol açar. Damarlar tıkanmasa da, şişman kısım penise baskı yapar ve büyümesini engeller. Her toplumda bu oran değişmektedir, fakat günümüz Türkiye'sini örnek alırsak; her bin erkekten beş tanesi bu hastalıkta muzdariptir. Bu çok büyük bir orandır. Bu hastalığa sahip çocuklar sorunlarını hiçkimseye söylemezler. Ailelerinin haberi yoktur, çünkü utanırlar. Bu soruna sahip erkekler, evlenmezler ve türlü bahaneler ile evliliklerini ertelerler. Bu nedenle çok dikkat edilmesi gereken bir konudur. Eğer çocuğunuzun böyle bir durumda olduğunu düşünüyorsanız, sakın kendisine söylemeyiniz. Çözüm yolu çocuğun kendisinin hekime giderek gerekli tedbirleri almasıdır. Hekimin ilk yapması gereken çocuğun tıkalı damarlarını açmak olmalıdır. Çocuğa mutlaka ayarlanabilir ve esnek bir kamış takılmalıdır. Bu kamış TL simgesindeki gibi bir kamış olmalıdır. Yani "L" harfine benzer olmalıdır. Bu sorun ilgilenilmezse çocuğunuzun toplumdan kopmasına sebep olur. Bu tip hastalıklar, tedavi edildikten sonra hastane kayıtlarından silinmelidir. Kesinlikle kaydı tutulmamalıdır.

Bir bayan, çocuk yaşta şişman ise yine damarlarını tıkar ve kuruluğa sebep olur. İleri yaşlarda evlenseler dahi çok büyük problemler ile karşı karşıya kalırlar. Kendileri utangaç oldukları için sorunlara değinilmedi. Fakat sorunlarının erkekten farkı yoktur. Mutlaka tıkalı damarlar açılmalı ve kilolarının verilmesi sağlanmalıdır. Bu probleme sahip bayanlar çok büyük problem yaşarlar ve bunu herkesten gizlerler. Bütün hekimlerin dikkatine yazılmıştır.

Benzeri hastalıkların çözümü için devlet halkını bilgilendirmelidir. Eğer bilgilendirme olmazsa, bu hastalığa sahip insanlar gidecekleri yeri bilmezler ve gizlerler. Bu hastalığa sahip insanların gidebileceği hekimlerin kim olduğunu, bu hastalığa sahip bireyler kolaylıkla öğrenmelidir ve özellikle internet üzerinden bir haberleşme hattı kurulmalıdır. Böylece hasta direk hekim ile konuşur ve hekime başvuru yapması sağlanır. Bu işi aileler çözmeye kalkarsa, hastanın üzülmesine ve toplumdan soyutlanmasına sebep olurlar. Aileler 15 yaş üstündeki çocuklarına durumu hissettirmemelidir. Mümkün olduğunca gizleyerek sorunun aşılması sağlanmalıdır.

LİMON VE ÇAY

Limon vs. kan inceltici maddeleri çok tüketirseniz, şeker hastası olursunuz. Az gülen insanlar kalp hastası olur. Özellikle bazır şehirlerimizde, çay içine limon atarak tüketme alışkanlığı bulunmakta. Bu alışkanlıkların değişmesi gerekiyor. Limon konusunda ölçüyü kaçırırsanız, şeker hastası olursunuz.

Eğer 1 hafta kendinizi zorlarda şekersiz çay içerseniz, artık şekerli çayı içemezsiniz. Çünkü 1 haftadan sonra ağız şekersiz çayın tadının güzelliğine alışırsa, şekerli çaydan hiçbir tat alamaz.

Çay içerken ölçüyü kaçırmayınız. Çay vücutta demir emilimini azaltır. Bu sebeple çok çay içen insanlar, bir süre sonra vücutları yeteri kadar demir alamadığı için yorgun ve halsiz hissetmeye başlarlar. Çay demir emilimini azalttığı için kalbe zarar verir. Çünkü demir kalp için çok gerekli bir maddedir. Çay içerken ölçüyü kaçırmamak gerekir. Çayın zararlarının yanında birçok faydası var ve hiçbir kahve çeşidi çayın tadını vermiyor. Fakat çay ölçüyü kaçırmadığınız takdirde faydalıdır. Çay konusunda ölçüde sınır tanımayan; Kuzey İrlanda, İngiltere ve Türkiye'ye önemle duyrulur. İlerleyen yıllarda çaya sıkı bir rakip gelebilir. Bilginiz olsun!

BÜTÜN ÖLÜMCÜL HASTALIKLARIN SEBEBİ şeytan

Rabbimizin verdiği hiçbir hastalık insanı öldürmez. şeytan ve günahlar sonucu maddenin yapısı değişti ve bu hale geldik. Birsürü hastalık türedi, ölümcül hastalıklar. Eskiden insanlar yeterince anı yaşadığını düşündüğünde ölümü ister, ilk ölümü yaşar ve zamanı geldiğinde cennetlerine giderlerdi. Şimdi hastalıklar, kazalar vs. hayat bu hale geldi.

BEYİNDE TÜMÖR

İnsanların kafatasının içinde çeşitli sebeplerle şişlikler ortaya çıkabilir. Bazı insanların kıl sebebi ile beyinlerinde problemler çıkmaktadır. Bunun çözümü, tümöre sebep olan kılın beyinden çıkarılmasıdır. Lazer ile yakma veya başka bir yöntem kesin çözüm sağlamaz. En güzel çözümü ilk önce saçların kazıtılmasıdır. Çünkü bazı incecik kıllar, kafatasında boşluğu bulur ve oraya inerler. Kafa kazıtıldığında ise, kıl kökü ile ucunun bağlantısı kesildiği için kıl ilerlemeyi durdurur ve problem sona erer. Kıl büyüyemez ve ilerleyemez. (Kıl eğer midede ise, haşlanarak kaynatılmış zeytin ve limon karışımı gerekir. Eğer bu karışım içinde bir miktar kıl 2 gün beklerse, kıl özelliğini kaybeder ve kolayca parçalanır. Böylece apandisit problemleri son bulur. Çünkü ucu tıkayan parçayı, kıl yumağı tutmaktadır. Ömür boyu yenilen kıllar, birikerek mide ve bağırsaklarda örgülü hale gelirler ve dışkının çıkmasını engellerler. Yemekleri kılsız yaparsanız, formüle gerek kalmaz.)

Diğer tümör çeşitlerinin büyük çoğunluğunda çözüm birkaç ay yatmaktır. İnsan vücudu ayakta iken çalıştığını bilir, yatarken ise dinlendiğini bilir. Vücut dengesi tamamen buna göredir. Oturma veya ayakta durma pozisyonunda organların çalışma şekli farklıdır. Yatarken (ayakların ve gövdenin hizası aynı ise) ise organlar farklı çalışır. Beyninde tümör olan hastalar, eğer gerçekten tümörden kurtulmak istiyorlarsa; bütün işlerini bir kenara bırakıp sadece yatmalıdırlar. Eğer organlar yatma pozisyonuna geçerse, tümör kısa sürede ortadan kaybolur. Fazlaca hareket etmekten kaçınmalıdır. Bir süre devam edip tamamen bitmesini sağlamak gerekir. Tamamen düzeldiğinizi zannederek istirahate ara vermeyiniz. Şişlik ortadan kaybolduktan sonra, bir süre daha istirahate devam etmek gerekir.

Damar tıkanıklığı sebebi ile bir tümör ortaya çıkmışsa, kalp kısmında anlatılan nar / kakao formülünü uygulayınız. Beyinde damar tıkanıklığı, eğer önlem alınmazsa kısmi felce sebep olmaktadır. Tıkalı damarın açılması sorunu çözer.

BEYİN ÖLÜMÜ

Doktorlar izin vermez, beyin ölümü gerçekleşen hastalara yaklaşmanıza. O hastaların olduğu yataklar virüs ülke yapımı. Yataklar beyne durmadan N sinyali gönderiyor. Yani ölü kalmasını sağlıyor. Popülasyon azalacakya, dertleri o. S sinyali verirseniz o hastalar dirilir. Nasıl mı? Ya elektrikle, ya da en temiz yolu AŞK. Kendisini seven bir yakınının yürekten bir sarılması veya elini tutması S sinyalidir.

AŞK ile dokunuş beyindeki o iki noktaya S sinyalini gönderir ve beyni ölen dirilir. İki nokta nedir derseniz. Beyinde 2 madde tanesi (içlerinde ruh) vardır. Birinci madde beynin hayatta olup olmadığının, ikincisi ise kalbin çalışıp çalışmadığının bilgisini tutar. Bir hastanın kalbi durursa; beyinde ki ikinci maddeye sinyal gider ve oraya kalp öldü yazılır. Eğer beyin ölürse; birinci maddeye de sinyal gider ve oraya beyin öldü yazılır. Bu iki madde birden öldü bilgisi ile dolunca kişi ölür. N sinyali = öldü bilgisini yazma. S sinyali = dirildi bilgisini yazma.

Virüs ülke yapımı yataklar ne yapıyor? Durmadan öldü bilgisi gönderiyor beyine. Kalp çalıştığı için S sinyali gönderiyor ve hasta hayatta. Ama beyin ölümü gerçekleşmiş vaziyette bekliyor. Kalp durduğu anda ikinci madde'de sinyali alıyor ve hasta ölmüş oluyor ruhen (Dirilmedi fişini çekelim olayı).

Karadenizde bazi insanlar öldükten sonra diriliyor. N sinyalini durdurmanın yolu balığın gözünden geçer (Doğada boldur). Bazı balık türlerinin gözünde fosfor bulunur. Kanında fosfor olan kişinin beynine N sinyali hemen gitmez. Kalp dursada gitmesi 3 gün sürer. Bu nedenle kalbi durmuş ve beyni ölmüş hasta'nın, kalbi tekrar çalışınca yaşamaya başlar (Birinci maddeye fosfor sebebiyle sinyal ulaşmadığı için hastanın ölümü gerçekleşmemişti). Beyin bu 3 günlük süreçte sıcakta beklemişse kan pıhtılaşır ve kişi ölür. Fakat soğukta ise, her zaman yaşama şansı var.

Dünyada fosforun az olmasının sebebini bazı aşağılık şeytanlara bağlamak mümkün (dünyada ilk yaratılışta havada yeterince vardı). Ömürler 2000 yıldan 60-70 yıla indi. Havadaki azotta biterse herhalde 21 yaşını görmez insanlık (Azot TEMİZ isminin temsili).

KARBONMONOKSİT ZEHİRLENMELERİ

Hastaya ilk üç gün içinde müdahale edilmelidir. Hasta biraz soğuk bir ortama alınır. Deri gözenekleri açılınca karbonmonoksit dışarı çıkar. Vücudu soyundurulduktan sonra deri gözeneklerini açmak amacı ile hasta SOĞUK SU ile yıkanır (önce göğüs kısmı). Ölü durumdaki beden soğumuş durumdadır (aslında ölü değil sersemlemiş durumdadır). Yıkanacak su hastanın vücudundan çok az daha sıcak olmalıdır. Yıkarken kesinlikle ovalama yapılmaz. Eğer ovalama yapılırsa, deri üstündeki kirler gözenekleri tıkar. Önce vücut su içine konur ve 20 dakika beklenir. Sonra hafif tazyikli su ile gözenekler açılır. Sonra kalp masajı yapılır ve S sinyali gönderilir. Kalp atmaya başlayınca hasta hayata döner. Ne yazık ki bugüne kadar birçok insan diri diri gömüldü.

HAYVANLARLA KONUŞULUR MU?

Hayvanlarla konuşmak mümkün. Tek komutla başlar konuşma. Hem hayvanlar da, hipnoz edilir. İsternirse tek komut ile kurbanlık koyunlar gibi kendileri uzanır önünüze beni kes diye. Ama hayatın anlamı kalmaz, o komutları kullanırsanız. Bilmeyin. Herşeyi bilirseniz yaşamanın tadı kalmıyor. Merak edeceksiniz ve çözemeyeceksiniz. Böyle olunca hep ileride bir hedef var. Yoksa tatsız oluyor hayat. Tatsız ve tuzsuz.

KIYAMET NE ZAMAN?

Kıyametin saati bilinmez. Ama tarihi bilinir (saati bilinmez diyor Kur'anda). Ne zaman onu sorduk diyorsanız? Açın ellerinizi, dua şu; "Bismillahirrahmanirrahim. Allah-u Ekber. Ya Alim, kıyametin miladi takvime göre tarihi ne zaman tam olarak söyle YALVARIRIM. Çatladım meraktan! Amin. Elhamdülillahirabbilalemin". Bitti. Kabul ederse duayı, direk söyler. Ama aslında kopacağı tarihi hesaplamanın daha kolay bir yolu var.

Dünya İNSAN olursa, İnsan SEVGİ ile dolarsa, her tarafta AŞK olursa ne olur?

AŞK OLURSA KIYAMET KOPAR!

DUALAR NE KADAR ZAMANDA RABBİMİZE ULAŞIR?

Yürekten dua olursa anında ulaşır. En yürekten (ruh ile) olmayanı ise 80 günde ulaşır (gücü o kadar meleğe kızmayın). 80 günde bir melek duayı sizden alır ve O'na götürür. Mutlaka gider mi? Meleğin ruhuna da şeytan girmiş, garantisi yok. Garantili olanı nedir? Duadan önce bol bol Cenab-ı Allah'ı tespih ettiniz. Melek o enerjiyi aldı ve onunla götürdü ve duanın varması kısa sürdü. Önünde birde tevbe ettiniz. Tevbe günahlarınızı temizledi ve ruh parladı, peşine tespih ettiniz O'nu, ruh o enerjiyi aldı ve sesinizdeki duada veya fikrinizdeki duada topladı. Dua hazır ve melek aldı o duayı, önündeki enerji ile ruhuna yazdı ve uçtu. Kısa sürdü. Enerjisi bol.

EN GARANTİ YOL nedir onu soruyorsanız: Secdeye vardınız, ama hep aynı noktaya. Günlük tevbe ediyorsunuz secdede, ama ağzınız hep aynı noktada. Aynı noktada birde bol bol tespih ediyorsunuz O'nu. Oradaki madde zamanla aşka gelir. Biraz zaman alır ama aşka gelen madde enerji doludur. Sonuç? Ses başladı ARŞ'tan yankılanmaya. Direk anlıyorsunuz, her söz direk oradan yankı yapıp geri dönüyor. Direk istiyorsunuz isteyeceğiniz herşeyi. Melek lazım değil, ruh ile okumak lazım değil. Ses yeterli. Alın size garantili yol. Ses nereden yankılanıyor derseniz, yukarı çıkın ve Cenab-ı Allah dünyayı o damarlı yapı ile nasıl tutuyor bir bakın, maddenin dışına çıkmanız gerekiyor (Zerre dizilimi ile alakalı bir konu)! Her duanızın başına "eğer hayırlı ise" sözünü mutlaka ekleyin.

Bu yazıdan duanın ulaşmama durumu ortaya çıkıyor sanmayın. Ruh ile dua ederseniz, meleğe gerek kalmaz. Fakat şeytan bedende iken ruh ile dua etmek çok zor. Ancak çok hislendiğiniz an olacak ve o an dua edeceksiniz.

KALP KARARIR MI?

Tabi ki. Günahlar bol olunca, maddenin içindeki ruhun enerjisi neredeyse sıfırlanır. Ruhun enerjisi (Cenab-ı Allah'ı tespih etme) azalınca adamın kalbide kararır, yüzüde kararır. Yüzünde hiç NURU yok denilenler öyle işte. Namazdan sonra elinizi yüzünüze sürdünüz. Yüzünüz o enerji ile parlamaya başladı. Oradaki maddeler elinizden enerjiyi aldı ve parladı. Ruh, Cenab-ı Allah'ın isimleri ile parlatılır (aşka gelir, enerji dolar). Yeni bir kıza/erkeğe AŞIK olmuş birine bakın. Gözlerinin içi parlar. Ruh o haldedir çünkü. Cenab-ı Allah'a AŞIK olursanız çok daha fazlasıdır. Zaten O'na aşık olursanız, gerçek aşk ne demek biraz anlarsınız. (Not: şeytan bedene dahil olduğu için, ruhunu bulaştırdığı için, ruhunuzu karartır, yüzünüzü karartır. şeytana rağmen yüzleri parlayanlara tebrik).

ALKOL TÜKETİMİ

O tüketmeyin der. Siz tüketirseniz ne olur? Açık emrine karşı geldiğiniz için günah olur. r uhunuz kararır. İçmesini bilmeyen içmesin derseniz, denir ki sarhoş adam içmeyi nasıl bilecek ki? şeytan öğretti o sözleri size. Devam edin, "aksırana, tıksırana" kadar için. Nasıl olsa birini öldürürseniz bedelini ödersiniz. Dikkat! Bütün insanlığı öldürmüş gibi olabilirsiniz. Bir insanı öldürmek, kendisinden sonraki bütün kaderi değiştirir. Bu yüzden vebali ağır. Alkollüydüm diyip yırtamazsınız, orada! O söz batırır sizi. Denir ki, birde EMİR dinlememiş, o günahıda öde! Çünkü sebepsiz öldürme bu. İzah edemezsiniz ahirette! Çünkü sebepsiz öldürdüğünüz adamın hayatı eşittir, yaşadığı hatıralar. Bir Eşrefi Mahlukat = Yaşadıklarının Tamamı. Adamın hayatını aldınız, alkol sevdası ile... Bir insanın herşeyi nedir? Hatıraları, yaşadıkları... Adam gençken öldü diyelim. Mesela 25 yaşında. Sabit hafızası o kadar "25 yıl". Büyük kısmı çocukluk. Herşeyini aldınız adamın, herşeyini! Ve bilerek öldürdünüz. Alkolün yasak olduğunu biliyordunuz. Sevdiklerini de üzdünüz, ağlattınız ve herkesin kaderini değiştirdiniz. Artık nasıl ödeyecekseniz ödeyin... Domuz etine benzemez bu, izahı yok.

DOMUZ ETİ

Domuz, şeytanın temsili olarak yaratılmıştır. Domuzun anne karnında yaratılış evreleri bir noktaya kadar insan ile aynıdır, bir noktadan sonra farklılaşır. Domuz etini yemek dinen HARAMDIR. Domuz eti yemeye devam eden bayanlar, ilerleyen yıllarda görünüm olarak erkekleşir ve bütün güzelliklerini kaybederler. Domuz eti yiyen erkekler ise ilerleyen yaşlarda görünümlerinin güzelliğini kaybederler. Haramlara dikkat etmek ve hiç yememek en doğrusu.

HATIRASIZ GİTMEZSİNİZ

Hiçbirşey yaşayamadan, Allah için ölenler başka bir yerde yaratılıp, ebedi cennetten önce ilk hatıralarını yaşarlar (DARÜSSELAM). Herşey mahşer yerine kalmaz. Bekar olanlarınız düzlükte (mahşer yeri dümdüz), hiç tanımadığı biri ile evlendirilecek ve hiçbir hatırası olmadan cennete gidecek mi sanıyorsunuz. Bütün hayatı çile ile geçmiş olanlarınız, hiçbir güzel hatıra olmadan cennete gidecek mi sanıyorsunuz? Akıllı olun ve Allah yolunda cihad etmekten kaçmayın. Cihad; İslam için gayret etmek demektir (Allah adını duyurmak için gayret etmektir. Başka mana çıkarmayınız). Allah'ın adını duyurmak için ölene kadar çalışmaktır. Birilerini doğramak değil, kafa kesmek hiç değil. "CİHAD", O'nun adı. Yurtdışında insanlara eğitim vermek için, yerlerini yurtlarını bırakanlar varya; işte onlar gibiler alırlar büyük mükafatlarını.

Ölmekten korkmayın, ruhunuzun kararmasından korkun. Ölüp gittiniz ve artık ruhun parıltısının hepsi o (Neyse O). Değişmiyor, sabit... Ölüm göz açıp kapama olayı. Diyelim ki namaz yok, oruç yok, kurban yok, zekat yok, hac yok, tespih yok. Ama gittiniz cennete; millet parıl parıl, cennetin en güzel yerinde, eşleride öyle. Size dibi kalmış, herşeyin. Adam hovarda, serseri, eşi beş vakit namazında. Öte tarafta da kendi eşi olacak sanıyor, dünyada erkekya ondan... Orada şu cevabı alırsa şaşırmasın: DAVUL BİLE DENGİ DENGİNE. Sen kimsinde öyle bir eş alacaksın, bir kendi parıltına bak, birde eşininkine. Çocuktan önemli, eş orda. Çocuk ayrı bir birey. EŞ EBEDİ BİRLİKTE YAŞAYACAĞINIZ KİŞİ. Hangisi önemli: Mal, mülk, çocuk? Cenab-ı Allah'tan ruhunuza uygun olan eşi isteyin. Siz bilemezsiniz hangisi size uygun. O tam uygunları seçenekler halinde karşınıza çıkarır, gerisi size kalmış...

KOMÜNİZM

Komünizm insan doğasına aykırıdır. Herkesi tek tip yaşamaya zorlar. Rabbimizin yarattığı düzende çeşit boldur. Her türü mevcuttur. Öyle olmasa idi, herkes aynı olsa idi, hayatın bir anlamı kalmazdı. Örneğin: Erkekler basit düşünür, bayanlar karmaşık düşünür. Aynı bir mıknatısın zıt kutupları gibi. Aynı kutuplar birbirini iter, zır kutuplar ise birbirini çeker. Sizinle her konuda aynı düşünen bir insan ile anlaşmanız mümkün değildir.

Özellikle insani konuları kanun olarak tepeye koyduktan sonra; insanları serbest bırakmak gerekir. Serbest bırakmazsanız, mıknatısın aynı kutupları gibi herkes aynı olur. Yaşam sona erer. İnsani değerler ışığında; mümkün olduğu kadar çeşitlilik, hayatı yaşanılır kılar. Aksi durum insanın doğasına aykırıdır. Düşünün her insanın yüzü, sesi, görüntüsü, duyguları, zevkleri, keyif aldıkları farklı iken; nasıl olurda herkes tek tip yaşama zorlanır? AŞK'ta çeşit boldur ve bol olmalıdır. Kimi dağa tırmanır, kimi ata biner, kimi balık tutar. Hepsi aynı tip evde, aynı yerde yaşamaya zorlanamaz! Aklın gerçeklerine tamamen aykırı olan komünizm sistemi, tamamen illüminatinin tasarladığı ve uygulamaya koyduğu bir sistemdir. Amacı insanı robot köleler haline getirmek ve istedikleri gibi yönetmektir. Yönetilen insanlar masonlar tarafından yönetildiğini dahi bilmez. İstemeden köle gibi masonların dediklerini yaparlar. Kendilerine olmayan bir DAVA benimsetilir ve sevdirilir. O DAVA için ölürler, ama diğer tarafta onları ölüme gönderenler lüks hayatlarına devam etmektedir. İnsani değerlerden uzak, tamamen kendi çıkarlarını düşünen illüminati, ve alt kuruluşları olan mason, rotary, lion kulüpleri insanlığın en büyük düşmanıdır. İnsanoğlu bu düşmanlardan bir an önce kurtulmak zorundadır.

Ruha hitap etmeyen hiçbir akım izlenmemelidir.

ÖLÜM KORKUSU

Ölmekten korkmayın, siz O'nun için mücadele edeceksinizde, O sizi yolda mı bırakacak? Mümkün değil! Karşılığını öyle bir verir ki, şaşırır kalırsınız. O'nun için yaşayın, O'nun için ölün, O'nun için elinizden geldiğince mücadele edin. Fakat elinden geldiğince yaşamalıdır insan, insanlara hizmet etmek ve O'nun adını duyurmak için İNADINA YAŞAMALIDIR. Bütün isimlerini yaşamalıdır insan ve ONURU ile de ölmelidir.

Eğer sen; yalan için gösterdiğin cesareti, doğru için gösteremiyorsan; sakın doğruyum deme. O'na inanan, kimseden korkmaz. O'na inanan, yanlıştan hemen döner. O'na inanan, en zor durumda dahi doğrudan bir adım geri atmaz. O'na inanan, bütün dünyayı karşısına alır, ama doğru yoldan şaşmaz. O'na inanan, yolda kalmaz. O'na inanan, hep kazanır. O'na inanan, her yerde kazanır. O'na inanan, başkalarının kendisini kınamasından korkmaz. O sizin cesaretinizi ölçmek için, heryerde imtihan eder. Fakat bir dakika bırakmaz. Sakın imtihanlarınızı kaybetmeyin.

Hiçkimse bilmeden yaptığı yanlışlardan sorumlu değildir ve yanlıştan dönmek büyük erdemdir! SAKIN BİLMEDİĞİ ZAMANKİ HATALARINDAN DOLAYI BİR İNSANI SUÇLAMAYINIZ!

KALU BELA

Cenab-ı Allah, ruhları ayırdığı zaman (kendi parçasından), Elestü Birabbiküm buyurur. Ruhlar da, Bela diye cevap verirler. Elestü birabbiküm, "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" demektir. Kalu Bela ise, "Evet [Sen bizim Rabbimizsin]" demektir. Yani; size düşen RUH parçasına KUL yazılan zaman o sorunun sorulduğu zamandır. Ruhunuza, "Ben Allah'ın kuluyum" yazılır. Ayrıca her ruhun anne ve babası belli olur. Fakat kader dünyada nerede yaşayacağı ile alakalıdır.

Eğer Ruhunuzdan kulluğu giderse, kibirli hale gelirsiniz. Ruh tertemiz iken Rabbini hemen bilir, çünkü O'ndan bir parça. İnsan'daki madde de, O'ndan bir parça. Fakat ruh olduğu gibi tertemiz bir parçası, herhangi bir dönüşüme uğramamış hali.

Şeytan ruha kibri bulaştırarak kulluğu sildirdi. Durmadan ben, ben, ben derseniz; ruhtan kulluk silinir. Tam kul olmak için secde etmek ve bol bol Allah-u Ekber demek gerekir.

Her ruh, RABBİNİN ruhundan bir parçadır. Kendi ruhunun bir parçasını kuluna üflemiştir. Bu nedenle kul ile Rabbi arasında büyük bir gönül bağı vardır. Anne babasının ise kulun ruhu üzerinde etkisi vardır, sahibi değildir. Yani insanın Rabbi, insanın ruhunun sahibidir. Ruh sahibini tanır ve çok sever. Çünkü aradaki bağ, anne baba bağından çok daha kuvvetlidir. Direk onun ruhunun bir parçasıdır insan. O ruh kirlenirse, Rabbimiz çok üzülür. O ruh kendisini tanımazsa daha da üzülür.

O hariç hiçkimse vazgeçilmez değildir, her insanın bir alternatifi mutlaka vardır. Bir insan durmadan BEN, BEN, BEN derse kulluk gider. Herkesin kulluğu giderse BAŞ kalmaz. Yani herkes BAŞ olmak ister, BAŞTA ve ZİRVEDE olmak ister. Böylesi durumda hiçbir yerde yaşam kalmaz. Çünkü herkes BAŞ olmak istemektedir. Cenab-ı Allah bizleri kulu yaparak en büyük sorunu çözmüştür. Çünkü hangi insan olursa olsun, BAŞ olsa da yoldan çıkma riski vardır. Fakat BAŞ olarak Cenab-ı Allah'ı seçerseniz, çözümünüz sağlam olur. O'nu zirveye koyarsanız; başınız bilgili, adil, güçlü ve sağlam olur. BAŞ BİR TANE OLUR!

BAŞ olmamak için ve kibre kapılmamak için, KUL olmak lazım. Çünkü hiçkimse kibirli insanları sevmez. Kibirli insanların kendileri dahi, diğer kibirli insanları sevmezler. Aklı olan her güzelliği Rabbinden bilir. Çünkü zaten O'ndan!

İnsanın kulluğunu damarlarında hissetmesi ve bilmesi lazım gelir. Çünkü kulluğunu bilmek: O yüceliğin önünde secde etmek ve HADDİNİ BİLMEKTİR. O kadar YÜCE ki, sözler anlatmaya yetmiyor. Varlığı sonsuz, KUDRETİ sonsuz, bütün isimleri sonsuz. İnsan ise başlangıcı olduğu için sonlu. Ve insan kul olamazsa O'na, yaşayamaz.

HİÇ BAŞI OLMADAN YAŞAYABİLİR Mİ İNSAN?

Kul olamazsa insan, BAŞ'sız kalır. Çünkü "BAŞ", O'nun adı. Kul olamazsa insan, lidersiz kalır. Çünkü "LİDER", O'nun adı. Kul olamazsa insan, sahipsiz kalır. Çünkü "SAHİP", O'nun adı. O yüceliği korku ile değil, SEVGİ ile bilmek lazım gelir. Çünkü o kadar YÜCELİĞİN karşısında insan zaten acizdir. Dilese insanları anında korkuya boğar. Dilese insanlar anında yok olur. Dilese insanlar anında ölür. Fakat o kadar YÜCE ki, O'na isyan edenlere bile zaman tanır. Belki bir gün herşeyin O'ndan olduğunu kabul eder de kul olur diye. En güçlü insan, O'na kul olandır. Her insanın şunu demesi gerekir: "Bana ne olmuşta o güçteki YARADANIMIN önünde secde etmeyeceğim. Ve bana ne olmuşta O'na karşı haddimi bilmeyeceğim." O'na karşı haddini bilen ve secde eden kul olur.

HADDİMİZİ BİLDİR YÜCE RABBİMİZ. BAŞIMIZI SANA SECDE ETMEKTEN EKSİK KOYMA. SANA BOL BOL YALVART Kİ, SANA KUL OLALIM. ALLAH-U EKBER! BİZİM YALVARIŞLARIMIZ, ACİZLİĞİMİZİN GÖSTERGESİDİR. KULLUĞUMUZU KABUL EYLE YA RABBİ. YA RABBİ SEN ÇOK YÜCESİN, BİZLERİ AFFEYLE BİZLERİ TERTEMİZ BİRER KULUN EYLE. BİZ SENİ KORKU İLE DEĞİL, SEVGİ İLE BİLDİK YA RABBİ. ÇÜNKÜ BİZ SANA KORKARAK DEĞİL, SEVE SEVE KUL OLDUK YA RABBİ. KULLUĞUMUZU KABUL EYLE YA RABBİ. BİZ O KADAR ACİZİZ Kİ, KARŞINDA DİZ ÇÖKTÜK VE BOYNUMUZU BÜKTÜK. HUZURUNDAYIZ YA RABBİ; HERŞEYİMİZİ BİLİYORSUN. NE SENİ, NE DE KENDİMİZİ KANDIRMAYACAĞIZ YA RABBİ. BİZ ACİZİZ VE KARŞINDA ACİZ KULLARIN OLARAK KALACAĞIZ, KENDİMİZİ KANDIRMAYACAĞIZ. ÇÜNKÜ SENİN KARŞINDA HERKES ACİZ. BİZ KİBRİ SEVMİYORUZ YA RABBİ, BİZLER HER GÜZELLİĞİ SENDEN BİLDİK VE SANA KUL OLDUK. KİM SANA KUL OLMUYORMUŞ YA RABBİ? AŞK'A KUL OLMAYACAĞIZDA KİME KUL OLACAĞIZ YA RABBİ? O YÜCELİĞİN KARŞISINDA HANGİ RUH SANA SECDE ETMEZ? HANGİ RUH SÖZÜNÜ DİNLEMEZ? BİZ SEVE SEVE SECDE ETTİK YA RABBİ. BİZ KENDİMİZE ÖYLE BİR BAŞ SEÇTİK Kİ, GALİP YALNIZCA O. O BAŞ SENSİN YA RABBİ. SEN BİZİ AFFEYLE VE DOSDOĞRU BİR YOL ÜZERE SABİT KIL. KENDİMİZİ SANA EMANET ETTİK YA RABBİ, EMANETİMİZE SAHİP ÇIK. AMİN. ALLAH-U EKBER.

Ya Rabbi, yukarıdaki duadan sonra bak sana ne kadar kuluz, ispatı ise tam burada: HEP BERABER RABBİMİZE ALLAH-U EKBER DİYEREK SECDE EDELİM VE YORULANA KADAR TEKRARLAYALIM "SÜBHANE RABBİYEL A'LA" (SEN BÜTÜN EKSİKLİKLERDEN MÜNEZZEHSİN VE YÜCELER YÜCESİSİN!).

AKILDAN GEÇENLER OKUNUR MU?

Evet. Beyninizden geçenlerin okunması mümkün. Beynin içinde işlemler elektrik sinyalleri kullanılarak yapılır. O anda beynin fotoğrafını çeken birisi okuyabilir. Çünkü bir kelime her söylendiğinde benzer sinyali üretir. Fotoğrafıda benzer olur. Virüs ülke'nin örgütleri 2002 yılından beri okuyabiliyor. Çözüm: Başınız sıcak durumda iken okumaları imkansıza yakın. Çünkü beyin soğuğu sever ve soğukta daha iyi çalışır. Sinyalleri daha net iletir. Elektrik ile çalışan bilgisayarlar sıcağı nasıl sevmiyorsa, beyin de sevmez.

DÜNYA CENNET'İN GÖLGESİ VE PROVASI

Cennette de hayat dünya gibidir. Fakat bitmek bilmeyen yarışmalar zinciri ve ödüller var. Dünyanın farkı ise sabit hafıza olması. Cennetlerin tamamı dünyadan çok daha güzel. Dünyada 114 ismini kullanmış Rabbimiz, yani 114 element. Düşününki 1001 ismini kullanırsa ne olur. İsimlerin baskınlık oranlarına göre cennetler şekil alıyor. Buradaki hatıralarınız çok önemli. Dünyanın önemi şu; anne, baba, eş, çocuk, akraba, arkadaşlarınız, sevdikleriniz. Kısacası sabit sevdikleriniz ve unutmayacaklarınız burada belirleniyor. Cennette ise belirli periyotlarla yaşayıp unutma var. Yoksa herşey akılda kalsa idi hiçbirşeyin tadı kalmazdı. Sabit kalanlar (akılda kalanlar, unutulmayanlar); anne, baba, eş, çocuk, akraba, arkadaşlarınız, sevdikleriniz. Bu nedenle bütün dostluklarınıza ve akrabalık ilişkilerine özen gösterin. Birde ibadetlerinize özen gösterin, çünkü kazanımı ebedi.

Cennette en büyük ödül O'nu görmek. Görme süresi tamamen yarışma zincirine göre belirleniyor. O'nu 1 saniye fazla görebilmek için insanlar yüzyıllarca yarışıyor. (Bütün Cennet nimetlerini verseler, O'nu görmenin hazzını vermediği için çok kıymetli).

OSMANLI NASIL YIKILDI?

Öncelikle bilinen bütün Osmanlı tarihi yalanlarla dolu. Bu yalanların sebebi ise belge zannettikleri eski arşivler. Gerçek belgeler çalındıktan sonra, yerine sahteleri kondu (Bu geçmişte yapıldı, deccaliyetin tarihi çok eski). Günümüzde tamamen düzmece olan bir Osmanlı tarihi mevcut. Hiçbir müslüman 10'larca eş sahibi olamaz.

Osmanlı'nın yıkılışına sebep olan İHTİYAR heyetinden birisiydi. Her İHTİYAR kendi heyetini seçer ve millete bakmazdı. 1830'lu yıllarda İHTİYAR heyetine giren bir Ermeni, Osmanlı'nın sonunu getirdi. Sahte kimliklerle insanlar Osmanlı nüfusuna geçirildi. Özellikle Alman milletinden. Daha sonra bu Alman'lar yönetime getirildi ve sonrası facia. Güya Almanya ile müttefik idik. Tamamen yalan, çünkü deccaliyetin bir oyunu idi! Osmanlı ve İngiltere büyük güçte iki kol idi, deccaliyet önce İngiltere'yi ele geçirdi, daha sonra Osmanlı'ya karşı saldırttı. Maksat her iki tarafında gücünü azaltmaktı. Almanya yönetti ve Osmanlı bölünene kadarda müttefik gibi göründü. Rotschild ailesinin başı (Deccal'in babası, hala sağ), o zamanlar Almanya'da idi. Oyunu kurdu ve düğmeye bastı. Almanya, Fransa, İtalya, İngiltere ve Osmanlı dahil, her ülke piyon idi.

Vadedilmiş topraklar olarak kabul edilen HİLAL-I HASİB, bir Ermeni yahudisi tarafından çizilmiştir. Bir tarafta vadedilmiş toprakları virüs ülke devleti altında toplamak, diğer tarafta Büyük Ermenistan projesini gerçekleştirmek için düğmeye basıldı. Osmanlı Devleti normalde yıkılmaz idi ama, ihtiyar heyetindeki bir Ermeni isteneni yapınca sorunsuz yıkıldı. Abdülhamit Han'ı geçememişlerdi, elbirliği ile onuda 33 yılda aşağı aldılar ve sonuçta bu ülke kaldı. Anlaşmalı olarak Ermeniler doğuya Büyük Ermenistan'ın olduğu yere kaydırıldı ve oralarda Ermeniler çok büyük katliamlara imza attılar. Sarıkamış'ta onbinlerce can, göz göre göre ve bilerek soğukta donduruldu. Vadedilmiş toprakları tamamen doldurmak için yeterli yahudi nüfus yok idi. Yalandan bir kısım polonya yahudisi, siyonistler tarafından hitler eliyle katledildi. Amaç virüs ülke devleti için yeterli nüfusu sözde vadedilmiş topraklara kaydırmak idi. Normalde o topraklara gitmeyecek yahudiler, can korkusu ile gittiler o topraklara. Can korkusunu veren ise yine yahudi. Katliamlara imza atan hitler ise, baba deccalin seçtiği adamlardan biri (Kimbilir ne kadar şeytanın kontrolünde idi).

Büyük Ermenistan'ı kurmak içinde yeterli nüfus yok idi ve doğuda direnç çok büyük idi. Devam eden yıllarda Ermenistan'dan hatırı sayılır nüfus, Türkiye nüfusuna kaydırıldı (miyonlarca ve hala devam ediyor, sokaklarda gezi parkı protestosu yapanlar ve T.C. kimliği ile gezenler hangi nüfus dairelerinde kimlik alıyorlar acaba. Nüfus daireleri oyununu; hem internet üzerindeki kopyada, hem de nüfus dairelerindeki adamları vasıtası ile virüs ülke yapıyor. Birçok millet için çok güzel bir vatandaşlık kapısı. Nüfusa geçirilen sayı milyonlar ve hala devam ediyor). PKK diye sözde Kürt örgütü kuruldu. Ergenekon denilen terör örgütünün maksadı Büyük Ermenistan'ı hazırlamaktı. İçinde farkında olmadan hizmet eden birçok kişi mevcut. Vatanına hizmet ettiğini sanıyor. Nereden bilsin PAŞA Ermeni. Düşünün ki; Ş.A. ile A.Ö. Ermeni ve asalayı bitiren operasyonda başa geçiyor. Başarı ile bitiriyor (Bitirdiği filan yok, adı değişti oldu PKK. Bu sayede o kadar adamlarını soktular MİT'e). MİT Türkiye'ye hizmet eden bir kurum değil. Ş.A. başarısından dolayı tepeye çıktı, PKK kurulabilir (kurdukları oyun harfiyen işe yaradı, A.Ö. sahnede). Oyunları hep böyle.

Aslan Amca'ya yazık oldu. Kim biliyordu Aslan Amca'nın yaptığı işleri? En yakınındaki Ş.A.. Nereden bilsin adam Ermeni. Aslan Amca'nın HİZMET yönetiminde kurduğu istihbari yapı, istihbaratları bir serverda topluyordu. Gladyo daha kurulduğu gün haberdar oldu. Baktı ki, Aslan Amca tehlikeli, fakat diğerleri o kadar değil. Hemen serverı arka plandan yönetimi altına aldı. 4-5 gladyo subayı (bildiğiniz asker), an an izlediler serverı. Aslan Amca'yı ise bir süikast sonucu öldürttüler. Böylece HİZMET bilmeden gladyo için istihbarat topladı, uzun yıllarca. O kadar adam MİT'ten fazla istihbarat topluyordu ama başaramadılar. Çünkü yapacakları her iş serverda kayıtlı. Ne ergenekon bitti, ne de gladyo. Her ülkede gladyo benzeri bir siyonist kaos yapılanması mevcut. Paralel yapı dedikleri hizmetin istihbari yapılanması. Yok diyenler delikanlı olsun, var ama Vatana Hizmet için desin. Gerçekten o amaçla kuruldu ve uzun süre işe yaradı, sonra kontrolden çıktı. Kontrolden çıkma sebebi kasetler. Eşlerin yatak odalarını kaydeden gladyonun oyunu idi 17 aralık operasyonu. Bazıları mecburen alet oldu, çok utandığı için. Gladyo üzerinden servis edildi, paralel yapı yapmış oldu.

Deccaliyete dönecek olursak; yazıklar olsun tecavüze ilk öz annesi ve bacısından başlayan şeytanın peşinden gidenlere. Yazıklar olsun şeytanın başkan olduğu deccaliyete hizmet edenlere. Yazıklar olsun deccaliyetin gladyosuna hizmet edenlere. Yazıklar olsun öz annesi ile başlayanı kendine önder seçenlere.

Bir insanı öldürürseniz canı gider. Sonra müslüman olursunuz, tertemiz olursunuz (Öldürdüğünüz insanı Rabbimiz, başka bir yerde yeniden yaratır ve güzel bir hayat yaşatır [imtihan bu idi, ölen kazandı]). Fakat bazı suçlar var ki; bu suçlar insanlığa karşı işlenen suçlar. Çocuklardan ve kadınlardan uzak durun. Yatak odalarını kaydetmek marifet değil. ATALARINIZ BÖYLE DEĞİLDİ! CEPHEDE SAVAŞIRDI, YATAK ODASINDA DEĞİL.

SAVAŞMANINDA BİR ONURU VE ŞEREFİ VAR.


Not: Günümüze ait bilinen birçok bilgi ve isimler açıklanmadı. Okuyan anlasın diye. Anlasında düzeltsin diye...

SÖZ ÜZERİNE BİR YAZI!

Lozan'ın gizli maddeleri neden açıklanmıyor. Lozan'da Kıbrıs'ın tamamı Türklere verildiği için mi? İnsanlar bilmiyor ve merak ediyor neden açıklanmıyor. Garantör ülke, ülkede tahliye yapmak için koyulur. Yoksa İngiltere'nin ne işi var orada? Yoksa neyin garantörü olacak? Bu sözler İngilizlere değil, onlar açıklamak istedi bütün belgeleri. Hem İngilizler, 1. dünya savaşında en büyük zararı gören iki milletten biri, bunu kendileri bilmez. Lozan anlaşmasında, Musul ve Kerkük tamamen Türklerindi. Hani nerede? Anlaşmalar bir ülkenin SÖZÜDÜR, bir taraf anlaşmaya uymazsa artık söz ortadan kalkar. Altında imzası olanlar neden arkasında durmadı Lozan'ın, merak ediyor insan. Fakat bu sözler Güney Kıbrıslı insanları üzmesin, çünkü onlar muhtemelen bilmiyorlar.

Yunanistan: Anlaşmadan haberi yoksa kabul edilebilir bir durum. Eğer anlaşmadan haberi var ve bilerek o anlaşmayı çiğnediyse, tarihte hiç hoş anılmazlar (Bilmeden olduğunu düşünüyoruz). Hala havaya uçak kaldırarak çocuk savaşına devam ediliyor (Her iki tarafta). Kaç yaşındaki çocuk o hareketleri yapar? Bazı ülkeler sahte belgelerle Türkiye yönetiminde en tepelere kendi adamlarını çıkardılar. Çeşitli imzalar attırdılar ve o sözleri bile tuttu Türkiye. Eğer anlaşmaları bilerek arkasında durulmadı ise, yazıklar olsun. Bütün anlaşmalar açıklanmalı ve gerçekler ortaya çıkmalı. Mesele toprak meselesi değil, topraklarda oturulmasına hiçkimse birşey demez ve Türkiye de çıkın demez. Zaten çıkın sözünün edilmesi bile hatadır. Çünkü kalpleri kırar. Üstelik kardeşlik köprüleri kurulması gereken günümüzde, hala toprak derdi için konuşmakta doğru değil. Sadece gerçekler ortaya çıkar ve anlaşmazlıklar yerini kardeşliğe bırakır. Türkiye'yi suçlu gibi göstermekten vazgeçilmesi gerekiyor. Kendileride anlaşma metnini bilmeden yaptılarsa, öğrendik ve artık suçlamıyoruz demeleri gerekir. Böylesi durumda, insanlarda der ki; "bilmeden günah olmaz". Bu sözler şu ankilere değil. Büyük çoğunluğu geçmişe mesaj. Koskoca Türkiye'nin başına inönü adında bir yunanlı mı geldi yoksa? Araştırmak lazım. Tarihte öyle insanlar vardır ki, her iki tarafta kendilerini kabul etmez. Çünkü yaptıkları yanlışlarla sonraki nesilleri çıkmaza sürüklemişlerdir. Bu tip insanlar yüzünden savaşlar meydana gelmiştir. Bu nedenle ne Yunanistan ne de Türkiye suçluyu günümüzde aramasın. Suçlu tarihte...

Ermenistan: Kendilerine soykırım yapıldığını iddia ediyor. Koskoca bir yalan. Bütün belgeler ortada ve imzanızda ortada. Bütün belgeler sizi yalanlıyor. Oradan vatandaşlarınız Türkiye'ye gizlice geliyor ve sahte belgelerle Türk nüfusuna geçiriliyor (Kaç milyon nüfusa geçirilmiş Türkiye saysın). Sonra adları Kürt oluyor, Alevi oluyor ve sinsice Türklerle içeriden savaşıyor. Öyle savaşan insanlara ne isim verilir? Birileri de çıkar der ki; "Korktunuz mu cephede savaşmaya?". Siz nüfus daireleri taktiği ile savaştığınız için pek hoş anılmayacaksınız tarihte.

Ermenilerin, Osmanlı zamanında adları SADIK MİLLET idi. O günkü Ermeniler, bu günküleri görse sahip çıkmaz. Derler ki; onlar bizim torunlarımız değil. Ermeni ismi son 100 yılda çok kirlendi. Ermenistan ismini, şu halleri ile diriltmeleri çok zor! şeytanın verdiği zararı telafi etmeleri gerekiyor. Keşke eski kardeşlik ortamı tekrar tesis edilse. Geçmiş, geçmişten ders alınarak tarihe gömülse. Bir daha ters yola gitmeye çalışanı kendi milleti bitirse... Bugünkü Ermenistan yönetimi hiç iyi değil. Çünkü devlet olmak sorumluluk gerektirir. O kadar insanı, hangi insani değere sığdırarak başka bir ülkeye gönderdiniz? O kadar insanın vebali şimdi omuzlarınızda. O insanları düşürdüğünüz duruma dışarıdan şöyle bir bakın. Koskoca ülkede ekecek toprak mı yoktu? Siz ektinizde toprak ben bitki bitirmem mi dedi? Yazık değil mi öz vatanından ayrı sahte kimlikle, başka bir ülkede yaşayan insanlarınıza?

Virüs ülke, kendisine İsrail diyor ama o ismi kaybettiler ve bundan sonrada almaları da hayal. O ismi Rabbimiz onlara vermez. Çünkü yaptıkları hiçbir anlaşmanın arkasında durmadılar ve verdikleri hiçbir sözü tutmadılar. Sizin dininiz verilen sözleri tutmayın mı diyor? Sizin dininizde durmadan yalan söyleyin mi diyor? Cephede savaşamıyor musunuz? Sizin dininiz eşlerin yatak odasını kameraya alarak savaşmayı mı emrediyor? Virüs ülke yalandan Lübnan'a saldırıyor. Nasrallah kendi adamları, kendileri koydular oraya. Yalandan bir cephe savaşı yapıyorlar (tiyatro oyunu) ve kendilerine delikanlı diyorlar. Güçlüyüz diyorlar. Taş atan çocuklara silah veya füze atmak güçlülükmüş. O sizin acizliğinizin göstergesi.

Virüs ülke diye bir ülke yok idi. Tüm dünya ülkelerindeki yahudiler parça parça oraya toplandı ve bir ülke kurdular. Toplama millet olur mu hiç? İçinizde müslüman olanlar kendi anavatanlarına dönsün ve bir daha böyle bir maceraya atılmak akıllarının ucundan dahi geçmesin. Arka planda sizleri yöneten 2.000 kişilik bir grup var. Bir kısmı hahamlardan oluşan. Artık onların sözünü dinlememeniz ve şeytanın izini bırakmanız gerekiyor. Gerçek milletleriniz neresiyse, oraya dönerseniz bu işe temizlenir. Bu işin çözüm yolu o. Hiçbir millet yalanlarınıza inanmıyor. En güzeli doğduğunuz veya atalarınızın doğduğu topraklara dönmek ve oralarda insanca bir yaşam sürmek. Şu anki bulunduğunuz topraklarda bir millet olarak kalırsanız, hiç hoş hatırlanmayacaksınız. Yukarıda anılan isimlerle hatırlanacaksınız. Zaten o topraklarda artık barınmanızda zor görünüyor. Çünkü istenmiyorsunuz...

Ülkelerine müslüman olarak dönen eski virüs ülkelilere sakın gelme demeyin. Düne kadar bilmiyorlardı. Artık öğrendiler ve kurtulmak için yardımlarınıza ihtiyaçları var. Kendilerine devletler gizli bir kapı açar ve toplumla kaynaşmalarını sağlarsa en mantıklı karar olur. Dinleri musevilik idi ama milletleri sizin milletiniz. Virüs ülke tüm dünyadaki milletlerden birer parça taşıyor. Virüs ülke şu anda yaptıklarıyla Almanya ve Fransa'yı çok güç durumda bıraktı. Özellikle son 100 yıl bu iki ülke için kayıplarla geçti.

Kudüs hiçkimsenin tekelinde bir yer değil. Orası bir değer olarak bütün insanlığa ait. Hiçkimse orada hak iddia etmesin. Kabe, bütün insanlığa ait bir değer ve kimsenin tapulu malı değil. Meryem ana, hepimizin anası!

Yukarıda bahsi geçen 2000 kişinin kurtulması için tek yol (bütün pisliklerin arkasındaki insanlar), kimliklerini değiştirmeleri. Şu anki isimleri ile yola devam ederlerse kaybederler. İsimlerini değiştirip, insanlar ile kaynaşmaları yerinde olacaktır. Kendileri şeytanın izindelerdi ve o yoldan dönmeleri için tek şansları isim değişikliği. Yanına birde dua eklerlerse çok güzel olur. Bu duayı bütün insanlık ederse tam yerinde olur.

Dua: "Bismillahirrahmanirrahim. Allah-u Ekber. Allah'ım beni bütün günahlarımdan arındır ve tertemiz bir hayat nasip eyle. Geçmişimden kurtar! Amin. Elhamdülillahirabbilalemin".



PKK diye bir Ermeni örgütü türedi. Çocukları ve kadınları yatakta uyurken kurşuna dizerek özgürlük mücadelesi veriyor. 40.000 civarında insanı öldürdüler (geçmişte öldürülenler ve askerler hariç tutulmuştur). Çoğu kalleşçe arkadan yaklaşarak SİLAHSIZ bir insanı vurarak veya yakınında patlatıcı patlatarak. Azıcık ŞEREFİ olan yüzyüze savaşır. Biraz daha ŞEREFİ olan, savaştığı çocukların uyanmasını bekler ki kendisini görsün en azından. Bu PKK'lılarda hiç ŞEREF yok mu?

KANCIK İNSANLAR! Kendilerine gerilla eğitimini veren de, virüs ülkenin ajanları. Ne büyük tesadüf...

Bizim Kürtlerimizden bir grup, 1. dünya savaşında atalarını soykıranları çok sevdi, omuz omuza toprak mücadelesindeler. Hep beraber gidin o zaman. Ama nereye?

İran, acem kızlarını eğitmiş ve ülkemize göndermiş. İstihbarat toplasınlar diye. İstihbaratı nasıl ve nereleri ile topluyorlar hiç detaya girilmeyecek. Yakalananların konuşma kaydı alındı ama yayınlanmayacak (Hangi paşanızın fikri idi ise, o paşayı gizlice görevden alsanız ve üstünü kapatsanız iyi olur). Bu yapılanın adına ne denir yorumu size kalmış.

Not: Hiçbir sözünü tutmayan ve durmadan iftira atan ülkelere hiçkimse ŞEREFİ VAR demesin. Olmayan şey nasıl var olsun. Bu söz, hiç durmadan bütün ülkelere ve insanlara iftira atan bir güruh için yazıldı.

ÜLKENİZE DUA EDİN

Eğer ülkenizin pisliklerden arınmasını istiyorsanız topluca şu duayı edin. "Bismillahirrahmanirrahim. Allah-u Ekber. Allah'ım yalvarırım ülkemi ve milletimi en hayırlı zamanda bütün pisliklerden arındır. Amin. Elhamdülillahirabbilalemin"

OSMANLI NEDEN EN ÖNEMLİSİ İDİ?

Yukarıda haritada gördünüz, Türkiye kalbin SEVGİ kısmını neredeyse dolduruyor. Osmanlı kalbi tamamen fethetti, yetmedi daha da ilerledi. Bu nedenle birileri dayanamadı ve içeriden yıktılar Osmanlı'yı. Yıkan illüminati.

OSMANLININ SİLAHLARI

Osmanlı dünyaya islamı yaymak için savaşmıştır. Yapmış olduğu silahların birçoğunu biraz kullanmış ve kullanımdan kaldırmıştır. Osmanlı istese idi bütün dünyayı fethederdi, fakat amaçları İslam'ı yaymak idi.

Osmanlı'nın kullandığı OK'lar bir dönem özel idi. Çok fazla can kaybına yol açtığı için kaldırıldı. Bir OK'un ön tarafına ağırlık koyarsanız OK olur. Hem ön hem de arka tarafına ağırlık koyarsanız 1 kilometreden hedefi deler geçer (dümdüz gider). Arkadaki ağırlık hedefe çarpma anında OK'tan koptuğu için hiçkimse sırrınızı anlamaz. Bu OK'lar çok fazla can kaybına yol açtığı için ileri zamanda kullanımda kaldırıldı. Bu OK, İngiltere'de bir televizyon programına konu oldu, sırrı burada açıklandı.

Yavuz Sultan Selim zamanında, günümüz tüfekleri gibi tüfekler bulunmuş idi. Birkaç savaşta kullanıldı ve ordu kullanmayı reddetti. Çünkü karşı taraf hiç savaşamadan bütün askerleri ölüyordu. Silahlar Yavuz Sultan Selim tarafından ordudan toplatıldı ve bir daha kullanılmadı. O silahlarla ne Viyana kalırdı ne de Avrupa. (Viyana'da savunma yapan komutanın müslüman olduğunu hiçkimse bilmez. Bir Osmanlı paşasının Viyana'yı alacağım inadı, o savunma yapan komutanı ve dualarını geçemedi. Fakat gizlenen silahlar kullanılmadı, bunuda hesaba katmak lazım.)

Bunlar Osmanlı'nın büyük iki sırrı idi. Bir sırrı daha var, anlatmak pek doğru değil, ama mevzu taşlarla alakalı. Bir taşı istediği şekle kolayca sokabiliyorlardı, yerin altını çok kısa sürede delebiliyorlardı (Çok basit bir yöntemle). Bu sır bazı riskleri barındırdığı için paylaşılmadı. Hiçkimse Osmanlı'ya barbar demesin. Buldukları silahları insanlık için rafa kaldırdılar ve düşmanlarıyla aynı silahları kullanarak savaştılar. Delikanlı gibi!

Osmanlı'nın çok büyük başka sırlarıda var. Bugün henüz bulunamamış teknolojiler. Hepsini insanlık için rafa kaldırdılar. Hayat'ı bitirir diye. Bütün bunlar gizlendi ve Osmanlı mevzusu kapatıldı.

BAZEN ÖLMEK YAŞAMAKTAN İYİDİR

Bilindiği üzere virüs ülke, ülkeleri savaşa kışkırtmak için elinden geleni yapıyor. Aşağıdaki örnek, iki insanın yapısını ve bakış açısını göstermesi açısından güzel.

Türkiye Başbakan'ı Güney Amerika gezisinde idi. Virüs ülke bu tip zamanları hiç kaçırmaz. Aynı zamanda "Mavi Marmara" isimli gemi Gazze'ye gitmekteydi. Virüs ülke, Başbakan ülkesinde olmadığı için bastı düğmeye. Ve bütün dünyayı, silahsız insanları vurarak şok etti. Ancak kalleş insanlar, silahsız insanlara silahları ile müdahale ederler. Başbakan durumu öğrenince gezisini yarıda kesti ve yurda dönme kararı aldı. Savaş kararı almıştı. Fakat rütbesi başkomutan değildi ve savaş kararını uygulayamadı. Bu nedenle üstü kapatıldı. İnsanların zarar görmesini engellemek adına sineye çekme kararı alındı. Virüs ülkenin nükleer atma riski var idi, ama bu kendilerininde ebedi sonlarını getirecekti (sorumluları yargı önüne çıkarma fikri ağır bastı). MİLLİ ONUR, ayaklar altına alındı. Eğer savaş kararı uygulansaydı, bugün virüs ülkeyi konuşmuyor olacaktık (Belkide hayırlısı bu idi). Çünkü çoktan tarih olmuştu. Virüs ülke bunu bildiği için, Başbakan yurtdışında iken düğmeye bastı. İHH başkanı ise, zerre kadar güven vermiyor. Çünkü orada ölmedi!

Virüs ülke hükümeti kendisi bilmez nasıl yönetildiğini. Mossad başındaki adam, aynı zamanda hükümet içinde veya muhalefette her zaman görevlidir. Hükümet, mossad için bir görevli atar. Fakat görevlendirilen adamın hiçbir yetkisi yoktur. Hiçbir virüs ülke hükümeti bunu bilmez. Bir görevli seçer fakat, görevli kukla olduğunu bilmez. Evet mossad'ın yapısı böyledir. Hükümetten tam bağımsızdır. Başında günümüzde Lieberman bulunuyor. Mesela Netenyahu kendi yatak odasının mossad tarafından an an kaydedildiğini dahi bilmez. Fakat ülkeyi kendisinin yönettiğini sanır. Mossad ajanları birbirleri ile bedenlerindeki şeytan vasıtası ile görüşür, fakat ruh ile görüştüklerini sanırlar. Bunun kendilerine Cenab-ı Allah tarafından verilmiş güç olduğunu sanırlar. şeytan ise kendilerine bedava hizmet ettikleri için istedikleri iletişim bağını kurar. Bedenlerdeki şeytan ruhları birbiri ile uzaktan haberleşebilirler. Çünkü ruh mesafe tanımaz, fakat bunu yapabilmek için ruhunuzu tam hissetmeniz gerekir. şeytan tam hisseder, fakat bedeninizde olduğunu sürece siz hissedemezsiniz.

Milli onur geçmişte çok çiğnendi. Ama Başbakan belkide siz bu satırları okurken, Cumhurbaşkanı olmuş olacak. Hiç istemiyorlar, onun Cumhurbaşkanı olmasını. Bakalım bundan sonra ne olacak. Kendisine montaj ses kaydı hazırlamış büyük loca. Onlar birşey yapmasa gladyonun iki numarası HEÇ yapacak (baba deccalin adamı). O yapmasa özü anadoludan olmayan bir KÖK yapacak (Medyayı çok sevdi, illüminatinin yöneticilerinden). Oda yapmasa deccaliyet yapacak. Planları öyle, hiç istemiyorlar onu. Ama bu defa korkuları büyük. Kararsız kaldılar, çünkü kendilerini bekleyen bir HAYAT SÜRPRİZİ var. Haberi kendilerine ulaştı. Adam kendisi yapsa, kendisi sürprize maruz kalacak. Ülkesi yapsa illüminatinin bütün tepe kadrosu sürprize maruz kalacak (fakat sürprizi göremeyebilir). O yüzden henüz kim yapacak belli değil, çünkü elini uzatan diyorki, ben salak mıyım o adamlara dokunayım. Adamlarda belli; Hocaefendi, Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu, Bülent Arınç, Mursi ve başka ülkelerden birkaç isim daha var. Bu isimler önlerinde, kim salaklık yapacak onu belirlemeye çalışıyorlar. Adil yöneticilere dokunan bedelini öder, bunu biliyorlar. Mısır'da da birilerini asacaklarmış. Kararları veren hakimler bir salaklık etti ama cellat salak mı assın? IŞİD ve ESED katliamlarına devam ediyor. İki salak örgüt başı. İkisini de illüminati yönetiyor. Başlarında iki salak. Bir salakta Irak'ta. Salak bol. Lübnan'da da bir salak kendini tevbe haşa, O'nun askeri ilan etmiş. Hemde öldürerek asker oluyormuş, hem de virüs ülkenin adamı. O'ndan emir almadan öldürmek olur mu hiç? Deccal hadisi şeriflerde ne güzel tarif edilmiş. Tek gözü kör. Mason piramidinin üstündeki göz varya, onu diyor Resulullah (SAV). Salakları 1400 yıl önce tarif etmiş.

8 Ağustos'tan sonra atılan her pislik adımın bedeli, adımı atanın hanesinde. Sırası gelen bedel ödüyor, öyle güzel bir sistem. O saatten sonra adım atan, pişman olsa dahi ödeyecek (muhtemelen ölür). Yapacak birşey yok. O yüzden salakları belirlemeleri ne kadar zaman alacak merak konusu oldu. Kendilerine salak dendi, hiç umursamazlar. Öyleya, salak değilsen ve yeterince cesursan eğer; ya bu sözleri görmezden gelecek ve tam gaz devam edeceksin, ya da SALAK lafını alnına yazarak yoluna devam edeceksin. Ama zaten salaklar. Çünkü hayvanların aklı az olur, aklı az olana da salak derler. Akılları olsaydı, kötülük yolundan gitmezlerdi. Kötü yola gidenin aklı yoktur, kısmi salaktır. Kötülüğün ileri gelenleri ise, gerizekalı boyutuna ulaşmış durumdadır. Bu kadar sözü sineye çekerek, salaklığını test etme girişiminde bulunmayan insana da TESCİLLİ SALAK denir. Tescilli salak olmasa eğer, adım atacak bir ses kaydına canı gidecek ve ZIR SALAK olacak. Yukarısı bıyık, aşağısı sakal. Bakalım kim hangisini seçecekler...

SOLCULARA HİTABEN

Durmadan devlet yöneticilerine saldırıyorsunuz ve sözlerini hiç anlamaya çalışmıyorsunuz. Birde olağan yöntemler deneseniz acaba sonucu ne olurdu? Mesela 1000 kişi toplansanız ve güzel güzel yemekleri hazırlasanız. Başbakan gelip soframıza oturup yemeğimizi yemezse, sorunlarımızı dinlemezse kalkmıyoruz deseniz. Hangi millet evladı isteklerinizi reddederdi? Başbakan ben onların yemeğini yemem mi derdi? Sizce, o sizi farklı bir milletten mi görüyor? Tam tersi hepinizin burnu dahi kanamasın diye önlem alıyor. Gerçekleri öğrendiniz. Sizi kışkırtanlara kulak asmayın. Aranıza ajanları sokmayın. Gaza getirenlere inanmayın ve her haberin arkasını araştırın. Yalan haberlere itibar etmeyin. Herşeye olduğu gibi bakmayı öğrenin. Peşinen suçlamayın, bakın Türkiye ne hale gelecek. Hep birlikte gidilecek bu yol. Kardeşçe ve omuz omuza.

YAĞMUR DUASI

Uzun süre yağmur yağmayınca toprak kurur ve suya ihtiyaç duyar. Fakat yağmurun yağması için bulutların saf su ile döllenmesi gerekmektedir. Yağmur Duası okumak için toplanan ahali önce tevbe ederler. Ardından dua başlar. Dua boyunca bir kişi ağlasa yağmurun yağması için yeterlidir (Eğer bulut yoksa, saf su buharına çarpan bulutlar döllenir). Gözyaşı vasıtası ile vücuttan atılan suyun bir kısmı (saf kısmı), hemen buharlaşır ve bulutları döller. Bu nedenle yağmur duası sonrasında hemen yağmur yağmaya başlar. Kalabalık gidilmesinin sebebi, ağlayacak kişi ihtimalinin çok olmasıdır. Eğer dua edecek birisi yok ise, bir çocuğu bulutların olduğu bölgede ağlatmanız yeterlidir. Toprağa damlayan gözyaşı, sıcak toprak ile birlikte anında buharlaşır ve dölleme gerçekleşir.

Soru: Her yağmur damlasına için ayrı bir melek mi görevlidir?
Cevap: Hayır. Meleklerin sayısı belli. Her damla için ayrı melek görevlendirilmez. Esasen görevli melek yağmur bulutlarını getirir, döllenme gerçekleşir ve sonrasına müdahale edemez. Melekler işlerini ruh ile yaparlar. Ruhlarını hissettikleri kadar güçlülerdir. Suyu taşımak, bir melek için en zor işlerdendir. O kadar su damlasını taşıyacak kadar melek nerede? Fakat büyük meleklerden birisi (4 büyük melek haricindede çok büyük melekler var), ellerini uzatır ve her yağmur damlasının düşeceği yeri ayarlayabilir.

Soru: Neden durmadan tayfun, kasırga veya fırtınalar ile karşı karşıya kalıyoruz son yüzyılda?
Cevap: deccaliyet denilen aşağılık örgüt, Tesla'dan çalmış olduğu çalışmaları kullanıyor. Bilmeniz gereken okyanuslarda dolanan illüminati gemisinin biryerleri ısıttığı (RADYASYON).

NICOLA TESLA, sadece insanlık için çalışmıştır ve hayatını insanlığa adayan bilim adamlarının öncülerindendir. Lokman (A.S.), İlyas (A.S.), Davud (A.S.), İsa (A.S.) aynı şekilde çok emek vermiştir (Sayılan kişilerin bildikleri sosyal ve fenni ilimleri hayal edemezsiniz). İnternet'ten araştırınız ve hayatını izleyiniz. Tesla'nın ruh konusunda bildikleri, günümüzde hala bulunabilmiş değil.

Cenab-ı Allah bütün emeği geçenlerden razı olsun, mekanı cennet olsun.

AŞK OYUNU

Eskiden bir oyun var idi. Adı AŞK OYUNU. Bu oyun hiç bitmezdi. Cenab-ı Allah bir kainatlık yer açardı, kalp şeklinde. Düşünün ki kainatı açtığı yer kendi parçası. İçinde galaksi ve gezegenler. Bir gezegende "Bir Erkek" ve "Bir Kadın" yaratırdı. Aşk hikayesi öyle başlardı. Yaratılan "Eşrefi Mahlukat" türü bütün isimlerini bulana kadar oyun devam ederdi. İsimler bulunduktan sonra; her ismin yeri, doğada tecellisi olan yarattıkları bulunurdu. Ve bulanlar çok büyük hediyeler alırlardı Rabbimizden. Cenab-ı Allah her kulu ile direk konuşurdu. İsmini bulan ile konuşur ve hediyesini direk kendisi verirdi. Büyük isimlerini bulanlara gezegen, galaksi ne isterse yaratırdı (genelde bu tür istekte bulunulmaz, çünkü tek başına ne yapacak gezegen veya galakside). Kendisini ağlatmayı başarana, hayal et yaratayım derdi. Kutup yıldızı örneğindeki gibi yıldız kümelerinin yerlerinin bulunmasını isterdi. Bulupta şekli tamamlayan ödülü alırdı. Kalanı ise cennette. Cennette oyun hiç bitmezdi. Rekabet oyunu. Her "Eşrefi Mahlukatın" hem şahsi rakipleri var, hem de takım halinde yarışmalar var. Her dalda yarışmalar var. Mesela işaretlerin yerini bulma oyunu var (en büyüklerinden). Cennette gizli olan işaretler bulunuyor. Fakat herkesin iki ipucu hakkı var. Bu iki ipucu ile işaretlerin çoğunu toplayan, topladığı puana göre hediye alıyor. Cennetin baş köşeleri yarışma birincilerine rezerve. Birde Rabbimizi görme süresi var. Bu süre yarışmalarda alınan puanlarla değişiyor. Cennette Eşrefi Mahlukat, Rabbimizi görmek için yalvarıyor. İki milyon yılda bir topluca görüyor Eşrefi Mahlukat. Fakat iki milyon yıl boyunca yarışıyor, iki saniye daha fazla görebilmek için. O'nu bugünün zalimleri görse Aşktan deliye dönerler ve İslam için savaşırlardı. Bir defa görenin, O'nsuz yaşaması imkansız. Melekler de oyuna dahil, cinler de dahil idi. şeytan geldi ve bu oyunu bitirdi. şeytandan sonra hayat durdu, insanların kendi kendini şeytan ile imtihan etmesi başladı. Rabbimizin imtihanları iyi ile. Kötülüğü istedi, ruhunu bulaştırdı, imtihan adı altında kimleri kandırmadı ki. Kötüleri kötü yapan, ruhlarındaki şeytan idi. Oradan fısıldadı durdu, beyni ele geçirdi, o söyledi, ruhunu bulaştırdığı "Eşrefi Mahlukat" yaptı. Kendileri yaptıklarını zannettiler. Eskiden Allah'ın varlığına inanmayan yok idi. Günümüzde inanan kalmamış neredeyse. Yoksa siz %20-%30 müslüman oranını normal mi buluyorsunuz? O hiçbir kulunu cehenneme atmak için yaratmadı ve bu kadar büyük yükü yüklemedi kimseye. Kendisini gizlemezdi eskiden. şeytandan sonra kullarının durumlarını kendi isimlerinden ve meleklerinden öğrendi. Görmek istemedi kendisi, acı çekmek istemedi. O istediğini görür, fakat BASİR, ŞEHİD isimleri herşeyi görür ve kaydeder. Eğer kendisi istemiyorsa bakmaz. Eskiden günahlar bu kadar büyük değildi. Her kulunu görür ve yol gösterirdi, konuşarak yardım ederdi isimlerini arayanlara. Her evde konu O idi, O'nun isimlerini bulmak idi. Düşünün ki; bir taraftan çok güzel bir dünya hayatı yaşıyorsunuz, diğer taraftan aklınız piyango'da. Büyük ismini bulan yaşadı! Herkes aranıyor acaba ne olabilir diye. Yanıbaşında ama göremiyor çoğu. Kur'an-ı Kerim'in O'nun isimleri ile yazıldığını biliyorsunuz. Kur'an-ı Kerimde her güzel kelime O'nun ismi. İnşallah bundan sonra yarışma yeniden başlar.

Eskiden insanlar istedikleri kadar yaşar ve hazır oldukları anda Rabbimizden ölümü isterlerdi. Ölen kişide dünya hayatını tamamlamış olarak cennete giderdi. Bir kez ölümü tatmak Rabbimizin şartlarından.

Aşk Oyunu neticesinde, Cenab-ı Allah'tan almış olduğunuz kıymetli hediyeleri beraberinizde cennete götürmek istiyorsanız; mutlaka dua edip emanet kasasına alınmasını sağlayınız.

Not: Cenab-ı Allah istese şeytanı anında bitirirdi. Fakat O, istenmedikçe karışmaz. şeytanın, sırlarımızı söyleme diye duası vardı. Fakat şeytanın kan ile oynadığı sırrı ortaya çıkınca, bütün soruları kısa sürede cevapladı şeytan BİTTİ! şeytanın kan ile bulaşma sırrını ise, bir dua sonucu ruhu anlatarak çözdürdü. şeytana ben karışmasam bile, kullarım SEVGİ İLE sizi bitirir ve Rablerini unutmaz dedi. Kullarına o kadar güvendi. İnşallah güvenini boşa çıkarmayız. Cenab-ı Allah neden karışmaz diye merak ediyor olabilirsiniz. Eğer iblis ağaca kanı enjekte ettiğinde karışsa ve ağacı yaksaydı kader değişirdi. Hiçbirimiz var olmazdık. Başka insanlar olurdu bizim yerimizde. Bu nedenle o kuralları baştan koyar ve kuralların dışına çıkmaz. Siz kendi adınıza dua etmedikçe karışmaz. Karışırsa, sizden sonra doğacak nesillerin kaderi değişir. Bu nedenle siz şeytanı öldürmek istemezseniz, o asla karışmaz. Çünkü sonraki kullarını değiştirmez. Dua ederken mutlaka HAYIRLI ise cümlesini duanızın başına ekleyiniz. Siz nelerin sizin için hayırlı olduğunu bilmiyorsunuz.

Rabbimiz insanlığa o kadar büyük hediyeler verdi ki; yakında herbirini öğrenecek, yaşayacak ve çok şaşıracaksınız.

ÜLKELERİN BÖLÜNMESİ

Günümüzde birçok ülke suni kutuplaşmalar neticesinde bölünmüştür. Bu belaya uğramayan ülke neredeyse yok gibidir. İllüminatinin bir taktiği olan ülkeleri bölerek yönetme taktiği her ülke üzerinde denenmiş ve tamiri çok zor olan yaralara yol açmıştır. Bölünmeyen ülkelerde ise kutuplaşmalar hala devam etmektedir. Kardeşi kardeşe düşman eden bu anlayıştan bütün insanoğlunun artık geri dönme zamanı gelmiştir. İnsanları olduğu gibi kabul ettikten sonra aşılmayacak problem yoktur. Giyimlerinde, dillerine veya kimi göreneklerine göre insanları sınıflandırmak İslam'a ters bir anlayıştır. Zaten insanlar veya milletler tek tip olsa idi yaşamın hiçbir tadı kalmaz idi. Cenab-ı Allah insanları milletlere ayırmıştır. Bunu hayatı yaşanılır kılmak için yapmıştır. Hem millet içi hem de milletler arası bir rekabet ortamı oluşması adına bu çok gereklidir. Yoksa cennette dahi hayat yaşanılmaz olur. Aynı dili konuşan ve benzeri adetlere, geleneklere, göreneklere sahip olan insanlar aslında tek bir millettir. Fakat aynı milletin değişik fırkalarıdır. Sanki bir ağaç misali, bir dala bağlı küçük dalcıklardır. Eğer bir ağacı bütün küçük dallarından ve yapraklarından arındırır ve dümdüz yaparsanız o ağaç neye benzer? Toplumlar ve milletlerde aynı değerlendirilmelidir. Şive, adet, gelenek, görenek farklılıkları birer renk veya desen olarak görülmeli, bunların zenginliğinden faydalanmalıdır.

Mesela Güney Kore ve Kuzey Kore iki farklı ülke değildi. Algıda öyle gösterildi ve bir kardeş millet iki parçaya bölündü. Keza Sudan ülkesi aynı şekilde bölünmüştür. Tamamı kardeş olan bir milleti iki parçaya bölen sebepler ise suni sebeplerdir. Bir an önce bölünmüş ülkelerin birbiri ile kaynaşması sağlanmalı ve gerekli adımlar atılmalıdır. Tekrar aynı devlet olmaları gerekmiyor, fakat insanların birbirine olan düşmanlığı son bulmalıdır. İllüminatinin terör oyununa gelmemelidir. Terör bahanesi ile milletler birbirine düşman edilmiştir. Oysa ki terör, bütün milletlerin ve insanlığın düşmanıdır. Diyalog kapıları tekrar açılmalı ve saçma sapan kavgalara son verilmelidir. Tarihte olan olmuştur. Şu anki insanların bunda kabahati yoktur. Bütün dünya bir olmalı ve küskün kardeşler barıştırılmalıdır. Fakat bu bir milletin kendi içindeki tatlı rekabete son vermeden yapılmalıdır.

Türkiye evvela "Türki Cumhuriyetleri" tek paydada toplamak zorundadır. Zira en fazla bölünmüşlük "Türki Cumhuriyetler" arasında mevcut. Hep birlikte bir araya toplanmadan, millet olma şuuru yakalanamaz. Öyle bir yapı kurulmalı ki, cennette milletler bu yapıya göre komşu olmalıdır. Türki Cumhuriyetler dururken başka komşu bize yakışmaz. Aynı milletin değişik parçaları olarak dört bir tarafa dağıldık. Bunları bir araya toplama zamanı çoktan geldi ve geçiyor. Dünyadaki en büyük milletlerden biriyiz ve 40 parçaya bölünmüş durumdayız. Doğu Türkistan'dan Almanya'daki milyonlara kadar hepsi aynı millet. Hangi babayiğit bu ülkeleri tek paydada toplayacaksa bu işe bir an önce başlasa çok yerinde olur (Geçmiş Peygamberlerden ve Nebilerden Türk olanlar bu durumu görürse, fırçayı elini taşın altına koymayanlar yiyecek. Sayılarıda bir tane değil. Mesela Oğuz ve Lokman babalarımız Türk. Oğuz (A.S.), Kül Tigin'in oğlu, fakat devlet yönetiminde yolları ayrılmış zamanında. Bu kadar bilgi yeter).

MİLLETİNİ SEÇ

Bu yazıda anlatılmak istenen kimlik bunalımının aşılmasına yönelik ne yapılması gerektiğidir. Örnek olarak Türk Milleti kullanılmıştır. Kendi milletinizde benzeri örneği bulabilirsiniz. Hatta şehirler, köyler arasında bile milletçilik olgusunu mutlaka görüyorsunuzdur. Bir insanın kendi topraklarını ve üzerinde yaşayanları sevmesi ve kayırması olağan bir durumdur. Fakat diğer insanları incitmemek kaydı ile. Her millet kendi insanını sevmeli, fakat diğer milletlere saygı duymalıdır. Her millet kendi dilini sevmeli, fakat diğer dillere saygı duymalıdır (Başka milletlerin dilini öğrenmek güzeldir). Kendi milletinin çiçeğini korumak adına diğer çiçekleri ezen millet, zorbalık yapmaktadır.

Aynı dili konuşan, aynı duyguları paylaşan, beraber gülen, beraber ağlayan, gelenekleri ve görenekleri benzeşen, birbirine yakın toprak parçaları üzerinde yaşayan insanlar topluluğuna MİLLET denir. Her millete bir isim verilir. Mesela Türk milleti, eskiden Osmanlı idi. Osmanlıdan önce Selçuklu idi. Daha önceden yine Türk idi. Yaşadığı dönemde hangi isim benimsendi ise milletin ismi o oldu. Günümüzde Türk ismi kullanılıyor. Bir milleti yöneten yapıya ise Devlet denir. Günümüzde her milletin bir devleti vardır. Millet içindeki şive farklılıkları, bazı gelenek farklılıkları bir milletin zenginliğidir. Fakat milleti bir arada tutan ruh, mümkün olduğunca aynı değerleri paylaşan insanlardan oluşmasıdır.

İnsanların soyu 7 kuşak içerisinde tamamen değişir. DNA ile aktarılan bilgiler 7 kuşakta tamamen son bulur. Fakat oluşturulmuş değerler, yani MİLLETİN KARAKTERİ binyıllar geçse de aynı kalır. Bu nedenle millet seçimi soya bakarak yapılmaz, millet karakterine bakarak yapılır. Aşağıda kendizi ait hissetiğiniz millet karakterini seçmeniz istenecek, lütfen seçiniz.

ASLOLAN SOY MİLLET SOYUDUR.

Son yüzyılda birtakım insanlar ayrıştırma politikası güttüğü için insanlar hangi milletten olduğunu bilemez oldu. Bir kesim ayrıldı biz Kürdüz dedi. Ayrı devlet olmak istiyoruz dedi. Hiçkimse ne istediklerini anlamadı veya anlamak istemedi. Aslında olması gereken insanları ait oldukları veya olmak istedikleri alanda serbest bırakmaktı. Bu yapılmadığı için sorunlar birikti ve kimi yerlerde kangren halini aldı. Bu sorunun çözümü aşağıdaki sorularda gizli.

Her birey kendisine şu soruyu sormalı ve devletler mutlaka her bireye sorarak referandum yapmalıdır: "BEN HANGİ MİLLETTENİM". İkinci soru ise şu olmalı: "BENİM DEVLETİM HANGİSİ".

1) Yukarıdaki iki soruyada Türk Milleti ve Türk Devleti derseniz, siz Türksünüz ve devletinizde Türk devleti. Herşey sorunsuz. Devletiniz ve milletiniz belli. Kendi milletiniz içerisinde istediğiniz siyaseti yapar ve konuşabilirsiniz. Hakkınız var.

2) Eğer milletim Kürt, fakat devletim Türk diyorsanız, kimliğinizi bulamamışsınız demektir. Çünkü her milleti kendi devleti yönetir. Başkasının yönetmeye hakkı yoktur. Ve enerjisini kendi milletine harcaması gereken bir devleti kendinizi yönettirerek yoramazsınız. Çünkü o devletin milletini kabul etmediniz. Ayrı bir devlet olmanız gerekiyor. Çünkü devletinizi Türk Devleti seçerek hayatınızı garanti altına aldınız. Çünkü Türk Devleti güçlü ve sizin her işinizi görüyor. Fakat kendi devletiniz henüz olgunlaşmamış. Bu nedenle milletinizi saklı tuttunuz ve Türk Devletine sığındınız. Bu kendi milletinin yönetim gücünü hor görmektir, beğenmemektir, küçük görmektir. Eğer milletiniz Kürt ise o yolda mücadele etmeniz ve kendinizi yönetmeniz gerekmez miydi? Bunu yapmadınız çünkü bölünmek istemiyorsunuz. O zaman siz Türksünüz. Çünkü aynı millet bölünmek istemez. Farklı millet olsaydınız bölünmek ve kendinizi yönetmek isterdiniz.

KENDİNİZİ AİT HİSSETTİĞİNİZ VE DEĞERLERİNİ BENİMSEDİĞİNİZ MİLLET HANGİSİ İSE TARAFINIZI SEÇİNİZ.

Bu topraklar üzerinde yaşayan insanlara Türk adı verilmiş ve bende Türküm diyeceksiniz ve bir daha arkanıza bakmayacaksınız. Yoksa kimliğinizi bulamamış olursunuz. Fakat gözden kaçırdığınız bir nokta var. Türk milleti içinde yaşıyorsanız ve değerlerini benimsiyorsanız; Kürt isminin, Türk ismi altındaki bir isim olduğunu anlayamadınız. Aynı Laz veya Çerkez isimleri gibi. İşte bu madde de demeniz gerekiyor ki, ben hem Kürdüm hem de Türküm. Benim ırkım bütünün bir parçası ve ayrı devlet olmak istemiyorum. Türküm ama bizim oraların insanına özel bir isim daha vermişler, Kürt demişler. Aynı şehirlere ve köylere isim verir gibi benim bölgemde yaşayanlara Kürt demişler. Gayet normal. Çünkü size memleketinizi sorana ilk önce şehri, sonra ilçeyi, sonra köyünüzü söylüyorsunuz. En kıymetlisi sizin köy. Ama şehrinizin adını da kimseye çiğnetmezsiniz. İşte sizin ilçeniz Kürt, şehriniz Türk ismine sahip. Şehrinizin adını kimseye çiğnetmeyin.

3) Bu maddeye mensup kaç kişi çıkar bilinmez, ama yazılmalı. Çünkü anlamayan çok insan var. Benim milletim Kürt, devletimin de Kürt olmasını istiyorum diyorsanız doğru düşüncedesiniz. Çünkü Kürt isminin Türk ismi altındaki bütünün bir parçası olduğunu kabul etmediniz. Ayrı bir devlet olmanız gerekiyor. Çünkü kendinizi Türk milletine ait hissetmiyorsunuz. Türk milletinin devleti de, enerjisini size harcamak ve savaşmak istemiyor. Mutlaka ayrı bir devlet kurmanız lazım. Diğer devletlerden yönetim tecrübelerini alarak devletleşme yoluna gitmeniz gerekiyor. Bunu yaparken savaşmaya hiç gerek yok. Kendi içinizde kurullarınızı oluşturacaksınız ve bu kurullar gerekli temaslarda bulunarak devletinizi kuracak. Türk devletinin de hiç zorlamaması ve kolaylaştırması gerekiyor. Çünkü aynı değerleri paylaşmadığınız insanlar ile aynı millet değilsiniz. Zorla güzellik olmaz.

TOPRAKLARIN PAYLAŞILMASI

Hile ile Türk nüfusuna geçmiş Ermenilerin bu konuda seçim yapma hakları yoktur. Çünkü kendi ülkeleri ve toprakları mevcut. Fakat babalarının nüfusta yaptığı hileden bihaber olarak büyüyen ve kendini Türk milletine ait hissedenlere, devlet ayrı bir zamanda özel bir kapı açabilir. Diğer bütün vatandaşlar ise delikanlı gibi isimlerini yazarak devletlerini ve milletlerini referandumda seçsinler. Herhangi bir ilde azınlık durumda olanlar ait oldukları topraklara taşınmak zorunda. Mesela Kürtlerin kendi toprakları, güneydoğu illerimiz. Burada baz alınacak kural, doğduğu ve nüfusa kayıtlı topraklara ilişkin oy kullanımıdır. Taşınma işlemi için bir takvim belirlenir ve bu takvimde taşınma tamamlanarak süreç tamamlanmış olur. Her devlet ve her millet kendi kurallarını koyma hakkına sahiptir.

Eğer güneydoğudaki kardeşlerimizden birkaç kişi çıkarda ben devlet kuracağım derse topraklarını Kürt ve Türk ortak karar ile ayıralım yerleşsinler. Fakat güneydoğudan kandıracak Türk (Kürt) bulabilirlerse.

Yukarıdaki örnekte belirtildiği gibi her ülke kendi milletine sorarak REFERANDUM yapmalıdır. Seçim sonucuna göre de herkes devletini ve milletini belirlemelidir. Yapılan referandum bölme işlemi değil, milletinin adını koymaktır. Kalanı zaman içerisinde diyalog ile çözülür.

Referandum sürecinde hiçkimse propaganda yapmamalıdır. Seçimler özgür irade ile yapılmalıdır. Her birey kendi özgür iradesini kullanarak seçmelidir. Propaganda ile fikir değiştirilecek bir konu değildir.

DİYALOG KAPILARI

Herkesin malumu deccaliyetin insanları mahvettiği bir devirden, sevgi çağına geçiş yapıyoruz. Bu yapılırken savaşmanın ne kadar anlamsız olduğu, bu yazıyı okuyan herkes tarafından net anlaşılacaktır. Savaşmak yerine diyalog yolunu tercih etmek en güzelidir. Fakat diyalog kapıları açılması için yapılagelenler pekte doğru değildir.

Aynı devlet içinde dahi, birçok fırka mevcuttur. Aynı milletin fertleri olmalarına rağmen, insanoğlu başkanının her zaman kendine yakın topraklardan olmasını ister. İnsanoğlu doğası gereği bunu ister, fakat bu düşünce her zaman doğru değildir. Bir insanın kendine yakın olanı, YAKIN GÖRMESİ olağandır. Çünkü kendisine yakın olan, zaten yakındır. Bunun yerine şu cümleyi ezberlemelidir. Doğru söz veya doğru davranış kimden olursa olsun doğrudur.

Yukarıda anlatıldı, insanlara milletlerini seçmeleri istendi. Yukarıdaki paragrafta örnek olarak TÜRK ifadesi kullanıldı. Çünkü TÜRK kelimesinin manası, tam olarak MÜSLÜMAN demektir (GAVUR ise kafir demektir. Türkler gavur kelimesini iyi bilir). Bunu Türkiye içinde yaşayan herkes kabullenir. Çünkü MÜSLÜMAN kelimesi altında toplanmak herkesin hoşuna gider. Fakat o bile değişebilir. Kim istemez "SEVGİ ÜLKESİNDE" yaşamayı.

Diyelim ki birileri milletinizi fırkalara ayırma yolunda emin adımlarla ilerliyor ve millet içinde farklı isimler ortaya çıktı. Bu sorunu nasıl aşarsınız? Kendilerini farklı isimler ile telaffuz eden insan topluluklarını farklı ve daha güzel bir isimde toplayarak. Bunu yaparken savaşmaya gerek yoktur. Herkesin kabulleneceği ortak bir isim kullanmak sorunu diyalog yolu ile çözmenin en güzel yoludur. Günümüz ülke isimlerinin çoğunluğu sorunludur. Çünkü ülke isimleri IRK isimleri altında toplanmıştır.

Bir örnek, anlatılmak isteneni tüm okuyanlara net anlatacaktır. Parça parça olmuş ülkeleri, belkide bir arada toplamaya yardımcı olacak bir örnektir. Fakat mutlaka uygulanması gerekiyor manasını taşımıyor, sadece örnektir. Diyelim ki, ABC ülkesinin halkı değişik fırkalara bölünmüş durumda. Fakat bu durum kendi içlerinde akil insanların hoşuna gitmiyor. Bir kısım ABC ismini benimsemiş, diğer kısım istemiyor. Bu sorunu çözmek için daha güzeli ile isim değişikliği yapcaksınız. Ülkelerine "SELAM" ismini taksınlar ve o isim ile anılmaya başlasınlar. Bunu kabullenmeyecek insan yoktur. Daha sonra bu ismi yaşayarak diğer ülkelere örnek olsunlar. Göreceksiniz ki, bütün insanlar "SELAM" ismi altında tek yürek toplanacak ve bütün bölünmüşlük ortadan kalkacaktır. Hatta çevre ülkeler kıskanıp katılmak isteyecektir. Kim istemez "SELAM ÜLKESİNDE" yaşamayı.

Her ülke bu örneği okuyarak kendisine bir isim seçebilir. Fakat şunu da göz önünde bulundurmalıdır ki; o ismi seçtikten sonra, o isme uygun yaşamalıdır. Rabbimiz, siz o isme layık olduktan sonra, o ismi size verir ve o milletin üzerine yazar.

İpuçları: Ülke isimleri Cenab-ı Allah'ın büyük isimlerine göre seçilirse ve yaşanırsa çok güzel olur. Seçtikten sonra yaşamazsanız, o ismi alamazsınız. Çünkü o isim karar verir, ismini size verip vermeyeceğine.

ALİM ismi, ALLAH isminden sonraki en büyük isimdir. Altında AKIL, MANTIK, DİKKAT, HAYAL, FİKİR, İLİM, EĞİTİM, ÖĞRETİM gibi birçok büyük ismi barındırır. ALİM ismi, alınması en zor olan isimdir. Herşeyi bildiği için, kolay kolay vermez o ismi. ALİM ismini almanın en kolay yolu; o isim henüz bulunmamışken, "SENİN ADIN ALİM" demektir. Fakat bulunmuş olduğu için, almanın en kolay yolu, ilim konusunda ilerlemektir. ALİM ismi koskoca kainatta en nadir verilen isimdir.

Ülkelerin insanları da isimleri alırlarsa kendi ülke hanelerine yazarlar. Bu ismi almak için daha çok çalışmak gerekmektedir. ALİM ismini ikna etmek çok zor, çünkü herşeyi biliyor.

ALLAH (AŞK) ismi ise bütün ülkeler için ortak ÇATI İSİMDİR. ALLAH'ın dünyasında yaşıyoruz. Acaba kabe çevresi bütün insanlığa ait bir ülke olsa idi ve yerleşim olmasa idi nasıl olurdu? Hem birde adı olsa idi, "ELİF"! "ALİM ÜLKESİ", cennette veya başka yerlerde Şura'nın yaşadığı yere verilen isimdir. Başka ülke bu ismi alır ama ülke adı olarak kullanamaz. Aşağıda bazı isimleri nasıl alabileceğinize örnekler verilmiştir. Ülke adı yapmak istiyorsanız, o ismi ikna edin.

* Eğer kalbinizde AŞK ismi var ise, kalbiniz sıcacıktır. Bu ismi alıp almadığınızı böyle öğrenebilirsiniz. Fakat isimleri almanın dereceleri vardır. Yüksek derecede alırsanız, alev alev yakar. Yüksek derecede alırsanız, sizinle açık açık konuşur ve isteklerinizi sorar. Düşük derecede alırsanız, aklınıza "bir isteğin olsaydı, ne isterdin" sorusunu düşürür. İlk isteği kesin kabul eder. İkincisi de kesin kabule yakındır. Daha sonrakilerin kabul olma ihtimali giderek normale döner. Bu her isim için böyledir.
* İsimler, cennette ekmek ve su gibi lazım. Çünkü dua hakkı alıyorsunuz bunu öğrendiniz. Almış olduğunuz isimler neticesinde, ebedi bir hakka sahip oluyorsunuz. Eğer elinizdeki isimler az ise, cennette bütün insanlar gezinirken iş yapmak zorunda kalırsınız. Bu sizi üzmez ama vaktinizi alır. "ALİM" ismi elinizde olsa bütün işler çok kolay.

Rabbimiz sizi götürdü, cennet gezegenine bıraktı. Sonrası elinizde bulunan isimler (Ülke elindeki isimler bütün ülkeyi ilgilendirir, şahıs elindekiler ise bulan şahsı. İsterse ülkesine vermez). Uzun tartışmalardan sonra isteyeceğinize karar verdiniz. Cennet yenilenene kadar ne isterseniz o! Mesela topraklarınızda altın madeni bitti ve daha 2 milyon yıl tamamlanmadı. Size lazım olan altın madeni ihtiyacını nasıl karşılayacaksınız? Yani ilk istekler kabul ve dikkat etmeniz gerekiyor. İsimler olmadan koşturur durursunuz. Koskoca bir gezegen düşünün, oraya bırakıldınız. Arazi çok geniş ve herkesin yeri belli. İletişimden, ulaşıma kadar yüzlerce ihtiyaç var. Madenler nerede belli değil. Kendi arazinize gideceksiniz ama nasıl? İsimler olmadan düşünür durursunuz. Elementler aynı mı sanıyorsunuz. Bir değiştirir elementleri, çakılır kalırsınız. Elinizde "PLAN" ismi var ama size "ALİM" isminin yardımı lazım. "PLAN" isminden istersiniz, o "ALİM" isminden ister ve işinizi halledersiniz. Ama ne kadarını kabul ettirirse. İsimlerin hepsini almak kolay değil. Yüzyıllarca çalışmayı gerektirir. Sizlere herşeyi hazır verse, hayatın tadı kalmaz. Bu nedenle sürpriz yapar bazen tam herşey hazır, daha epey zamanımız var derken sıfırlar yaptıklarınızı! Hadi bakalım herşey yenilendi sıfırdan kurun der. O, dilediğini yapar! Ben sıkıldım bu cennetin şeklinden der ve birdenbire bütün doğa değişir. Ne olduğunu anlayamazsınız. Sıkılır çünkü aynı görüntüden. Neyi, ne zaman yapacağı belli olmaz. Elinizde isim varsa, işiniz rahat olur. O'nun sürprizleri bol...

* "EĞİTİM" ve "ÖĞRETİM", O'nun ismi. Bu isimleri "HİZMET" aldı. Sizde eğitim seferberliği başlatın ve sizde alın. Arapça AŞK'ın dili. Bunu değiştiremezsiniz. Yazımda ve konuşmada çok estetik bir dil. Her insan mutlaka Kur'an okuyacak ve bazı kelimeleri anlayacak kadar Arapça bilmelidir. Başka hiçbir dilde o estetiği bulamazsınız. Günümüz araplarının konuştuğu dil, eski arapların konuştuğuna benzemiyor. Günümüz Arapçasını konuşan araplar, sakın kendilerini estetik konuşan sınıfına sokmasınlar. Eski Arapça konuşma dili, zaman içerisinde sizlere sunulacak. Günümüz Türkçesi ise kesinlikle eski Türkçeye benzemiyor. Bir an önce toparlanması lazım. Osmanlı Türkçesi ne kadar güzeldi. Günümüz Türkçesini savunanlar, kendisine birde isim koydu "İSTANBUL TÜRKÇESİ". Oysa ki, zerre kadar gerçek İstanbul Türkçesine benzemiyor. Bütün kelimeler değişti.

Özellikle ÇİN ve bazı uzakdoğu ülkeleri, yazı dilleri sebebi ile dünyadan kopuk durumda bulunmakta. İnsanlar kendileri ile iletişim kurmakta zorlanıyor. Çünkü dilleri ÇOK ZOR! Keşke kendileri bir akım başlatsa ve alfabesi anlaşılır olan bir dile geçiş yapsalardı. Var olan yazı dilleri ise, GÜZEL YAZI DİLİ olarak devam etseydi (Çünkü yazım dilleri bir estetiğe sahip). Bu çok önemli bir konu. Çünkü dünyanın kendilerini kenarda ve sistemden uzak bıraktığını düşünüyorlar. Fakat yazı dillerindeki zorluğu görmüyorlar. İnsanlar yazdıklarınızı okumaz ve anlamaz ise bilgi aktarımı yapamazsınız. Dünyanın birçok yöresinde yazı diliniz anlaşılmıyor, çünkü çok karmaşık. İletişim kurmak isteyenler mecburen ingilizce gibi bir dil ile iletişim sağlamaya çalışıyor. Neden kendi diliniz herkesin anlayabileceği bir alfabeye sahip olmasın. Böylelikle dilinizi öğrenmek kolay olurdu ve sisteme tam entegrasyon sağlanırdı. Çünkü uzakdoğu haricindeki insanlar, yazdıklarınızı şekil olarak görüyor. Hiçbirşey anlamıyor. Bizlere iletişim kapılarınızı lütfen açınız. Bizler sizinle başka dillerde iletişim kurmak istemiyoruz, kendi dilinizi öğrenmek istiyoruz. Neden ülkenizi başka dillerde tanıtma durumunda kalıyorsunuz. Şu kitaba Çince birkaç cümle eklenebilirdi ve eserlerinizi bütün dünya bilmek isterdi. Çünkü Çin çok büyük bir ülke. Buna rağmen yazı dillerinin zorluğu sebebiyle, sistemde dillerini bilen sayısı çok az. Normalde her yazı dili bir eğitim yılında bir çocuğa öğretilebiliyor. Çince öğrenmeye kalksak kaç yıl sürerdi bilmiyoruz. Hindistan keza aynı durumla karşı karşıya, fakat bilgisayar sayesinde biraz entegrasyon sağladılar. Fakat tam entegrasyon için herkesin anlayabileceği bir alfabe şart. Alfabe geliştirilirken, her ses bir harfe dönüştürülür. En güzeli her harfin yazıldığı gibi okunmasıdır. Mesela avrupa dillerinde bu konuda sorunlar mevcuttur. Yazıldığı gibi okunmayan bir dil öğrenimi zorlaştırır (Avrupa dilleri olduğu gibi kuralına uygun değil). Fakat avrupa dilleri buna rağmen öğrenimi kolay dillerdir. Bir alfabedeki harf sayısı 30'u geçmemelidir. Ne kadar artarsa, öğrenimde o kadar büyük sorunlara yol açar. Eğer harf sayısı çok artarsa, her bir harfin diğerleri ile kelime içinde kombinasyonu artar. Bu yazım dilini çok zorlaştırır ve öğrenimini geciktirir.

Yazı dillerinin latince olmasına gerek yoktur. Mesela Rusça latin alfabesi kullanmıyor olsa dahi, okunuşu ve anlaşılması kolay bir dil.

* "OKUMA" ve "YAZMA", O'nun isimleri. Çok okuyun ve unutmamak için okuduklarınızı yazın. Gelecek nesillere güzel eserler bırakın. Bu isimler "ALİM" isminin altında. Kur'anda ilk emir "OKU" idi, yani "İGRA". İgra kelimesindeki Elif, ALLAH ve VAHİD ismini temsil eder. "OKU" ismi ise, "ALİM" ismini gösterir. "ALİM" ismi çok büyük ve "OKUMAK" ne demek şimdi anladınız. "ADİL", O'nun ismi ve "ALİM" gibi büyük bir isim. Yargı bağımsızdır, verdiği hüküm kesindir. "HÜKÜM", O'nun ismi. Adil hüküm veren alır.
* "YAZ", O'nun ismi. Ayetin devamında geçiyor. İgra, dedikten sonra "YARATAN" ismi ile devam ediyor. Hemen peşine "KALEMLE YAZMAK" cümlesini kuruyor Rabbimiz. "YAZ", isminin değerini anlayın.
* "HAYAL", O'nun ismi. Kurduğunuz hayaller önemlidir. Güzeli hayal edin ve bu ismi alın. Hayallerin çoğu, aynı zamanda duadır. "HAYAL", ismi "ALİM" isminin altında.
* "ZEKA", O'nun ismi. Ne kadar zekisiniz? Buna "ALİM" ismi karar versin. Çünkü "ALİM" isminin altında.
* "RÜYA", O'nun ismi. Güzel rüyaları olan, güzel rüyalar kuran alır bu ismi. Rabbimiz bazı kullarına bu ismi verir ve rüyada onlara aktarmak istediklerini aktarır. O'ndan olan bütün rüyalar; size yaşanılanların Cenab-ı Allah tarafından resmedilmesidir. Bazı rüyalar uyarıcı mahiyet taşımaktadır ve rüyaları anlamak için bu konuda ilim sahibi olmak gerekir. Mesela Hz. Yusuf rüya ilmini bilirdi.
* "ÇİZER", O'nun ismi. "ALİM" isminin altında. Çiziminize güveniyorsanız alırsınız.
* "TEKNİK", O'nun ismi. Tekniğini bilen bir işe kısa sürede bitirir. Yoksa uğraşır durursunuz. Bu isim de, "ALİM" isminin altında.
* "AKIL", O'nun ismi. Akıl çok büyük bir isimdir ve en doğruyu bulmanızı sağlar. Kur'anda da "ey akıl sahipleri" şeklinde hitapları görürsünüz. Çünkü AKIL, ilim yolu ile en doğruyu seçmektir. Yanlışı ve doğruyu ayırt etmenizi sağlar. Akıl beynin sağ üst köşesinde bulunur. Akıl, akıldan üstündür. Akıllı olan istişare eder ve başkalarının fikirlerinden yararlanır. Akıllı olursanız bu ismi alırsınız.
* "MANTIK", O'nun ismi. Bu isim doğruyu ve en iyisini size matematiksel olarak hesaplatır. İslam AKIL ve MANTIK dinidir. Mantığınızı kullanırsanız hiç yanılmazsınız. Günümüz bilgisayarlarının tamamı bu isim örnek alınarak yapılmıştır. Doğru, 1 demektir ve Yanlış, 0 demektir. Mantık beynin sol üst köşesinde bulunur. Doğruya doğru, Yanlışa ise yanlış derseniz ve hesaplarınızı mantık dairesinde yaparsanız bu ismi alırsınız.
* "DİKKAT", O'nun ismi. Dikkat beynin sağ tarafında bulunur. Eğer çok dikkatli iseniz alırsınız bu ismi. Bayanlar ayrıntılara dikkat ettikleri için erkeklerden daha şanslıdır.
* "FİKİR", O'nun ismi. "ALİM" isminin altında. Öyle fikirler üretin ki, bu isim sizi seçsin.
* "BELLEK" ve "HAFIZA", O'nun isimleri. O hiçbirşeyi unutmaz. Sizde unutmazsanız bu ismi alırsınız. Bu isim "ALİM" isminin altında.
* "BİLİM" ve "İLİM", O'nun isimleri. Bilimde ve ilimde ileri gidenler alır bu isimleri. Her ikiside "ALİM" isminin altında.
* "KURAL" ve "KAİDE", O'nun isimleri. En güzel kuralları koyan ve kurallara uyan alır bu isimleri.
* "AYDINLIK", O'nun ismi. Kim ülkesini karanlıktan aydınlığa çıkarırsa o alır bu ismi. İllüminati kendisini öyle çağırıyor ama onun adı deccaliyet!
* "LİSAN", O'nun ismi. Her dil özeldir ve güzeldir. Diller yaşayan canlılar gibidir. Herbiri bir manevi ruha sahiptir ve herbiri korunmalıdır. Diline sahip çıkan ve diğer ülkelere dilini sevdiren ülke bu ismi alır. Sizin diliniz nasıl?
* "ÇEVİRİ", O'nun ismi. O her dili bilir. Kullarına ruh dili ile hitap eder. Ne kadar dil biliyorsanız, o kadar şansınız var.
* "SÜBHAN", O'nun çok büyük bir ismi. O yüceler yücesi ve bütün eksikliklerden münezzehtir. O'nu layık olduğu şekilde yüceltmek ve tespih etmek gerekir. O'ndan başka kimi yücelteceğiz. O bizim biricik Rabbimiz. O'nu bol bol "Sübhanallah" diyerek tespih etmemiz gerekir.
* "HAMİD", O'nun çok büyük bir ismi. O övgülerin en büyüğüne layıktır. O'nu yeterince tespih ederek övmek gerekir. O'na verdiği herşey için teşekkür etmek gerekir. Eğer O'nu çokça tespih eder ve verdiklerine "Elhamdülillah" diyerek hamdederseniz, bu ismi alırsınız. Yaptıklarınız övgüye değer olsun. Hz. Muhammed ve Hz. Lokman babalarımız gibi olursanız bu ismi alırsınız. Her ikisinide nasıl övmüş Rabbimiz. Diğer peygamberleri de övmüş.
* "KABİD", O'nun ismi. Sıkan, daraltan demektir. İmtihan etmek amacı ile bazı kullarının rızıklarını daraltır. Maddi ve manevi olarak bu ismi ile imtihan eder. Ayrıca bütün bedeni kaplayan ruhun küçültülerek tek maddeye sığdırılması da (kabzedilmesi) bu ismin tecellisidir. Bir hücreye bir dünyayı sığdırabilecek kadar yücedir O! Bu isme yakın olmanız için, çok çalışmanız gerekir. Mesela bütün isimlerini TEK BİR ELİF'e sığdırmıştır. BİR ELİF'e zaman ve mekan üstü, zaman ve mekanda ne varsa sığdırmıştır.
* "KÜRSİ", "HAYY", "KAYYUM", "HAK", O'nun ismi. O'nun kürsüsü bütün kainatlarda ki gökleri ve yerleri içine alır. Her zaman diridir ve zatı ile varlıkları ayakta tutar. Bir an olmasa idi, hiçbirşey var olmazdı. Bir daha sonsuz olan olmazdı. Bu isimleri çok özeldir. Hayy ve Kayyum isimleri ise BİR (VAHİD) olduğunun açık ispatıdır. Herbirimizin ruhu O'ndan bir parçadır. Bir an olmasa bizlerde olmayız. O'nun kürsüsü, sınırlı olan kafamıza sığmaz. Çünkü başlangıç noktamız vardır.
* "ALİYY", "AZİYM", "MÜTEAL", "KÜBRA", "KEBİR", "MÜTEKEBBİR", "CELİL", "RAFİ"; O'nun isimleri. Bu isimler O'nun yüceliğini ve büyüklüğünü açıkça anlatan isimlerdir. O'ndan daha yücesi ve büyüğü yoktur. Yüceliğini anlatmaya da hiçbir kelime yetmez. Yüceler yücesi ve en büyük olan O'dur. Dilediğini ise RAFİ ismi ile yüceltir. O'nu isimleri ile bol bol tespih ederseniz bu isimlere yakın olursunuz.
* "VEHHAB", "İHSAN" ve "BERR" O'nun isimleri. Rabbimizin iyilik ve ihsanı çok boldur. Eğer sizlerde bol bol iyilik yapar ve gücünüz yettiğince elinizdekileri başkaları karşılıksız verirseniz, bu isimleri alabilirsiniz."GÜL", O'nun ismi. O güllerin hem en güzeli, hem de en güzeline layık. Bu ismi almanız için bir gül kadar güzel ve kıymetli işler yapmanız gerekir.
* "İSRAF" ismi, O'nun değil. Bu ismi, Fransa'da hükümeti protesto ederken nimetleri yerlere dökenler aldı. Birde fiyatları beğenmediği için Antalya'da ürünlerini yerlere döken çiftçiler. Dünyada hala açlıktan ölen birsürü insan var iken; o nimetlerin parasını beğenmeyip, yerlere dökerek protesto edenler kendilerine şöyle bir baksınlar.
* "KATLİAM" ismi, O'nun değil. Fakat birçok ülke aldı. Bir an önce o isimden kurtulmalarını diliyoruz.
* "DENGE (MUKSİT)" ve "TUTUMLU", O'nun ismi. O dengeli, tasarrufludur ve tutumludur. İsrafı sevmez. Eğer yaptıklarınızla ve yaşantınızla israftan uzak ve dengeli bir hayat sürerseniz, bu isme yakın olursunuz.
* "UYGUN", O'nun ismi. O'nun her işi, yerindedir ve bir hikmetledir. Eğer sizlerde uygun davranırsanız ve yaptığınız işler YERİNDE olursa, bu isme yakın olursunuz. Mesela cennette herkes güzeldir. Fakat kemiklerin yapıları her insanda farklıdır. Bütün farklılıklara rağmen bu ismi öyle uygun bir hale getirirki, her insan güzel olur.
* "SAVAŞ" ve "MÜCADELE", O'nun isimleri. Aşkta sevdiği için gerekirse savaşmak vardır. Ama kuralına uygun olarak, öldürmeden, "AKIL" ile. Fakat insanoğlu bu ismi yanlış anladı. "SAVAŞ", tatlı rekabetle olur. Kavgada karşı tarafın gururunu kıracaksanız, hiç dövüşmeyin daha iyi. Kavga gurur kırmak için değil, kemik kırmak için yapılır. Kemik kırma işini de, gurur kırma işini de çocuk bile yapar. Verin birinin eline bir demir parçasını, herkes yapar. Unutmak kavga etmekten daha kolaydır. Bir dost kazanmış olursunuz. Savaşınız hem rekabet ederek, hem de unutarak olsun. Mücadeleci bir karaktere sahip olursanız bu ismi alırsınız.
* "ŞAKA", O'nun ismi. Bir insana durmadan şaka yaparsanız hiçbir tadı kalmaz. Bir ülkeye de durmadan şaka yapılmaz. Gerçek büyük şaka, bir ülkeye bir defa yapılır ve yapılan şaka asla çaktırılmamalıdır. Eğer karşı taraf şaka olduğunu anlarsa hiçbir tadı kalmaz. Yapacağınız şaka karşı tarafı incitmemelidir, fakat heyecanlandırabilir. Şakayı tadında bırakmak gerekir. Eğer sizde bir ülkeye milyon yıl sonra bile hatırlanacak bir şaka yaparsanız bu ismi alırsınız. Fakat ikinci şaka olursa, ilk şakanın tadı kalmaz.
* "SAVUNMA", O'nun ismi. Hayatın bir çok sahnesinde savunma vardır. Mesela kuracağı cümleleri iyi seçemeyecek birini mahkemede avukat savunur. Savaşlarda ülkeyi askerler savunur. Futbolda kaleyi, futbolcular savunur. Hayatın her alanında bir savunma çeşidi mevcuttur. Savunma işini iyi yapanlar, bu isme yakın olur. Gol yemeden savunma yapmak en güzelidir.
* "KOPYALAYAN" ve "ÇOĞALTAN", O'nun isimleri. Bu isminin tecellisi hayatın her sahnesinde vardır. Bir buğday tanesini, 100 tane buğdaya çoğaltan O'dur. İki tane insanı 500 milyar insana çoğaltan da O'dur. Doğada kimi yerde mineralleri, kimi yerde hücreleri çoğaltan ve verimli hale getiren O'dur. Eğer yaptığınız işler veya attığınız tohumlar, çok meyve verir ve kalıcı olursa; bu isme yakın olursunuz.
* "AZALTAN", O'nun ismi. Bu isminin tecellisi hayatın her sahnesinde vardır. Mesela popülasyonların dengesi, çoğaltan ve azaltan isimleri ile sağlanır. Kimi mikropları çoğaltır ve çürük madde tanelerini bitirir, kimisini ise çoğaldıktan sonra topluca öldürerek azaltır. Doğada birçok yerde tecellisi mevcuttur. Mesela öyle bir dönem gelir ki; yağmurları çoğaltır, bununla tabiatı temizler. Eğer sizlerde bir bölgedeki haşerelerin popülasyonunu azaltırsanız, bu isme yakın olursunuz. Kötülüğü azaltır ve iyiliği çoğaltırsanız, iki isme birden yakın olursunuz.
* "TUZAK KURAN", O'nun ismi. O tuzak kuranların en hayırlısıdır. şeytana tuzak kurdu ve Adem (A.S.) ile birlikte dünyaya kovdu. Eğer sizlerde tuzak kurma işinde iyi iseniz, bu isme yakın olursunuz. Tuzak kurma işi savaşlarda olur, oyunların tamamında olur, hayvanlara karşı olur (tamamını öldürmemek kaydı ile). Fakat eğer iyilik hakimse ve hiç kötü kalmamışsa, en çok oyunlarda olur (Aşk oyununda). Dünya hayatı BİR OYUNDAN ibarettir ve bu oyunu oynamak yasak değildir. Kimsenin aklına bu oyunu sormak gelmemiş. :)
* "KOVAN", O'nun ismi. şeytanı ve Adem (A.S.)'ı dünyaya kovmuştur. Fakat bu Adem (A.S.) için daha hayırlı olmuştur. Eğer çalışanlarınızı iyi seçebiliyorsanız, kovmanıza gerek kalmaz. Eğer oyuncularınız iyi oynuyorsa, oyundan çıkarmanıza gerek kalmaz. Fakat iyi değillerse, kovmanız gerekir. Genelde yöneticiler bu ismi alır, fakat yerinde müdahale ederlerse. Kovma işi onur kırmadan olmalıdır ve sonrası iyi hesap edilmelidir. Hiçkimsenin ekmeği ile oynamadan, yerinde müdahale olmalıdır (Bazen gerek duyulur). Bir de insanları rahatsız eden hayvan ve zararlı haşereleri kovma işi vardır, belaları kovma işi vardır. Bir belayı defetmenin en güzel yolu, sebebini ortadan kaldırmaktır. Bir beldeyi sarmış çekirgeleri oradan kovmanın yolu da, onları oraya çeken sebebi bulup yoketmekten geçer.
* "YAKALAYAN", O'nun ismi. O suçluları kıskıvrak yakalar. Eğer sizde suçluları zaman kaybetmeden kıskıvrak yakalarsanız, bu isme yakın olursunuz.
* "BENZER (MÜŞABİH)", O'nun ismi. Eğer bir şeyin benzerini çok rahat bulabiliyorsanız, bu ismi alırsınız. Ya da gibi kelimesini çok kullanıyor olmanız lazım.
* "BİLE (HATTA)", O'nun ismi. Eğer engellere rağmen vazgeçmiyor ve başarıyorsanız, bu isme yakın olursunuz. Bütün dünya üzerinize gelse BİLE başarıyorsanız bu ismi alırsınız. HATTA fazlasını yaparsanız, bu isme daha DA yakın olursunuz. Hatta aynı zamanda fazlası demektir.
* "ANLAŞMA", O'nun ismi. Eğer bol bol anlaşma yapıyor ve anlaşma kurallarına riayet ediyorsanız, bu isme yaklaşırsınız.
* "İSPAT", O'nun ismi. Eğer ispat etme konusunda yetenekli iseniz bu isme yaklaşırsınız.
* "KEFİL", O'nun ismi. Eğer doğru insanlara yerinde kefil olursanız, bu isme yaklaşırsınız.
* "NÖBETÇİ", O'nun ismi. Nöbet tutma kurallarına riayet ederseniz bu isme yaklaşırsınız. Askere gidenler ve polisler bunun sınavını verir.
* "TEVKİF", O'nun ismi. Eğer çok kişiyi tevkif ederseniz bu isme yaklaşırsınız.
* "UYGULAYAN", O'nun ismi. O aldığı kararları uygular. Eğer sizde kararlarınızı uygularsanız, bu isme yaklaşırsınız.
* "YÖNTEM" ve "FORMÜL", O'nun büyük isimlerinden. Her yiğidin yoğurt yiyişi farklıdır. Sizinde her işinizde kendinize özel yöntemleriniz olmalı. Her problemin en az iki çözüm yolu vardır, tek yolu varsa çözümü "Allah"'tır. Sizde özel yöntemler keşfedin ve bu ismi alın.
* "HABER (HABİR)", O'nun ismi. O herşeyden haberdardır. Bu ismi haber konusunda iyi olanlar alır. Günümüz televizyon habercilerinin pek şansı var gibi görünmüyor. İnsanların özelini paylaşmak, habercilik olmasa gerek. Haber, haber değeri taşıyan olayların aktarımıdır. Haber, devlet büyüklerini an an takip etmek değildir. İnsanlar onları zaten yeterince görüyor. Bir haberin, değerli olması için nadir bulunur olması ve hayatın her karesinden birşeyler barındırması gerekir. Sadece bir şehrin veya başkentin sokaklarından haber taşımak, habercilik değildir. Haber sadece insanları kapsamaz, doğada birçok haber konusu mevcuttur. İnsanların moralini bozan habercilik anlayışı çok yanlıştır. Mesela trafik kazası haberleri gereksizdir ve ölenlerin isimleri verilerek başkalarının heyecandan ölmesine sebep olabilir. Habercilik çok dikkatli olunması gereken bir meslek dalıdır. Habercilik LAF TAŞIMA değildir.
* "SPOR", O'nun ismi. Eğer başını çektiğiniz spor dalları; dünya çapında o kadar meşhur olursa sizde o ismi alabilirsiniz.
* "UYARI" ve "TEKDİR", O'nun isimleri. O'nun uyarılarını en çok dinleyen alır uyarı ismini. Başkalarını gerekli konularda uyaran ve uyarı işaretlerine dikkat edenler alır bu ismi. Ülke olarak almak istiyorsanız, halkınız için uyarı işaretleriniz ve mesajlarınız yerinde olsun (Mesajları beğenmezse vermez). Bu isim heryerde kullanılır.
* "TİCARET", O'nun ismi. Ticaret para değildir, bir işin sunumu ve pazarlamasıdır.
* "ÖNERİ", O'nun ismi. En güzel önerilerde bulunun ve bu ismi alın.
* "SEÇİM" ve "TERCİH", O'nun isimleri. Hep iyiyi ve doğruyu seçin ve "SEÇİM" ismini alın. O neyi seçerse güzeldir.
* "YÜREK", O'nun ismi. Bütün ülkeyi tek yürek yapan ve tek yürek dua eden, "YÜREK" ismini alır. Yürek kalp değildir, gönülleri bir yapmaktır.
* "KARAR", O'nun ismi. En iyisinde karar kılan, "KARAR" ismini alır.
* Sadece ülkeler isim alacak diye bir kaide yok. 5 arkadaş bir araya gelerek isim alabilir ve bu cennette de devam eder. Öyle alırlarki isimleri, ülkelerinin aldığı değerden fazla bile olabilir. Bunu kimse bilemez. Alınan isimleri ölene kadar elinizde tutmaya bakınız.
* "SÜRPRİZ", O'nun ismi. Aşk sürprizlerle doludur. Fakat eğer sürpriziniz büyükse önceden hazırlamak gerekir, sürpriz yapacağınız kişileri. Hazır olmazsa ruh, ne yapacağını şaşırır. Mesela evlenme teklifi stadyumda sürpriz olarak yapılmaz. Ruh çok utanabilir. Çok dikkatli olmak gerekir, detayları düşünerek sürprizi ince ince hazırlamak.
* "VACİD (İcat eden)", "PATENT", O'nun ismi. Siz patentleri kimin üstüne yazarsanız yazın, O kime yazacağını bilir. Bu konulara dikkat eden kurum, ülkesinin bu ismi almasına vesile olur.
* "VERİM" ve "BEREKET", O'nun ismi. O'nun yaptığı her iş verimli ve bereketlidir. Sizlerde öyle işler yapın ki, verimli olsun. Verimli olursanız bu isimleri alırsınız. Bereket ise aza kanaat ederek, var olanı herkesle paylaşmaktan geçer. Eğer bir lokma ekmeği, sevdiklerinize yetirebiliyorsanız; bereketli insansınız demektir.
* "UNUTAN" ve "UNUTTURAN", O'nun ismi. O dilerse sizin günahlarınızı anında unutur veya size unutmak istediklerinizi unutturur. Sizlerde bilmemeniz gereken şeyleri unutunuz. Kusurları görmezden geliniz ki, bu ismi alabilesiniz.
* "HATIRLAYAN" ve "HATIRLATAN", O'nun ismi. Eğer insanları hatırlamanız gereken yerde hatırlar ve gönüllerini kazanırsanız bu ismi alırsınız. Mesela eşinizin doğum gününü unutmayınız. Ülke olarakta, diğer ülkelerin özel günlerini hatırlayınız.
* "SÖZ", O'nun ismi. Bu çok büyük bir isim. Sözünde duran, ne olursa olsun sözünü çiğnemeyen ve çiğnetmeyen, "SÖZ" ismini alır.
* "ZAFER", O'nun ismi. Kötülüğü ülkesinden defedenler ve zaferden zafere koşanlar bu ismi alır.
* "BARIŞ", O'nun ismi. Eğer hep barıştan yana olursanız, bu ismi alırsınız.
* "İNTİKAM (MÜNTAKİM)", O'nun ismi. En büyük intikam, susmak ve unutmaktır. Eğer intikam almak istiyorsanız, size saldıranlara karşı susun ve kendilerini unutun. Karşı taraf ilgi göremezse delirir. İntikam ismi böyle alınır...
* "MEVKİ", O'nun ismi. Allah katında derecesini yükselten alır bu ismi. Sizlerce derecenizi Allah katında yükseltmek için çalışın ve bir mevki sahibi olun. Derecenizi yükseltmenin yolu, O'na SALİH bir kul olmaktan geçer.
* "HAYIR" ve "BERR", O'nun ismi. Hayırda yarışan ve kazanan bu ismi alır.
* Bir ismi almak başka, en yüksek degerde almak başka. Sizde isimleri öyle alın ki, sıralamaya girin.
* "OYUN", O'nun ismi. Oyunu kuralına göre oynayan bu ismi alır.
* "DOĞAL", O'nun ismi. O yapmacık hareketleri sevmez. Doğal olanı ve doğal hayatı sever. Doğal olun ve bu ismi alın. Kırgızistan ve Türkmenistan'ın şansı çok!
* "HAYAT", O'nun ismi. Çok büyük isim. Hayat ismini, yaşayan ülke alır. Beton yığınlarında boğulan ülke alamaz.
* İsimlerin yerlerini bulursanız da, ismi almış olursunuz. Hangi yıldız, hangi ismin temsili bulun ve alın. Astronomiden anlayanlar ortaya çıksın. Yerini bulduğunuzdan eminseniz, bunu söyleyin. Fakat emin değilseniz söylemeyin. Çünkü 2 deneme hakkınız var. Söyleyin derken, herkese değil Rabbimize söyleyin. Sizden öğrenirse, başkasının bulma hakkı kalmaz. İsimlerin şekillerini bulmak ise çok zor değil (Şekli kolay olanları bulursanız, en üst dereceden ismi alamazsınız. Çünkü herkes biliyor). Çünkü hangi isim, hangi şekilde bilmiyorsunuz. Allah ismini (Elif), Alim ismini (kitap), Selam ismini (El), Vahid (Sonsuz) ismini (Daire), Sevgi ismini (Kalbin üst kısmı), Ruh ismini (gözlerin renkli kısmı) ve kalp ismini (Kalp) vb. birkaç ismi öğrendiniz. Allah ve Alim isimlerine dikkat ediniz. Biri kalem olur, diğeri kitap... İnen ilk ayetin ilk kelimesi ise tamamını anlatıyor herşeyin. Kendisini ve kainatları, bir tek ELİF'e sığdıracak kadar büyük Rabbimiz. Ya diğerleri? İsimlerin yerini bulmanın iki yolu var. Birincisi yerini hissetmek, ikincisi ise hesap etmek (Necm suresi). "HESAP", O'nun ismi. Hesap, "ALİM" isminin altında.
* "GERİLİM", O'nun ismi. Gerilim her zaman negatif olmaz. Gerilim başka bir ifade ile elektriklenmedir. İnsanın başka bir insana karşı anlık yaşadığı yoğun his durumudur gerilim. Böyle bir insansanız, bu isme yakın olursunuz. Ayrıca negatif gerilimlerden uzak durmanız ve negatif gerilimlerin sebebi olmamanız gerekir.
* "HİS" ve "SEZGİ", O'nun isimleri. Bir işi yaparken göremiyorsanız eğer, hissetmeniz gerekir. "RUH" ile hissedilir. "ALLAH" isminin yeri sabit değildir, O'nu bulmak için o anki yerini hissetmeniz gerekir.
* "ŞÜPHE", O'nun ismi. Eğer çok süpheci bir insansanız, bu isme yakın olursunuz. Şüphe ruhta var olan bir histir. Eğer bu hissiniz kuvvetli ise; şüpheleriniz sizi doğru yola eriştirebilir, hayatınızı kurtarabilir, yoldan çıkmanızı engelleyebilir, çok dikkatli biri olmanızı sağlayabilir, birçok insanı kurtarmanıza vesile olabilir.
* "NUR", O'nun çok büyük bir ismi. Işık demektir. Yıldızlar Nur'dandır. O'nun birer parçasıdır, herbiri. Eğer etrafınıza ışık saçan ve aydınlık biri olursanız, alırsınız bu ismi.
* "RUH", O'nun çok büyük bir ismi. İnsanın ruhu O'ndan bir parça. Düşünün ki, ruh olmadan otistik bir çocuk gibisiniz. Bu ismin altında ne kadar his var hesaplayın. Eğer işlerinizi ruh ile yaparsanız ve ruhunuzu tam hissederseniz, alırsınız bu ismi.
* "HİS", O'nun ismi. Korku, panik, aşk, heyecan, utanma, sıkılma vs. herbiri birer histir. Ruh ile hissedilir. Hisleriniz ne kadar kuvvetli ise, şansınız o kadar çok.
* "SES", O'nun ismi. Dünyanın ve insanlığın sesi kim olursa, bu ismi alır. Sesinizi ne kadar duyurursanız, şansınız o kadar çok. Sesinizi eğer ona ulaştırabilirseniz (ARŞ), bu isme o kadar yakın olursunuz.
"SEMİ", O'nun ismi. İnsanlığın sesini en iyi işiten de, insanligin "KULAĞI" olur. "İŞİTEN (SEMİ)" ismini alır.
* "GÖZ (BASİR)", O'nun ismi. Gözler kalbin aynasıdır. Onları kirletmeyin.
* Bir tebessüm herşeyi değiştirir. Sizde tebessüm edin ve "GÜLEN" ismini alın.
* "BAKAN" ve "İNCELEYEN", O'nun ismi. O, her kulunun durumuna bakar ve tek tek inceler. Ülkenizdeki bakanlar ne kadar iyi olursa, bu isimler için o kadar şansınız var.
* "SIR", O'nun ismi. Bu ismi almanız için, çok iyi sır saklamanız gerekiyor. Yaptıklarının sırrı çözülemeyen ülke veya O'nun sırlarını çözen ülke, "SIR" ve "GİZEM" isimlerini alır. O'nun sırlarını çözerseniz, eğer insanlığa faydalı olacaksa paylaşın. Fakat insanlığa zarar verebilme ihtimali varsa kamuoyu ile paylaşmayın. Bazı sıları sadece devletlerle paylaşabilirsiniz.
* "VEBAL", "YÜK", "SORUMLULUK", O'nun isimleri. En fazla sorumluluk taşıyan bu ismi alır.
* "ADALET" ismi, O'nun gözbebeği. "ALİM" gibi büyük bir ismi. Bu ismi almak çok zor. "ALİM" ismini almak ne kadar zor ise, bu ismi almakta o kadar zor. Cenab-ı Allah, "ALİM" ve "ADİL" ismini doğada en sevdiği iki beyaz kuşa benzetmiştir. Birbiri ile aynı olan iki kuş ve bu kuşların güzelliğini görseniz, diğer kuşları unutursunuz. O kadar güzeller.
* "DAVA", O'nun ismi. Eğer davanız İslam olursa ve davanızın peşini bırakmazsanız, bu isme yakın olursunuz.
* "HAKİM" ve "SAVCI", O'nun isimleri. "ADİL" isminin altında. Alabilecek misiniz?
* "VİCDAN", O'nun ismi. Bu ismi vicdan sahibi ülkeler ve vicdan sahibi insanlar alır. "ADİL" isminin altında.
* "HUKUK", O'nun ismi. Hukukunuz güzel ve yerinde olsun. Karşınızdakinin hukukuna saygı gösterin. "ADİL" isminin altında.
* "KANUN", O'nun ismi. Kanunlarınız ne kadar iyi olursa o kadar şanslısınız. Kanunlarınız insanı ve yaşadığı yeri korumalı! "ADİL" isminin altında.
* "SAYGI", O'nun ismi. Ne kadar saygı gösterirseniz, o kadar saygın olursunuz. Saygı ismini bütün ülkeler almalı.
* "MALİK-ÜL MÜLK", O'nun ismi. "ADALET", mülkün temelidir. Her türk mahkemesinde bu sözü görürsünüz.
* "TEMSİL", O'nun ismi. İnsanlığı en iyi temsil eden bu ismi alır.
* "BASKIN", O'nun ismi. Bu ismin tecellisi birçok yerde mevcuttur. Mesela kimi insanın sevgi hissi baskındır, kimi insanın saygı. Her insanın dna'sında genlerin baskınlık oranları farklıdır. Eğer karakterinizin iyi yönleri baskın olursa, eğer O'nun büyük isimleri karakterinizde baskın olursa; bu isme yakın olursunuz.
* "HATIR" ve "GÖNÜL", O'nun isimleri. Başkalarının hatırına dokunacak işlerden kaçınan, insanların hatırlarına saygı gösteren ve gönüllerini hoş tutan; bu isimlere yakın olur.
* "MERT", "YİĞİT", "CESUR", "SERT", "KORKUSUZ", "YÜREK", "METİN (SAĞLAM)"; O'nun isimleri. Bu isimleri herhalde Rabia olaylarından sonra MISIR'dan kimse alamaz, kanları ile aldılar. O kadar insan aynı "RUH" ile o meydanda durun, sizde alın! O meydanda 100 tane ismi aldılar desek, yalan olmaz.
* "METİN (SAĞLAM)", O'nun ismi. Eğer bütün güçlükler karşısında dahi dimdik ayakta durabiliyorsanız, bu isme yakın olursunuz.
* "ÇİLE", "ACI" ve "ÖLÜM (MÜMİT)"; O'nun isimleri. Çile ve acı isimlerini birçok insan ve birçok ülke aldı. Mümit ismi ise hem ölümde, hemde uyurken tecellisi olan bir isim (Ruhu uyutan ve uyandıran O'dur).
* "ELEM", "ACI", "KEDER", O'nun isimleri. Çok acı çektiyseniz, ya da çok kederli biriyseniz bu isimlere yaklaşırsınız.
* "DERT", O'nun ismi. Eğer herşeyi dert ediyorsanız, bu isme yaklaşırsınız.
* "HAYDİ", O'nun ismi. Eğer bir işe başlamak için yerinizde duramıyor ve hemen başlıyorsanız bu ismi alma şansınız yüksek.
* "BAHİS", O'nun ismi. Fakat kumar amaçlı kullanmayacaksınız. Bu isim bir yarışma öncesi birbirine meydan okumaya benzer. Bu işi paraya dökenler alamaz.
* "YARIŞMA", O'nun ismi. "MEYDAN", O'nun ismi. "MEYDAN OKUMA", O'nun ismi. Bir ismi, bir ülke aldıktan sonra meydan okuyun ve daha yüksek değerde alın. Ya da rakibinize meydan okuyun, kazanın ve alın.
* "SORU" ve "CEVAP", O'nun isimleri. Soru ismini O'na en çok soru soran alır. Cevap ismini ise, en fazla cevabı bulan. Her ikiside "ALİM" isminin altında.
* "VATAN", O'nun ismi. Vatanına en çok değer veren bu ismi alır. Ama her konuda değer verecek.
* "SABUR", O'nun ismi. Genelde çok bekleyen alır bu ismi. Sabretmek sadece beklemek değildir. Sabır hayatın bütün alanlarında geçerlidir. Mesela beğenmediğiniz bir özelliği için eşinize ebedi sabredebilirsiniz. Ya da davanızı ileri taşımak için yıllarca çalışarak sabredebilirsiniz. Veya sevdiğinize kavuşmak için yıllarca sabır içinde bekleyebilirsiniz. Ülkenizi refaha kavuşturmak için, yıllarca bedava çalışıp sabredebilirsiniz. Sabır ismini almak için isyan etmemek gerekir. İsyan ettikten sonra, yıllarca sabretmiş olmanın bir anlamı kalmaz. Sabır çok önemli ve büyük bir isimdir.
* "HASRET" ve "ÖZLEM", O'nun isimleri. Çok fazla hasret çeken ve özlem duyan alır bu isimleri. Vatan hasreti, eş hasreti, anne ve baba hasreti. Eğer hasret duygusunu yoğun yaşıyorsanız, HASRET ismine yakın olursunuz. Bazıları da güzel bir güne hasret duyar. Kötülüklerin bittiği, herkesin kardeş olduğu, güzel bir güne. Özlem duygusu biraz daha farklıdır. İnsan gün içinde bile sevdiklerini özleyebilir. Eğer çok özlem duyuyorsanız, bu isme yakın olursunuz.
* "VUSLAT", O'nun ismi. O, kavuşturandır. Her hasret veya özlem çeken, her aşkı yaşayan, her seven bir gün kavuşmaz. Birçok vuslatı O sağlar, fakat eğer sizin için hayırlı değilse bunu engelleyebilir. Eğer özlem duyduğunuz kişi sizi istemezse, O'ndan isteseniz de size VUSLAT konusunda yardım etmeyebilir. Fakat birçoğunun son durağıdır vuslat. Eğer sizin de yıllarca beklediğiniz ve uzun süreden sonra vuslata erdiğiniz biri veya bir konu varsa, hikayeniz vuslat ismine yakışıyorsa; bu isme yakın olursunuz. Cenab-ı Allah bütün vuslatları cennete bırakmasın. Amin.
* "ULAŞTIRAN", O'nun ismi. Hedeflerinize ulaşmakta başarılı iseniz, bu isme yaklaşırsınız. Fakat yardım isterseniz, bu isim devreye girer. Bir işi kendiniz yaparsanız, kıymeti çok daha fazladır. Eğer O'ndan isterseniz, kıymeti azalır.
* "TEVEKKÜL", O'nun ismi. İnsanın elinden gelen herşeyi yaptıktan sonra, kendini ve yaptıklarını Cenab-ı Allah'a bırakmasıdır tevekkül. Eğer yaptığınız işlerde, elinizden geleni yapıyorsanız ve O'na tevekkül etmişseniz; gücünüz yetmediği kısımları O tamamlar.
* "ENERJİ", O'nun ismi. O'nun enerjisi hiç bitmez. Eğer sizde ruh olarak enerjisi bol biri olursanız, bu isme yakın olursunuz. Ruhun enerjisi ise O'nu bol bol tespih etmektir. El ile, dil ile, söz ile, davranış ile...
* "VEFA", "BULUŞTURAN", "RASTLAŞTIRAN (TEVAFUK)"; O'nun isimleri. İnsan hep kendisinden bilir bazı şeyleri ve tesadüf sanır eski dostları ile bambaşka bir yerde karşılaşmayı. Sevdiklerinizle uzaklaştığınızda, eski dostlarınızı yıllar önce unuttuğunuzda yollarınız ayrıldığında; sizleri kavuşturan ve bir araya getiren O'dur. Eğer vefalı biri olursanız, VEFA ismine yakın olursunuz. Eğer insanların yollarını birleştirirseniz, "BULUŞTURAN" ismine yakın olursunuz.
* "MÜ'MİN", O'nun ismi. Kendisine güvenilen demektir. Cenab-ı Allah ve kulları arasındaki iman bağının adıdır Mü'min. Eğer ülke olarak İMANI GÜÇLÜ bir ülkeyseniz, bu isme yakın olursunuz.
* "SALİH", O'nun ismi. Eğer salih bir kul olursanız bu ismi alırsınız. O'na salih bir kul olmak ise, O'na teslim olmaktan geçer. Namaza başlarken insan, teslim olarak başlar; daha ilk TEKBİR'de. Eğer tek başınıza bir orduyu teslim alırsanız, "TESLİM ALAN" ismine yakın olursunuz.
* "UFUK", O'nun ismi. Bu ismi almak için ufkunuz geniş ve açık olmalıdır.
* "İMKAN", O'nun ismi. Eldeki imkanları en iyi değerlendiren ve başkalarına imkan sağlayan bu isimleri alır.
* "DENİZ" veya "OKYANUS", O'nun isimleri. Bu işlerde iyi olanlar alır bu isimleri. Sakın bizim uçak gemimiz var demeyin. Demiri iki kat maddeden olan uçak gemisini yapan, bu ismi alır. Ya da denizcilikte iyi olan.
* "SINIR (HAD)", O'nun ismi. Eğer sınırlarınızı zorlamazsanız ve O'na karşı haddinizi bilirseniz, bu isme yakın olursunuz. İnsan kulluğunu ve kulluğunun sınırlarını iyi bilmelidir.
* "SELAMET", O'nun ismi. Sabrın sonunda varılan noktadır selamet. Sabrın sonunda çıkılan güzel yerdir. Sabreder, çalışır ve güzel bir sonuca ulaşırsanız, bu ismi alabilirsiniz.
* "ÜRÜN", O'nun ismi. Bu isim, bir iş bitirilip ortaya çıkarıldıktan sonra alınır.
* "AHU", O'nun nadide bir ismi. Çünkü ahu, "GÜZELLER GÜZELİ" demek. Bu ismi almak o kadar kolay değil. Çünkü bu isim çok büyük.
* "GÜZEL (CEMİL)", O'nun ismi. Eğer ruhunuz güzel olursa, bu ismi alırsınız. Bu güzellik yeniden yaratılışta bedeninize de yansır. Yaptığınız işler güzel olursa ve ruhunuz güzel olursa, bu isimlere yakın olursunuz.
* "AZRA", O'nun ismi. El değmemiş kalp manasına gelir. Kalbin ilk günkü gibi tertemiz olması demektir. "AZRAİL (A.S.)" almış bu ismi. Azrail (A.S.)'ın şekli kalp, onda çok büyük isimler var.
* "CABBAR", O'nun ismi. İşini zorla yapan demektir. Zorluklara pes etmeyen demektir. "CEBRAİL (A.S.)", almış bu ismi. O kadar kolay değil bu ismi almak.
* "GÜZEL" ve "TEMİZ" isimlerini almak o kadar kolay değil. Ülkenize bir bakın ve hakedip, haketmediğinizi söyleyin. Temizlik imandandır! O su gibidir, TERTEMİZ (KUDDÜS).
* "KUDDÜS", O'nun ismi. Her yönüyle temiz olması insan, su gibi olmalı bu isme yakın olmak için.
* "SERT", O'nun ismi. Bu isim büyük isim. Doğadaki sert kayalıklar, ağaçların kabukları vs. Birsürü tecellisi var.
* "İSRA", O'nun ismi. Ne kadar hızlısınız? Virüs ülke bu ismi alamaz. Bu isim büyük isim. Meleklerden İsrail (A.S.) almış bu ismi. Büyük melekler, bu isimleri alarak büyük melek oldular.
* "HAKİM (HİKMET)", O'nun ismi. O herşeyi bir hikmetle yaratmıştır. Mesela Muzun şekli ve içindeki maddeler rasgele değildir. Tamamen muz yaratılırken kullandığı isimlere ve vermesi gereken faydalara göredir. Keza bir yerde fırtına kopartırsa mutlaka bir sebebi ve hikmeti vardır. Boşa iş yapmaz o. Her işinin bir sebebi ve güzelliği vardır. İşte buna HİKMET denir. Eğer sizde bu ismi almak istiyorsanız, yaptığınız her işin bir SEBEBİ olsun. Boşa adım atmayın.
* "KERAMET", O'nun ismi. Eğer keramet sahibi iseniz bu ismi alırsınız. Keramet sahibi olmak, yaptıklarının hikmetli olmasından kaynaklanır. Böylesi kullarına Rabbimiz çeşitli kerametler verir. Sizde bu ismi almak istiyorsanız, keramet sahibi olmalısınız.
* "POZİSYON", O'nun ismi. Her ne yaparsanız yapın, bulunduğunuz pozisyonu iyi seçmeniz gerekir. İnsan bulunduğu yeri bilirse, şaşmaz. Düşünün ki, koskoca dünyadasınız ve bulunduğunuz yeri pozisyon uyduları olmadan bilemiyorsunuz. Aynı şekilde her işinizde pozisyonunuzu iyi belirlemeniz gerekir. Bu ismi ülke olarak almak için; pozisyonları iyi belirlemek, çok çalışmak ve devlet olmak gerekir.
* "DİSİPLİN" ve "CİDDİYET", O'nun isimleri. Yaptığınız işlerde ve söylediğiniz sözlerde ciddi olursanız şansınız yüksek. Her ciddi iş mutlaka bir çalışma disiplini gerektirir. Bu isimleri almak için ciddi ve disiplinli olmak gerekir.
* "RAKİB", O'nun ismi. Kontrol ve gözetim altında bulunduran demektir. Bu isim birçok alanda geçerlidir. Hekimseniz hastalarınızı gözetim altında tutmanız gerekir, polisseniz sokakları. Eğer işlerinizde disiplin ve dikkat sahibi iseniz; bu isme yakın olursunuz.
* "DÜZEN (SİSTEM)", O'nun ismi. Düzenli olan, düzeni bir altyapı kuran ve düzeni sağlayan ülke bu ismi alır.
* "DEVLET", O'nun ismi. Devlet olan alır bu ismi.
* "İTAAT", O'nun ismi. O'na en çok itaat eden alır.
* "ÖNCÜ", O'nun ismi. Öncü olmazsanız, bu ismi alamazsınız. İki bot düşünün motorları arkasında. Arkadaki geliyor ve burnunu öndeki botun motoruna sokuyor. Sonuç olarak arkadaki bot patlar ve öndeki motorun pervanesi dönemez. Böylece ikiside yolda kalır. Öndekilerin işlerine burnunuzu sokarsanız, siz batarsınız ve öndekinin de durdurursunuz. Öncü olan önlem alır ve kendi işine başkalarının burnunu sokmasını engeller. Bir işi yapmak ve tamamlamak istiyorsanız, KENDİNİZ YAPIN! "ÖNLEM", O'nun ismi.
* "BAŞ (EVVEL)", "SON (AHİR)", "ÖN", "ARKA", O'nun isimleri. Her işin başında ve sonunda O vardır. Önünde ve arkasında O vardır. Bu isimleri nasıl alacağınızı anlamadıysanız, her işinize O'nun ismi ile başlayın ve O'nun ismi ile bitirin. Başlamak, bitirmenin yarısıdır. Bir işi bitirmenin yolu, BAŞLAMAKTIR! Başlamazsanız bitmez. Eğer bitirdiğinize inanmıyorsanız, yaptığınız iş bitmemiştir. Cenab-ı Allah geçmişe doğru sonsuzdur (evveli yoktur) ve geleceğe doğru da sonsuzdur (ahiri yoktur, ebedidir). Bu nedenle geçmişte gelecek için her türlü dua edilmiştir. Bu nedenle ALLAH dilediğini yapar. Çünkü duası geçmişte edilmiştir. Eğer isteğinizi kabul ettirmek istiyorsanız, O'na kul olun ve yalvar yakar isteyin. Allah BİR (sonsuz) olduğu için dilediğini yapar!
* "DOĞRU" ve "GERÇEK", O'nun ismi. Doğru olan ve adımlarını doğru atan bu ismi alır. Eğer sahte işler yapmıyorsanız, GERÇEK ismine yakın olursunuz. Sahtekar olmamak gerekir...
* "SAMİMİ", O'nun ismi. Ne kadar samimisiniz?
* "YÖN", O'nun ismi. İnsanlara yön verirseniz bu ismi alırsınız.
* "RAKİP", O'nun ismi. En iyi rekabet eden bu ismi alır. Genelde yenenler alır. Çünkü yenen rakip tanımaz.
* "ŞİFRE", O'nun ismi. Sizde şifreleri çözün ve bu isimleri alın. Doğadaki şifreleri çözün. İsmin yerini bulamadınız ama doğadaki tecellilerinide mi bulamadınız? İsimler sadece yıldızlarda değil. Doğada da tecellileri var. Hangi ismi hangi bitki veya hangi hayvan BASKIN olarak temsil ediyor. Bulun, listeleyin ve ismi alın. Bu yolla isim almak, uzun çalışma gerektirir.
* "HALİM", "KİBAR" ve "NAZİK", O'nun isimleri. Diğer insanlara karşı ne kadar kibarsınız? İnsanlara ve diğer ülkelere karşı yumuşak davranan ve nezaket sahibi olan bu isimlere yakın olur.
* "HOŞGÖRÜ", O'nun ismi. "MERHAMET" ve "ŞEFAAT", O'nun isimleri. O hiçbir kuluna kıyamaz. Hepsi güzel olsun ister. Sizde kullarını aynı görürseniz ve en büyük suçları işleyenleri bile affederde doğru yola çevirirseniz, bu isimleri alırsınız. Hataları ve kusurlarıda görmezden gelmeniz gerekiyor.
* "İNSAF", O'nun ismi. İnsaf, İslam'da çok önemlidir. Her insana insaflı ve merhametli olunuz. İnsaflı bir ülke olursanız bu ismi alırsınız.
* "TAT", O'nun ismi. Yemeklerinizin tadı ne kadar güzel. "YEMEK", O'nun ismi. Yemek tariflerinizin özel olanlarını hiçkimseye vermeyin. Ne kadar nadir bulunursa, o kadar kıymetli olur.
* "MUİZ", "KIYMET" ve "AZİZ"; O'nun isimleri. O, Azizdir. Kullarına da izzet verir. Eğer sizlerde başkalarına değer verir ve bencil olmazsanız, bu isme yakın olursunuz. Sevdiklerinize kıymet veriniz.
* "NADİR", O'nun ismi. Nadir bulunan insan olunuz. Herkes sizi öyle hatırlasın. Yemek ve tat isimlerini; Türkiye, Azerbaycan, Özbekistan çok rahat alır. Türki Cumhuriyetler bu isimleri en yüksek değerde alır.
* "ZİYARET", O'nun ismi. Ne kadar çok ve yerinde ziyaret ederseniz, o kadar iyi. Akrabalarını ve yakınlarını unutmayan, onları ziyaret eden bu ismi alır.
* "HÜZÜN", O'nun ismi. Hikayeniz ne kadar hüzünlü ise, o kadar şansınız var.
* "CEZA", O'nun ismi. Ceza suç işleyene verilmez sadece. Ceza aynı zamanda ödül demektir. "ÖDÜL", O'nun ismi. Sevdiklerinizi yerinde ödüllendirin. Aldığınız ödüller fazla ise bu ismi alırsınız. Her konuda ödül almanız lazım.
* "HAPİS", O'nun ismi. En fazla hapis yatan bu ismi alır.
* "ÖZEL", O'nun ismi. Başkalarının özeline saygı göstermeyen bu ismi alamaz. Her insan özeldir. Karşınızdakine özel olduğunu hissettirin.
* "ÇİÇEK", O'nun ismi. Türkiye, Isparta sayesinde çiçeklerin en güzelini yetiştirdi (gül). Hollanda, Osmanlı'dan öğrendi çiçek yetiştirmeyi. Ama devam ettirdi, helal olsun. Hollanda bu ismi alabilir.
* "TALİP", O'nun ismi. Talip olduğunuz işi aksatmayın ve bitirin. Hangi isimlere talipsiniz?
* "HELAL", O'nun ismi. Yediğiniz ve içtiğiniz helal olursa bu ismi alırsınız.
* "KAVİYY" ve "KADİR", O'nun ismi. O'nun gücü ve kuvveti herşeye yeter. Siz ne kadar güçlüsünüz. Güç ruhtadır! O'nun kudreti "SONSUZ".
* "VAHİD", O'nun çok büyük bir ismi. O BİZİM BİR TANEMİZ! Bu ismi İbrahim (A.S.) almış ilk olarak. Kendisi bulmuş. Hikayesi Kur'anda mevcut. Eğer gökyüzünde 8 işaretini bulursanız alırsınız. Yani yıldızlardan oluşan sonsuz işaretini bulmanız gerekiyor. Bu o kadar büyük bir isim ki; bir ismin sonsuz kainatı etkilemesi VAHİD ismi ile olur. Çünkü VAHİD, BİR demektir. BİR demek iste SONSUZ demektir. O'nun her ismi bir tanedir. Bu nedenle her ismi sonsuzdur.
* "BAKİ", O'nun ismi. O'nun varlığının sonu yoktur. Eğer öldüğünüzde yeryüzünde veya gökyüzünde hoş bir seda bırakabiliyorsanız, bu isimler sizi seçer.
* "RAHMET", "RAHMAN", "RAHİM", "VASİ", "MERHAMET", "AF", "TEVVAB", "AFÜVV", "ĞAFUR", "ĞAFFAR"; O'nun isimleri. Ne kadar affederseniz ve merhamet sahibi olursanız o kadar şansınız var. Düşünün ki, virüs ülke insanları şeytana uydu ve çok yakışıksız işler yaptı. Fakat sayıları çok fazla ve bizlerin o kadar insanı şeytan sebebiyle kenara atma lüksümüz yok. Onların bedenini şeytan sardı ve başedemediler. İki tane insan müsveddesi sebebi ile yanlış hülyalara daldılar (deccal ve babası). Eğer virüs ülke insanlarına karşı merhamet sahibi olurda, kapılarınızı açarsanız sizde merhamet ismini alırsınız. O kadar insanı kenara atarsak, şeytanın istediği olur. Kaybımız büyük olur. Hepsini kazanmamız lazım. İki tanesi hariç, hepsini. Fakat kendileride ülkelerinde dönmeyi kabul edecek! Ne kadar rahmet ederseniz, "RAHMET", "RAHMAN", "RAHİM" isimlerine o kadar yakın olursunuz. En çok ve en güzel tevbe eden bu isimleri alır. Birde en fazla affeden. Tevbeler girilen günah büyüklüğünde ve çokluğunda olmalıdır. Tevbe kapısı hiç kapanmaz, merak etmeyiniz. Çünkü tevbe kapısının kapanması demek, TEVVAB isminin devre dışı kalması demektir. Fakat tevbe etmekte gecikilirse, kabul ihtimali azalabilir.
* "ÖZÜR", O'nun ismi. Özür dilemek erdemdir. Eğer karşınızdaki insan size kırıldı ve aynı zamanda sinirlendi ise, özür dilemek için biraz beklemeniz gerekir, çünkü sinirli insan özrü kabul etmeyebilir.
* "ERDEM", O'nun ismi. Ahlaklı ve alçakgönüllü olmak her zaman pozitif etki bırakır. Hiçkimse sevmez kibirli olanları. Eğer gururunuzu ezip alçakgönüllü olabiliyorsanız, kazanan taraf olursunuz.
* "HAKEM", O'nun ismi. Ne kadar güzel hakemlik yaparsanız, o kadar rahat alırsınız bu ismi.
* "TARAF", O'nun ismi. Her zaman iyiden taraf olun.
* "SAADET", O'nun ismi. Parayla satın alamayacağınız tek şey mutluluktur. Başkalarını ve kendinizi ne kadar mutlu ederseniz, şansınız o kadar yüksek.
* "TEDBİR" ve "HAZIR", O'nun isimleri. Her duruma tedbirli ve hazır olmak lazım.
* "TEMKİN", O'nun ismi. Eğer temkinli adım atarsanız zarar görmezsiniz. Bunun için birçok şeyi önceden hesap etmelisiniz.
* "ÖLÇÜ", "NORMAL" ve "KARAR", O'nun ismi. Yukarıda yazılan karar ismi farklı (karar kelimesinin türkçe diğer anlamı hüküm). Yaptığınız işler normal ve yerinde olsun. Yemeklerinizin tuzu kararında olsun. Bu ismi almak için ölçülü olmak gerekir. Birine taş atarsanız kafası yarılır. Fakat kaya atarsanız altında ezilir ve ölür. Ölçüyü kaçırmamak gerekir. Söz ağızdan çıkmadan önce taş mı, yoksa kaya mı olduğu kontrol edilirse sorun çıkmaz.
* "HAFİF", O'nun ismi. İnsanların yükünü hafifletin.
* "AĞIR", O'nun ismi. Ağır işlerin üstesinden gelin.
* "MELİK", "VALİ", "YÖNETİM" ve "HÜKÜMET (MUKTEDİR)", O'nun isimleri. Evrenleri ve içindeki herşeyi yöneten O'dur. Yönetimde ne kadar iyisiniz. Seçildikten sonra hükümet olan alır bu ismi (her seçilen hükümet olamaz, hüküm vermek kolay değil).
* "GALİP", O'nun ismi. O her zaman galiptir. Rakiplerinizi mağlup etmeniz gerekiyor.
* "YÜRÜTME", O'nun ismi. İşlerinizi sorunsuz yürütürseniz bu ismi alırsınız.
* "AZİM", O'nun ismi. Azimli olun ve pes etmeyin.
* "SEBAT", O'nun ismi. Bir işte sabreder ve sonuna kadar peşini bırakmazsanız bu ismi alırsınız.
* "HÜR", O'nun ismi. Hür doğan, asil ölür. Özgürlük insanın doğasında vardır.
* "ASİL", O'nun ismi. Asalet sahibi olan alır.
* "YARATAN (HALIK)", "VACİD (İCAT EDEN)", "BARİ", "DAR", "MÜBDİ" ve "BEDİ", O'nun isimleri. İnsanoğlu bu isimleri, O'na saygı göstererek alır. Her ismi yaşayamazsınız, bazı isimleri saygı duyarak ve o isimleri severek alınırsınız. YARATMAK ALLAH'A MAHSUSTUR. Bu ismi insanlar için kullanırsanız, O'na saygı göstermemiş olursunuz ve alamazsınız. Çünkü insan yaratamaz. Rabbimiz bazı işlerde melekleri yaratmak için aracı olarak kullanmaktadır. Bazen insanları yaratırken bile melekleri kullanır, bu ismi almış olan melekler aracılık ederler. VACİD, icat eden demektir, bol bol icatlarınız olsun. BEDİ, örneksiz yaratan demektir. Bazı yarattıkları insana zarar verebilir. Mesela aslanlar, timsahlar, kaplanlar. Fakat herbiri doğada çok güzeldir. Bazı yarattığı yaratıklar ise, insana zararlı olsa da doğaya çok faydalıdır. Bu nedenle bütün yarattıklarında bir hikmet vardır.
* "MUSAVVİR", O'nun ismi. Tasarımlayan, şekillendiren demektir. Eğer güzel tasarımlar sahibi olursanız, bu isme yakın olursunuz.
* "ŞİFA", O'nun ismi. Hastalıklara şifa bulan alır. Hekimleri iyi olan da alır bu ismi. İbni Sina ve Lokman hekime teşekkürler.
* "HEKİM", O'nun ismi. O'nun verdiği hastalıklar üç günü geçmez. O'ndan daha güzel hekim yoktur. Eğer hekimlikte iddialı iseniz bu ismi alırsınız.
* "HATİP", O'nun ismi. Hitabetiniz yoksa alamazsınız. Hitabet bir sanattır.
* "SANAT", O'nun ismi. Her eser sanat eseri olamaz. Selimiye camii, Kul Şerif camii, Tac Mahal gibi eserler yapacaksınızda alacaksınız bu isimleri. Sanat eseri ruha hitap etmelidir. Ruha hitap etmiyorsa sanatsal hiçbir değeri yoktur.
* "GÜVEN" ve "EMİN", O'nun çok büyük isimleri. Boşuna Muhammedül Emin değildi peygamberimizin ismi. Hemde peygamberlikten önce bu isimle çağrılırdı.
* "YEMİN", O'nun ismi. Yemininize sadık olursanız alırsınız. "SADIK (DOĞRU, DÜRÜST)" O'nun ismi. Sevdiklerinize ve en önemlisi Cenab-ı Allah'a sadık kul olmanız ve dürüst olmanız gerekiyor. Hz. Ebubekir aldı bu ismi.
* "HUZUR", O'nun ismi. Huzur, İslam'dadır. Hem ailenizde, hem de ülkenizde huzuru tesis etmeniz gerekiyor.
* "İNCE (LATİF)", O'nun ismi. İnce işleri başarmanız gerekiyor. İnce sanatlar, ince fikirler, ince eserler. Nano düzeyde işler yapanların şansı çok. Birde karşısındakilere ince davrananlarda.
* "ETKİ", O'nun ismi. Etkili işler yaparsanız alırsınız.
* "AMEL" yani "İŞ", O'nun ismi. Çok büyük bir isim. Durmadan grev yapan ve işçi haklarını savunduklarını zannedenler bu isme yaklaşamaz. Çünkü bu işi grev yapan değil "ÇOK İŞ YAPAN" alır. Ameli bol olan alır.
* "TEMEL", O'nun ismi. Binanızın temeli sağlam olmazsa, bina çöker. Ayaklarınız olmazsa yürüyemezsiniz. Temel isminin insandaki tecellisi ayaklardır (bacaklar dahil). TEMEL isminin altında birçok isim bulunur. Bazı karadeniz fıkralarında bu isimle dalga geçilmesi hiç hoş değildir. İşlerinizin temelini sağlam kurarsanız, insanlarla ilişkilerinizin temelini sağlam atarsanız; bu isme yakın olursunuz.
* "DALGA", O'nun ismi. Denizdeki dalgalardan, elektronikteki dalgalara. Kullandığınız telefonlardan, televizyona hepsi DALGA isminin tecellisidir. Kullanırken dikkat etmek gerekir. Dalgaların ve dalgalanmanın kullanılmadığı yer yoktur. Ruhta ve maddede çok büyük tecellileri vardır. Dalga konusunun dallarından birinde çok ilerlerseniz, bu isme çok yakın olursunuz. Mesela telsizle iletişimi ilk bulan insan gibi.
* "NİYET", O'nun ismi. Ameller niyetlere göre değerlendirilir. Niyetiniz salihse, bir kainat insanı öldürseniz de ceza almazsınız.
* "RİSALE" ve "İLETİŞİM", O'nun isimleri. Verdiğiniz mesajlara bir bakın. Mesajlarınız ne kadar güzel, etkili ve yerinde ise o kadar şansınız var. İletişim RUH ile olur, bu konusunda ne kadar yeteneklisiniz?
* "ÖNEM", O'nun ismi. Sevdiklerinize ve işlerinize önem verin. Ne kadar önem verirseniz o kadar şansınız var.
* "RIZA", O'nun ismi. Bu ismi genelde cennetinde verir. Kolay mı Cenab-ı Allah'ın rızasını kazanmak. Çok çalışmamız lazım ve her bireyin bu ismi alması lazım.
* "MECİD" ve "ŞEREF", O'nun isimleri. Eşrefi Mahlukat'ın herbirine vermiş. Kimler korudu bu ismi?
* "İPUCU", O'nun ismi. İpuçlarını en iyi değerlendiren alır. Aşk Oyununda, herkesin iki ipucu hakkı var.
* "ÖMÜR", O'nun ismi. Ömrünüzü O'nun isimleri ile dolu dolu geçirin. Kurduğunuz ülkenin, yaptığınız işlerin ömrü olsun ki, bu ismi alasınız. "Bismillahirrahmanirrahim. Allah-u Ekber. Ya Alim, ömrüm senin istediğin kadar olsun, bundan sonra başka şekilde dua etsemde kabul etme." şeklinde dua etmek lazım. En hayırlı ömür süresini, O bilir! O BİZİM CANIMIZ, ÖMRÜMÜZ, HERŞEYİMİZ.
* "MÜHLET", O'nun ismi. Dilediğine, dilediği kadar mühlet verir. Mühletinizi iyi değerlendirin ve başkalarına mühlet verin.
* "İZİN" ve "ONAY", O'nun isimleri. O'nun izni olmadan bir yaprak dahi kımıldayamaz. Karşınızdakini incitmemek için, gereken durumlarda "İZİN" isteyin. İzinlere riayet ediniz. Cenab-ı Allah'tan yapacağınız işler için izin isteyiniz. Eğer izinlere riayet eden bir insansanız, İZİN ismine yakınlaşırsınız. Eğer izin verdiğiniz veya onayladığınız işler doğru ise, eğer doğru sözleri ve hayırlı işleri onaylıyorsanız, eğer hayırlı işlere izin veriyorsanız; ONAY ismine yaklaşırsınız (Atılan imzalara ve edilen sözlere dikkat etmek gerekir). Dualar kabul edildikten sonra, uygulanmadan önce onaydan geçer. Çünkü duanız kabul olsa dahi, onay ismine geldikten sonra bir sebepten ötürü iptal edilebilir (mesela; anne veya baba duası sebebiyle, daha hayırlı dua edecekseniz, duanız sebebiyle başka kullar çok olumsuz etkilenecekse vs...).
* "MARİFET", O'nun ismi. Eğer marifetli bir insansanız, bu isme yaklaşırsınız. Bazı insanların elleri, bazılarının dilleri marifetlidir. O'nun marifetleri saymakla bitmez.
* "İRADE", O'nun ismi. Eğer iradesi sağlam ve iradesine hakim bir insansanız, bu isme yaklaşırsınız. Eşrefi mahlukatta iradenin önemi çok büyüktür, çünkü insanlar genelde iradeleri üzerinden imtihan olurlar.
* "ŞOK", O'nun ismi. Öyle şeyler yapacaksınız ki, yaptıklarınızın güzelliği insanları "ŞOK" edecek.
* "YARDIM" ve "DESTEK", O'nun isimleri. Sevdiklerinize, arkadaşlarınıza ve yakınlarınıza destek olun.
* "EFSANE", O'nun ismi. Efsane olmak için, sizi efsane yapacak kadar büyük işler başarmanız gerekiyor.
* "DESTAN", O'nun ismi. Yapacağınız işlerin destanını yazacaklar ki bu ismi alasınız. Ya da yaptıklarınızla, dillere destan olmanız lazım.
* "MERAK" ve "HEVES", O'nun isimleri. Çok meraklı olanlar alır bu ismi. Eğer bir konuda çok hevesli olursanız, HEVES ismine yaklaşırsınız. Aynı konuyu merak eden ilk iki kişi, meraklarını tam olarak giderir. Ama herşeyi merak etmeyin ve meraklarınıza zaman ayırın. Eğer bu kitabı meraklı birine okutarak şaka yapmak istiyorsanız. Yazıcı çıktısı aldığınız kitabın üstüne DEVLET SIRRI yazan bir kapak koyunuz. En alt sayfaya ise KİTABIN GİZLİ VE EN ÖNEMLİ KISMI şeklinde bir kapak koyunuz. Kişi merakını giderir, fakat meraktan çatlar (Yazıcı çıktısı alırken bu satırları siliniz). Not: Şunuda bilmeniz gerekir ki, bir konuda ilk iki istek çok önemlidir. Diğer isimler için de durum aynıdır.
* "ŞANS", O'nun ismi. Herkesin ikinci bir şansa ihtiyacı vardır. Herkese şans verin. Kul hata yapar, fakat ikinci bir şans vermezseniz ortada kalır. Kusurları ve hataları affedin ve herkese şans verin.
* "TUTKU", O'nun ismi. Her insanın tutkuları vardır. Kiminin balık tutma, kiminin avlanma. Kiminin ise futbol tutkusu. Sizin hangi tutkularınız var?
* "MUAHHİR (TEHİR EDEN)", O'nun ismi. Bazen daha güzel sonuç alabilmek için tehir etmeniz gerekir. Eğer tehir ismini kullanmazsanız, çok kötü durumlarla karşı karşıya kalabilirsiniz.
* "ZAMAN", O'nun ismi. Sevdiklerinize zaman ayırın.
* "MEKAN", O'nun ismi. O, zaman ve mekanın üstündedir. Fakat mekanı yaratan odur. O'nun yarattığı mekanları koruyun ve kollayın.
* "GÜVENLİK" ve "KORUMA", O'nun isimleri. Güvenliği sağlam işler yaparsanız ve sevdiklerinizi bir anne gibi korursanız bu ismi alırsınız.
* "İMAN", O'nun ismi. İmanınız kuvvetli olsun.
* "KUVVET", O'nun ismi. Gücünüz kuvvetiniz yerinde mi?
* "İBADET", O'nun ismi. Yaptığınız ibadetler ne kadar çok ise, o kadar çok şansınız var.
* "GERÇEK", O'nun ismi. O sahte olanı sevmez. Gerçek insan olun ve gerçekçi olun.
* "ÜZÜNTÜ", O'nun ismi. Çok üzülen alır bu ismi, birde sevdiklerini üzmeyen. Üzüntü doğaldır, yapmacık değildir. Bizlerde insanız ve bazı şeylere üzülürüz. Ruh üzülür, Ruhumuz O'ndan bir parça. Orada hiç üzülmezler! Nerede?
* "FAYDA", O'nun ismi. Faydalı insan olursanız ve faydalı ülke olursanız alırsınız. Faydalı işler yapmak lazım.
* "MÜKEMMEL" ve "MUHTEŞEM", O'nun isimleri. Bunları almak çok zor. Yaptıklarınız ne kadar mükemmel veya muhteşem isimlerine yaklaşırsa, o kadar şansınız var.
* "EMEK", O'nun ismi. En büyük dua emektir. Emek vermeden hiçbir iş olmaz. Ya tarlanıza emek vereceksiniz ve güzel ürün alacaksınız. Ya da tarlanızı saran böcekler ürünlerinizi mahvedecek. Sevgi emek ister. Sevginize emek verin.
* "TARİF", O'nun ismi. En güzel tarifi yapan alır.
* "HÜRMET", O'nun ismi. İnsanlara saygı ve hürmet gösterin. Hürmet eden hürmet görür. İkram eden ikram görür.
* "İKRAM", O'nun ismi. En güzel ikramda bulunan alır bu ismi.
* "NUR", O'nun ismi. Karbon ise O'nun NUR'u. Allah-u Ekber dedikçe, karbon salınımı yapan yıldızlar asla eksilmezler. Elinizi yıldızlara uzatın ve Allah-u Ekber deyin. Durmadan karbon salınımı olsun ve yıldızdan hiç eksilme olmasın. Etrafınıza ne kadar ışık saçarsanız o kadar şansınız var. Yıldızlar NUR'dandır. Allah-u Ekber dediğiniz sürece, bir gram dahi eksilmezler.
* "MÜDAHALE", O'nun ismi. Her işe müdahale edilmez ama bazı işlere yerinde müdahale şart.
* "HIZIR" ve "YILDIRIM", O'nun isimleri. Son anda yetişip kurtaranlar alır. Tam ihtiyaç olduğu anda yetişenler alır bu ismi. Yıldırım ise hem hız, hem de gücün temsilidir. Büyük bir güçle, hızla yardıma koşanlar alır bu ismi.
* "SAMED", O'nun ismi. O kimseye muhtaç değildir, herkes O'na muhtaçtır. O'ndan başkasına muhtaç hissetmediğiniz an, alırsınız bu ismi.
* "VAKİT" ve "DAKİK", O'nun isimleri. Ne kadar dakiksiniz? İşlerinizi vaktinde yapıyor musunuz?
* "MECBUR", O'nun ismi. Herkes O'na mecbur. Ne kadar aidiyet hissederseniz, o kadar şansınız var.
* "SEVİNÇ", O'nun ismi. Bu ismi sevinmesini bilen ve başkalarını sevindirenler alır.
* "MEMNUN", O'nun ismi. Karşınızdakini memnun edin ve alın.
* "HEYBET" ve "İHTİŞAM", O'nun isimleri. Ne kadar heybetli ve ihtişamlı işlere imza atarsanız o kadar şansınız var.
* "SEVİMLİ", O'nun ismi. Çok sevimli olmanız gerekiyor ve yaptıklarınızında sevimli görünmesi...
* "YETER", O'nun ismi. O herkese yeter. Yaptıklarınız ne kadar kişiye yetiyorsa, o kadar şansınız var.
* "İMTİHAN", O'nun ismi. İmtihanlarınızı kaybetmeyin.
* "REZZAK" ve "MUKİT", O'nun isimleri. O yarattıklarının sayısını bilir. Rızıkları dağıtırken hiçbirini unutmaz. Tamamı payına düşeni yer. Sizler de; size verilmiş olan rızıklardan başkalarına verir, bitkiler ve hayvanlar dahil unutmazsanız bu ismi alabilirsiniz. İnsanı doyurur, bitkilere su verir ve hayvana yemek verirseniz bu ismi alma şansınız var.
* "BASİT" ve "FETTAH", O'nun isimleri. Ferahlatan, genişleten demektir. Rabbimiz dilediğinin gönlünü genişletir, dilediğini ferahlatır ve sıkıntılarını giderir, dilediğinin rızkını genişletir, dilediğinin zorluklarını giderir. Maddi ve manevi işlerini ferahlatır ve genişletir. Sizlerde ne kadar insanların sıkıntılarını giderir ve onların gönüllerini ferah tutarsanız, bu isimlere o kadar yakın olursunuz. Mesela çalışanlarınıza bol maaş verirseniz, BASİT ismine yakın olursunuz.
* "ŞEKUR", O'nun ismi. İnsanlar yaptıklarına karşılık bol bol mükafat veren anlamındadır. Bol bol O'na şükretmek (teşekkür etmek) gerekir. Eğer sizlerde mükafat verme konusunda ileri giderseniz, bu isme yakın olursunuz.
* "SENARİST", O'nun ismi. En güzel senaryoyu yazan alır. Sizin senaryolarınız nasıl?
* "MİMAR", O'nun ismi. Kainatımızın mimarı O! Sizin mimari eserleriniz neler? Ucube gökdelenlerinizle övünmeyin. Mimarın her eserinde RUH olur.
* "PLAN", O'nun ismi. En iyi plan yapan alır.
* "KOLAY", O'nun ismi. Kolaylaştırın, zorlaştırmayın. İnsanların işlerini kolaylaştıran bu ismi alır. Ayrıca kolayı bulan alır bu ismi. Kolayı bulmak ise çok güçtür. Çünkü insan gözünün önündekini göremez. Yaratılıştan öyleyiz, yapacak birşey yok...
* "YÜKSEK", O'nun ismi. Bu ismin yerini bulun ve alın.
* "DAHİ", "MUCİZE", "HARİKA", O'nun isimleri. Bu isimler çok büyük. Almanız da o kadar zor. Dua ile alınan isimlerin derecesi fazla olmaz. İsimleri kendi emeğinizle bulursanız, o zaman yüksek değerde alırsınız. İpucu haklarınızı hemen kullanmayın.
* "ŞAHİT (ŞEHİD)", O'nun ismi. Şahitlik kurallarına uyarsanız bu ismi alırsınız.
* "ÖĞÜT" ve "NASİHAT", O'nun isimleri. Öğüt ve nasihat nasıl verilir kitapta anlatıldı.
* "MACİD" ve "ZÜLCELAL-İ VEL-İKRAM", O'nun isimleri. O'nun şanı ne yücedir. O'nun şanını her yerde duyurur ve yüceltirseniz, bu isimlere yakın olursunuz.
* "TİTİZ", O'nun ismi. O her işinde titiz davranır ve kimseyi incitmeyek en güzel yolu seçer. Sizlerde titiz olursanız bu ismi alırsınız.
* "ÇÖZÜM", O'nun ismi. Çok güzel çözümler bulmanız gerekiyor.
* "HİDDET" ve "SİNİR", O'nun isimleri. Sinirini en fazla muhafaza eden millet alır bu ismi ve gerektiği yerde sinirlenen.
* "HEDİYE", O'nun ismi. O çok güzel hediyeler verir. Hediyeleşmeyi öğrenmeniz gerekiyor.
* "MEŞHUR", O'nun ismi. Ülkeniz ne kadar meşhur?
* "HATIRA" O'nun ismi. İnsanın kaderi ve hayatı, yaşadıklarının toplamıdır. Hatıra ise, yaşanılan özel anlardır. Eğer herkesinkinden farklı ve ÇOK ÖZEL hatıralarınız var ise, eğer başkalarının hatıralarına saygı gösterirseniz, eğer başkalarında güzel hatıralar bırakırsanız, bu isme yakın olursunuz.
* "UTANMA", O'nun ismi. İnsan aşık olduğu kişi ile konuşamaz, dili tutulur ve yanaklarından ter süzülmeye başlar. Ülkenizde ne kadar böyle hikaye var. Utangaç insanlardan oluşan bir ülke misiniz?
* "SEVAP", O'nun ismi. Sevap miktarınız belli bir limite ulaşırsa alırsınız. Bir kişinin sevapları 1 olursa amel defteri kapanır. Cenab-ı Allah artık o kuluna cehennemi yasaklar. Kul yaşamaya devam eder ama amel defterine işlenmez. Çünkü sonsuz sevabın yanına ne kadar günah veya ne kadar sevap yazarsanız yazın, etkisi yoktur. 1 tam sevap olmasının yolu, vücudunda hiçbir haram madde tanesi olmadan Allah-u Ekber demektir. 1 tam sevabı kaybetmenin tek yolu, doğru yoldan dönerek kafir olmaktır. Bir kişi günah miktarı belli bir seviyeye ulaşınca kalbine mühür yer. 4 mühür yiyen insan kafir olur. Kafirlikten dönüş mümkündür. Fakat mühür yiyen insan, Rabbimizi incitir.
* "PİŞMAN", O'nun ismi. O her kulunu aynı miktarda sever. Fakat kafir olan kulunu sevdiğine pişman olur. Sizlerde günahlarınıza pişman olunuz ve bu ismi alınız.
* "BASİR" ve "ŞEHİD", O'nun isimleri. O her yaptığınızı görür ve her anınıza şahittir. Fakat beğenmediyse hemen unutur. Kusurları görmezden gelmek ve şahitlikte kurallara uymak lazım.
* "ŞİRKET" ve "EKİP", O'nun isimleri. İsimler bir araya gelir ve bir çiçeği oluştururlar. Kurduğunuz cemiyetler veya vakıflar ne kadar başarılı ise o kadar şansınız var. İsim bulmak için güzel bir ekip kurun.
* "ANLAYIŞ", O'nun ismi. Ne kadar anlayışlı iseniz, o kadar şansınız var.
* "SAYI", O'nun ismi. Bütün sayılar O'nun. Sayılarla aranız iyi ise alırsınız bu ismi.
* "RENK", O'nun ismi. Bütün renkler O'nun. Ama beyazın yeri başka. O bembeyazdır. Eğer renk ismini almak istiyorsanız, renleri doğru kullanmasını öğrenin. Çünkü her renk farklı bir şeyi sembolize eder.
* "SEMBOL", O'nun ismi. Sizin sembolleriniz neler ve neleri anlatıyor? Kur'anda her harf bir sembol.
* "LAZIM" ve "GEREKLİ", O'nun isimleri. Herkes O'na muhtaç, çünkü O hepimize lazım. Sizlerde başkaları için gerekli olun ve bu ismi alın.
* "KEYİF", O'nun ismi. Eğer yaşamaktan ve yaptıklarınızdan keyif alıyorsanız veya keyifli bir ülke iseniz bu ismi alırsınız. Güzel ve size özel keyifleriniz olacak, diğer insanlar sizinle oturmaktan keyif alacak.
* "ONUR", O'nun ismi. Her ülkeye gerekli. Onurunuzu çiğnetmeyin.
* "COŞKU", O'nun ismi. Bu ismi ikna etmeniz için, coşkulu bir toplum olmanız gerekiyor.
* "ŞAŞKIN", O'nun ismi. İnsan bazen şaşırır. Çok şaşıran ve şaşırtan bir ülke misiniz?
* "BAHANE", O'nun ismi. Eğer hiç yalan söylemeden uygun bahaneler üretebiliyorsanız, bu ismi alırsınız.
* "İKNA", O'nun ismi. Eğer bir ismi ikna ederseniz, o ismi hiçbirşey bulmadan da alabilirsiniz. İkna kabiliyetinize bağlı.
* "YETENEK", O'nun ismi. Ne kadar yetenekli bir millet iseniz, o kadar şansınız var.
* "ENGEL", O'nun ismi. O engel tanımaz ve dilediğine engel koyar. Sizlerde engelleri aşın ve bu ismi alın.
* "GURUR", O'nun ismi. Doğru yerde gurur yaparsanız, sonuçları güzel olur.
* "BEĞENİ", O'nun ismi. Yaptıklarınız beğeni toplasın.
* "YUVA", O'nun ismi. Aile yapısı sağlam olan millet alır bu ismi.
* "SIRAT", O'nun ismi. Eğer millet olarak bir sevgi köprüsü kurarsanız bu ismi alırsınız.
* "BAĞ (VE, VEYA)", O'nun ismi. Eğer bağ kurmakta başarılı iseniz bu isme yakın olursunuz. Bu isimler çok yerde kullanılır.
* "KALP", O'nun ismi. Kalp öyle bir isimdir ki, tek başına iken kalbi simgeler. Fakat Allah lafzındaki her harf, her büyük isim değişik manalar içerir. Böylece kalpte değişik isimler olur. Bu isim büyük isimlerin kollarının birleştiği noktadır. İsimler 24'lü veya 8'li şekilde kalpte birleşirler. Kimi Kalbi Kebir dediğimiz büyük kalpte, kimi ise Kalbi Sağir dediğimiz küçük kalpte.
* "KAPI" ve "GEÇİT", O'nun ismi. O herkese kapı açar ve O'ndan başka GEÇİT yoktur. Eğer sizde başkaları için kapı olursanız ve insanlara SIRAT köprüsü gibi yollar açarsanız, bu ismi alırsınız.
* "AYAR" ve "HASSAS", O'nun isimleri. Ya millet olarak çok hassas olacaksınız, ya da nano düzeyde hassas işler yapacaksınız. Ayarlamanız tam olacak.
* "İNAT", O'nun ismi. Bu ismi karadenizlilerden kimse alamaz. Sadece yanlışta inat edilmez. İnat etmek, mücadele ederken işe yarar. Fakat inadın fazlası zarar verebilir.
* "ÇETİN" ve "ZOR", O'nun isimleri. Zor işlerin üstesinden gelirseniz, alırsınız zor ismini. Eğer kalbinizin içinde küçük bir kalpte başkalarına açabiliyorsanız, yani kalbinizin içine küçük bir kalp koyabiliyorsanız ÇETİN ismini alabilirsiniz. Bkz. Kalbi Kebir ve Kalbi Sağir
* "DUA", "NİDA", "MURAT", "ARZU", "İSTEK", "HAYKIRIŞ", O'nun isimleri. Toplu olarak dua etmek çok önemli. Fakat en güzel dua eden toplum da bu ismi tek kalemde alır. Muradı güzel olanlarda alır. Fakat en iyisini murat ederse yeterince sabretmesi gerekir. İsteklerinize dikkat edin ve hayırlısını isteyin.
* "BEN", "SEN", "O", "BİZ", "SİZ", "ONLAR"; O'nun isimleri. Bu isimler bütün isimlerini temsil eder.
* "HEPSİ", O'nun ismi. Bütün isimleri alırsanız, bu ismide alırsınız. Daha fazla ipucu yok!
* "GÖREV", O'nun ismi. Görevlerinizi başarı ile yerine getirmelisiniz. Fakat kendi görevinizi bırakırda başkasının görevini yapmaya kalkışırsanız, görev sahibi işsiz kalır. Dikkat etmek lazım...
* "REKLAM", O'nun ismi. Reklamlarınız ruha hitap etsin.
* "KAZANÇ", O'nun ismi. Hep kazanırsanız, bu ismi alırsınız.
* "BORÇ", O'nun ismi. Borçlarınızı zamanında ödeyin. Yoksa ihtiyacınız olduğunda borç alamazsınız. Nerede? Cennette!
* "MEHDİ" ve "KURTULUŞ", O'nun isimleri. Kurtaran ve kurtuluşa eren toplumlar alır bu ismi.
* "ZİRVE", O'nun ismi. Elma ağacı Rabimizin isimlerini simgeler. Yukarıdan aşağıya doğru isimler önem sırasına göre dizilmiştir. Bu yazıdaki gibi rasgele değil (daha sonra sıralı verilecek). Bir elma ağacının en üstündeki meyveler, alttakilerden güzeldir (Her meyvede durum aynıdır). Eğer yaşınız küçükse, büyükleriniz size alttaki meyvelerden koparır verir ve yersiniz. Biraz büyüdüğünüzde kendiniz koparıp yiyebilirsiniz. Fakat üstteki meyveleri koparmak için merdiven kullanınız. Basamak basamak çıkarak meyvelerin tadına bakınız. Eğer merdiven kullanmadan bir ağaç ile almaya kalkarsanız, elma yere düşer. Yere düşen elma ezilir ve zamanla çürür. En güzelini yemek, SABIR ve basamakları tırmanmayı gerektirir.
* "HAMLE", "ADIM", "AŞAMA", O'nun isimleri. Adımlarınızı doğru atın. Her hamleniz önemli."MUKADDİM", O'nun ismi. Öne geçiren demektir. Eğer hep öne geçmek istiyorsanız, bu isimden de uzaklaşırsınız. O kimi öne geçireceğini bilir. Eğer basamak basamak ilerlerseniz ve her basamağın hakkını verirseniz, bu isme yakın olursunuz.
* "DÜĞÜN" ve "BAYRAM", O'nun isimleri. Bu isimleri, düğünleri ve bayramları güzel olanlar alır. Bayramda insanları sevindirenler alır.
* "KANAAT", O'nun ismi. Aza kanaat etmeyen çoğu bulamaz. Eğer kanaatkar biri olursanız, bu isme yaklaşırsınız.
* "NASİP" ve "KISMET", O'nun isimleri. Kısmetiniz bol olsun. Nasip nedir öğrenin ve inanın.
* "KURULUŞ", O'nun ismi. Kurulum işinde iyi olanlar alır.
* "SETTAR" ve "ÖRTEN", O'nun isimleri. Her ikiside büyük isimler. Her kalbin bir kapağı vardır. Yaptığınız birçok eşyanında kapağı vardır. Yemeklerin üstü bozulmasın diye kapatılır. Güzel olan yiyecekler, içine kurt düşmesin diye kapakla kapatılır. Evlerin camları, içerisi görünmesin diye perde ile kapatılır. Güzellikleri mümkün olduğunca koruyun, insanların özellerini gizleyin ve ayıplarını örtün. Bu şekilde alırsınız bu isimleri.
* "RİSK", O'nun ismi. Eğer doğru yerde doğru riskler alarak, kaybetmeden ilerliyorsanız, bu isme yakın olursunuz. Durmadan riske girmek doğru değildir.
* "TEBLİĞ", "REŞİD" ve "HADİ"; O'nun isimleri. Eğer tebliğinizi doğru yapar ve insanların doğru yola erişmesine sebep olursanız, insanların hidayete (doğru yol) erişmesine sebep olursanız; bu isme yakın olursunuz.
* "RAUF (ESİRGEYEN)", "MÜHEYMİN", "HİMAYE", "KORUYAN (HAFİZ)"; O'nun isimleri. O kullarının hiçbirine kıyamaz. Kullarını korur ve muhafaza eder. Eğer bir kulunu himayesi altına alırsa, artık o kula zarar verilmesine izin vermez. Eğer sizlerde başka insanlara kol kanat gerir ve korursanız, insanlığı korursanız; bu isimlere yakın olursunuz.
* "KUŞATAN", O'nun ismi. O'nun ilmi herşeyi kuşatır. Yaptığınız işlerin kapsama alanı ne kadar geniş ise, bu isme o kadar yakın olursunuz.
* "DEĞİŞİM", O'nun ismi. Bazen sıkılır aynı manzarı görmekten, değiştirir bütün gezegeni bir anda. İnsan sürekli bir değişim yaşamazsa, hayat yaşanılmaz hale gelir. Eğer yaptığınız değişimler, O'nun hoşuna giderse; bu isme yakın olursunuz.
* "GÖZETEN" ve "KOLLAYAN"; O'nun isimleri. O hiçbir kulunu bırakmaz. Sonuna kadar kazanması için yardım eder. Sizde sevdiklerinizi bırakmayın.
* "CAMİ", O'nun ismi. Toparlayan demektir. Hem işlerinizi toparlamanız, hem de insanları bir araya toplamanızdaki becerileriniz; bu isme yakın olmanızı sağlar.
* "SAHİP" ve "MALİK-ÜL MÜLK", O'nun ismi. Mülkün gerçek ezeli ve ebedi sahibi. Eğer sahibinizi bilirseniz, inanırsanız ve O'na kulluk ederseniz; bu isimlere yakın olursunuz. Mülkün tek sahibi O'dur.
* "VARİS" ve "VASİYET", O'nun isimleri. Bütün servetlerin gerçek sahibi O'dur. Eğer sizde mülkün sahibini tanır, kendinizi servet sahibigörmezseniz bu isme yakın olursunuz. Böyle güzel isimlere ikinci anlam yüklememek ve yerlerine başka kelimeler kullanmak gerekir (Bir dilde mevcut). En güzel vasiyeti yazmak ve bırakmakta, bu isme yakınlaştırır.
* "SEVGİ (HAB)", "SEVİLEN (VEDUD)", O'nun isimleri. Eğer birbirinizi ve O'nu severseniz ve sevilen biri olursanız bu isimlere yakın olursunuz.
* "MANİ", O'nun ismi. Engel olan demektir. Şerre engel olur, hayrın önünü açarsanız, bu ismi alırsınız.
* "KERİM", O'nun ismi. Eğer cömert biri olursanız bu isme yakın olursunuz.

"SELAM", O'nun ismi. O esenlik kaynağıdır. Eğer birbirinize çokça SELAM veren bir toplum olursanız, şansınız çok.
* "MUİD", O'nun ismi. Döndüren demektir. Gezegenlerin dönüşünden, atomların dönüşüne kadar birçok işe bu ismi bakar. İşlerinizde bu ismi ne kadar kullanırsanız, o kadar yakın olursunuz.
* "MUHSİ", "HASİB", O'nun isimleri. O hesapları çabucak görendir. Sizlerde hesap işlerinde iyi olursanız, bu isme yakın olursunuz. MUHSİ, sayan demektir. O, yarattıklarının sayısını bilir.
* "ÇARE", O'nun ismi. Hiçbir çözümünüz kalmadığında çare yalnızca O'ndadır. Eğer başkalarının dertlerine çare bulursanız, bu isme yakın olursunuz.
* "RESUL", O'nun ismi. Resul elçi demektir. O bizlere peygamberleri aracılığı ile emirlerini aktarmıştır. Eğer güzelliklerin ve iyiliklerin elçisi olursanız, bu isme yakın olursunuz.
* "VEKİL", O'nun ismi. Vekil kılınan demektir. O ne güzel vekildir. Eğer sizlerde güzel vekil olursanız ve güzel vekil tayin ederseniz, bu isme yakın olursunuz. Hepsinden önemlisi, ilk olarak kulluk VEKALETİNİ tamamlamak ve sonrasında olunabiliyorsa ASİL kul olmak (asil = gerçek).
* "MUHYİ", "DOĞRULTAN" ve "AYAĞA KALDIRAN"; O'nun isimleri. Öldüğünüzde sizi yeniden dirilten, ayağınız kayıp yere düştüğünüzde sizi ayağa kaldıran, uykudan uyandıran (MUHYİ) O'dur. Eğer yardıma ihtiyacı olan insanları zor zamanlarında ayağa kaldırırsanız, bu isimlere yakın olursunuz. Eğer bir insana can verirseniz, MUHYİ ismine yakın olursunuz.
* "ZAHİR", O'nun ismi. Yarattıklarıyla varlığı aşikar olan demektir. Yaptıklarınız gözle görülür, elle tutulur olursa bu isme yakın olursunuz. Maddi cihette kendiniz ve başkaları için gözle görülebilen hayırlı işlerde bulunmak gerekir. Mesela yapanın kim olduğu bilinmese de, güzel bir okul yaptırmak gibi...
* "BATIN", O'nun ismi. Gizli olan, cisim olarak görünmeyen demektir. O bütün gizlenenleri bilir, sinelerin özünü bilir. Bazı şeyler zahiridir, yani apaçık görünür. Bazıları ise manevi cihette tezahür eder ve gözle görünmezler. Mesela arkadaşı için çokça dua eden insan bu ismin temsili bir harekette bulunmaktadır. Sizlerde başkalarına gözle görülmeyen güzellikler lütfederseniz, bu isme yakın olursunuz.
* "ĞANİ" ve "MUĞNİ", O'nun isimleri. Zengin ve zenginleştiren demektir. Eğer kazancınızı İslam yolunda harcarsanız ve sevap olarak zengin olursanız bu isimlere yakın olursunuz. Gerçek zenginlik mülkün sahibini bilerek olur. Ne kadar çok sevabınız olursa, karşılığında mülk olarakta o kadar zengin olursunuz.
* "MUCİB", O'nun ismi. İcabet eden. O bütün dualara icabet eder ve dilediğini kabul eder. Eğer sizlerde davetlere icabet eder ve başkalarının fikirlerinden istişare yolu ile faydalanırsanız, bu isme yakın olursunuz. Bazen doğru yolda olduğunuzu sanırsınız, fakat sizinkinden daha güzel hak dava güden varsa onun davasına icabet etmeniz gerekir.
* "NAFİ", O'nun ismi. Faydalandıran demektir. Eğer bencil değilseniz ve yaptıklarınızdan başkalarınında faydalanmasını sağlıyorsanız, bu isme yakın olursunuz. Faydalı insan olmadan başkalarını faydalandırmak mümkün değildir.
* "ŞAMPİYON", O'nun ismi. Eğer şampiyonluklarınızın sayısı fazla ise bu isme yakın olursunuz (her konuda).
* "TAKİP", O'nun ismi. Polis iseniz, suçluların takibi; hekim iseniz, hastaların takibi; astronomi ile ilgileniyorsanız, yıldızların takibi; para ile ilgileniyorsanız, işlerinizin takibi; vs. işlerinizi takip altında tutuyorsanız, bu isme yakın olursunuz. O her kulunu takip eder.
* "MORAL", O'nun ismi. Moralinizi yüksek tutun, bir gün herşey çok güzel olacak. Eğer başkalarına moral kaynağı olabiliyorsanız, bu isme yakın olursunuz.
* "VELİYY", O'nun ismi. Veli, dost demektir. Eğer sizlerde dostlarınızı iyi seçer ve O'na dost olursanız, bu isme yakın olursunuz.
* "HAVALE", O'nun ismi. Eğer işlerinizi hep O'na veya başkalarına havale ederseniz bu ismi alırsınız. Birde havale işlerinde iyi olan ülkelerin ve sistemlerin şansı var.
* "TEHLİKE", O'nun ismi. Eğer başınızdan büyük tehlikeler geçti ise, eğer tehlikelerden korkmuyorsanız ve bütün tehlikelere göğüs gerebiliyorsanız, bu isme yakın olursunuz.
* "KADER", O'nun ismi. Kader yaşananların toplamıdır. O kaderin değiştirilmesine izin vermez. Bu nedenle istenmeden çoğu işe karışmaz. Fakat lehinize olarak müdahalelerde bulunabilir.
* "DEVRİM", O'nun ismi. Devrimcilik zor iştir. Mesela yeni bir icat geliştirenler devrimcidir. Bir çağı kapatıp, başka bir çağı açanlarda. Yepyeni fikirler üretenlerde devrimcidir. Fakat yapılan devrimlerin İslama uygun olması gerekir.
* "TAKDİR", O'nun ismi. O dilediğini yapar ve onun takdir ettiği birşeyi hiçkimse değiştiremez. Sizlerde bir işi yaparken veya davranışlarınızda doğru olanı takdir ederseniz, bu isme yakın olursunuz.
* "DEPO", O'nun ismi. Bu ismini birçok yerde kullanmaktadır. Mesela ruhta bilgileri depolarken kullanır. Bütün hayatınızı küllerde depolar. Mesela haber ismi, yaşanan haberleri depolar. O'nun da haber arşivi vardır. Her işe bir ismi bakar... Doğada bazı bitki veya hayvanları bir bölgede depolar. Gelecek için insanlara çeşit çeşit madenler depolar ve zamanı gelince buldurur. Yedikleriniz çok yağ içeriyorsa, bunu bedeninizde depolar (bu ismin tecellisi hangi organlar ise, o organlar ile yapar). Ruhunuza çöp depolamazsanız ve bu ismi uygun şekilde günlük hayatınızda kullanırsanız, bu isme yakın olursunuz.
* "AZAP", "HAFİD", "KAHHAR", "MÜZİL"; O'nun isimleri. Dilediğine azap eder ve zillete düşürür. Dilediğine kahreder ve lanet okur (şeytan). Dilediğini alçaltır. Dilediğine zarar verir. Dilediğine cehenneminde azap eder. O'nun azabı çok şiddetlidir. şeytan veya benzeri yaratıklar hariç hiçkimseye kahretmemek ve zarar vermemek gerekir. Bu isimlerden korunmak ve bu isimlerle olan imtihanları kaybetmemek gerekir.
* Her güzel kelime O'nun ismidir.

Ey insanoğlu, çağımız sevgi çağı. Hep beraber yürüyeceğiz bu yolu. Bütün dünya tek yürek, fakat kendi içimizde rekabet.

"ALİM" ve "ADİL" isimleri, hiçbir ülkenin ismi olamaz ("ALİM" ülkesi zaten var, adaleti sağlama görevi de o ülkeden olursa en güzeli olur). "ELİF" ismi ise herkes için ortak. Hiçbir ülkenin ismi olamaz. Bunların dışındakiler ülkenize isim olabilir. Tabi Rabbimiz kabul ederse. O kabul ettiği an söyler. Fakat bu isimleri ülkenize kazandırdığınız anda çok büyük haklara sahip olursunuz. Sahip olduğunuz haklar ebedi sizin olur. Alabileceğiniz kadar isim alın. Ülkenizde ne kadar çok isim olursa, ebedi hayatta o kadar mutlu olursunuz. Bazı isimleri almak çok zor. Şu anda yönetimde "ALİM" ismi var ve o isim yönetimde olduğu sürece işiniz çok zor. Çünkü "ALLAH" ismini ikna etmek için, bazen bir çocuğun ağlaması yeterlidir. "ALİM" isminin ise, imtihanları çok zor.

Kur'anı okumadık ve insanoğlu olarak sınıfta kaldık. Arapçasını okumak başka şey, Kur'anı incelemek başka şey. Oysa ki, "OKU" ilk emri idi. Okuduktan sonra ellerimizi açıp sormadık: "şeytan ne yaptı? İnsanlara ne yapıyor da, Kur'an bu şekilde uyarıyor?". Sormadığımız için öğrenemedik. "ALİM", soru sorulmadıkça cevap vermez. Takıldığınız her noktayı O'na sorun. Okullarda aynısını öğrencilerinize demiyor musunuz? "ALİM" hep susar ve sormadan konuşmaz (Söz gümüşse sükut altındır). Eğer soru sorarsanız, cevabını verir. Fakat sıfırdan ülkeniz için büyük icatlar isterseniz, çilenize ve sevaplarınıza bakar. Sevaplarını bol ise, ona karşılık icadı verir. Kalan sorularınızı ise öyle cevaplar ki; hem öğrenir, hem de o sorudan başka birçok sorunuzun cevabını alırsınız. Ve anlarsınız ki, "ALİM" ismi sevgilerin en büyüğüne layık. "ALİM" ismi bir zerreye dokunur ve o zerre ile bütün "Eşrefi Mahlukat"'ın kaderini iyiye çevirir. Bilgisi o kadar. O'na sormak ve alınan cevapları kenara yazmak gerekiyor. O öyle öğretir ki, her zaman açık açık söylemez. Yaşatarak gösterir. Sabredip öğrenmek lazım.

SELAMLAŞMA NASIL OLUR

İslami olarak selamlaşmanın çeşitleri vardır. Aşağıdaki selamlaşma kaideleri, müslüman toplumlar arasında hemen hemen aynıdır.

* Her zaman gördüğünüz bir insanı yolda görürseniz, baş ile selam verilir.
* Hiç tanımadığınız biri ile tanıştırılırsanız el ile tokalaşarak selam verilir. Fakat erkek, erkek ile; bayan ise bayan ile tokalaşır.
* Sizden büyük birisini veya sizin büyük olarak gördüğünüz birisini; ilk gördüğünüzde, uzun zaman geçtikten sonra görüştüğünüzde ve özel günlerde (bayram vs.) görürseniz elini öpünüz. Burada büyük birinden kasıt; mesela bir peygamber sizin babanızdır. Onlardan biri ile şekilde bahsedildiği gibi karşılaşırsanız elini öpünüz. Veya Havva annenizi görürseniz, elini öpünüz.
* Bir insanı kısa zaman aralıklarında tekrar tekrar görüyorsanız, baş selamı vermek yeterlidir.
* Özellikle dini bayramlarda kendi anne ve babanızın elini öpünüz ve büyüklerinizin elini öpünüz. Büyükten kasıt, sizin birinci dereceden akrabalarınızdır (Hala, Teyze, Amca, Dayı, Dede, Nine).
* Bayanlar samimi oldukları bayanlarla yanak yanağa öpüşebilirler.
* Kucaklaşma ise çok samimi iki arkadaş arasında veya büyüklerinizden biri ile olur. Görüşmeyeli uzun zaman geçmişse olur. Mesela babanız veya anneniz ile kucaklaşma normaldir.
* Erkeğin, aile bireylerinden olmayan bayan ile yanak yanağa öpüşmesi yasaktır. Çünkü karşınızdaki insanın eşini çok kıskandırır. Bu nedenle İslam'da, bayanlarla tokalaşmak dahi normal görülmemiştir. Tokalaştığınız bayanın eşi çok kıskanabilir. Bayanın tokalaştığı erkeğin eşi de çok kıskanabilir. Uzak durmak gerekir. Erkekler bu konuda çok kıskanç olur. Bayanların dikkat etmesi ve ellerini erkeklerle tokalaşmak için uzatmaması gerekir. KISKANÇLIK İNSANIN ve HATTA HAYVANLARIN DOĞASINDA VARDIR. SADECE DOMUZLAR EŞLERİNİ KISKANMAZLAR!
* İki erkeğin yanak yanağa öpüşmesi veya kafa tokuşturmasıda pek bir anlam taşımaz. Yapılabilir fakat asıl güzel olan tokalaşma ve kucaklaşmadır. Eğer elinizi tokalaştığınız insanın omzuna veya sırtına koyarsanız arkadaş olduğunuz anlamı taşır. Çünkü el ve sırt, destek ve yardım manasında konulmuştur. Yük omuzda veya sırtta taşınır, arkadaş arkadaşın yüküne destek oluyor manasını taşır.
* Eğer müslüman olduysanız, selamlaşma konusunda mutlaka gerekenleri öğreniniz. Çünkü bir insana verilen selam, aynı zamanda o insana edilmiş bir duadır.
* En güzel "SELAM" sözü, "SELAMÜN ALEYKÜM" cümlesidir. Buna cevap olarak "ALEYKÜM SELAM" denir. Birincisinin manası "Allah'ın SELAM'ı üzerine/üzerinize olsun demektir". Verilen cevabın manasıda aynıdır. "SELAM", O'nun adıdır ve siz o adı karşısınızdakinin ruhuna söylemiş oldunuz.
* Rusların eski geleneklerinden olan erkeklerin dudak dudağa öpüşmesi, çok yanlış bir uygulamadır. Bir sevinç ve sevgi gösterisi olarak yapılan bu davranış, birçok insanda ters tepkiye sebep olur. Bu nedenle hali hazırda çok azalmış olan bu geleneğin bir an önce son bulması gerekmektedir. Çünkü müslüman birini öyle öperseniz çok ters bir cevap verebilir.

HİTABET

İnsanlar birbirlerine hitap ederken, kurdukları hitap cümlelerine çok dikkat etmelidir. Mesela aile içinde ANNE ve BABA sözcükleri birer hitap sözcüğüdür. Yine aile içinde kardeşlerin birbirine hitap şekilleri mutlaka saygı çerçevesinde olmalıdır. Buna örnek; kendisinden büyük erkek kardeşe ABİ denmesidir. Yine kendisinden büyük kız kardeşe ABLA denir. Bunlar hangi millette yoksa mutlaka uygun sözcükler bulunarak, aile içinde kurallaştırılmalıdır. Böylece çocuklar büyüklere saygıyı öğrenir. Eğer siz eşinize saygı duyarsanız, önce çocuklarınız ve sonra diğer insanlar eşinize saygı duyar.

Heryerde isim ile hitap etmek doğru değildir. Sizden büyük birisine asla ismi ile direk hitap etmeyiniz.

* Eğer yaşları yakın ve SAMİMİ iki arkadaş birbirine hitap edecekse isimleri ile hitap etmelidirler.
* Eğer tanımadığınız bir erkeğe hitap edecekseniz, kişinin isminin sonuna "BEY" eklemeniz gerekir. Örneğin; ismi Mustafa olan birine, "Mustafa Bey" şeklinde hitap etmeniz en doğrusudur. Bu şekilde hitap ederseniz karşı taraf hiç incinmemiş olur. Direk ismi ile hitap etmek, tanımadığınız insanı kırabilir.
* Eğer tanımadığınız bir bayan hitap edecekseniz, isminin sonuna "HANIM" eklemeniz gerekir. Örneğin; ismi Meryem olan birine, "Meryem Hanım" şeklinde hitap etmeniz en doğrusudur. Bu şekilde hitap ederseniz karşı taraf hiç incinmemiş olur. Direk ismi ile hitap etmek, tanımadığınız insanı kırabilir.
* Peygamberlerin tamamına BABA diye hitap edilir ve cümle içinde kurarken, Peygamber isminin sonuna BABAM eklenir. Örneğin; Hz. İbrahim'den cümle içinde söz ederken, "İbrahim babam" şeklinde samimi bir cümle kurulur. Bunun önemi büyüktür. Çünkü Rabbimiz kendilerini insanlığa BABA yapmıştır. Babalara hitap sözcüğü SAMİMİ olmalıdır ve direk BABA denir.
* Peygamberlerin eşlerinin tamamına ANNE diye hitap edilir ve cümle içinde kurarken, isminin sonuna ANNEM eklenir. Örneğin; Hz. Meryem'den cümle içinde söz ederken, "Meryem annem" şeklinde samimi bir cümle kurulur. Bunun önemi büyüktür. Çünkü Rabbimiz, Peygamber eşlerini insanlar için ANNE yapmıştır. Onlara hitap sözcüğü SAMİMİ olmalıdır ve direk ANNE denir.
* Alim Ülkesinde her ne kadar samimi olursanız olun; erkeklere BEY ve bayanlara HANIM hitap sözcükleri kullanılır. Şura toplantıları için de bu hitap şekilleri zorunludur. Sadece içlerinden Peygamber olanlara BABA denir ve Peygamber eşlerine ANNE denir.
* Bir insan eşinden başlalarına bahsederken mutlaka dikkat etmelidir. Çünkü eşine saygı duyarak hitap etmelidir. Mesela bir erkek eşi hakkında cümle kurarken, "EŞİM" veya "HANIMIM" şeklinde cümle kurmalıdır. Bu tür cümle başkaları yanında konuşurken kurulur. Keza bayanlar da eşleri hakkında başkaları yanında konuşurken, "EŞİM" veya "BEYİM" şeklinde cümle kurmalıdır.

Saygılı hitabet çok önemlidir. Eğer hitabette saygı kurallarına uyulursa; karşı taraf kırılmaz, incinmez ve sonraki cümlelerde saygılı cümleler olur. Saygılı olursanız, ters bir cevap almazsınız ve saygılı bireyler sözler nedeni ile kavga etmezler. Çünkü birçok kavga saygısız cümlelerden kaynaklanmaktadır.

Eğer topluma faydalı çok güzel fikirleriniz olduğunu düşünüyorsanız ve hiçkimseye sözlerinizi dinletemiyorsanız sorun sizdedir. Bu tip sorunları genelde acemi siyasetçiler yaşar. Siyasetçiler çok güzel konuşma metinleri veya kitaplar hazırlarlar, fakat hiçkimse kelimesini bile dinlemez. Çünkü hazırladıkları, insanlar için sıkıcıdır. İnsanlar nutuk dinlemeyi sevmezler. Diyelim ki fikirlerinizi bir kitap haline getirdiniz ve insanların bu kitabı okumasını istiyorsunuz. O zaman bu kitap çok akıcı ve okuyana sonrasını okutturan bir kitap olmalıdır. Sıkıcı ve resmi dili sevmez okur. Kim yerde genç, kimi yerde yaşlı yazmış gibi olmalıdır. Genç ile konuşurken nasıl konuşuyorsanız, gence hitap ederken aynı şekilde hitap etmeniz gerekir. Yaşlıları ise güldürmelisiniz. Yaşlıların öğrenmesi gençler kadar kolay değildir. Beden yaşlanınca geç öğrenir. Kimi yerde size öfkelenmeli ve "Benimle nasıl böyle konuşursun" demelidir. "Bana emir verir gibi yazma" demelidir. Fakat bunları derken, okumaya doyamamalıdır. Sinirlenince daha büyük değerde yazılır ruha. Akıcı yazı, akıcı konuşma gibidir. Sözler yazıya ağızdan çıktığı gibi akmalıdır. OLDUĞU GİBİ!

Okur sıkıcı ve resmi dili sevmez denmişti. Kitabın özü parça parça insanlara aktarılmalı ve kitabın okunması sağlanmalıdır. Kitabın özünü de hiçkimse dinlemez ki. Çünkü siyasetçiler çok ciddi konuşmalar hazırlarlar ve konuşurken çok ciddi olurlar. İnsanlar, çok ciddi insanları cana yakın bulmazlar. Hemen sıkılır ve başka işlerle uğraşırlar. İnsanların bam telini yakalayamazsanız fikirlerinizi aktaramazsınız. Bu konuda Türkiye'de; Hocaefendi, Recep Tayyip Erdoğan veya Bülent Arınç'ın konuşmalarını takip edebilirsiniz. Espriler arasında söylemek istediklerini dinletirler. Çünkü her üçü de hatip ve siyasetçidir (Hocaefendi güldürmez ama düşündürür). Kalanı ise çok sıkıcıdır ve bu nedenle güzel fikirlerini dahi dinleyen olmaz. Meclis televizyonunu hiçkimse izlemez. Sadece siyasiler izler. Bamteli ne meclis kürsüsünde, ne de uçakta yolculuk yaparken yakalanamaz. Uçaktan indiğiniz anda, meclisten çıktığınız anda, arabadan indiğiniz anda bamtelini yakalayabilirsiniz. Bamteli durum değişikliğinde olur. Durağan anlarda olmaz. İlk anları yakalar ve söze sıkıcı nutuklarla değil, espriler ile başlarsanız birkaç cümle edersiniz. Birkaç cümleden sonra bir espri daha yaparsanız, 30 dk konuşabilirsiniz. Peşine bir espri daha yaparsanız, 1 saat daha konuşabilirsiniz. Herkes dinler. Espri malzemesi siyasette çok boldur.

Canlı yayındasınız. Bayan sunucu size son siyasal gelişmeler ile ilgili fikrinizi sordu. Sunucuya dediniz ki; "Hanım evde gençlik formülü yapmış. Çok yedim karnım ağrıyor. Siz sakın, 2 kilodan fazlasını yemeyin.". Bayan sunucu şaşkın, izleyiciler de. Dikkatler size döndü. Hemen konunun özünü tek cümle ile aktarmanız ve ruha büyük değerde yazmanız gerekiyor. Hemen dediniz ki; "Şu sebepten dolayı beğenmedim!". Herkes sizi tek kalemde anladı. İşten anlayan az konuşur...

Çok güzel fikirleriniz var ve hiçkimse önemsemiyor mu? Üzülmeyin, imtihanınız o! Cenab-ı Allah fikirlerinizi biliyor. Onları boşa öğrenmiş olmazsınız. Burada işe yaramazsa, cennette işe yarar. Orada yöneticileri halk mı seçiyor sandınız? Halk "ALİM" ismine mi sahip, tevbe haşa? Peygamberler Cenab-ı Allah'tan geleni olduğu gibi aktarırdı. Kendileri yanlış bir fikir beyan ederlerse, Rabbimizden fırçayı yerlerdi (küçük fırça). O yüzden O'na danışırlardı her konuda. Sizde O'na danışın ve karlı çıkın. Orada yönetim ebedi, istifa etmezseniz eğer. "ALİM" ismi partilere bakmaz, fikirlerinize ve imanınıza bakar! Eğer işiniz yönetmek olacaksa, "ALİM" ismi bilir. Siz fikirlerinizi belirleyin ve imtihanınızı verin.

Her insanın diğer insanlara, milletlere ve ülkelere saygılı olması dileği ile. Allah-u Ekber!

ÖZGÜRLÜK

Hür doğan asil ölür. İnsanoğlu özgür olamazsa, kendisini hapiste gibi hisseder. Ruh sıkılır ve hemen o durumdan çıkmak ister. Fakat özgürlük öyle bir kelimedir ki, hep kendini yanlış tanıtmıştır.

Hiçkimsenin fikirlerine gem vurulamaz. İnsan düşüncesinde, inancında veya konuştuklarında özgürdür. Fakat ya konuştukları başkalarına küfür içeriyorsa? Ya inancı başkalarına yaşam hakkı tanımıyorsa (şeytanın değiştirdiği tevratı okuyun ve bakın musevi olmayanın hakkına tecavüz edilince ne kadar sevap kazanılıyormuş)? İşte özgürlük, başkalarının özgürlüğüne müdahale edilmediği yerden başlar. Yoksa insan ben özgürüm deyip kumarhane açamaz. Çünkü o kumarhane insanları oraya toplamaktadır. İnsanları kötü yola çekmektedir. Buna hiçbir aklı hür insan müsade etmez. Müsade etmeyince, özgürlüğe darbe vurmuş olmaz. Çünkü başka insanların ruhunu kumara alıştırmayı engellemiş ve birçok insanı özgür kılmıştır. Bir insanın özgürlüğü, diğer insanların özgürlüğünden daha önemli değildir. Özgürlük herkes için olmalıdır. İkinci bir örnek vermek gerekirse; 15 yaşında bir kızınız var. Hergün okula gidip gelen. Erkekler özgürüm diye sokakta çırılçıplak gezse idi ve okula giden kızınızın önünden geçse idi, siz o özgürüm diyen erkek hakkında ne düşünürdünüz? Ben özgürüm istediğimi satarım diyen birisi, uyuşturucu satmakta özgür müdür? Uyuşturucuyu satmasa, lise talebesi çocuklar nereden bulacak ve alışacak? İşte insan çocukken alıştırılır bazı kötü alışkanlıklara. Özgürlük nameleriyle öğretilir insanlara kölelik. Köle olur insan, özgür uyuşturucu tacirlerinin elinde. Ağaç yaşken eğilir cümlesini, özgür olduğunu düşünen kötü ruhlu insanlar iyi bilmektedir.
Öyle özgür olun ki, size bakan başkalarıda özgür olsun. Doğrunun özgürlüğünü savunun. Ama yanlışın özgürlüğünü engelleyin. Eğer engellemezseniz; yanlış doğruyu köle yapar, hemde çocukken!

Eğer sağcıyım diyorsanız, özgür olamazsınız. Eğer solcuyum diyorsanız özgür olamazsınız. Çünkü sonunca "-ci -cu" ekleri olan bir akımın kölesisiniz. Köle aslında KUL demektir. Cenab-ı Allah'a kul olmak lazım. Hocaefendi, sonunda "-ci -cu" ekleri olan hiçbir gruba mensup değilim, beni yaftalamayın dedi. Kimse anlamadı. Aslında dedi ki; kulluğum elden gidiyor bana onu demeyin, çünkü; "BEN ALLAHIN KULUYUM!". Sosyalist, komünist, milliyetçi, sağcı, solcu vs. tamamı kölelik sistemidir. Özgür olmak isteyen hepsinden sadece doğru cümleleri çeker, kalanını çöpe atar. O doğru cümleler ile kendi fikirlerini üretir. Kendi fikirleri olmayan "ÖZGÜR OLAMAZ!". Bana Lenin'i anlatma bin tane yanlışını sayarım. Lenin'in ismini söylemeden, doğru cümlelerini al ve bana söyle. Hemen peşinden gelirim. Bana "-ci -cu" deme sözlerini dinlemeye değer bile bulmam. AK Parti'yi savunma, hala "MERKEZ SAĞ PARTİYİM" diyor. CHP'yi savunma "HALKÇI PARTİYİM" diyor. Savunacağın adam "MERKEZ PARTİYİM" diyen olsun. Fakat Kur'anda sağın adamı deyimi kullanılmaktadır. Kur'anda belirtilen sağ, parti değil İslam'ın ta kendisidir. Hesap gününde insanlar iki grup olarak dizilirler. Bir tarafı sağa, diğer tarafı sola dizilir. Sağa dizilenler müslümanlardır. Solda ise kafirler. Sağa dizilenlerin önlerinde, İslam'ın öncüleri olur. Kur'anda belirtilen sağın adamı olmak, müslüman olarak sağ tarafa dizilmekten ibarettir. Sağ tarafa dizilmenin sebebi ise; insanların sağ taraflarını, sol taraftan daha çok kullanmalarından kaynaklanmaktadır. Kur'anda belirtilen SAĞ'dan, başka bir mana çıkarmayınız. Cenab-ı Allah parti tutmaz! O'nun için her kulu çok önemlidir ve her kuluna adildir. Kendi parti meselelerinize katmamanız gerekir. O'nun bakış açısına örnek: O'na sorsanız "Hangi parti?" diye. Hepsi kulu olduğu için, her partiden vatandaşa en iyi hizmet edenleri seçer. Bir isim verir ve bu parti der. HALKA HİZMET, HAKKA HİZMETTİR.

Çift şeritli yollarda, bir şerit ileri gider, bir şerit ise geri gider. Yaya olarak yolu yürümektesiniz. Sağ şeritten giderseniz, arkadan gelen araç size çarpar. Ömrünüz kısa olur. Çünkü trafik sağdan akar. Sol şeritten giderseniz, önden gelen araç size çarpar. Ömrünüz kısa olur. Yolun dışından çıkarsanız, yoldan çıkmış olursunuz. Allah korusun! Sağdan giden adamın ilerideki araca, arkadan çarpma riski vardır. Bot örneğini okuyun. "ÖNCÜ" ismi anlatılırken bahsedildi. Fakat en mantıklı çözüm, ortadaki düz çizgiden gitmektir. Çünkü çizgi düz ise, sollama da yapılmaz. "ORTA YOLUN", hiçbir riski yoktur. Size çarpsalar bile ahirette vebali yoktur. Hep ileri, hep ileri. Keşke "Siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler" bölümünün adı, "İnsanlar ve Uluslararası ilişkiler" olsa idi. Çok ihtiyaç var. Aşağıdaki; "SÖZ" duasını bu bölümün bütün öğrencileri okusun.

Özgürlük doğruların birleşimi sonucu kendi harmanlayacağınız fikirlerden oluşur. Doğru ve yanlışı birbirinden ayırt etmek için Cenab-ı Allah birsürü ismini koymuş. Feraset sahibi olmak için; "AKIL, MANTIK, DİKKAT" gibi özelliklerimizi kullanmamız gerekir. Bunlar her insanda sabit olarak vardır. Özgürlüğün yolu, "İLİMDEN GEÇER!". Üniversitelerde durmadan özgürlük protestosu yapan gençler, kendilerini köle yaptıklarının farkında değillerdir. Protesto yapmak yerine dersi dinleseler, "ÖZGÜR OLURLARDI!".

Peygamberler Cenab-ı Allah'tan geleni olduğu gibi söylerlerdi. Doğru konuşurlardı. Onların yolundayım derseniz eğer; "ÖZGÜR OLURSUNUZ!". Fakat hiçbir fikrini eleştirmeden, hiçbir fikrine ekleme yapmadan bir büyük imamın bütün sözlerini doğru kabul eder ve onu izlerseniz; "İMAMA KÖLE OLURSUNUZ!". İnşallah imam hiç yanlış söz yazmamıştır. Doğru sözlerinde ALLAH'A KUL, yanlış sözlerde...

Çok iyi bir siyasetçi olabilirsiniz. Fakat yönetmeyi bilmiyorsanız eğer, başa geçer rezil olursunuz. Yönetmek; bilgi, beceri ve tecrübe ister. Eğer bunlar yoksa, siyasete hiç bulaşmayınız. Siyasete hiç bulaşmadan da güzel fikirlerinizi beyan edebilirsiniz...

Hep hoca olursanız, öğrenci sıkılır. Özgürlüğünü almış olursunuz öğrencinin. Çünkü hep hocasınız ve sizin yolunuzda. Bazen öğrenciyle öğrenci olmak gerekir, öğrenciyi köle yapmamak için! Eğer rakibinize fikirlerinizi doğru üslupla anlatmazsanız, kendinizi hoca yerine koymuş olursunuz. Rakip bunu sevmez, halk ta sevmez. Doğrularınızı bile dinlemezler sonra. Rakip sizin köleniz mi? Mütevazı olursanız ve mütevazı konuşursanız, rakip hep kaybeder. Halk sizin doğrularınızı seçer. Halk kul yapanı sevmez, ALLAH'a kul olanı sever. Kul kulluğunu bilir ve mütevazı olur. Siz kulluğunuzu biliyor musunuz? O'na secde edin ve KUL OLUN! Hiçbir derdiniz kalmaz. Ne siyasette, ne de hayatta! Ne işiniz var kahraman olmakta?

Özgürlükten kahramanlığa geldi konu, nasıl geldiyse... Her insan nefsinin kahramanıdır, mütevazı olmayınca. Nefsinin kahramanı demek, kibir demektir. Eğer güzel birşeyler hayal ederken, olayın kahramanı sizseniz sorun var demektir. Çok para kazanmayı ve dağıtmayı hayal ediyorsanız, kendinizi kahraman ilan etmişsiniz demektir. Eğer insanların tamamını kurtarmayı hayal ediyorsanız, kendinizi kahraman ilan etmişsiniz demektir. Eğer Cenab-ı Allah sizi hiç farkında olmadan istediğiniz yere çıkardı ise; O sizi kahraman seçmiş demektir. Olayın kahramanını siz seçmeyin, bırakın O seçsin. Kahraman olmak kötü değildir, kahraman olmayı hayal etmek ve hayal ettiklerini başarmakta kötü değildir. Fakat bunun bir basamak üstü, yani zirvede; O'nun seçtiği kahramanlar olur. O kimi kahraman yapacağını bilir! Peygamberleri kim seçti?

Eğitilen binlerce öğrenciden bir tanesini seçse yeter. ASIL KAHRAMAN, EĞİTTİĞİ ÖĞRENCİLERİ CENAB-I ALLAH TARAFINDAN KAHRAMAN SEÇİLENLERDİR.

Öğrenciler fikirlerinizi anlatır. Yeter ki siz hoca olun!

"Ankara Siyasal'da" eğitim görmüş birçok öğrenci devletin tepesinde görev yapmaktadır, kalanı da terör örgütlerinin başındadır (Birisi liste çıkarsın). Hocalığın gücü bu kadar büyüktür. Öğrencilerinin tamamını tepeye koyacak kadar...

Yüksek bir görevdesiniz, oraya baştan planlayarak gelmediniz ve basamak basamak çıktınız. O zaman, sizi O seçmiştir. Göreviniz hayırlı uğurlu olsun. Fakat henüz alttasınız ve yüksek yerleri hayal ediyorsunuz. Orada durun, ellerinizi açın ve hayırlısını isteyin. Kahraman olacaksanız eğer, O sizi basamak basamak çıkarır oraya. Haberiniz dahi olmadan. Tabi eğer kahraman olmanız gerekiyorsa... Gençler hep kısa yoldan para kazanmayı ve kahraman olmayı düşünürler. Şunu bilmelerinde fayda var: "DÜZ OVADAN TEPEYE ZIPLAYARAK KAHRAMAN OLUNMAZ. İNSAN O KADAR ZIPLAYAMAZ. AMA O İSTERSE KAHRAMANI EN TEPEYE İNDİRİR.". Hayalleriniz çok yüksekte olmasın, kırılabilirsiniz...

Unutmadan: "KAHRAMAN", O'nun ismi. O bizim kahramanımız. "ÖZGÜR", O'nun ismi. AŞK (ALLAH), dilediğini yapar. İster döver, ister sever. SAHİBİMİZ, O! Biz O'na mecburuz, çünkü O'nun kuluyuz. Yediğimiz yemekten, içtiğimiz suya kadar O'ndan bir parça. O olmasa, bizde yokuz. O'na kul olmak lazım, alnı her daim secdede. Kul olunca anlar insan, yaratılmış herşeyin alnı mecburen yerde. İster fırça atar, isterse alır yere çarpar. Bize düşen kul olmak ve affet YALVARIRIM demek. İnsan sadece O'na yalvarmalıdır ve insan gerçekten YALVARIRSA kul olur. Bize yakışan her istek için dua dua yalvarmaktır. Kul'a yakışan budur.

SÖZ VE İLİM DUALARI!

Söz duası, insanlar ile uğraşan herkese lazımdır ve her gün beş kez okunmalıdır. Mutlaka arapçası okunmalıdır, ruh ayetleri tanır. Dua: "Bismillahirrahmanirrahim. Allah-u Ekber. Rabbişrahli sadri ve yessirli emri. Vahlul ukdeten min lisani yefkahu kavli. Amin. Elhamdülillahirabbilalemin". İlim duası, öğretmenler ve öğrencilerin tamamına lazımdır ve her gün okunmalıdır. Dua: "Bismillahirrahmanirrahim. Allah-u Ekber. Allah'ım ilmimi artır. Bana öğrenmeyi ve öğretmeyi öğret. Amin. Elhamdülillahirabbilalemin".

SAMİMİYET

Samimiyet, insanın herşeyi kendi kendine itiraf etmesi ve kendini kandırmaması ile başlar. İnsanın herşeyi OLDUĞU GİBİ görmesi ile başlar. Cenab-ı Allah ile konuşurken ve istekte bulunurken SAMİMİ olunuz. Çünkü o sizin gerçek hislerinizi bilir. Gurur yaparak sözlerinizi veya isteklerinizi farklı şekilde yapmayın. O zaten ne istediğinizi ve ne düşündüğünüzü biliyor, neden SAMİMİ olmayasanız. Ne kadar SAMİMİ olursanız, o kadar SİZ OLURSUNUZ! Gerçekte ne istiyorsanız ve düşünüyorsanız, açık açık ona söyleyin. Korkmayın, gerçek düşüncenizi zaten biliyor. "SAMİMİYET", O'nun adı.

Diğer insanlara karşıda ne kadar samimi olursanız, o kadar DOĞRU ve DÜRÜST olursunuz. Samimi insanı herkes sever. Yanlışlarını gören ve bunu kabullenen insan SAMİMİDİR. Doğruya doğru, yanlışa ise yanlış deyiniz. Bir insanı sevmediğiniz için, doğru yaptıklarına yanlış demeyiniz. Kendinize itiraf ediniz ve sevmediğiniz insan dahi olsa; yaptığı doğruları veya söylediği doğruları, sevmediğiniz için asla yanlış olarak görmeye çalışmayınız. Samimiyet sizi KENDİNİZ yapar ve sizi DOĞRU yapar.

Mesela bir insanın cennette gözüm yok demesi samimi değildir. Elbette her insan cenneti ister. İlk istek olarak koymaz önüne cenneti, fakat ister. Çünkü cennet çok güzeldir. Güzeli kim sevmez! İlk istek olarak neyi ister? İNSAN OLMAYI!

Unutmayınız ki, durmuş bir saat bile günde iki kez DOĞRUYU GÖSTERİR!

KARAKTER VE OLDUĞU GİBİ KABULLENİŞ

AŞK'ta çeşit boldur. Bu kitapta yeterince bahsedildi bu konudan. Fakat insanoğlu öyle bir yaratıktır ki, çeşitliliği kabullenememiştir. Mesela herkes karşısındakini kendi partisine üye yapmaya çalışır. Ya da karşısındakini kendisine benzetmeye çalışır. Oysaki doğru olan bu değildir. Bütün insanlar aynı olsa idi hayatın tadı kalmazdı.

Her insan aklından geçen fikirleri diğerlerine duyurabilir. Fakat diğer insanların bunları benimsemesi için baskı yapamaz. Zorla güzellik olmaz. Bunun yerine karşısındaki insanı OLDUĞU GİBİ kabul etmesi en doğru yoldur. Çünkü her insanın karakteri farklıdır ve karakter uzun yılların birikimi sonucu ortaya çıkar.

Karakter yaşananların ve öğrenilenlerin ruhtaki yansımasıdır. Her insanın yürümesi farklıdır, çünkü hangi tarzda daha çok yürürseniz o tarzda ruhunuza kaydedilir. Mesela yüzmeyi çocuk yaşta öğrenen bir insan, yaşlansada unutmaz. Çünkü ruha kaydedilmiştir. Karakter insanın yaşadıkları sonucu ruhunun olgunlaşmış halidir. Bir insanı zorla istediklerinizi yaptırmak, o insanın karakterini ayaklar altına almakla eşdeğerdir.

Mesela eşinizin bir huyunu beğenmediğinizi varsayalım. Bu demek değildir ki, bütün huyları kötü. O kişinin karakterinda o huy vardır ve kendisine zararı yok ise kalmalıdır. Eğer bu kötü bir huy ise, ince bir dil ile kendisine anlatılmalıdır. Anlatırken asla nasihat yoluna başvurulmaz. İnsanlar nasihat dinlemeyi pek sevmezler, çünkü nasihat veren kişi kendisini büyüğü konumuna koymaktadır. Eğer nasihat veren kişi, bireyin kendisini büyük olarak gördüğü bir kişi değilse, sonuç ters teper ve kişi nasihat verenden soğur. Bunun çözümü yaşayarak göstermektir.

Bir insana İslamı anlatmak yerine yaşayarak örnek olmak en güzel çözümdür. Bu karşınızdaki insanın sizi kibirli olarak değil, eşit olarak görmesine yol açar ve meyvelerini kısa sürede verir. Aksi bir durum karşınızdaki insanın RUHUNU İNCİTİR. Karşınızdaki insanı OLDUĞU GİBİ kabullenmezseniz, o insanın karakterini İNCİTMİŞ olursunuz.

Eğer bir insanı doğru yola çekmek istiyorsanız, yaşayarak kendisini etkilemeniz gerekir. Fakat bu uzun yıllar alabilir. Çünkü uzun yıllar boyu karakteri YANLIŞ olarak devam etmiş bir insanın, yaşadığı yıllar boyunca ruhu yanlışı kaydetmiştir. Uzun yıllar boyu şeytanın isteklerini bilmeden yerine getirmiş insanın, karakteri de şeytanlaşmıştır. Bu şekildeki bir insanı bir anda doğru yola çevirmenin yolu, kendisini doğru yola çevirecek ve etkisi yıllar sürecek büyük bir olayı bir anda yaşamasıdır. Bu her zaman meydana gelebilecek bir olay değildir. Bu nedenle en mantıklı yol, böyle insanlara yaşayış tarzı olarak örnek olmak ve yavaş yavaş düzelmelerini sağlamaktır. Kişi yanlıştan dönene kadar sabretmelidir ve asla kişiye patronluk yapmamalıdır. Her ruh özgürdür ve özgürlüğü sever. Eğer bir ruhun özgürlüğüne set çekerseniz o ruhu ezmiş olursunuz. Bunun yerine yanlış gördüğünüz kısımları yaşayarak değiştiriniz ve örnek olunuz.

KAFİRLERE KISA VE ÖZ BAKIŞ

Kafir demek, küfür ehli demektir. Kafir imansız demek değildir. Bir insan Cenab-ı Allah'a iman etmezse, İMANSIZ olur. Fakat kafir olabilmek için küfrün yolunda gitmek lazımdır.

Bir insan çok büyük günahlar işleyebilir. Mesela Hristiyanların en büyük günahı BİR olan Rabbimizi, ÜÇ olarak bilmeleridir. Fakat bu onları kafir yapmaz. Kafir küfre hizmet edenlere denir. Bir insan kalben Cenab-ı Allah'ı üçlemedikten sonra ağzıyla üçlesede hiçbir önemi yoktur. Bir insan küfre hizmet etmiyorsa kafir diye adlandırılamaz! Cenab-ı Allah, Kur'an-ı Kerimde şeytanı kafir olarak adlandırmıştır. Çünkü şeytan Cenab-ı Allah'a bile bile düşmanlık yapmakta ve kötülüğe hizmet etmektedir.

Dünya bir insanın vücudu gibi, bunu öğrendiniz. Peki vücudun bir parçasını hastalık sararsa ne yapardınız? Mesela hücreler kanser olmaya başladı? En güzel çözüm, kanserli hücreleri normal hücrelere çevirmek. Yani iyileşmelerini sağlamak. Fakat iyileşmeyen ve ilerleyen kanser bütün vücudu öldürür. Bu durumu engellemek için yüce yaradanımız Kur'anı Kerimde, kafirleri öldürün demiştir (şeytanı ve karakteri şeytana benzeyenleri öldürün emri). Öldürmezseniz onlar vücudu da, sizi de öldürür. Kafirler günahlarından dolayı doğayı kurutur. Temizlemesi size kalır. Vücut hastalığın sadece bir kısmına tölerans gösterebilir. Fazlası tamamını öldürür. Özellikle kalp ve beyin korunmalıdır. Eğer beyin ve kalp sağlam ise bedenin geri kalanının düzelme ihtimali yüksektir. Evvela kalp! Çünkü Cenab-ı Allah, kalbe bakar ve ismi kalp şeklindedir.

KÜFÜR NEDİR?

Yazıyı okuyan herkes, kullandığımız güzel kelimelerin Cenab-ı Allah'a ait olduğunu öğrendi. Bir insanın şerefine, onuruna, haysiyetine küfrederseniz; Cenab-ı Allah'a küfretmiş olursunuz. Bir insanın çok sevdiği annesine, babasına, kardeşine, bacısına küfrederseniz; o insanın kutsalına küfrettiğiniz için, Cenab-ı Allah'a küfretmiş olursunuz. Bir insanın kitabına, peygamberine küfrederseniz; o insanın kutsalına küfrettiğiniz için, Cenab-ı Allah'a küfretmiş olursunuz. Bu nedenle asla hiçkimseye küfür etmeyiniz. Bir insanın anne ve babası çok kıymetlidir. Fakat Cenab-ı Allah insan için en üsttedir. Sakın kimsenin davasına ve dinine küfretmemek gerekir.

Hiçkimseye lanet okumayınız. Lanet kelimesini sadece şeytan için kullanınız. Küfür kelimelerini ise lügatinizden çıkarınız. Çünkü dil kutsaldır, onu kirletmeyiniz. Cenab-ı Allah'a küfretmeyiniz.

Bir insanın annesine küfrederseniz, ruhta etkisi 1 birimdir. Eğer eşine küfrederseniz, ruhta etkisi 2 birimdir. Eğer BİRİCİK RABBİNE küfrederseniz, o ruh sizi yaşatmaz! Normal sıralama böyledir. Bazıları için sıralama değişiktir...

TESBİHAT

Her tespih'in farklı bir manası var. Yaratılan ilk "Eşrefi Mahlukata" ve Peygamberlere, Rabbimiz üç seçenek sunar; Sübhanallah, Elhamdülillah, Allah-u Ekber. Bu seçeneklerden sonra cevap ister, hangisini seçtin. Arapça aşkın dili. Dili öğrettikten sonra soru o. Fakat hiç karışmaz seçeceğine. Adem (A.S.)'ın seçtiği Sübhanallah, Hz. Nuh'un seçtiği Sübhanallah, Resulullah (SAV)'in seçtiği Elhamdülillah bilinenler. Bu 3 seçenek arasında gizli olan bir tane var ki; O'da Allah'ı seçmek. O'nu seçen olmamış. Aşağıdaki şekilde herbirinin seviyesi yer alıyor.

Tesbihat

Hz. Adem Sübhanallah'ı seçti, ve girdi boş çöl halinde olan dünyaya (Cennetten kovulduktan sonra girdi. Marsın yüzeyi gibi idi, şu anki yaşadığımız yer). İlk tespihi Sübhanallah veya Elhamdülillah ise yaratılış parça parça başlar. Allah-u Ekber ise tek kalemde yaratılır. Melekler aldılar yanlarına bütün dünyayı gezdi ve sonradan söylediği her tespihte, o anki hislerine ve tespihe göre dünyanın yaratılışı tamamlandı. Boş madde taneciklerine şekil bu şekilde verildi. Allah-u Ekber ise farklı, O'nu seçerse hepsi birden yaratılıyor. Gizli olan Maşallah seçilirse, sadece ayaklarının altı kalıyor, kalanı yaratılıyor. Adem (A.S.) boğazın karadenizi ve boğazı aynı anda gördüğü yerde (Yuşa tepesi), "Ya Rabbi, burası çok güzel, Elhamdülillah!" demiş.

Fakat bir durum daha var tespihlerde. Rabbimiz, Peygamberinin seçtiği tespihe göre başlangıç noktası belirliyor. Allah-u Ekberi seçse, artık ümmeti için korku yok. Önünde hiçbir engel yok, sonu mutlaka hayırlı. Resulullah (SAV), Elhamdülillahı seçti ve ilk sure ile duaya başladık. Aşağılardan SIRATI MÜSTAKİM çizgisine (HAMD ÇİZGİSİ) ulaşmamız gerekiyor. Her namazda FATİHA ile başlamamız ondan. Keşke Allah-u Ekber'i seçseydi... İspiyonlanmış oldu, fakat durum aynen öyle.



Melekler, rüku ve secdedeki tespihlerinizi alır ve Rabbimize ulaştırır. Melekler bunu yaparken iki tane yan yana dizerler ve en uca bir tane koyarlar. O bir taneden tutarlar ve Rabbimize ulaştırırlar. Yani tespihleriniz tek sayıda olmaz ise ya en uçta bir tane kalması için bir tanesini görmezden gelecek, ya da iki ayrı melek taşıyacak. Görmezden gelemez, çünkü söylediniz. Mesela 8 kez "Sübhane Rabbiyel A'la" dediniz. 7 tanesini bir melek, kalan 1 taneyi ise başka bir melek götürür. Meleklere kolaylık olsun ve tasarruflu olsun diye rüku ve secdede tespihler tek sayıda yapılır. Melekler her bir tespihi madde taneleri içinde taşırlar. Yani tespihiniz maddenin içindeki Ruhun bulunduğu küre içerisinde. Meleklerin götürdüğü, içindeki ruh ile birlikte o madde taneleri.
Meleklerin bu tespihleri götürmesine gerek yok normalde, kendisi de oradan alabilir. Fakat onların imtihanı da, o idi. Cenab-ı Allah, şeytandan sonra kullarının büyük kısmını dinlemeyi durdurdu ve meleklerine görev verdi. Durmadan küfür eden ve insanları küfre yönlendirmeye çalışan şeytanı dinlemek istemedi. Çünkü O, "TERTEMİZDİR". Hiçbir pisliği barındırmaz, bilmek istemez. Bu nedenle O'nu gören ruh, O'na katılmak ister. Cennette en büyük nimetin O olmasının sebebi, her yönüyle TERTEMİZ olmasıdır. O'nu gören ruh dayanamaz.

Tesbihler ona ulaşmalıdır. Çünkü tesbih ederek madde tanesi içine onun bir ismini koydunuz. Sübhanallah dediniz ve Sübhan ismi sizin ruhunuzla beraber madde içine yazıldı. Bu madde tanesi artık sıradan değildir. Madde tanesi içinde O'nun ismi vardır. Doğada boş gezinemez ve heryere konamaz. Ait olduğu yere gitmek zorundadır. Bu görevi de melekler icra eder.

ALLAH-U EKBER NASIL DENİR?

Bir kulun Allah-u Ekber demesinin en güzel yolu, şehadet parmağını yukarı kaldırarak demesidir. Şehadet parmağı, baş parmağın yanındaki parmaktır. El bir yumruk haline getirilir, şehadet parmağı yukarı kaldırılır ve Allah-u Ekber denir. Tek parmağın yukarı kaldırılmasının sebebi, O'nun BİR olduğunu belirtmektir. Ve tek parmağını yukarı kaldırmanın sebebi; parmağı hangi yöne çevirirseniz çevirin, O'nu GÖSTERMEK ve O'nu İŞARET ETMEKTİR. BİZİM KLAVUZUMUZ O!

O'nun EMRİ, çok büyük bir ismidir. "EMRİ", Allah-u Ekber demektir. Kainatı tek komutla idare eder. O komut Allah-u Ekber'dir.

SÜBHAN NEDİR?

İnsanoğlu çok sever oldu kibirlenmeyi. Oysaki kainatları ve galaksileri görünce ne kadar küçük olduğunu anlamalıydı. Düşünsenize şu dünyada kapladığınız yer 2 metrekareden fazla mı? ÖVGÜYE LAYIK OLAN sadece O'dur. "BÜYÜK" olan O'dur. Her insan Rabbinin büyüklüğünü görmeli, bilmeli ve hiç durmadan O'nun ismini yüceltmelidir. SÜBHANALLAH diyerek O'nun ne kadar yüce ve büyük olduğunu belirtiniz. Ne kadar büyük görüyorsanız, o kadar çok deyiniz. Çünkü SÜBHANALLAH demek, O'nun bütün eksikliklerden MÜNEZZEH ve YÜCELER YÜCESİ olduğunu ikrar etmektir. "SÜBHAN", O'nun adı. "ALİYY", O'nun adı. "AZİYM", O'nun adı. "KEBİR", O'nun adı. "MUKTEDİR", O'nun adı. "MÜTEAL", O'nun adı. "MÜTEKEBBİR", O'nun adı. "MELİK", O'nun adı. "HAMİD", O'nun adı.

HAMD NEDİR?

Elhamdülillah demek, Rabbine verdiği nimetler için şükretmektir. "NİMET", O'nun adı. "HAMD", O'nun adı. "ŞÜKÜR", O'nun adı. O övgülerin en büyüğüne layıktır. O'nu yeterince tespih ederek övmek gerekir. O'na verdiği herşey için teşekkür etmek gerekir.

Yemeğinizi yedikten sonra annenize teşekkür ediyorsunuz. İşinizi halleden arkadaşınıza teşekkür ediyorsunuz. Sizi evinize bırakan şöföre teşekkür ediyorsunuz. İşte insan herkese teşekkür eder ve Rabbini unutur oldu. ELHAMDÜLİLLAH demek, O'na teşekkür etmektir. Verdiği HAYAT için, verdiği NİMETLER için, kabul ettiği DUALARINIZ için ve herşey için O'na teşekkür ediniz ve durmadan "ELHAMDÜLİLLAH" deyiniz. "NİMET", O'nun adı. "DUA", O'nun adı.

BEĞENİ

AŞK'ta çeşit boldur. Bu nedenle herşeyi çeşitli yaratmıştır. İnsanlar, kainatlar, gezegenler, hayvanlar, bitkiler vs. tamamı çeşit çeşittir. şeytanı temsilen yarattıkları hariç, tamamı güzeldir. Fakat güzellerin arasına çeşitler ve kademeler koymuştur. Eğer kademe koymasaydı, hayatın hiçbir tadı kalmazdı. Düşünün ki, her istediğiniz oluyor. İstediğiniz cennet ise en üst cennet, yani AŞK CENNETİ. Gittiniz orada bir ömür yaşamaya ve bir süre yaşadınız. Bir süre yaşadıktan sonra farkedersiniz ki, hayatın hiçbir anlamı kalmamış. Sıkılır ve yok olmak istersiniz. Bütün insanlar aynı olsaydı da durum aynı olurdu. İnsanlardan sıkılırdınız. Bunun sebebi, hayatın renklerden ve çeşitlerden uzak olmasıdır. Bu nedenle Cenab-ı Allah, her güzeli derecelendirmiştir. En üst cennetlere ise, süreli giriş izinleri vermiş ve haketmeden girmeyi engellemiştir. Çünkü birşeyin kıymetinin olması için nadir bulunuyor olması gerekir. Kıymetli olana ulaşılması çok güçtür. Eğer herkes ulaşabilseydi, kıymeti kalmazdı. Cenab-ı Allah karşınıza bazen zorluklar çıkarır, çünkü engelleri aşarken öğrenirsiniz ve hayattan tat alırsınız. Bazen de hiç beklemediğiniz anda sürpriz yapar ve sizleri sevindirir. Bazen olacak işinizi engeller ve sizi sabretmeye zorlar. Tamamı sizin yararınıza olan şeylerdir. Bunları yaparken sizlerin dualarını değerlendirir ve ona göre yapar. Mesela çok istemenize rağmen bazı buluşları yapmanızı engeller, çünkü demişsinizdir ki "Allah'ım hayırlı ise bu buluşu bana yaptır.". Hayırlı değilse engeller. Çünkü ruhunuzun buluş çok önemlidir ama kazanacağınız çok para sizi biryerde üzecektir. Bunları bildiği için hayatı yaşanılır kılar. Cennette yarışmalar zinciri koymuştur, insanlar boş kalmasın ve en güzeli için yarışsın diye. Ödülü yarışı kazananlar alır, diğerleri ise hüznü ve mağlubiyeti tadarlar. Hep kazanınca insan, kazanmanın kıymeti kalmaz. Bazen yarışmayı kaybedersiniz sizi dünya gibi bir yere atar. Der ki, 20 yıl orada yaşama cezası. Cennet ehli ise, durumu bildiği için üzülmez, gülerler. Çünkü bir defasında bir rakip, diğer defasında diğer rakip sevinir. Aşk oyunu hiç bitmez. Kıyasıya bir rekabet vardır. Elmas kıymetli olduğu için az bulunur. Keza altın veya platin...

Hepsi güzeldir. Her cennet birbirinden güzel cennetlerdir. Eğer size verdiği nimetleri beğenmezseniz, çok kırılır. Çünkü kademelendirme olmasa idi, hayatın tadı kalmazdı. Cenab-ı Allah'ı, yani biricik AŞKIMIZI kırmamak ve incitmemek için, verdiği her nimete şükretmek gerekir. Özellikle bizi isteğimizle kavuşturduğunda, yediğimiz her yemekten sonra mutlaka "Elhamdülillah" dememiz gerekir. Aldığımız her nefes için ayrıca teşekkür etmek gerekir. Çünkü bana hiçbirşey vermiyor diyenler bilmeliler ki, "Ruhu saran bedenden, aldığımız nefese kadar hepsi O'ndanO'nun adını yüceltsin, "Sübhanallah". Amin. Allah-u Ekber.

CENNETTE ELBİSELER NEDEN ESKİMEZ?

İlk verilen elbiseler eskimez. Cenab-ı Allah sizi yeniden yaratınca, boş bir yerde ve suya yakın olan bir yerde yaratır. Yarattığı çamurun içinde çırılçıplak doğrulursunuz. Yanıbaşınızda ise elbiseniz. Suda yıkanır ve elbisenizi giyersiniz. Bu elbise özel bir elbisedir. Durmadan Cenab-ı Allah'ın tespih edildiği bedeni saran elbiseniz, ruhunuzdan bir parçayı taşımaktadır. Cenab-ı Allah'ın tespih edildiği ruh yıpranmaz ve ölmez. Ölmeyen ruh, dışını saran maddeyi yıpratmaz. Yıpranmayan madde eskimez. Fakat cennette bütün elbiseler öyle değildir. Eğer öyle olsa idi, hayatın tadı kalmazdı. Değişim hayatı yaşanılır kılar. O kimseyi, kimsenin karşısında çırılçıplak bırakmaz. Evet hesap gününde elbise yok ve çıplaksınız. Fakat büyük kısmı ruh halinde (ruhun bir dış kabı var o kadar). Zaten ölünce iman edenler hemen huzuru ilahiye gider ve hesap verir. Bütün ruhlar orada hazırdır. Öyle herbiri aynı günü beklemez. O'nun için hepsi bir gün. Zamanın üstünde olduğu için, hepsi aynı gün. İman etmeyenlerden bir kısmı ikinci imtihan şansı için, kül olarak bekler ve zamanı gelince yeniden yaratılır. İman edenlerden de bir kısmı yakınlarının ölmesi için bekler ve beraber yaratılırlar. Huzuru ilahiye çıkan imanlı kimseler, hesabı bitince Darüsselam veya benzeri bir yerde yenide yaratılır ve yaşamaya devam ederler (Elbiselerin eskimediği yer). Darüsselam eskiden bilinirdi, fakat günümüze bu bilgiler ulaşmamış (Osmanlı zamanında). Dünyada iken hiçbirşey yaşamamış kullar içinde durum aynıdır. Fakat herkes yeniden başka bir yerde yaratılmaz. Öyle yazıldı diye ölümü istemeyin, çoluk çocuk istemiyor musunuz? Burada yaşayın ve oraya yaşlandıktan sonra gidin.

CENNETTE UYUMA VAR MI? HAYAT NASIL?

İnsanlar uyur, Eşrefi Mahlukat'ın ekserisi uyurlar. Yorulan beden dinlenmek için uyur. Gecesi de var cennetin. Hep gündüz değil. Gecenin güzelliği bir başka. Bir gün dünyanın 1000 yılı gibi (tam ölçü nedir acaba). Günler çok uzun çünkü gezegen çok büyük. Dört tane cennet gezegeni var yan yana. Tavla zarlarından dört'ün şekli gibi dizilmişler. Günler ne kadar uzundur yaşamak lazım, çünkü dünya yanlarında çok küçük kalıyor. Cennette hayat buradaki gibi. Çalışıyorsunuz, koşturuyorsunuz, hep bir uğraş ve koşturmaca var, boş anınız geçmiyor. O kadar güzel ki cennet, bir taraftan yarışmalar ve oyunlar, bir taraftan hususi arazinizde maceralar. Herkesin hususi cennet arazisi var, birde umumi kısım var. Buradaki şehirler gibi. İnsanlar toplu halde yaşarlar, hep birbirlerinden kopuk değil. Orada da yerel ve üst yönetimler mevcut ve işlerinin ehli olanlar yönetici orada. Her meslek grubuna ihtiyaç var. Yani herşey hazır değil. Malzeme hazır, nasıl yaşarsanız yaşayın. Yoksa anlamı kalırmıydı yaşamanın? Hiçbir iş yapmadan yatarak yaşam nasıl olurdu?

Adil devlet yöneticileri orada yine halklarının başında. Ve milletler arasında yarışmalar sebebi ile bir rekabet var. AŞK OYUNU hiç bitmez, bitmesinide hiçkimse istemez. Umumi cennetler böyle. Birde Rabbimizin bazı kullarına ihsanı olan gezegen halinde hususi cennetler var ve ek olarak isimlerinin temsili cennetler var. Oralara gitmek ise süreli. Dönüp dolaşıp umumi cennette buluşuyorsunuz diğer insanlarla.

Cennetlerin yenilenmesi iki milyon yılda bir. Eğer gezegen iyi korunursa gerek bile kalmayabilir. Sürekli Cenab-ı Allah'ın tespih edildiği yerde doğa sağlam kalıyor.

Cennet yenileme süreci ise şöyle. Kullar Cenab-ı Allah'ı iki milyon yılda bir toplu olarak görüyor ve melekler aşktan deliye dönmüş kulları evlerine taşıyor. Uzun süre hiçkimse evinden çıkamıyor, çünkü bedenlerde madde dönmüş. Ayrıca ruh, aşktan yandığı için maddenin hareketi durmuyor. Hem ruh hem de nefs tam olarak aşkı yaşıyor. Uzun süre evin içinde yatarak geçiyor süre. Bu süreçte cennet yenileniyor. Dışarı çıkıyorsunuz, birçok şey değişmiş. Sil baştan kaybolanları yapmaya başlama zamanı. İş bitmiyor. Bir kez Cenab-ı Allah'ı gören, kim olursa olsun bütün nimetleri unutuyor ve gece gündüz yalvarıp görmek istiyor. İki milyon yılda bir topluca yakarışlar var. Bazen iki milyon yılda bir ıska geçiyor (Cenab-ı Allah, duruma göre gösteriyor kendini, her zaman değil. Rutin ve normal olanı iki milyon yıl). O'nu görmek her kula süre ile. Yarışma puanları ve ibadetlerine göre orada. Bir saniye daha fazla görmek için yalvarışlar bitmiyor. Nasıl olduğunu yaşayınca anlarsınız. O yüzden en büyük nimet, O'nu görmek. Burada Allah Sevgisi vasat olan birisi orada Aslan. Daha fazla seven yok ondan. Durum bildiğiniz gibi değil. Bir kez gören nakavt! Yüzler parıl parıl cennette. Bildiğiniz ruhunuzun ışığı maddeden dışarı parlıyor. Parlama öyle bir parlama. Bir saniyesinden bıkmadığınız muhteşem bir hayat. Herkes durumdan razı ve hiç bitmesin istiyor. Korkuyor insanlar birgün bu güzellikler biterse diye. Rabbimiz, o yüzden vaadediyor, bitmeyecek diyor.

Peki cennet nimetleri nasıl? Tatları buradakilere hiç benzemiyor. Gözünüzü ve dilinizi günaha bulaştırmazsanız, hassasiyetleri maksimumda. Cennetteki yiyeceklerin bir tanesini tatsanız, dünyada yemek yiyemezsiniz. Anlatılabilecek gibi bir durum değil. Güzelliği ise dillere destan her bir cennetin. Fazla anlatmamak lazım. Merak edin!

Dağlar

Cennetler erkekli dişili halde ve her erkek dişi çift birbiri ile denk. Nehirlerin coşkunluğu da, bulunulan yerin dişi veya erkek olması ile alakalı. Rabbimizin her isminin cenneti var. Her zaman değil, süreli gidebiliyorsunuz bazı cennetlere, Aşk Cenneti'nde Kabe, Elif şeklinde. Her isminin en maksimum temsil edildiği cennet orası.

İsteyerek, dua ile gidilmiyor bazı cennetlere, AŞK OYUNUNU okuyun ve anlayın. Haketmeden gitmek yasak. Herbirine giriş hakkı istiyorsanız; O'nun isimlerini ve yerlerini bulmanız veya yaşamanız gerekiyor. 24'lü bulursanız büyük kalp, 8'li bulursanız küçük kalp (Kişiler bu şekilde bulursa AŞK olur. Fakat aynı gruptaki 24 ismi! Doğru gruplama yapmanız lazım) İsimler ağaç dalları gibi gruplar halinde. Bulduğunuz isme göre cennetlere giriş hakkınız olur (Bazılarına süreli giriş hakkı).

Firdevs cenneti en güzeli ve dişi olanı. Adn cenneti aynı güzellikte değerde fakat erkek olanı.

CENNETTE ÜST YÖNETİM KİMLERDEN OLUŞMAKTADIR.

Cennet'te Şura bütün insanlığın başında yönetici olarak bulunmaktadır. Her Eşrefi Mahlukat türünün kendi Şura'sı bulunmaktadır. Bazı peygamberler ve bazı kişiler, insanlık için çalışmış bazı insanlar, Şura'da yönetici olarak yer almaktadır. Şura'nın altında her milletin yerel yönetimi (her ülkenin ayrı) bulunmaktadır. Dünya da başarıya ulaşmış bazı bilim adamları ve önemli şahsiyetlerin cennetteki görevleri çok fazla olacak.

TEKNOLOJİ VE İNSANCA YAŞAM

Osmanlı zamanında bilinen bilim ve ilim dallarının henüz onda biri ortaya çıkmış değil. Osmanlı anlamıştı; herşeyi bilince yaşamanın ne tadı, ne de tuzu kalmıyordu. Gizlendi birçok ilim dalı. Mesela uçmak için çok karmaşık motorlara veya düzeneklere ihtiyaç yok. Yani uçmak için basit düzenekler mevcut. Fakat ata binmenin keyfini vermiyor hiçbir zaman. Hem cinler havada kayınca ne elde ettiler ki? Sağ hayvan kalmadı. Yorulmak olmayınca, dinlenmenin anlamı kalmıyor. Bütün yemekler en güzel olunca, en güzelin anlamı kalmıyor. Güzellikleri sıralamak gerekiyor (çirkinlikler olmamalı ama güzellikler sıralı olmalı).

Teknoloji hayatı mahvetti. Ömürleri kısalttı. Eskiden ömür uzun ve anılar bol idi. Hastalıklar bu denli çok değildi. Mesela eski binalara bir bakın, hepsinde ruh var. Şu ankiler ise beton yığını. Eskiden yollar bilerek tam yapılmadı. İnsanlar yolculuğun tadını alsın diye. Kar ile kapanan yollarda ne maceralar, ne anılar yaşar insan. Her günü ayrı bir maceradır köyde yaşamanın. Dediler olmaz; yol isteriz, köprü isteriz, tünel isteriz. Hep istediler ve yapıldı. Televizyon icad oldu, insanlar aile içi sohbeti unuttu. Gaz lambalı günler ne güzeldi. Kardeşler sabaha kadar oturur sohbet ederdi eskiden. Genç arkadaşlar gece evlerine geç gider ve bütün gece birbirinden güzel anılar yaşarlardı. Dağa taşa çıkıp doğayı tanırlardı.

Teknoloji geldi; sünepe gençlik bilgisayar başına hapsedildi. Ruhtan uzak bir yaşam ve tamamı sahte. Sahte arkadaşlar, sahte gülücükler, sahte aşklar. Eskiden komşuluk var idi. Büyük binalar dikildi, yan dairedekini tanımaz ve SELAM vermez oldu insanlık. Yemekler tahta kaşıkla (en sağlıklısı), toprak kaplarda yenirdi. Doğal olanı en iyisi idi. Yemeklerin tadı vardı, genleri değiştirilmemiş yiyecekler hasta etmiyordu. Domates var iken kanser olmak mümkün mü? Mümkün değil! Ama domatesin genlerini değiştirdi virüs ülke, bütün dünya o domatesleri yemeye başladı. Kanser patlaması oldu. Domates kansere yol açmaya başladı. Kanseri engelleyen domates, kanser sebebi oldu.

Teknoloji mahvetti her tarafı. Arabalar türedi, neye lazımsa. Sanki bir yerden bir yere gitmek için motora ihtiyaç var. Çok istiyorsanız hemen anlatılsın bir dağ kol gücü ile havaya nasıl kaldırılır ve havadan başka bir yere nasıl götürülür. Bu teorik olarakta, pratik olarak ta mümkün. Ama herşey bu kadar kolaylaştırılırsa, yaşamanın ne tadı kalır ki? Dağ yerinde güzel. Herkesin elinde bir telefon, ruhsuz oyunlar içinde sanal hayatlarını yaşıyorlar. Tamamı ruhsuz... İlaçlar türedi, çeşit çeşit. Doğal olanı en güzeliydi fakat sözde ilim adamları dediler ki; bunların sadece etken maddeleri lazım, kalanı gereksiz. Mahvettiler herşeyi. Oysa ki, Rabbimiz her vücut arızasının ilacını o kadar basit çözümlerle sunmuştu ki bize. İnsanlar basit kalp rahatsızlıklarını, insanın içini deşerek çözmeyi bilim dalı saydı. Birileri hastalık türetti, birileri çözüm buldu ve buldukları çözümleri kasetler sebebiyle ebedi saklamak zorunda kaldılar. Büyük şehirler kuruldu, pislik içinde. Görüntüleri, içleri, dışları pislik. Sokak çocukları türedi dört bir yanda. Eskiden olsa aç kalırmıydı onlar? Kamera ile çekim yapmaya başladı insanlar. Alternatif bir yolu daha var. Birkaç element var, hazır bulunan ve bolca bulunan. Koyun ruhunuzu (bir damla kan) içine, düşünün ve izleyin ne yaşamışsınız. Hem de hissederek izleyin. O an'ı tekrar yaşayarak, olduğu gibi. Normalde kameraların amacı bilgi aktarımı olmalı. Fakat her amaç için kullanılıyorlar. Güzel anları resmetmek istiyorsanız, onlarca resim çekmeyin. Çünkü güzel anlar 1 tek resimle resmedilirse kıymetli olur. Fazlası kıymetini bitirir.

Saçma sapan aletler sardı her tarafı. Yatak, yorgan artık petrol ürünü. Sağlıklı olmak mümkün mü onların içinde? Nerede kaldı doğal olanı. Tüpte yaptığınız yemek güzel mi sizce? Ateşte yemek yapıp yemek varken.

Tamamı sona erecek bu teknolojik yaşamın. İnsanlık bir anda unutacak bulduklarını ve diyecek ki, en güzeli doğal olanı imiş. O günler yakın, siz görmesenizde çocuklarınız görecek ve yaşayacak. Normalde Rabbimiz, hatıralara dokunmazdı. Fakat bu hali iğrenç. Biraz düzenlenmesi lazım gibi görünüyor. Belki de dağlar yürür ve kıtalar birleşir, tertemiz bir hayat için. Yapılan ucube binalar ve gökdelenler yıkılır ve insanca yaşam başlar. Belki de ikinci bir imtihan hayatına gelir bu yazıları okuyanlar. Gelir mi insanlar ikinci imtihana, tekrar yaşar mı insanca? Kim bilir? (Rabbimiz bilir)

MUTA NİKAHI

Evlilik hayatını bitiren ve Cenab-ı Allah'ın koyduğu aile düzenine aykırı olan bu nikah türü, açıkça sapıklıktır. Şiilerin icat ettiği ve severek devam ettiği bir zina türüdür. Uzak durunuz.

NAMAZ

Namaz insanlara farz kılınmıştır. Namazda yapılan her hareketin ve duruşun bir sebebi var. İnsan iskeletinde belli noktalarda, kalp ucunda olduğu gibi ruhun önemli kısımları mevcut. Toplam 24 nokta. Namazdaki duruşunuza göre bu 24 noktanın birbirine yakınlaşması ve uzaklaşması sözkonusu. Okuduğunuz sureler, Rabbimizin isimleri ve ruh ile okuduğunuz her isim belli noktaları etkiliyor. Bu noktaların yaklaşması sonucu ise ruh, o isimle parlıyor. Secdenin bir türünde uç uca bakan iki kalp şekli çiziyorsunuz, diğer türünde ise yayından çıkmaya hazır bir ok şekli çiziyorsunuz. Ruhun şekline ve ruhtan okumanıza göre namazın kıymeti artıyor. Aslında uzun yazılabilecek bir konu fakat özellikle resimsiz ve üstünkörü anlatıldı. Namazınızı kılın ve ruh ile okuyun sureleri (içten okuyun, konsantre olarak). Gerisini boşverin. Bilimsel açıklamalar namazınızın ruhunu öldürmesin. Çünkü namaz kılarken onlar aklınıza gelecek.

NAMAZSIZ DİN OLMAZ.

Nasıl ki bir kitabı okurken her sayfasını sıralı okuyorsunuz. Her bölümünü sıralı okuyorsunuz. Konu bütünlüğü açısından namazda da sureleri sırasında okumakta fayda var.

HAC

İnsanlar HAC'da mahşerin bir provasını yaşarlar. İki parça beyaz bezden oluşan kıyafet, aslında eşitliği simgelemektedir. Herkes aynı kıyafette ve Cenab-ı Allah huzurunda eşit. Tavaf ise O'nun nuru etrafında dönmektir. Atomların dönüşü veya galaksilerin sarmal oluşu; hac ibadetinin ne manaya geldiğine birer örnektir. Kabede edilen duaların kabul olmasının sebebi ise; Meleklerin duayı aldıkları gibi Cenab-ı Allah'a ulaştırmasından kaynaklanmaktadır. Kabenin içinde sesinizi direk Cenab-ı Allah'a duyurabilirsiniz. Melekler yukarı çıkarken, adeta bir yay gibi sarmal yaparak çıkarlar. Bu onların daha az enerji ile çok yol almalarını sağlar. DNA'nın yapısı bu yaya örnek olarak gösterilebilir. Bu yay aynı zamanda ebediyetin sembolüdür ve şekille gösterimidir.

Bazı arap şeyhlerinin Kabe etrafında helikopter vasıtası ile yapmış oldukları hac ibadetinin, hiçbir geçerliliği yoktur. Eşitlik ilkesini aykırıdır. Orada herkes eşittir. Fakat Cenab-ı Allah gönülden tavaf yaptıklarını kabul ederse, geçerli olur.

BÜYÜK MARKETLERE DÜZENLEME ŞART

Büyük marketler fiyatların düşmesine değil, artmasına sebep olmaktadır. Devlet herşeyi satan ve bir arada bulunduran büyük market anlayışını yasaklamalıdır. İnsana uygun değildir. İnsan gezer dolaşır ve kendisine göre en güzelini seçer, zorla seçtirilen malları kullanmaz ve tüketmez. Büyük marketler artan maliyetleri dengelemek için mecburen Çin gibi ucuz pazarları tercih etmektedirler. Bu sistem insanoğluna zarar vermektedir. Bu anlayış bir an önce değişmeli ve büyük marketlerin gıda haricindeki sektörlerden çekilmeleri yasal olarak sağlanmalıdır.

GDO'LU ÜRÜNLER YASAKLANMALIDIR

Son zamanlarda dile gelen; Rusya'nın gönderilen GDO'lu birçok sebzeyi kabul etmeden geri çevirmesi TAKDİRE ŞAYAN bir harekettir. Aslında geri çevirmeyi bırakın, gönderen kişilerin üstüne dökse daha yerinde olurdu. Keşke bizim yönetimimizde aynı kararı alsa ve kabul etmese. Virüs ülke tarafından genetiği değiştirilmiş tohumları kullanmak yasaklanmalıdır. Mevcut hükümetimiz bir yasa çıkardı ve etiket önerisini getirdi. Fakat hepsini takip etmek imkansız. Keşke tamamen yasaklasalardı, ne güzel olurdu.

124.000 PEYGAMBER DİYORLAR, O SAYI NEREDEN GELME?

Galaksimizdeki "Eşrefi Mahlukata" gönderilen toplam peygamber sayısı olabilir. Maksimum limit 40. Yani 40 peygamber veya nebi başaramazsa, bir tane daha gelmiyor. Şükür Kur'an korundu ve gerek kalmadı.

CEHENNEM NASIL BİR YER?

Sıcak çöle benziyor. Mars'ın yüzeyi gibi çöl, yiyecek olarak zakkum, içecek olarak ise kaynar su var. Cehennemlerin herbiri farklı şekilde, kiminin ateşi fazla, kiminin az. Zebaniler orada ikamet eden görevliler. Aynı sizin gibi elleri ayakları var, bedenleri var. Cehennemin yanında bir gezegen daha var. Yaptıklarının cezasını ödeyen, gidip orada kalıyor (Ayetlerde sözü geçiyor: Onlar orada ebedi kalırlar. Cennete benziyor fakat aynı değere değil). Fakat cennet gezegenine gidemiyorlar. Mahşerden sonra yol ayrımı var. Her inançsız durmadan kötülük yapmıyor. Orada denilen yer işte o tür inançsızlar için. (Cehennemin yanıbaşında). Cehennemi merak etmeyin, herkes mutlaka gidip görecek. İçinden geçecek. Cehennem çeşit çeşit. Ayetlerde insanlar ve cinler ile dolduracağım diyor. Bundan kasıt insan ve cinlerden olan şeytan güruhudur. şeytan o kadar günah işledi ki, bir bedene sığmıyor. Her bir şeytan için milyon beden yarattı Rabbimiz (milyon sayısı örnek olarak verilmiştir, sayısı çok). Her bir bedene alabileceği kadar günahı koydu ve cehennemde yerlerini hazır etti. Aynı şeytandan milyon tanesi var. Herbiri ayrı ayrı ceza çekiyor. Baş şeytanların ceza çektiği yerler özel. Tek başlarına çekiyorlar. Cenab-ı Allah bir kulu saptıran madde tanesini alıyor (içinde şeytan var) ve onlara özel olan cehennem gezegenine atıyor (şeytan saltanatı hiç bitmeyecek sanmıştı. Bu nedenle şeytanlığa hep devam etti). şeytanın size yaptırdıkları tamamen şeytana günah olarak yazılıyor. Fakat sizin ruhunuzda delik açılmaması için, şeytana uymayınız. Çünkü şeytana her uyduğunuzda karakteriniz değişiyor. şeytanın cehennemi kendilerine özel. Üstünde delikler var. Yer altına inen delikler. Bu gezegene rasgele atılan şeytanın bir kısmı deliklerden içeri düşüyor, diğer kısmı ise yukarıda kalıyor. Artık kim aşağı düşerse. Delikten aşağı düşenler, aşağı düşme süresi çok uzun olan bir deliğe girmiş oluyor. Düştüğü yerde su içmek için bir yer var. Fakat su yok. Suyun gelmesi için dipten kaynayarak yukarı çıkması gerekiyor. Dipten kaynayarak yukarı çıkan sudan en fazla birkaç damla içebiliyor. Fakat suyu kaynatmak için dua etmesi lazım. Dua ederek maksimum ceza istiyor ve bir ateş ruhunu yakmaya başlıyor. O ateşin ısısı ile dipten su kaynayarak yukarı çıkıyor. 2 gün dolunca hemen sudan birkaç damla içmek için kendini suya atıyor. Su kaynar ve yetişemezse su tekrar delikten aşağı kaçıyor. Yetişirse bir iki damla içebiliyor. Bedenler özel ve su olmayınca kavruluyor. 2 damla sıcak su için çektiği acı o kadar. Fakat maksimum cezayı kabul eder ve dua ederse su 2 günde kaynayarak yukarı çıkıyor. Bilindiği kadarı ile ilk denemeleri hariç bunu istemiyorlar. 2 senelik yanma süresi ile istiyorlar. Çünkü 2 sene yanarak çıkan su biraz daha ılık (2 senelik cezayı dua ederek istemek lazım, fakat buna cesaretlerini toplamaları 2 yıl sürüyor). Fakat ceza maksimumda değil. Ceza çekerken kımıldayamıyor, olduğu yere çakılı acı çekiyor. Diptekilerin yiyeceği yok. Yukarıda kalanlar aşağıya zakkum atarsa ve ulaşırsa onu yiyorlar. Beden tamamen ona göre dizayn edilmiş, fakat hep aç kalamıyor. Yukarıdaki ise kendisi zakkumu zor buluyor. Ve yukarıdan aşağıya her zaman zakkum inmiyor. Yukarıdakilerin pisledikleride aşağıya yiyecek olarak iniyor. Zakkum veya zakkumun midede öğütülmüş halini yiyorlar. Aldıkları ceza bu. Herkes hakettiğini alıyor. Üstelik şeytanın her bir kopyasının gittiği cehennem farklı (kendini kopyaladığı için, kopya tarihinden sonra herbir madde tanesi içindeki şeytan ruhu farklı birisi oldu.). Yukarıda anlatılan cehennemlerden bir tanesiydi. En dipte HAVİYE isimli cehennem var. Camın içinde azap görüyorlar. Sadece acı ve ebedi yalnızlık, yiyecek olarak günahlar dolu leş gibi madde taneleri ve bazısında bir fotoğraf (Bir tanesi öz kızına tecavüz etmiş onun bebeklik fotosunu aldı yanına). Ruh ateşle yanıyor ve beden hariç herşey buhar oluyor. Çekilen acı o kadar büyükki, dört tarafı kapalı cam içinde çekiyor gezegen erimesin diye. Soğutma sistemi o buhar. Buhar iki katlı cam içinde dolanarak acı çekilen kısmın erimesini de önlüyor.Neyse O!

Soru: Annem imansız gitti, fakat kötü birisi değildi, ben ise müslümanım, ondan ayrılmak istemiyorum, hiç şansı yok mu?
Cevap: Dua et şansı olsun. Ne kadar seviyorsan, o kadar yalvar ve dua et. Cenab-ı Allah şans vermez diyen din adamına de ki; sen misin kara veren? Eğer mümkünatı varsa senin müslümanlığın neticesinde Cenab-ı Allah annene bir kapı açabilir. Dua etmeden olmaz, istemeden olmaz. Bol bol dua edip yalvarmak lazım böyle acil konularda. Hem Rabbimiz herkese ikinci bir şans tanır (Çok detaylı anlatılmadı. İnsanoğlu O'nun affını tam bilse, çok gevşek davranır. Biraz korku lazım).

Bu hikayeyi duymuşsunuzdur: Adamın biri hesap zamanı Cenab-ı Allah'ın huzuruna getiriliyor. Rabbimiz diyor ki; "Kulum bu ne kadar günah?".
Kulun Cevabı; "Bana senin rahmetinin çok bol olduğunu söylediler". Rabbimiz cennetine alıyor.

Adam günümüz hıristiyanlarından, üç tane BİRİ var. Normalde ŞİRK suçu, ağır suç. Cenab-ı Allah'ın BİR olduğuna inanmak gerekiyor. İslam gelmiş adamın haberi olmamış. Olmuş ama kulaktan dolma yanlış bilgiler tebliğ yerine geçiyor mu tartışmalı (çünkü yalancılar, İslam'ı terörizmin sebebi gibi gösteriyorlar). Diyor ki; "Rabbim; bana üç dediler, ama din adamı oldukları için ses etmedim. Yoksa kalbim hiç inanmadı dediklerine. Dediklerini yapmadım. Onlara inanmadım. O günahlarıda işledim (günahlar arasında büyükleri de var). Çünkü RAHMET'inin bol olduğuna inandım.". Adam delikanlıca günahlarını kabul ediyor ve cennete gidiyor.

Yani sadece, Rahmeti bol olan Rabbimiz kimin nereye gideceğine karar verir. Yoksa siz her insanı cehenneme koyamazsınız ey müslümanlar. Son nefesinde Rabbimiz, İslam'ı nasip eder anlamazsınız. Din ile alakası olmayan bir adam, fakat bahane uydurmadan delikanlıca cevap verdiği için bütün günahlarını affettiriyor. RABBİMİZİN RAHMETİ BOL.

SIRAT KÖPRÜSÜ NEYE BENZİYOR

Köprüye benziyor. "SIRAT", O'nun adı. Bildiğiniz mahşer ile cennet arasında köprü. Üstüne bindiğiniz anda ruhunuz köprünün içine doluyor ve Allah-u Ekber komutu ile yol alıyorsunuz. Günahların bol olduğu yerde baş aşağı dönüyorsunuz. Eğer baş aşağı dödüğünüz yerin olduğu ruh parçanız tamamen kararmış ise, sizi aşağı düşmemeniz için ancak O tutabilir. Karşıya varmadan evvel bir durak yeri var. Orada bedene enerjisi bol madde yükleniyor ve karşı tarafa geçiyorsunuz (cennet gezegeni). Karşıda bekleme yapıyorsunuz, yakınlarınız gelsin diye... Köprünün durak yaptığınız yerinde üzerinizdeki madde komple değişiyor ve aşağı dökülüyor. Eğer sevabınız bol ise Allah-u Ekber komutu ile jet gibi gidiyorsunuz ve aşağı yalpa yapmadan. Mesafe uzun olduğu için köprü incecik. Yok içinde madde tanelerinin uç uca dizilmiş hali. Köprüyü topladığınızda, elinizde tam size uygun bir köprü. Cennetler arası geçiş için ideal bir köprü. Köprüden en hızlı namazında niyazında olanlar geçiyor. Teröristlerle savaşarak ŞEHİD olan askerlerden kat kat hızlı (yerine göre milyon kat hızlı). Namazın önemini orada anlarsınız.

EŞREFİ MAHLUKAT NEDEN İNSAN GÖRÜNÜMÜNDE?

Melekler, Cinler, İnsanlar vb. tüm Eşrefi Mahlukat benzer görünüme sahiptir. Kalp, beyin, baş, gövde, eller, ayaklar gibi temel organları mevcuttur. Bunun sebebi ise; Cenab-ı Allah'ın her isminin bir tecellisi vardır. Cenab-ı Allah'ın neredeyse bütün isimlerinin tecellisi, bir "Eşrefi Mahlukatta" mevcuttur. Meleklerde fazladan kanatlar vardır. Cinlerde fazladan havada gitme mekanizması vardır. Kalanı ise aynıdır. Meleklerin nurdan yaratılmış olması veya insanların topraktan yaratılmış olması şekli değiştirmez. Organlara şekillerini veren Cenab-ı Allah'ın isimleridir. "Eşrefi Mahlukat" sadece ruh değil, nefs (beden) sahibi olduğu için; boşaltım ve üreme organları da yaratılmıştır. cennette boşaltım olmadığını ve sadece ter yoluyla yiyeceklerin vücuttan atıldığını düşünenlere; cennette ekmek, et, sebze gibi posası olan besinleri tüketmemeleri salık verilir.

Tabiatta bütün yaratılmışlar erkekli dişilidir (Ağaçlar, kuşlar, hayvanlar, dağlar, cennetler, galaksiler ve gezegenler). Herbiri Cenab-ı Allah'ın bir veya birkaç isminin tecellisidir. ADN, FİRDEVS, SELAM, HULD, ME'VA vb. cennet isimleri hem O'nun ismidir, hem de bu cennetler O isimlere uygun olarak yaratılmıştır. Firdevs cennetinde, Firdevs ismi baskındır. Resulullah (SAV) çok beğenmiştir bu cenneti. Aynı cennetin erkeği olan Adn cennetinde arazi çok daha sert ve keskindir.

BİR İNSANA YAPILABİLECEK EN BÜYÜK KÖTÜLÜK NEDİR?

Şaka yollu bir başlık oldu fakat açıklaması şöyle. Bir insana daha dünyada iken, bir defaya mahsus cennet meyvesi veya cennetten toplanmış sebzeler ile yapılmış yemek yedirirseniz, bir daha dünyadaki hiçbir yemekten ve meyveden zerre tat alamaz. Gece gündüz cennet yemekleri için yalvarır durur. Cennet meyvelerini merak edenlere en güzel izahıdır.

LAĞIMLAR NEREYE GİTMELİDİR?

Lağımlar suya karıştırılınca, günahlar döner balıklar vasıtası ile insana bulaşır. İçindeki şeytan ruhu dahil. Lağımların yeri, yerin dibidir (yeraltı kırıkları). Özellikle yanardağ kırıklarına akıtılmaları gerekir. Denizleri kirletmeyiniz. Lağımların gönderilmesi gereken yerlere yakın mutlaka zeytin ağaçları vardır. Çünkü üzerine zeytinyağı dökülen atıklar kısa zamanda toprağa dönüşür. Diğer taraftan petrol ürünleri kesinlikle kullanılmamalıdır (günah ürünleri). İçinde petrol olmayan çöpler bir alanda toplanıp yakılarak tam temizlik sağlanır.

Denizlerin, dünya kokmasın diye tuzlu olduğunu öğrenmiştik. Bütün günahların toplandığı denizlerimizin tuzu ne kadar temiz değil mi? Onu sofralarımızda kullanıyoruz. Birde insanların ayakları ile girdikleri tuz gölü yokmu, tuzunun tadına doyum olmuyor. Birilerinin kaya tuzunu keşfetmesi gerekiyor, çünkü denizlerimiz çok kirlendi.

Eğer hayvanların yenilmeyen kısımları toprağa gömülür ve üzerlerine azıcık zeytinyağı dökülürse, toprak olurlar. Pislikler neden güzelim nehirlerimize dökülür, anlamak mümkün değil.

ADALET SİSTEMİ

Bir insan hakkı olanı almak için bir kısmını avukata komisyon olarak ödüyorsa, o adalet sistemini kökünden çöpe atmak lazım. Çünkü aldıkları paranın zerresini haketmiyorlar, haram. Avukatlık ücreti başka, her davadan yüzde olarak komisyon almak başka! ADALET var ise, SAVCI ve HAKİM var ise, avukatlığa ne gerek var? Bir şirket veya kişiyi temsilen avukat olabilir, çünkü kişi yoğundur veya patron davalara gidip gelmek istemiyordur. Fakat avukatın görevi sadece belgeleri ibraz etmek ve hukuksal prosedürlere bakmaktır. Komisyon almak değildir. Komisyon alanlara KOMİSYONCU denir. Yani mahkemede her insan için avukat şartı kaldırılmalıdır. Bazıları için adamı ipten kurtarır diyorlar. İpe gitmesi gereken adamı kurtaran kişi avukat değil ancak şeytan olur. Hilesiz nasıl kurtaracak. Ayrıca birbirlerine şamar attılar diye devleti meşgul edenlere de, devletin dava açması lazım. Küçücük mevzular yüzünden birbirinizi dava etmeyiniz. Onun adı hukuk değil çocukluk. Affetmesini ve unutmasını öğrenmek lazım.

BÜTÜN İLİMLERİ ÖĞRENİRSENİZ NE OLUR?

Bütün ilimleri öğrenirseniz, mutluluk sizin için sadece bir hormondan ibaret olur. İnsanlığa hizmet için ilimler öğrenilmelidir. Fakat aynı zamanda hayata ve kendinize zaman ayırmalısınız. Dünyada öğrenilenler sabit hafızada yer aldığı için cennette o kadar bilgi ile tat alamazsınız. İlim öğrenmek için aşağıdaki duayı ederseniz, cennette çok güzel bir hayatınız olur.

Dua: "Bismillahirrahmanirrahim. Allah-u Ekber. Ya Allah, Ya Alim. İlmimi artır ve öğrenmek istediklerimi öğret. Öğrendiklerimi HAYIRLI KIL. Hayatım sona erdiğinde öğrendiklerimden sadece SENİN DİLEDİĞİN KADARI ruhumda kalsın. Kalanını unuttur ve gerektiğinde hatırlat. Amin. Elhamdülillahirabbilalemin"

HAYAT'IN ŞİFRESİ

Hayat kişi uykudan uyanınca başlar ve tekrar uyuyana kadar devam eder. İnsanın uykusu, hayata ara vermesi gibidir. Fakat birçok insan hayatını yatarak geçirmektedir. Eğer günlük işlerinizi başkaları yaparsa; işleri yapan hayatı yaşar ve siz oturursunuz. Eğer kendi işlerinizi kendiniz yaparsanız, hayatı yaşamış olursunuz. Hayat "OTURULMAZ" veya hayat "YATILMAZ", çünkü hayat "YAŞANIR" (devrik cümle değil). Eğer hizmetçileri bol olan ve hiçbir işlerini kendileri yapmayan lüks insanlara özeniyorsanız. Tek cümle ile "Onlar hayatı yaşamıyorlar."

Hayatı yaşamak istiyorsanız, her işinizi kendiniz yapın. Sebzelerinizi kendiniz yetiştirin, onlara zaman ayırın. Yemeğinizi kendiniz yapın ve zaman ayırın. Bulaşık yıkamak için bile zaman ayırın ve hayatın tadını alın. Ekmek yapmak ne güzeldir ve yaptığınız ekmeği bahçede oynayan çocuklara yedirmek.

Başlangıçta çok zorlanacaksınız. Biraz sabreder ve emek verirseniz, hayat sizin için muhteşem olur. Asla pes etmeyin. Çünkü insan, ÇIRAK OLMADAN, USTA OLAMAZ. Her işe zaman ayırın! Ekmeği bahçenizde yapacağınız küçük fırında, odun ateşinde pişirin. Sizlere yakın zamanda doğal yaşam ile ilgili birçok sır verilecek. Yiyeceklerinizi kendiniz yapmaya başladığınızda, doğada gezinmeyi öğrendiğinizde, sevdiklerinize zaman ayırdığınızda, hayatı ve insanı anlayacaksınız.

İnsan bir bütündür, O'nun her ismini yaşamalıdır!

BİRAZ HOŞGÖRÜ VE SABIR

Dikkat!

Zalim
diye gördüklerinizin cogu şeytanın kontrolü altında. şeytanın pisliği temizlenmeden zalimler bitmez. Yoksa insanloğlu öyle zalim yaratılmış bir varlık değil. İmtihan zannettikleriniz de imtihan değil. Dünyadaki imtihan, isimleri bulma oyunu idi ve bu hale getirdiler. İnsanlar, "zombie" olmuş durumda! Deccaliyet şeytanın kurdurduğu bir müessese olduğu için, yaptıkları yapacakları herşeyin mutlaka Hollywood yapımı bir filmini çekiyorlar. O zombie filmleri boşuna çekilmiyor.

İnsanlara karşı hoşgörülü olur ve düzelmeleri için çaba harcarsak, zombie hallerinden kurtulmuş olurlar. şeytanın pisliği temizlense dahi; yıllarca şeytanın vesvesesine uyarak ruhunu kirletmiş insanın karakteri, şeytana benzer. Düzelmesi zaman alır. Biraz sabır ve hoşgörü gerekiyor.

AŞK NASIL BAŞLAR

İnsanın insana olan aşkı, kişinin kendi isteği ile başlamaz. Bu nedenle her gördüğünüzün gözlerine bakmayınız. Evlenmeden asla ilişki yaşamayınız. Doğal haline bırakınız ve Rabbimizden sizi, size uygun eşler ile karşılaştırmasını isteyiniz. O sizi hiç farkında olmadığınız yerlerde denk getirir. Kalanına karışmaz. Çünkü kalan kısmı, her iki tarafında gönül rızasına bağlıdır.

İnsan, eğer ruhunun aradığı eş ile 2 saniye göz göze gelirse, 3 yıllık bir aşk başlar. 4 saniye olursa, 9 yıllık bir aşk başlar. 6 saniye olursa, 27 yıllık bir aşk başlar. 8 saniye olursa, 81 yıllık bir aşk başlar. Eğer kalpte aşk ismi varsa, sonuna 6 tane sıfır eklenir ve öyle yıl hesabı yapılır. Aşkı arayan herkes, aşkı bulur. Önce bir insanda bulur aşkı, sonra GERÇEK AŞK'ı bulur. Fakat genelde kendini bulamaz, çok zor çünkü...

Aşık olan insan çöllerde gezer. Ne kadar süreli aşık oldu ise o kadar sarhoş gibi gezer. Fakat eğer ruh ikizini buldu ise! Eğer insanın aşkına kavuşması imkansızsa, iki yol var. Birincisi unutmak (çok zor), ikincisi "çivi çiviyi söker" yolu (buda zor ama ilk yıllar atlatıldıktan sonra olabilir).

İnsan aşık olduğu kişi ile uzun süre konuşamaz. Aşık olmak insanın elinde değildir. ruh aradığını bulmuş ise, aşk başlar. Yoksa ne kadar gözgöze gelirse gelsin başlamaz. İsteyerek göz göze gelsede aşk başlamaz.

İnsan kendi eşine, yıllar geçtikten sonra tekrar AŞIK olabilir. Hemde hiç farkında olmadan. Herşeyi doğal haline bırakınız.

Aşık olduktan sonra insan hep aşkını düşünür fakat asla kendisine itiraf etmez. Zor kabullenir. Bayanlar genelde kendilerini yemeğe verir. Farkında olmadan ve durmadan yemek yerler.

Bir kişinin ruh eşiniz olup olmadığını anlamak çok kolaydır. Bir baba ve anne çocuğunun ağzına götürdüğü kaşıkla yemek yemekten iğrenmez. Fakat geri kalanından iğrenir. Bir çocuk ise anne babanın yemek yediği kaşıkla yemek yemez, çünkü iğrenir. Kaşık mutlaka yıkanmış olmalıdır. İnsanın ruh eşide aynıdır. Eğer aynı kaşıkla ikinizde yemek yiyebiliyorsanız, ruh eşinizi bulmuşsunuz demektir. Mesela kapuçinoyu köpürtmek çok zordur. Bunun için alet gerekir. Bu örneği hayalde yaşamalısınız. Köpürtülmemiş bir tas kapuçino düşünün. Siz ve ruh eşi olup olmadığını tespit etmek istediğiniz kişi eline birer kamış alsın. Bu kamışları o tasın içine koyun ve başlayın üflemeye. Yarım saat ruh ile üflemeniz gerekir o kapuçinonun köpürmesi için. Çünkü o kadar zordur. Ve üflerken ağzınızdan tükürük kapuçino içine dolar. Her insanın tükürüğü kendi ruhunu da içerir. İşte iğrenmediğiniz tükürük, ruh eşinizin tükürüğüdür. Çünkü o tükürüğün içinde ruh eşinizin ruhu vardır. Birde çocuklarınızın tükürüğünden iğrenmezsiniz. Kalanı kim olursa olsun iğrendirir, kardeşiniz olsa bile.

İnsan aşkı için herşeyi yapar ama birşeyi yapmaz. ÖLMEZ! Çünkü aşk için YAŞANIR!

HESLER

Hesler doğaya çok zarar veriyor ve gereksizler. Yapılmamaları lazım. Yapılanlarında yıkılması lazım. Yerine alternatif enerji kaynakları kullanmak lazım (yakında). Cansuyu denilen olgu tamamen yanlış bir düşünceden ibarettir. Cenab-ı Allah bir nehrin debisini ne kadar ayarladı ise cansuyu o kadardır. Suyun önüne set kurulmaz. Dere kenarına ev yapılmaz (Yapanlar ölüyoruz diye ağlamasın).

İNSAN DNA'SINDA NEDEN 23 KROMOZOM VAR?

Bir küreyi tam olarak kapsayabilmek için dışarıdan 24 ayrı noktadan küreyi görmeniz gerekir (Bkz. gps/glonass uyduları). Cenab-ı Allah yarattığı her "Eşrefi Mahlukat" türüne 24 büyük isminin tecellisini koymuştur. İnsan DNA'sında bu normalde mevcut idi. İnsanda yaratılışta yabancı kanı atmak için 24. kromozom var idi. Fakat şeytanlardan biri, DNA zincirinden o kromozomu kopardı ve insanoğlu yabancı kana korumasız kaldı (Tamamlanması için dua ederek KEFİR içmeye devam ediniz).

Günümüzde, insan DNA'sında bir kromozom eksik. Normalde 24 olması gerekirken 23 tane var. Eksik kromozom vücuda giren yabancı kanı dışarı atıyor (yabancı kan = yabancı ruh). Fakat DNA zincirinden babalarımız zamanında veya daha evvel kaldırılmış (kim kaldırdıysa lanet olsun). Bunun yerine domates, reyhan veya meşe palamutu yemek gerekiyor. Domates yabancı kanı dışarı atmaya yardımcı oluyor. Fakat genleri ile oynanmış domatesler (GDO) yaygın olduğu için işe yaramıyor. Deccaliyetin işi bu. Virüs ülke bilerek yiyeceklerin genleri ile oynuyor. Sebebi ise şeytana hizmet etmeleri. Yolun başında şeytan ile anlaşmaları. Alternatif çözüm reyhan, meşe palamutu veya yabanmersini.

BALİNALARIN SIRRI

Cenab-ı Allah, denizlerde yük taşımacılığı için balinaları yaratmıştır. Fakat kullanan bir kişi dahi yoktur. Balinalar, yüklerini iterek ilerlerler. Günümüz gemileri balinalar için uygun değil. Kesinlikle hiçbir motor tertibatı bulunmayan, balina yaklaştığında zarar vermeyecek, arkasında ve yanlarında (biraz açıkta) balinanın kafasını dayayabileceği bir yer bulunan bir platform üretilse; balinalar intihar etmeyi bırakır ve yüklerini taşıyarak mutlu olurlar. Platformun altındada bir yer olursa balina orayı kullanarak platformu fırtınadan çıkarır. Balinalar kullanılmazsa, intihar eden balinaların sahillerden cesetlerini toplarsınız. Yük taşımacılığının en doğal olanı bu. Yunus balıkları ise küçük tekneleri çekmek için (ön tarafına kurulan düzenekle) kullanılabilirler. Aynı zamanda klavuzluk görevlerinide muhteşem şekilde yerine getirirler (yunus balıklarını karadaki atlara benzetmek mümkün). Balıklar yük taşımacılığında kullanılacaksa, yapılacak gemi veya teknenin tasarımı hayvana zarar vermeyecek şekilde olmalıdır.

Balinalar gibi filler de yük taşıma amaçlı kullanılmalıdır. Küçük kamyonlar yerine fillerin kullanımı doğal olanıdır. Günümüzde bazı ülkelerde filler etkin olarak kullanılmaktadır.

ATLAR

Atlara neden nal takarlar anlaşılması güç bir durum. Cenab-ı Allah boşuna mı tırnak yaratmış? Eksik mi yaratmış ki, yavaşlatmak için nal takılıyor? Siz nasıl tırnaklarınızı kesiyorsanız, arada bir atınızı da bakıma alın. İllede atınıza ayakkabı takacaksanız biraz daha yumuşak olanı tercih edin. Nal demirdendir ve ağırdır, koşmayı güçleştirir, yere tutunmayı güçleştirir. Fakat daha yumuşak bir ayakkabı atın daha hızlı olmasını sağlar ve yere tutunmasını sağlar. Doğal olanı en güzelidir. Atların tırnaklarının içine bez veya pamuk konursa, bu teri emer ve atı rahatlatır. Fakat belli aralıklarla değiştirmelidir.

Ata binmek için heybe ve üzengi kullanmak kabul edilebilir bir durum. Arada bir heybenin gevşetilmesi ve hayvanın derisinin hava alması sağlanırsa daha güzel olur. Üzengi ise dengede durmak için kullanılabilir. Tutunmak için ip kullananlar mevcut. Fakat yelelerin yaratılış sebebi tutunmak içindir, bunu unutmamak gerekir. Ata ip ile yön vermek yerine, atı eğitip düşünce gücüyle yön vermek mümkün. At ile bütünleşebilirseniz o sizi hemen anlar. Hiçbirşey yapamıyorsanız, yeleleri ile yön vermeyi öğrenin. Yeleleri ile yaptığınız sürate göre istediğiniz noktadan tutabilirsiniz. Yelelerin sırrı, sabit bir noktada olmamalarıdır. Doğal olanı en güzeli ve en keyiflisidir.

Hayvanlar neden eşlerinden ayrı yaşamaya zorlanırlar. Mesela atlar neden tek tek bakılırlar. Eşleri ile olsalar daha mutlu olmazlar mı? Daha mutlu olan, daha güçlü ve verimli olmaz mı?

ÇİÇEKLER VE KUŞLAR

Çiçeklerin çoğunluğu kalbin üst tarafına benzer ve sevgiyi anlatır. Aynı zamanda kanadını açmış bütün kuşlar sevgiyi anlatır. Bir kuşu kanatlarını kapatmış ve kanat uçları ayaklarına denk gelecek şekilde tutar ve arkadan bakarsanız KALBİ görürsünüz. Gördükten sonra dersiniz ki; kendi kalbimiz ve hislerimiz dahil, bu kadar heryerde olmasına rağmen biz seni nasıl bulamadık, YA RABBİ. Yukarıda SEVGİ'nin işaretini gördünüz. Melekler anlatılırken Mikail (A.S.) ve İsrail (A.S.)'in şekilleri gösterildi (Esra, hızlı demektir). Bir çiçek düşünün ortasında özü kenarında 8 tane taç yaprağı var (yaprak derken çiçeğin taç yaprakları, yeşil olanlar değil). Taç yaprakların ucu "V" şeklinde, yani İsrail (A.S.) şekli ile aynı. Taç yapraklar birbiri ile bitişik ve taç yaprakların rengi ortada beyazdan uçlarda eflatuna doğru bir renk geçişine sahip. O çiçeğin adı Esra çiçeği. Eğer o çiçeği işler ve ilaçlarınıza katarsanız, ilacın etki süresi çok kısalır. İyileşmeniz çok kısa sürede olur. Çünkü o çiçeğin adı Esra; yani sürat, hız isminin çiçeklerdeki tecellisi. Eğer Azra çiçeğini arıyorsanız, o bembeyaz. Taç yaprakları normal bir kalbe göre uzun ve herbiri kalbe benziyor. Adı üstünde Azra, kalbinizin ilk günkü gibi tertemiz olması için kullanacaksınız. Eğer güzelleşmek istiyorsanız Ahu isminin çiçeklerdeki tecellisini bulunuz (Ahu, güzeller güzeli demek).

Hangi bitkinin ne işe yaradığını öğrenmek istiyorsanız şekillerine bakabilirsiniz. Mesela nar meyvesi kalbe benzer. Ortadan ikiye ayırırsanız, kalbin nerede ise kopyasıdır. İçindeki yemişi ise, kan hücrelerine benzer. Narın içinde bulunan zar, kalbin içindeki zara benzer. Narın içindeki beyaz kısım aynen kalbin içi gibidir. Bu nedenle kalbin ve kanın ilacı Nardır. Elma ortadan ikiye bölünürse, kalp şeklini alır. Fakat kalbin ucu yoktur. Bu nedenle elma kalbe iyi gelir, fakat ucuna iyi gelmez. Armut ortadan ikiye bölünürse aşık olmuş kalp şeklini alır (Ampüller de kalbe benzer. En mantıklı aydınlatma şekli, kalp şeklidir çünkü. Ampülleri tavana doğru çevirirde ters olarak ışık sağlarsanız, ışığın şiddeti iki kat artar. Çünkü ışık tavandaki düzlemden heryere yansır). Kalbin ve aşkın tam sembolüdür. Ucu uzundur ve hafif kıvrılmıştır. Armut, kalbin aşk olduktan sonraki halidir ve kalbe iyi gelir. Zencefil mideye benzer, bu nedenle mideye iyi gelir. Ceviz beyine benzer, bu nedenle beyine iyi gelir. Çilek kalbe benzer, bu nedenle kalbe iyi gelir. Fasülye mideye ve mitokondriye benzer. Her ikisine iyigelir. Fındığın kabuğu kalbin dışına benzer, kabuğun üst tarafı kemiğe benzer, yemişi ise beyine benzer. Bu nedenle fındık; kalbe, kemiklere ve beyine iyi gelir. Muzun kabuğu saçlara benzer, yemişi ise beyine benzer. Bu nedenle muzun yemişi beyine, kabukları ise saça iyi gelir. Saçlar vücudun dışındadır, beyin ise kafanın içindedir. O zaman muz yenilirse, beyine iyi gelir. Kabuk muzun dışındadır, saçlarda dışında olduğuna göre; muzun kabuğu yenmez, fakat dışarıdan sürülürse saçlara iyi gelir (muzun kabuğu kararınca saça benzer). Kan vücudun içindedir, narın yemişide içindedir, bu nedenle nar içilirse kana iyi gelir. Bitkilerin hangisinin yenilerek, hangisinin dışarıdan uygulanacağına; bitki incelenerek karar verilir. Bitkiler, bazen karıştırılarak uygulanır, bazen suda kaynatılarak, bazen de yağda pişirilerek. Çünkü maddelerin her üç durumdada girmiş olduğu kimyasal reaksiyon farklıdır.

Cenab-ı Allah'ın bitkilere vermiş olduğu her şeklin bir manası vardır, asla rastgele seçilmiş değildir. Cenab-ı Allah'ın "OKU" emri, heryerde geçerlidir ve ilk emridir. Bitkileri ve hayvanları okumayı öğrenirseniz, hayatınız daha güzel bir hal alır. Yanında doğal yaşamı da öğrenmek gerekir. Tarihte bitkileri ve hayvanları en güzel okuyan, herhalde Lokman (A.S.)'dır.

HASTANELER VE HEKİMLER

Günümüz hastanelerinin birçoğu yanlış dizayn edilmiştir. Özellikle hastanede ameliyat olmuş birçok hasta; ameliyat sebebi ile değil, enfeksiyon sebebi ile ölmektedir. Enfeksiyona sebep olan mikroplar hastane içerisinde, hastadan hastaya geçmektedir. Bu hastanelerdeki ölümlerin büyük çoğunluğunun sebebidir.

Hastanelerin havalandırmaları asla tek çıkışlı olmamalıdır. Havalandırma çıkışları her oda için ayrı ayrı olmalı ve aynı hava her hastaya solundurulmamalıdır. Eğer bu yapılırsa enfeksiyon sebebi ile ölümlerin yarısı ortadan kalkar.

Hastanelerde mikropları taşıyanların büyük çoğunluğunu doktorlar, hemşireler ve hasta yakınları oluşturur. Hastanelerde, hastaları ziyaret eden yakınlarına mutlaka kısıtlama getirilmelidir. Çünkü aşağı kattan mikropları alan yakınlar, üst kattaki yakınları olan hastaya giderken mikropları da beraberinde götürürler. Böylece hasta, yakınları sayesinde ölür. Ayrıca refakatçi olarak bulunan hasta yakınları, hastane içinde gezinmemelidir. Çünkü başka taraflardan mikrop taşır ve bu konuda bilgi sahibi değildir. Doktorlar ve hemşireler; bir hastayı kontrole girerken giymiş oldukları önlükleri, o odadan çıktıktan sonra odanın çıkışına asmalı ve başka odalara aynı önlüklerle gitmemelidir. Doktorlar giymiş oldukları önlüklerle yemek yememelidir. Çünkü bu kendi sağlıklarını riske atar. Kendilerinin hasta olmasına sebep olur. Eğer bir hastanede evli iki sağlık personeli var ise, gün içinde birbirleri ile yakınlaşmamalıdır. Yıkandıktan sonra yakınlaşmalıdır. Çünkü bu kendi sağlıklarını riske atar. Eğer yeterli eğitim verilir ve mikrop taşıma konusunda sağlık personelinin dikkati artarsa, enfeksiyon sebebiyle ölümler %99 oranında azalır.

Özellikle hasta yakınlarının ziyaretleri için yasal düzenleme şarttır. Hastaların muayene olmak için bekledikleri alan mutlaka çok güzel havalandırma sistemine sahip olmalıdır. Hastane içinde her hastalığa bakan birimin giriş çıkışları ayrı olmalıdır. Muayene olacak halk ve hasta ziyaretçileri bina içerisinde gezinememelidir. Sağlık personeli, mikrop taşıma konusunda azami dikkat göstermelidir. Her hemşire mutlaka hijyen konusuna çok dikkat etmelidir. Özellikle yoğun bakım hemşireleri ve yatalak hastalara bakan hemşireler; her hasta bakımından sonra, kendi vücutlarında mutlaka temizlik yapmalıdır ve buna zamanları olmalıdır (hemşire sayısı çok az). İnsan sağlığı şakaya gelmez!

GELECEĞİ BİLMEK

Eğer Cenab-ı Allah'a sorarsanız, gelecek hakkında birçok bilgi edinebilirsiniz. Fakat hayatın hiçbir anlamı kalmaz. Bu nedenle geleceği bilmemek en güzelidir. O gelecek ile ilgili uyarılarını yapar ve bunu hayatı renkli kılmak için yapar. Asla hayatınızı anlamsız hale getirmez. Çünkü geleceği bilirseniz, yaşadıklarınız anlamsızlaşır. Doğal olanı en güzelidir.

MUKABELE-İ BİLMİSİL

Karşınızdaki insana aynı ile karşılık vermektir. Mesela bir insan düşünün size bir şamar vurdu, sizde ona bir şamar vurursanız aynısı ile karşılık vermiş olursunuz. Bazen bu haktır. Yani bir insanın gözünü çıkarırsanız, oda gelir sizin gözünüzü çıkarır ve ödeşmiş olursunuz. Fakat bunu her zaman uygulamak yerine, bağışlamak en güzelidir. Bu durum sadece bazı yerlerde uygulanır. Sebepsiz yere sizin gözünüzü çıkaran bir kişiye karşı size verilmiş olan haktır bu. Bu hakkı kullanmak yerine affetmek gerekir.

Düşünün ki, bir insan size karşı kaypaklık yaptı. Sizde aynısını yaparsanız, siz de kaypak olmuş olursunuz. Düşünün ki, bir insan size yalan söyledi. Sizde aynı şekilde ona yalan söylerseniz, siz de yalancı olursunuz. Düşünün ki, birisi size kötülük yaptı. Sizde kötülük yaparsanız, siz de kötü olursunuz. Düşünün ki, birisi size veya yakınınıza tecavüz etti ve insanlık suçu işledi. Adı tecavüzcü oldu. Sizde o kişiye veya yakınına tecavüz ederseniz, sizinde adınız tecavüzcü olur ve insanlık suçu işlemiş olursunuz. Bir ülke diğerine karşı insanlık suçu işlemişse, diğer ülke aynısını yapmamalıdır. Adını kaybetme riski vardır, ALLAH KORUSUN. Bu nedenle karşınızdaki suç işlerse, sizlerde ona karşı suç işlemeyiniz. Böylece adınız, olduğu gibi kalsın.

Her suç, suçu işleyeni bağlar. Diğer insanları bağlamaz. Mesela birisinin oğlu bir suç işledi ve adam öldürdü. Medya üzerinden bütün ailesini aynı suçu işlemiş gibi cezalandırırsanız ve kendinizi ADİL ismi yerine koyarsanız, sizde büyük suç işlemiş olursunuz. Bu şekilde medya üzerinden linç edilen aile sayısı çok fazla. Dikkat etmek gerekiyor. Allah korusun, adınız iftiracıya çıkabilir. Suç işlemeyenleri, suç işlemiş gibi gösterirseniz; iftira suçu işlemiş olursunuz. Her suç bireyseldir. Bazen bireylerin suçunu ülkeler üstlenir ve büyük hata yaparlar. Bir kişi öldü diye topyekün savaş ilan edilmez. Ancak devlet büyüğü emri ile bir başka devlet büyüğü öldürülürse, savaş ilan edilebilir. Fakat bu bile yanlıştır. Çünkü savaş yalnızca ALLAH adını duyurmak için yapılır. İnsanoğlu iletişim çağında savaşmadan da İslam'ı duyurabilir. Eskiden topraklara girmek ve İslam'ı anlatmak için savaşmak gerekiyordu. Her din başka türlü giriş mümkün olmadığı için aynı metodu kullanıyordu. Artık gereksiz.

ALLAH KORKUSU

Çok büyük günahlar işlediyseniz, bedelini ödeyeceksiniz. Her günahın bedelini ödeyeceksiniz. Cehennem öyle bir yer ki; ateşi, insanların derilerini kavurur. İçmek için su istersiniz, kaynar sudan başka birşey bulamazsınız. Yiyecek ise zakkum denilen bitki. Bu bitkiyi yediğinizde, ağzınız ve mideniz kavrulmaya başlar. Yakar kavurur midenizi ve midenize giden yolu. Yardım istersiniz, yardım gelmez. Çünkü ne yaptıysanız, tam karşılığını görürsünüz orada. Cenab-ı Allah'tan korkun ve cehennem ateşine girmekten sakının. Cehennem gidilecek yerlerin en kötüsüdür. Eğer Cenab-ı Allah'tan korkmazsanız, gideceğiniz yer cehennem olabilir. Bu nedenle bütün sinelerde Allah korkusu olmalıdır. Durmadan günah işlemek ve O'nun emirlerini dinlememek, cehenneme gitmenize sebep olabilir. Çok dikkat etmeniz gerekiyor. Çünkü Cenab-ı Allah sizi cehennemde yakabilir. Mutlaka çocuklarınızı, Allah korkusuna sahip olmasını sağlayınız. Cenab-ı Allah'tan korkmayan insan, insan olabilir mi? İşte bu nedenle Allah korkusu çok önemlidir. Düşünsenize, O'ndan korkmadınız ve O'na meydan okudunuz. Bunun cezasız mı kalacağını zannediyorsunuz. O kadar basit değil. Allah'tan korkun! Eğer çok günah işlediyseniz hemen şu dua ile tevbe edin.

Dua: "Bismillahirrahmanirrahim. Allah-u Ekber. Allah'ım ben çok günah işledim ve çok pişmanım. Şimdi bütün günahlarıma tevbe ettim. Yalvarırım bütün günahlarımı affeyle ve beni cehennem ateşinde yakma. Yalvarırım beni affet. Amin. Elhamdülillahirabbilalemin"

Buraya tıklarsanız, O'ndan korkmanın ne demek olduğunu anlarsınız.

Mizan'ı düşünüyorsanız. Adalet terazisinin bir tarafına Allah-u Ekber, diğer tarafına günahları koyun. Hangisi büyük? Günahlarla ruhunuza delik açmayın ve O'nu bol bol tespih edin. Korkacağınız tek şey kul hakkıdır. Çünkü kul hakkına Rabbimiz karışmıyor. Kendisine olan borcunuzu, bir Allah-u Ekber ile ödersiniz. Fakat kul helal etmezse zora düşersiniz.

Düşününüz ki, ruhunuz O'ndan bir parça. Anne babanızdan korkmuyorsanız, O'ndan neden korkacaksınız? O sizin RABBİNİZ. O'nun bir parçasını taşıyorsunuz. Bedenen anne ve babanızdan bir parça taşırken, ruhen Rabbinizden bir parça taşıyorsunuz. Anne ve babanız size nasıl davranıyor bir bakın; sonra deyin ki bu hislerin aynıları Rabbimizde de var, neden korkayım ki?

HAKKINIZI HELAL EDİN

İnsanlar sevmeyi unuttu. Ufacık haklarının peşlerine düştü herkes. Ufacık hakkını kaptıran hemen mahkeme kapısında, birde tehdit ediyor "Ahirette hesabını sorarım, alırım bütün hakkımı". Sorana diyor ki, "Elhamdülillah Müslümanım". Fakat üç kuruşluk hak için karşısındakini cehenneme göndermeye razı. Çoğusu diyemiyor, "Ben karşımdakini nasıl bildiysem öyle kalsın Ya Rabbi. Bana arkamdan konuşsa bile, konuşmalarını ahirette gösterme. O insan hata etmiş olabilir, bildiğim gibi kalsın. Ben üç kuruşluk hak peşinde değilim. Bildiğim bilmediğim hakkım helal olsun. Hem bende birileri arkasından gıybet ettim ama pişman oldum. Benim arkamdan konuşanları da bilmek istemem, etmiş bir cahillik konuşmuş. Sana inanıyorsa, sen affediyorsan bende affettim ve bilmek istemiyorum. Hakkım son zerresine kadar helaldir. Ben kimim ki, SEN affedeceksin ve ben affetmeyeceğim.". Bunu diyemiyor ve diyorki söke söke alacağım hakkımı ahirette. Banane diyor cehennemde yanarak öde. Sonrada Rabbimizden "RAHMET" bekliyor. Sen karşındakine merhamet etme ve Rahmet bekle. Olacak iş mi? İnsanlar, karşısındakini olduğu gibi kabul etmeyi unuttu. Sevmeyi unuttu, merhameti unuttu.

Anlayana güzel bir örnek cümle: "Bana Rabbimin Rahmet'i yeter, kimin umrunda alacağım üç kuruşluk hak!"

Ve şu dua çok önemli; "Bismillahirrahmanirrahim. Allah-u Ekber. Allah'ım ben alacağım bütün hakları sana devrettim. Sen en güzelini, en hayırlısını bilensin. Yalvarırım duamı kabul eyle ve alacaklarımı sen istiyorsan affet, istiyorsan alacağın kişiden al. Amin. Elhamdülillahirabbilalemin"

Cenab-ı Allah kullarına birçok nimeti ve kendi ruhundan bir parçayı bedava vermiştir. Bunu ödemek imkansızdır. Çünkü ödemeye kalksanız, kendi üzerinizdeki bedeni kullanarak ödeyebilirsiniz. Yani öderken bile borca girersiniz. Fakat O; şeytana bile bedenini ben sana verdim, borcunu öde dememiştir. O kullarını o kadar sever ki, birine hakkınızı haram ederseniz çok üzülür. Çünkü hiçbir kulunun cehenneme gitmesini istemez (şeytan O'na kul olmayı reddetti). Hal böyle iken, sizler hakkınızı haram edince çok kırılır ve ağlar. O ağlasa da hiçkimseye söylemez. Cenab-ı Allah Kur'anda günahları sıralamış ve sizleri korkutmuştur. Çünkü günahlar sizin ruhunuzda delik açar. Fakat kul hakkı konusunda çok dikkat etmek gerekir, çünkü kul hakkı yiyen eğer helallik alamazsa cehenneme gidebilir. Bunu bildiği için Rabbimiz bizleri uyarmıştır. Çünkü kul hakkına kendisi karışmıyor ve diyor ki "O hak, kulun kula olan borcu. Ben karışamam. Eğer helal etmezse, ADALET ismim cezasını mecburen keser. Çünkü affedecek kişi hakkını yediğiniz kişi. Eğer o affetmezse, ADALET ismim gereğini yapar. Yoksa ben kullarımı cehenneme atmak için yaratmadım!". Kul hakkının da bir bedeli vardır, eğer sevaplarınız yeterli gelirse ödersiniz. Yoksa ödeyemezsiniz. Bu nedenle uyarılara kulak asınız ve kul hakkına riayet ediniz.

Düşününki kainat dışında O var. İsimleri ise birbirine bitişik, bütünün bir parçası. Bir kainatta hangi isimleri çok anılırsa o isimler seviniyor ve diğerleri üzülüyor. Bir ismi kullanmazsanız ve saygı göstermezseniz, o isim çok üzülür ve kırılır. Bazen o kadar kırılır ki, o isim ölür ve kül olur. Yıldızı da hemen kayar. İsimlerini sevmezseniz çok kırılır. Bir ismin üzerine düşer de, diğer isimleri unutursanız, unuttuğunuz isimler içten içe ağlarlar. Fakat siz bunu bilmezsiniz. Düşünün ki; bir ağacın dalları gibi her güzel isim bütünün bir parçası. Kendi isminiz dahil buna. İsminizin manası güzel ise, başka isimle değiştirmeyin. Çünkü değiştirmeden önceki ismi üzersiniz. Çocuklarınıza hep aynı isimleri koymayın. Farklı olsun ki, Rabbimizin bütün isimleri sevinsin. Düşünün her isim bütünün bir parçası, yani o parçada o isim baskın halde. Mesela HAYAL isminde, HAYAL baskın durumda. ALİM isminde bilgi baskın durumda. ALLAH isminde, AŞK baskın durumda. Hepsi bir bütün, fakat hislerin baskınlığı isme göre.

Siz eğer iyi bir insan olmazsanız ve diğer kulları üzerseniz, o ismi o kadar kırarsınız ki, o isim size bunu söylemeden içten içe ağlar. Siz nasıl üzülüyorsanız, o ismin olduğu parça da öyle üzülür. Rabbimizi üzmeye hakkımız yok. Gerektiğinde kırdığınız isimlerden mutlaka özür dileyiniz. Bazı isimler ise çok sevinir. Çünkü o ismin bulunduğu dalın uçlarında bulunan isme sahip bir kul, o ismi çok sevindirmiştir. Ailenizi, eşinizi ve sevdiklerinizi üzmüyor ve unutmuyorsunuz. Eğer Rabbimizin isimlerini unutursanız, yalnızlık çeker ve üzülürler. O'nu yalnız bırakmayın. O isimlerin herbiri, kulları olmadan yalnız kalır. Unutursanız yalnızlıktan içten içe ağlarlar. Sevdiklerinizi unutmadığınız gibi, O'nun isimlerini de unutmayın. Sizin gibi isimlerde aynı ruha sahip ve bütünde birer parça halindeler (Biz O'ndan birer parça taşıyoruz. Ruhumuz O'ndan). Cenab-ı Allah o isimlerin herhangi biri arkasından sizleri dinler. Bilseniz durumu sevgiden deliye dönersiniz. Bir an unutmayın ve O'na ayıracağınız sevgi, hakettiği değerde olsun. EN FAZLASI!

ALİM ismi bir kainattaki işlerin neredeyse %95'ini yapar. Fakat az anılır. Oysa ki, tanısanız ALİM ismine sevginiz o kadar çok olurdu. Her bir kulu ile ayrı ayrı ilgilenir ve sorularını cevaplar. ALİM ismi kullarına ilim ile, bilim ile, hayal ile, akıl ile, mantık ile, fikir ile vs. sayamayacağımız kadar çok isim ile destek olur. Fakat kulları O'nu unutur hiç hatırlamaz. şeytan sebebi ile bazı mahluklar, Rabbine küfreder oldu. Sakın yapmayın, çünkü karşınızdaki Rabbiniz ve küfreden şahsın bile bütün ihtiyacını karşılıyor. Üstelik bunu hiç söylemeden yapıyor ve kulunun düzelmesini bekliyor, kırgın bir halde. Hayatınızın videosunu izleseniz ve orada size ettiği yardımları görseniz, ağlarsınız. Hiçbirini söylemeden yapar, fakat kul kibrinden "ben yaptım" der. Oysa ki, gördüğü yardım o kadar çoktur ki. Kibir Rabbimizi çok üzer. Çünkü yardım eden isim der ki, ben yaptırdım fakat sen üzerine yazdın. Beni unuttun ve kırdın. Şükretmen gerekmez miydi?

Birbirinize SELAM vermeseniz, SELAM ismi çok üzülür. Unutulmuştur çünkü.

Mesela soyadınız Jobs. Yani türkçesi işler. O isim, o soyadı taşıyan kulunu başarıya ulaştırmak için durmadan yardım eder. Fakat kişi farketmezse üzülür. Mesela adınız Abdullah, yani ALLAH isminin kuldaki en güzel temsili. Soyadınız ise GÜL. Yani ALLAH isminin simgesi. Cenab-ı Allah, o kulunu en tepeye çıkarmak için her türlü yardımı yapar. Fakat kul bunu hakediyorsa yapar, yani kulluğunu beğenmişse yapar. Sayın Cumhurbaşkanının karakteri de, ALLAH ismini yansıtmaktadır. Çünkü herkese karşı ılımlı ve hiçkimseyi incitmeden orta yolu seçmeye çalışmıştır. Bu "EN BÜYÜK İSİMDEN" gördüğü yardımlar sayesindedir. Benzeri şekilde "Recep Tayyip Erdoğan" yardım görmektedir ve farkında değildir. Recep, "HEYBETLİ" demektir, Tayyip "İYİ, GÜZEL" demektir. Erdoğan ise "YİĞİT OLARAK DOĞAN" demektir. Üç büyük ismin tecellisi bir isme sahip olan Başbakan (yazı yazılırken başbakandı), her üç isimden büyük yardım almaktadır. Çünkü O'nun her ismi, kendi ismini taşıyan kula yardım eder. Eğer karakteriniz, isminize benziyorsa; isminizin bağlı olduğu isimden büyük yardım almış fakat farkında değilsiniz demektir. Aldığınız yardımı değerlendiremezseniz, bu sizin suçunuzdur. Rabbimizi sakın unutmayın.

Temiz birisi olursanız, TEMİZ ismi sevinir. Titiz birisi olursanız, TİTİZ ismi sevinir. Eğer karşınızdaki insanı çok titiz olduğu için yargılıyorsanız, bundan hemen vazgeçin. Hemen o insanı OLDUĞU GİBİ kabul edin. Çünkü TİTİZ ismini üzmeye hakkınız yok. O kişide TİTİZ ismi baskın olduğu için titiz bir insan ve bu TİTİZ ismini çok sevindirdi. Sizde başka ismini sevindirin ve karşınızdaki insanı çok titiz veya çok meraklı olduğu için yargılamayın. MERAK ismini üzersiniz. Hiçkimseyi herşeyi gizliyor diye yargılamayın. SIR ismini üzersiniz. Eğer bir insanın ismi ile DALGA GEÇERSENİZ veya bir yerin ismi ile DALGA GEÇERSENİZ; o ismin bağlı olduğu Cenab-ı Allah'ın ismini çok üzer ve kırarsınız. Hiçbir ismi temsil etmeyen davranışları, örnek olarak düzeltme yolunu tercih edin. Mesela bir insan çok tembel ise, bu Rabbimizin ismi değildir. Bunun düzelmesi gerekir. Böyle birine örnek olarak değişmesini sağlayın. Fakat çok üzerine gitmeden, doğal haliyle. Çocuğunuz dışarı çıkınca çamura bulanmış olarak eve dönüyorsa, sakın kızmayın. Çamurlu hali bile ne kadar güzel. Doğal olanı engellemeye çalışırsanız, çocuğu kırarsınız. Çocuk temizliği yaşayarak öğrensin. Büyüyünce nasıl olsa çamurda gezinmeyecek, neden çocuğu kırasınız ki? Hem çocuk olduğu için çamura bulanması normal değil mi? Çocuklarınızı sevin ve çocuk oldukları için benzeri durumları küçük sözler ile geçiştirin. Mesela: "Yine mi kirlendin sen? O çamurları eve sokmadan nasıl temizliyorsan temizle!". İki kere kirlerini dışarıda yıkayan çocuk, üçüncüye dikkat eder.

İsminiz Cenab-ı Allah'ın hangi ismine bağlı ise, yeryüzünde o ismi temsil ediyorsunuz. O'nun her ismi güzel ve derin bir SEVGİ ve SAYGIYI hakediyor. Artık Rabbimizin bütün isimlerinin kullarına kavuşma zamanı gelmedi mi?

ÖLÇÜ DAİRESİ

Cenab-ı Allah, insanların hayatını düzenlemek için birtakım kurallar koymuştur. Ölçü dairesinde yaşamak, bu kurallara riayet ederek yaşamaya verilen isimdir. Mesela çok yerseniz kilo alırsınız, az yerseniz zayıf kalırsınız. Cenab-ı Allah, emirlerinde sizlerin hangi daire içinde yaşamanız gerektiğini anlatmaktadır. Eğer riayet ederseniz, kendi faydanıza olur. Ölçü dairesi dışına çıkarsanız, bedeniniz ve ruhunuz zarar görür. Bu nedenle, O'nun çizdiği kurallar dairesinde yaşamak en güzelidir. Bunu tam olarak uygulamak mümkün değildir. Yapabildiğiniz kadarını yapınız. Herhangi birini yanlış yaparken gördüğünüzde, kıracak şekilde uyarmayınız. Anlayabileceği şekilde öğretmeye gayret ediniz. Çünkü hata yapan insanı kırarak sizde hata yapmış olursunuz. Her zaman hayrı tavsiye ediniz ve insanların açıklarını, günahlarını araştırmayınız. İnsanları kırmadan Ölçü Dairesine davet etmek en güzelidir. İnsanları İslam'a davet ederken kullanılan dil çok yumuşak ve karşı tarafı incitmeyecek şekilde olmalıdır. Karşınızdakine ne kadar saygı duyarsanız, o kadar saygı görürsünüz.

SUÇLULAR YETİŞTİRMEK

İnsanoğlu tamamen kendi hataları nedeni ile suça sebep olmaktadır. Hemen her ülkede polis ve medya insanları suça teşvik etmektedir. Nedenini merak ediyorsanız lütfen medyada dönen haberlere bakınız. Mesela hırsızlık yapan birinin ismini veya fotoğrafını teşhir etmek suça en büyük teşviktir. Bir anki gafleti sonucu suç işlemiş olan insan; ismi kendi yakınları ve çevresi dahil bütün ülkeye teşhir edilince çıkmaza girer. Artık dönüşü yoktur. Önce hapiste cezasını çeker ve çıktıktan sonra mutlaka intikam alır. Kendisini o hale sokanlara düşman olur. Ruhu der ki; "Ben bir hata ettim, suç işledim. Beni neden ayaklar altına aldın. Bir şans versen ve sessizce cezamı çeksem olmaz mıydı?".

Bir erkek 28 yaşına kadar çocuktur. Hani seçme ve seçilme hakkı hangi yaşta verilir dense; erkekler için 28 bayanlar için 24 yaş sınırı konulsa güzel olur. Hangi erkeğe 28 yaş öncesi deseniz bunları, kabul etmez. Fakat yaş 28'i geçince doğruymuş der. Bayanlarda da durum aynıdır. Bu yaşlarda işlenen suçların tamamının mümkün olduğunca üstü örtülmeli ve insanlara bir şans daha tanınmalıdır. Bunun üstündeki yaşlarda ise, ceza verilmeli fakat insanlar kendi yakınlarına dahi teşhir edilmemelidir. Unutmamalıdır ki; bir insan dünyanın bütün kasalarını soysa dahi, işlemiş olduğu suç onu ebedi yalnızlığa mahkum etmemelidir. Eğer teşhir ederseniz, kendisi gibi teşhir edilmişler ile arkadaşlık kurmak zorunda kalır ve beraberce intikam alırlar. Bunun sorumlusu ise, isimleri teşhir eden devlet kurumları ve medyadır.

şeytanın kişinin bedenini ele geçirmesi sonucu, baklava çaldığı için rezil olan insanlar tanıdık. O insan ailesinin yüzüne bakabilir mi artık? Suçu neydi? Bilmeden hiçkimseyi rezil etmemek lazım. Bazı suçlar, adam öldürmekten daha beter eder insanı. Cezasını misli ile iade edersiniz bir kez medyada gösterek. Sonra birde hapse atarsınız. Yetmedi diye! Suçu şeytanın kanıdır oysa... Hiçbir "Eşrefi Mahlukat" öyle bir hareket yapmaz. Normal bir hareket değil, çünkü yaratılışta yok... Bir diğer örnek zimmetine para geçirdiği iddia edilen bir Japon bakan. O seviyeye çıkmış bir insanı, o kadar para için medya önünde rezil etmek hangi insanlığa sığar. Üstelik söylenen miktar çok komik bir rakam olunca... Medya önünde o insandan alınan intikam, milyar kat fazlasıydı. Hiçbir güç o görüntüden sonra, izleyenleri o adamın zimmetine para geçirdiğine inandıramaz. Masumiyet karinesi her zaman korunmalıdır. Masumiyet karinesini korumayan herkese, her devlet çok ağır cezalar vermelidir!

Her bireyin ruhu farklıdır. Zaten bu nedenle farklı bireydir. Bir insanın işlediği suç teşhir edilince, ailesi de zan altında kalır ve bir aileyi olduğu gibi rezil etmiş olursunuz. Yazık değil mi hiçbir dahli olmayan aile fertlerine? Yazık değil mi bir insan şeytana uydu diye, insanlığı rezil etmeye? Özellikle polislerin ve medyanın her ülkede aklını başına alması gerekmektedir.

BİR OYUNU

Bu oyun her kainatta oynanan bir oyundur. Cenab-ı Allah'ın VAHİD isminin şekil ile ifadesinin küre olduğunu yazılardan öğrenmişsinizdir. Bu nedenle küre ile oynanan oyunların tamamı bütün kainatlarda en popüler oyunlardır. Bu tür oyunlar hem insanların kendi aralarında hemde ülkeler aralarında rekabeti kızıştırmak ve hayatı yaşanılır kılmak için gereklidir. Dünyamızda futbol veya basketbol gibi isimlerle benzeri oyunlar oynanmaktadır. BİR OYUNU ise futbolun gerçek adıdır.

Günümüzde kullanılan topların hiçbir tanesi gerçek değildir. Gerçek top yapılırken plastik kullanılmaz. Gerçek topa hangi güç ile vurursanız, o güç ile gider. Topun dış yuvarlak kısmı özel bir maddeden yapılır ve içine bir miktar gül suyu konur. Top birebir vuruş hızınız ve gücünüz kadar ilerler. Futbol oynanan sahada kullanılan çimler ise özeldir. Günümüzde kullanıldığı gibi değildir. Gerçek ayakkabı ayağa benzemelidir. Kramponlar ise benzeri şekilde olmalıdır ve altlarında çivi olmamalıdır. Kramponlar tamamen gerçeği ve doğal olanı yansıtmalıdır. Menisküs futbolcular için büyük bir sorundur. Eğer bu sorundan kurtulmak istiyorsanız, şortların biraz değişmesi gerekiyor. Çünkü menisküs, futbolcunun birkaç ay sahalardan uzak kalmasına yol açan büyük bir problem. İnsan dizi kendisini sıkıca saran bir giysi ile kapatılırsa, rahat hareket edemez. Böyle bir durum futbol oynanmasına izin vermez. Şortlar dizin biraz daha altına gelecek şekilde dizayn edilirse ve dize denk gelen kısma yumuşak bir parça konulursa, dizde zedelenme olmaz. Dize denk gelen bez parçası özel olmalı ve sürtünme esnasında dizi yakmamalıdır. Çok hafif ve darbeyi emecek şekilde dizayn edilmelidir (Sünger olabilir, şortta ağırlık yapmaz).

Günümüz futbolunda bir fazlalık kural bulunmaktadır. Bu kural nedeni ile maçlar keyif vermez hale gelmiştir. Bu kuralın adı ofsayttır. Çünkü bir maç boyunca atılan gol sayısı 1-2 tane olmaktadır. Tribünlere toplanmış onbinlerce insan 2 saate yakın maçı izlemektedir ve gol sayısı az olunca insanlar futboldan soğumaktadır. Eğer ofsayt kuralı kalkarsa maçlar çok daha heyecanlı hale gelecektir. Çünkü ofsayt kalkınca, teknik direktörler oyunu bütün sahayı kullanarak planlamak zorunda kalacaklardır. Ayrıca kuralar çekilirken asla hile yapılmamalıdır.

Gerçek top, ayakkabı ve çim ilerleyen birkaç yıl içerisinde bütün ülkelerle paylaşılacaktır. Gerçek top geldiğinde, gerçek oyuncular ortaya çıkacaktır. Günümüzde kullanılan beyzbol topları da hatalı. Orjinal oyunda topun içinde sıvı var (Gül suyu) ve top yere dik düşüyor. Düşünce ise yaylanarak zıplıyor. Futbolda puanlama da yanlış. Mantıklısı, beraberlik 1 puan ise galibiyet 2 puan olur. Fakat en güzeli atılan her golün öneme sahip dahil olduğu bir puanlama sistemi.

BİLGİSAYAR TEKNOLOJİLERİ ÜZERİNE

Windows'un alternatifi henüz bulunamadı (Keşke mesajlaşma sistemini kullanarak kolaya kaçmak yerine, piksel üzerine çalışılarak uzun yol tercih edilseydi. Piksel sayısı istediği kadar olsun, ruh gibi olurdu! Kat kat pikseller. Hem desktop kat kat, hem de pikseller. Ama pikseller her yerde aynı sayıda değil! Üst üste geldiği yerlerde kalabalık...). İnsanlar İslam'a girdikten sonra içindeki istihbarat trojanlarından tamamen arınacağını ümit edebiliriz. Bazı kod yazdığını zanneden ve Bill Gates'i durmadan eleştiren insanlara işletim sistemini BOOT eden bir kod yazın deseniz hiçbirisi yazamaz. O kadar bilgileri yoktur. Hepsi aynı kodu kullanarak bilgisayarlarını BOOT eder, fakat hiçbir tanesi beğenmez. Durmadan yazılan kodu küçümser. Bilmezler ki; öyle büyük bir işe giriştiğinizde, Cenab-ı Allah direk müdahale eder ve sapasağlam bir kod yazdırır, çünkü bütün insanlık kullanacak (Küçümseyenler neyi küçümsediklerini anlasınlar). Diğer işletim sistemleri de açıklarla dolu, fakat hiçkimse açıklarını araştırmıyor. Açık kodlu olmaları sistemleri daha da zayıf kılıyor. Meyve veren ağaç taşlanır misali herkes Windows işletim sistemini taşlıyor. Aklınıza kazınan bir sahne; Bill Gates sunum yaparken, mavi ekranın çıktığı sahne. Hiçkimse kendi ürününü 100 defa test etmeden, kameralar önüne çıkmaz. O mavi ekranın çıktığı zaman, hangi istihbarat örgütü sabote etti ise Bill Gates açıklasın. Bilmiyorsa, virüs ülkeye şöyle bir baksın. Kendisini sahte kasetle GAY yapmak isteyen vatandaşın hangi ülkeden olduğuna şöyle bir baksın (Tehdit edende aynı yerden). O virüs insanlar; bulunan icatların hepsini sahte kasetlerle, tehditlerle, şantajlarla kendi üstüne alıyor. Kafalarının çalıştığı tek şey pislik ve iftira. Yatak odalarını izlemeye çok meraklılar. İnsanları kendi şirketlerinden soğuttular. İnsanlar buldu ve şantajla kendileri üzerlerine aldılar. Bundan sonra yayınlayacakları yatak odası kasetlerini izleyen bulurlarsa, yayınlasınlar. Kim, ne kadar alçalacak bütün insanlık görsün. İnsanların özelini yayınlayan, görüntüye alan ve bunu kullanarak kendisine çıkar sağlayan ALÇAKTIR! İnsanları, çocuklarını öldürmekle tehdit ederek iş yaptıran ALÇAKTIR!

Herkes taşlıyor derken, bir iki taşta bu cenahtan gelsin diyerek birkaç öneri sunmakta fayda var. ".NET" tutmadı ve durmadan yeni versiyonlar çıkarılarak işin içinden çıkılmaz bir hale getirildi. Ne kadar zorlarsanız zorlayın, bir sistem durmadan yeni versiyon üretiyorsa tıkanmış demektir. Eski sistemler çok daha hızlı idi ve çalışıyordu. En iyi sistem, HIZLI ve ÇALIŞAN sistemdir. Bütün firmalarda bir ".NET"'e geçiş süreci başladı ve çalışan sistemlerin yerini, yenisi diye daha yavaş ve hatalarla dolu ".NET" sistemi aldı.

Windows 2003 sistemi server tabanlı sistemler içerisinde EN KARARLI durumda olanı. Üstüne gelen yeni versiyonlarda ise elle tutulur hiçbir yenilik yok. Satış departmanları yeni versiyon çıkaracağız diye logo değiştirmeye başladılar ve bu satış politikası ile çok daha devam etmesi mümkün değil. Yeni versiyon çıkaracağız diye Control Panel'deki itemlerin isimlerini değiştirmek ve Page Controller'in herbirini ayrı Tab haline getirmek marifet değil. Onun adı yeni versiyon değil, zoraki versiyon. Şirketlere tavsiye: "Çalışan sistemlerinizi asla yeni versiyon olacak diye değiştirmeyiniz".

Dünyada Assembler'ı saymazsak iki tane temel programlama dili mevcut. Bir tanesi Pascal diğeri ise C. Bunlardan akla daha yatkın olanı Pascal (Sistem driverları ve bazı servisler haricinde mükemmel seçim). Çünkü kodun okunuşu kolay ve bir Pascal programcısı, C programcısından daha uzun seneler çalışır. Bir kod ne kadar okunaklı ise o kadar az beyni yorar. Java vs. diğer dillerin tamamı iğrenç birer kopya. Aslı duruken kopyaya neden ihtiyaç duyulur. Her değişkeni nesne haline getirmek ise akla yatkın değil ve gereksiz. Çünkü nesne haline getirmeden de işlerinizi halledebiliyorsunuz ve çalışıyor ve daha hızlı. Nesne haline getirmek ise yavaşlatmaktan öte hiçbir işe yaramıyor. Biraz geçmişe ve sadeliğe dönülse hiç fena olmayacak. Aşağıdaki şekilde ne ifade ediliyor anladıysanız daha fazla konuşmaya gerek yok.

integer



Scripting diller arasında henüz güzel ve yaygın bir dil bulunmamakta. PHP hiç güzel değil ve zoraki bir dil. PHP'deki "$" işaretinin manasını anlamakta zorlanıyor insanlar. ASP ise eksiklerle dolu. ASP'de C ve Pascal'daki ";" işareti kullanılsa işe yarar bir dil haline gelebilirdi. ASP'de hala "%" işareti yok sayılıyor. Bütün firewalları "se%lec%t * fr%om b%lab%la" diyerek aşmak mümkün. Hexadecimal olmayan karaketer önüne "%" koyarsanız DLL yok sayıyor. Keşke ".NET" yerine Pascal ve C tabanlı iki tane yaygın olarak kullanılan web scripting dili geliştirilmiş olsa idi. Bir tane DLL ile yapılabilecek işi, ".NET" kocaman bir framework ile yapmaya çalışıyor ve yavaşlıklara sebep oluyor. ".NET" biraz daha zorlarsa Java'nın hızına inmeyi başaracak. Microsoft web script dili üzerinde çalışabilir.

Linux'un sadece bir versiyonu üzerinde çalışılsa ve o versiyon kararlı hale gelse, arayüz gerektirmeyen birçok sistemde kullanılabilir. Fakat bu kadar çok versiyona gerek yok. Sadece bir versiyonun kararlı hale gelmesi yeterli. Kararlı hale gelmesi için yakında çıkacak olan yeni bilgisayar sistemi beklenmeli. Aynı işi Microsoft'ta Windows için yapmak zorunda kalacak.

Gizli bilgi: Çok hızlı olabilir. Bilgisayar teknolojisi baştan aşağı tamamen değişebilir. Cebe sığacak boyutta olabilir. Hayal edebileceğinizden çok çok farklı bir sistem olabilir. Ekranların tamamı değişebilir. Yeni bilgisayarı görmeden ve ekranları görmeden işe koyulmayınız, fakat planlamalarınızı yapınız.

MySQL veritabanı en pratik veritabanı. Kur ve kullan (Son zamanlarda bu özelliğini yitirmeye başladı, korkutuyor insanı). Devam etmesi gereken bir veritabanı sistemi. Fakat büyük çaplı verileri saklamak için güven vermiyor. Bir veritabanında "CHECK", "REPAIR" gibi seçeneklerin olması pek güven vermiyor. Daha açık söylemek gerekirse: "CHECK" -> Hata varmı kontrol et. "REPAIR" -> Hataları onar. Yani hata olabilir dikkat edin demek. Sık sık veritabanı yedeği almakta fayda var. Hiçkimse MySQL'i küçümsesin diye yazılmadı bu eleştiriler. Kendileri var olan bir boşluğu gerçekten güzel doldurdular, ellerine sağlık, teşekkür ederiz. Fakat kararlı hale gelmesine henüz vakit var. Sakın diğer sistemlerde de var demesinler. Diğer sistemlerde REPAIR olsa da, bugüne kadar kullanımına gerek duyan oldumu bilinmez. MySQL'de bazen gerekiyor.

Yukarıdaki paragraf yazıldıktan sonra, 10 gün içinde bütün MySQL veritabanı zarar gördü. Yukarıdaki paragrafa dokunulmadı. Bir haftadır repair etme çalışmaları devam ediyordu. Çalışmalar bitti ve bu paragrafı yazma gereği duyuldu (Uçan ve kurtarılamayan tablolar var). Yazı yazılırken PostgreSQL'de anlatılacaktı, fakat iki tane veritabanı kuralını çiğnememek için yazılmadı. Çünkü 2 tanesinden fazlası gereksiz. Aşağıda okuyacaksınız, MSSQL birinci tercih. Fakat tabloların uçması ikinci tercih konusunda kararsız kalınmasına yol açtı. Son tabloların uçmasından sonra (TEXT field olan tablolar), MySQL ikinci tercih olarak yazılmalı mı, koskoca bir soru işaretine sebep oldu. Neden bir ses durmadan PostgreSQL yaz diyor? MySQL'e çok kızmaya hakkımız yok. Çünkü bir taraftan bedava bir ürün kullanıp, diğer taraftan suçlamak mantıklı değil.

MSSQL, kararlı bir veritabanı, fakat MySQL kadar kullanımı rahat değil. Daha açık söylemek gerekirse. Zip'li veritabanı dosyalarını kopyala, servisi çalıştır ve çalışsın. Bu hale gelirse çok güzel olacak. Ayrıca tırnak karakterinden dolayı vermiş olduğu hata mesajları MSSQL'i güvensiz gibi göstermekte. Hata mesajları ve openrowset biraz düzeltilmiş olsa veri çalınması imkansız hale gelebilir. Güvenli olması için, openrowset ile verileri başka servera gönderme engellenmeli. 'sa' kullanarak veya 'sa' üzerinden 'bcp tool' kullanılarak oluşturulan dosyalara, sadece 'Administrators' grubu erişebilmeli (text dosya oluştursa veya backup alsa da kopyalayamıyor, cacls işe yaramıyor. 'sa' ile dosyaya yazan veya okuyan kaç kişi var?). Şu hata mesajlarında veri gösterilmemeli: 'unclosed quotation mark...', 'incorrect syntax near...', 'convertion failed...'. Kod satırında hangi SQL ifadesi olduğu belli, ne gerek var detay vermeye.

Bunları yaparlarsa hackerlar ağlar ve yapmaları bir günü geçmez. Veri saklamada, güven veren bir veritabanı. Büyük sistemler için tercih edilebilir bir veritabanı.

Oracle, kararlı gibi. Fakat açıklarla dolu. Az kullanıldığı için açıklarını pek bilen yoktur. Açıklarını bilenler admin. Bir yazıda açıkların rapor edilmesine rağmen yıllarca ilgilenen olmadığından bahsediliyordu. Kullanımı kolay değil, daha kullanıcı dostu olsa idi güzel olurdu. Veri saklamada, güven veren bir veritabanı. Büyük sistemler için tercih edilebilir bir veritabanı. Fakat MSSQL dururken, Oracle tercih edilirmi, ayrı bir soru işareti.

İpucu bu paragrafta gizli. Hangi cennete giderseniz gidin, bu sistemleri insanoğlu kullanacak ve kararlı birer versiyonu hazır hale gelirse, durmadan yeni versiyon çıkarmaya gerek kalmaz. Sistemlerin tamamı Web tabanlı olacak şekilde dizayn edilirse en mükemmeli olur. 1000 çeşite gerek yok. Birkaç tane kararlı versiyon yeterli.

Internet Explorer kendisini bitirdi. Default ayarlar ile yüklendiğinde her site için sormaya başladı: "Girmek istiyormusun" diye. Bu kullanıcıların browserdan nefret etmesine yol açıyor. Keşke güzelim browser (gerçekten güzel) default ayarları ile rahat bir kullanım sunsa ve kullanıcılar ek ayar yapmak zorunda kalmasa. En basit kullanımı olan en güzelidir. Böylelikle başka browserlar yüklemeye gerek kalmaz. Firefox bu işi iyi yapıyor.

Her browser'ın başlangıç sayfası olarak kendi sitesini koyması kullanıcıları siteden soğutur. En güzeli boş bırakmak, kullanıcıyı ne kadar zorlarsanız o kadar ters teper. Boş bırakırsanız kendi ayağı ile gelirler, çünkü zorla güzellik olmaz.

IIS 6 ve daha sonraki versiyonlar arasında ne gibi değişiklik oldu kullanıcılar anlayamadı. Gözle görülür bir değişme olmamasına karşın her menünün yerini değiştirmek kullanıcıları bezdirdi. Ne gerek vardı çalışan sistemin yerine daha karmaşık ve alt menülere bölünmüş olanını sunmaya? Çalışan sistemi değiştirmek akıl işi değil. Sonra herbir versiyon için ayrı ayrı PATCH yazmak zorunda kalırsınız ve personel sayınız mecburen artar. Yine de işin içinden çıkamazsınız. Bill Gates eğer okuyorsa bu yazıları lütfen bir kullanıcı gözü ile karşılaştırsın IIS 6 ve IIS 7 versiyonlarını. Değişen ne var? Birde eğer mümkünse beğendiği yazılımların hangi dillerle yazıldıklarına bakmadan, seçimini yapsın. Desin ki şu yazılım çok güzel bu yazılım güzel değil ve sıralasın. Sonra hangisi hangi dil ile yazılmış bir baksın. Kendisinin ufkunun açılacağına eminim.

IIS üzerinde FTP Server bulunmasına rağmen, kullanıcıların başka FTP Server kurmalarını anlamak mümkün değil. IIS ile bütünleşik olan FTP Server'ın kullanımı gayet basit ve her imkanı sağlıyor. Acaba Microsoft FTP Server'ını yeterince anlatamadı mı?

Apple grafik işinde iyi (Samsung ve diğer bazı firmalarda bu işte çok iyi). Ama çıkardığı her yeni versiyon kullanıcıdan para yontmak içinmiş gibi duruyor. İlk çıkardığı padlerde, usb girişini unutmuş olmaları, kendileri hakkında iyi düşüncelere sahip olmamızı sağladı. Zira kasalarındaki milyarlarca doları harcayacak yer bulamazken Somali'de insanlar açlıktan ölüyordu. Diğer taraftan Samsung'un kendilerine kamyonlar dolusu bozuk parayı götürmesi çok güzel bir cevaptı. Yakında sağ tarafa bakmanın patenti için başvuru yaparlarsa şaşırtıcı olmayacak. Gerçekten güzel olan bir iş ancak bu şekilde mahvedilebilirdi ve başardılar. Kendilerine tebrikler. Ayrıca yapılan telefonların birer dinleme cihazı olabilmeside cabası (100 dolara üretip 1000 dolara satarak rekorlara imza attılar. Çok insaflılar). Not: Aynı ürünü üretebilecek onlarca şirket var, fakat kibirli olduğu için insanlar Apple'ı tercih ediyor (Doğru söyleyin elmanızı kim kıtladı).

İnsanlar kibre ve hava yapmaya o kadar kaptırmış durumda ki, her çıkan versiyonu satın alıyor. Bu şekilde kibriyaya sebep olan firmaların bundan sonra ilerleyebileceği bir yer yok. Cebinizde çalışan ve işinizi gören bir telefonunuz varsa, daha havalı diye yenisini almayınız. Bunu yaptıkça kibre kapılırsınız. Markaların kibride aynı durumda. 5 paraya ürettikleri malı 500 paraya satıyorlar ve sebebi ise marka olmaları. Asıl sebebi kibirli birer marka olmaları.

Kibre devam eden yerlerden alışveriş yapmayınız.

OYUKLU TORNAVİDA

Aşağıdaki şekilde gösterilen tornavida özeldir. Vida ile tam bütünleştiği için sağlam tutuş ve vidanın eskimemesini sağlar. Keşke bütün aletlerimiz böyle olsa idi!

Tornavida

HIZIR KİMDİR?

Hızır, Cenab-ı Allah'ın bir ismi. Hızır, insanları kurtararak o ismi alanların ortak adı. Fakat hepsi ölümsüz değil. Sayıları birkaç tane. Eğer ortalıkta insanları kurtarma bahanesi ile dolanan malum kişiden bahsediyorsanız, o kişi Hızır değil. Psikopat karar veriyor; 100 yıl iyilik yapacağım, sonuç 100 yıl iyilik yapıyor. Sonra bir karar daha veriyor; 100 yıl kötülük yapacağım, 100 yıl kötülük yapıyor (100 yıl sayısı sözgelimi verilmiştir). İşte bu örnekte anlatılan psikopat şerefi olmayan mahluklardan birisi, namı diğer iblis. Başka Hızır beklemeyin, "HIZIR", O'nun adı. O'ndan isteyin. Bir Hızır gönderir. KEHF suresinde ne diyor. Hiçbirşey göründüğü gibi değildir. Hızırlardan bir tanesi Nebilerden, Hz. Oğuz (Türklerin atası). Kendini Hızır gibi tanıtanlardan birisi Ashabı Kehf'ten Mernüs isimli kişi (Bu adamın eski ismi Mernüs, yeni ismi dönek olsa gerek). Çünkü şeytanlardan birisi ta kendisi. Bu dönek şahıs ruhunu herkese bulaştırmış durumda. Bir kişideki şeytanın ruhu, diğer kişilerdeki şeytan ruhları ile anında bağlantı kurabilir. İki tane daha temiz olanı var ama kimse bilmez. Sizin Hızır olarak bildiğiniz en meşhur kişi iblis. İblis'in insanoğluna yaptığı kötülüğü, herhalde hiçkimse yapmamıştır. Cehennemin dibini boyladı ama bulaştırdığı pislik temizlenmeden tam temizlik olmaz. İnsanlar "zombie" gibi gezer oldu. Neden kötü oluyorlar diye merak ediyorsanız, cevabını buldunuz. Yoksa o kadar mucizeyi görürde, kim İman etmez?

DEVLET VE MECLİS

Dünyanın her ülkesinde aynı düzen mevcut. Kiminde başkanlık sistemi, kiminde yarı başkanlık sistemi, kalanında ise parlamenter sistemin bir çeşidi mevcut. Fakat tamamı aynı yanlışlarla uğraşıp duruyor. Sistemlerin tamamı milletvekillerini tek merkezde topluyor, yasalar aynı merkezden çıkıyor ve çıkan yasalar birkaç seneyi doldurmadan eskiyor. Yerine bir sonraki gelenler yeni yasa çıkarıyor. Yüzlerce yıl geçmesine rağmen yasalarda henüz ortak bir karara varılamadı. Sistem düzgün olsa idi, yasalar durmadan değişmezdi.

Bunun çözümü için, günümüz meclis sisteminin tamamen değişmesi gerekiyor. Çünkü parlamento ne kadar yasa çıkarırsa çıkarsın, uygulanmıyor. Dünyanın her ülkesinde aynı sorunlar mevcut. Bunun yerine çıkan yasaları yerinde uygulayacak bir sistem gerekiyor. Bu sistem eskisine biraz benziyor.

Milletvekilleri yine şehirlerden seçilmeli. Başkan ve bakanlar haricindeki bütün milletvekilleri, seçildikleri şehirlerde kalmalıdır. Böylece bütün sorunları yerinde görürler ve yasaları yerinde uygularlar. Halkın sorunlarını yerinde dinlerler ve halktan her kesim kendilerine rahatça ulaşabilir. Yasaların uygulanışını yerinde test ederler ve takip ederler, böylece durmadan yeni yasa çıkarmaya gerek kalmaz. Bütün sorunları yerinde tespit ettikleri için, birçok probleme anında müdahale edebilirler. Bu sistemde milletvekillerinin adı "GENEL VALİ" olarak belirlenebilir.

Günümüz Türkiye'sinde hükümet her ile vali ataması yapmaktadır. Bu valiler şehirlerin yönetiminden sorumlu ve tek yetkilidir. Bütün iş yükünün %95'ini bu valiler yapmaktadır. Kalan %5'lik iş yükünü ise milletvekilleri mecliste uzun tartışmalar sonucu el kaldırıp indirerek üstlenmektedir. Hali hazırda, meclisin tamamı bir anda ölse; hiçbir yönetim eksikliği olmayacak şekilde bir sistem mevcuttur. Aşağıda anlatılanlar, o %5'lik kısımın tarihe gömülmesini sağlayacaktır. Çünkü %5 için, o kadar insanı oraya toplamaya hiç gerek yoktur. Valiler zaten halihazırda, o göreve gelmek için aldıkları eğitim ile ülke yönetebilecek seviyede insanlardan oluşmaktadır. Bir insanın vali olabilmesi, mevcut sistemde çok zordur. Çünkü o kadar eğitimi tamamlayarak vali olmak, gerçekten bilgi ve beceri gerektirmektedir. Halihazırda vekil olmak için ise, ünlü olmak yeterlidir. Günümüz valileri ödenek eksikliği yüzünden birçok acıyı yaşamaktadır. Çünkü halk kendilerine gitmekte ve ödenek olmadığı için birçok aileye yardım yapamamaktadırlar. Bu sorunun da çözülmesi gerekir. Bütçe yapılırken, acil olarak bu sorun gündeme gelmeli ve valilik ödenekleri kat kat artırılmalıdır (100.000 lira valilik ödeneği, çok komik bir rakam. O insanlar o kadar para ile şehir idare ediyorlar ve mevcut vekillerin şahsi imkanları bile kendilerinden fazla. Devlet bir vekilin yıllık maliyetini hesaplasa sonunda üç sıfır daha bulacak. Devlet valisine güvenipte ödenek ayırmayacakta, kime ayıracak? Böylece fakirleri görerek ağlayan, fakat çözüm bulamayan valilerimiz muradına erişmiş olur. Ayrıca mevcut valilere acilen yetki artırımı lazım. Her iş için devlete yazı yazmak zorunda kalıyorlar. Zaman israfına sebep oluyor).

Yeni sistemde; hükümet tarafından atanan valiler tarihte yerini alır ve içlerinden işlerini güzel yapanlar hükümete dahil olur. Bir partiden "GENEL VALİ" olabilecek aday sayısı bellidir. Sadece devlet tecrübesine sahip insanlardan aday seçilir. Bir valilik yetkilisi, akademisyenler, belediye başkanları veya üst düzey bürokratlar herhangi bir partiden aday olabilir. Bir milleti, ünlüler değil, DEVLETİ BİLEN yönetmelidir. Bilen yönetmezse, cahil yönetir. Mesela Türkiye başbakanı, İstanbul'da belediye başkanlığı yaparken devlet yönetimini öğrenmiştir. Bilgi ve beceresini orada edinmiştir. Diğer vekiller devlet yönetimi için nerede eğitim almışlardır? Her hukuk okuyan devlet yönetimini bilmemektedir. Türkiye, Fransa'dan öğrendiği meclis sistemini bir türlü oturtamadı. Hala eski sistem çalışıyor, fakat meclis sistemi iş yükü olarak %5'in üstüne çıkamadı. Mevcut sistemde değişmesi gereken sadece "GENEL VALİ ADAYLARININ" tespit edileceği havuzdur. Aday olacak insanların istifa etmesine ise, hiç gerek yoktur. Çünkü halk seçilecek havuzdaki insanları zaten tanıyor, kapı kapı oy için dolaşmaya hiç gerek yoktur. Hiçbir basamak atlamadan, tepeden koyma vekil anlayışı son bulmalıdır. Yeni sistemde basamakları atlamadan "GENEL VALİ" olmak imkansızdır. Çünkü zirveye zıplayarak çıkılmaz, adım adım öğrenerek çıkılır.

Günümüz sisteminde mevcut valilerin devlet tecrübesi, yönetim tecrübesi ve eğitimleri mevcut vekillerden 100 kat fazladır. Mevcut sistemde valilerin şehirleri hakkında bildikleri, vekillerden 100 kat fazladır. Mevcut sistemde, sistemi ve çözüm yollarını bilen valilerdir. Milletvekillerinin büyük çoğunluğu bilgi sahibi değillerdir. Fakat ne yazık ki, meclislerde valilerin oy hakları yoktur. Bu nedenle mevcut valiler, her parti tarafından değerlendirilmelidir. Mevcut sistemde futbolcu veya aşiret reisleri vekil olabilmektedir. Fakat bu sistemde, işi bilenler "GENEL VALİ" olabilmektedir. Bir futbolcu, aşiret reisi veya benzeri bir insanın; eğitimi, becerisi ve yönetim tecrübesi nedir ki ülkeyi yönetiyor ve halkı temsil ediyor. Bütün halklar, günümüz valilerinin geçmiş oldukları devlet eğitimini öğrenmeli ve becerilerini görmelidir (Mevcut vekiller onların almış olduğu eğitimi bilmez, fakat ne yazık ki başlarında amir sıfatıyla bulunurlar). Akıl ile izahı olmayan mevcut sistemin, yenisi ile değiştirilmesi çok güzel olacaktır. Ne yazık ki, bütün partilerde vekil olmaması gereken birçok insan bulunmaktadır. Bu sistemde, her partinin genel valileri birbirini tanır ve arkadaşlık ortamı oluşur. Genel valileri, şehirlerinde tanımayan yoktur. Her şehirde en az 4 tane üye ve 1 tane genel vali olmalıdır. Fakat toplam seçilen üye sayısı bir şehirde 10 taneyi geçmemelidir. İçlerinden bir tanesi "GENEL VALİDİR", fakat Devlet Başkanı istediği zaman "GENEL VALİYİ", üyelerden biri değiştirebilir. Şehirlerinin sorunlarına birlikte çözüm ararlar. Muhalefet partisi, iktidar partisi ile kardeşçe çözümler üretir. Yılın 11 ayını bu şekilde değerlendiren genel valiler, kalan 1 ayını mecliste geçirir (Bu süre daha kısa olabilir, valilerin birbirini tanımalarına olanak sağlar). Bu ay kış aylarından biri olursa çok yerinde bir karar olur. Meclisteki çalışma odaları, genel valilerin ikamet edecekleri oda olur. 1 ay içinde çalışmalar tamamlanır ve şehirlerine dönerler. Çünkü bir yıl içinde olgunlaşmış fikirler yasa olacak şekilde masaya yatırılır ve yanlış yasa çıkmaz. Genel valilerin şehirde çalıştıkları yerler bellidir. İktidar ve muhalefet üyeleri, şehirde aynı binada bulunmaktadır. İktidar ve muhalefet üyeleri sorunları kardeşçe kendi içlerinde çözerler ve meclise yasa önerisi olarak olgunlaşmış fikirler gelir. Halk isterse randevu alarak kendileri ile görüşür ve genel vali sorunlarını dinler. Mevcut sistemde halk meclisin bulunduğu yere gelmek zorunda kalıyor. Mevcut sistem haberleşmenin zor olduğu dönemlerde kuruldu ve günümüz insanı için gereksinimleri karşılamıyor.

Oylama iki şekilde yapılır, gizli ve açık oylama. Gizli oylama istenirse mühürlü zarf kullanılarak yapılır ve bunun güvenliği devlet tarafından sağlanır. Açık oylama ise medya üzerinden dahi yapılabilir. Teknoloji çağında oylama işi çok kolay. Her oylama kişinin kendi yüzü ile kameraya oyunu söylemesi şeklinde de olabilir. Bu video devletin tahsis ettiği bir bilgisayar ile merkeze ulaşır. Bu bilgisayar başka hiçbir amaç için kullanılmaz ve ayrı bir odada durur. Bu bilgisayarı kullanmayı, genel valilerden başka hiçkimse bilmez. BAŞKAN, genel vali ve üyelerle bu bilgisayar üzerinden konuşur. Her iş için evrak düzenlemeye gerek kalmaz. Eğer bu sisteme geçiş yapılırsa, genel valiler ve üyeler hayattan kopuk yaşamazlar. Adeta bir robot gibi meclis koltuklarında dik oturmaya çalışan insanlar, güzel bir hayata kavuşmuş olur. Ve halkta seçtikleri genel valilerine kavuşmuş olur. Göreceksiniz ki birçok sorun, yasaya gerek kalmadan yerinde çözülecektir. Bu sistemin ilk yıllarında çalışan genel valiler, çok yorulacaktır. Fakat 10 senede yapacakları iş, 100 yıllık Türkiye tarihinde yapılana eşdeğer olacaktır. Ayrıca Türkiye'de uygulanan 3 dönem vekillik kuralı kalkmalıdır. Kendilerinin tecrübelerinden "GENEL VALİ" olarak yararlanmak gerekebilir.

Günümüz sistemlerinde çoğu ülkede Başbakan ve Cumhurbaşkanı ayrımı bulunmaktadır. Fakat buna hiç gerek yoktur. İki başlılığa yol açmaktadır. Bunun yerine tek bir BAŞKAN ve yanında yardımcısı olması gerekmektedir. Bakanlar ise aynı kalmalıdır. Mevcut başbakanın yetkilerini BAŞKAN'a devrederek yardımcı olması gerekmektedir. Bir bedende iki tane BAŞ olmaz. Her insanın bir tane BAŞI vardır. Sistem tek başkan üzerine kurulursa, tartışmaların çoğu ortadan kalkar. Fazladan seçim yapmaya gerek kalmaz. Çünkü durmadan seçim yapılması, halkı çok yoruyor ve tartışmalar dinmiyor. Bir BAŞ'ta iki parti olmaz. Koalisyon devri bitmelidir. Çünkü bir başı ve bedeni iki parti yönetemez. Beyinde işler hassas elektrik sinyalleri ile halledilir. İki parti birden aynı beyini yönetmeye kalkarsa, aynı hassasiyeti göstermeleri imkansızdır. Seçilen muhalefet üyeleri, genel valilerin yanında üye olarak kalırlar. Muhalefetlerini şehir içinde yürütürler.

Her iktidar partisi, kendi içinden seçeceği küçük bir kadroyu "MUHALEFET VALİLERİ" olarak adlandırmalıdır (Hiçbir ülkede mevcut muhalefet partileri, üzerlerine düşen görevi yapmamaktadır. Çünkü sayıları çok kalabalık). Bu kadro 10 kişiyi geçmemelidir. Bu kadro şehir şehir dolanıp sorunları, yasaların uygulanışını tespit etmeli ve internet sitelerinde yayınlamalıdır. Bu valiler direk devlet başkanına bağlı olmalıdır. Vekillerin yaptıklarını yerinde görmeli ve ani baskınlarla şehirleri denetlemelidir. Herhangi bir yetkisi olmayan bu valiler sadece sorunları tespit eder ve internet üzerinden paylaşırlar. Böylece çalışması güzel olan "GENEL VALİLER" ortaya çıkar. Hiçbir "GENEL VALİ" çalışmaktan kaçamaz. "GENEL VALİLER" göreve ilk geldiklerinde, sorunları ve ne kadar zamanda çözeceklerini bir kağıda yazarlar ve "MUHALEFET VALİLERİ" ilk baskınlarında bu kağıttakileri okur. "MUHALEFET VALİLERİ", okudukları bu kağıtları internet üzerinden rapor olarak paylaşır ve zaman tanırlar. Muhalefet valileri ilk 3 ay baskın yapmazlar. Akıllı olan "GENEL VALİ ADAYLARI" sorunları önceden hazırlarlar ve bu 3 aylık kısa süreçte rahat ederler. Daha sonraki gelişlerinde; hem kağıtta yazılı olanları, hemde diğer sorunları yerinde kontrol ederler. Fakat hiçbir bilgiyi "GENEL VALİLER" ile paylaşmazlar. Paylaşacakları yer internet üzerinde bir sitedir. Halk muhalefet valileri ile internet üzerinden iletişim kurar. Mevcut sistemde iktidar partisinin ömrü 4 veya 5 yıldır. Bu sistem bir kez denendikten sonra seçimler 10 yılda bir bile yapılabilir.

Bu sistem eğer meclisinize geldi ve çok tartışılıyor ise, biliniz ki milletvekillerinizde kaset korkusu var. Çünkü mevcut sistem ile bir araya toplanmış milletvekillerini, virüs ülke bir arada kasede çekti. Fakat yeni sistemde bunu yapmaları çok zor. Herbirini tek tek dolanmak zorundalar. Gizli oylamada mühürlü zarflara güvenmeyen insanlar çıkabilir. Kendileri için şu cevap yeterlidir, "Hiçbir ahlaklı insan vatanını satmaz, sahtekarlık yapmaz. Ancak şerefini satan insanlar sahtekarlık yapar!". Bir ülke kendi insanına güvenmiyorsa veya seçilmiş bir genel vali (milletvekili) vatanını satıyorsa, o ülkeye zaten ülke denmez. Savaş durumu hariç gizli oylamaya gerek yoktur.

Bir şehrin genel valisini veya üyelerini şantaj ile kontrol etmeye çalışanları, devlet bilmelidir. Cezaları ise ölüm cezası veya daha ağırı olmalıdır (Daha ağırı bütün ülkeye şantaj yapanı teşhir etmektir veya isimleri teşhir edilmeden kimliğine soyadı yerine ŞEREFSİZ yazmaktır. Hapis cezasına hiç gerek yoktur. O kimlik ile insanların içine bırakılmalıdır. Hakimlere ad ve soyad değiştirebilme yetkisi tanınsa ne güzel olurdu. Bir yasaya bakar, üstelik sahte kimlikle yakalanırsa ismi teşhir edilir!). Çünkü şantaj yapılan kişi, halkı temsil etmektedir. Şantaj materyalleri; internet üzerinden paylaşıldıysa, paylaşılan ülke anında bunları yoketmelidir. Çünkü buna izin veren ülke "ŞEREFSİZ" yakıştırması ile karşı karşıya kalabilir. Bir insanın çalışmaları eleştirilebilir, fakat rüşvet videosu bile olsa hiçbir yerde paylaşılamaz. Çünkü rüşvet sorununun çözüm yeri internet değil, hukuk sistemidir. Kişinin özeline ait gizlemek isteyeceği bilgiler paylaşılamaz. Her insanın özeli kendisine aittir, hiçkimseyi ilgilendirmez. Kişinin özeline değil, çalışmasına bakılır. Bir sorun var ise, hukuk sistemi bu sorunu çözer. Hukuk sistemi sorunları medya üzerinde değil, gizlice çözmelidir. Masumiyet karinesi her zaman korunmalıdır. Bir genel vali hapis cezası alsa dahi, halkın bunu bilmeye hakkı yoktur. Hiçkimseyi ilgilendirmez, kendisi hapse girer ve cezasını çeker. Cezası verilmiş ve hapiste çekecek olan insan, medya üzerinden bir kez daha cezalandırılamaz.

Yukarıdakiler yapılırsa; ülke "HÜKÜMET", "DEVLET", "VALİ", "YÖNETİM" isimlerini alabilir. Her meclisin en güzel ve hayırlı sistemi kurması dileği ile. Anayasa tek satır olursa, kalanı istenildiği gibi kanun olarak değişebilir. O tek satırda ise şu yazar "ALLAH-U EKBER". Bunu yapan ülkenin önünde hiçbir engel kalmaz. Tek satır yapmak istemeyen, diğer isimleri de sıralayabilir (Bunun için biraz beklerlerse bütün isimler kendilerinin önüne sıralı olarak gelecek). "ALLAH, ALİM, ADİL ..." şeklinde!

CENAB-I ALLAH HAYIRLI KILSIN!

HER İŞE BAŞLARKEN: ALLAH-U EKBER

Bir işe başlarken Allah-u Ekber ile başlarsanız ve devam ederseniz, mutlaka sonuca ulaşırsınız. Mesela toprağı ekeceksiniz, ilk kürek darbenizi vurmadan önce "Allah-u Ekber" deyiniz. Bir işe başlarken ettiğiniz duanın hemen sonrasında, ilk adımınızı atarken de hemen "Allah-u Ekber" deyiniz. Herhangi bir işe başlarken edilen ilk dua çok önemlidir. Daha sonra edilen duaların kıymeti ilk dua kadar olamaz. Duanın başında ve sonunda "Allah-u Ekber" derseniz, başarı şansınız çok yüksektir. Mesela Milletvekili (Genel Vali) veya Cumhurbaşkanı (Başkan) oldunuz. Yemin okumadan önce mutlaka "Allah-u Ekber" deyiniz. Yemin sonrasında yine "Allah-u Ekber" deyiniz. Sonrasında ilk duanızı ediniz. İlk dua önceden hazırlanmalı ve mutlaka hayırlısı olsun demelidir. Uykudan uyanınca da ilk sözünüz Allah-u Ekber olsun. Böylece gününüz güzel geçer. "Allah-u Ekber" sözü, ilk söz olmalıdır ve öncesinde dünya kelamı edilmemelidir. Bu sözle başladığınız takdirde, Cenab-ı Allah ve EMİR ismi her adımınızı izler ve yolunuzu açar. Açılışları unutmamak lazım, her açılışta önce Allah-u Ekber diyerek kurdela kesilirse güzel olur. Ardından duası zaten yapılıyor.

TOPLUMSAL OLAYLARA MÜDAHALE

Günümüzde toplumsal olaylara müdahale konusunda her ülkede zaafiyetler mevcut. Bir araya toplanmış kalabalığı sakinleştirmenin yolu, esprili birkaç polis memurudur. Bunu yaparsanız sinirler gider ve insanlar polisle savaşmaya çalışmaz.

Bir insana belli mesafeden taş atarsanız bu taşı farketmeyebilir. Fakat aynı mesafeden su serperseniz eğilir. Bunun sebebi ısınmış olan bedenin soğuk suyu algılamasıdır. Protesto gösterilerinde bulunan kalabalığın vücudu hareket ettiğinden dolayı, ısınmış durumdadır. Eğer kalabalığı soğuk su ile ıslatırsanız, vücuttaki elektrik boşalır. Fakat aniden gerilen kaslar ve sinirler, öncekinden çok daha fazla elektrik üretir. Sonuç olarak kalabalık daha da kızgınlaşır. Polisler bu konularda eğitimlidir ve eğer tazyikli su ile ıslatacaklarsa, genelde ayaklardan başlarlar veya göğüs kısmını hedef almazlar. Çünkü tazyikli su kalbi durdurabilir.

Polisleri kışkırtmak için kalabalık içinden birkaç kişi çıkar ve polislerin annelerine küfreder. Polislerin çoğuda bunu gururuna yediremez ve biber gazı kovanlarını protestocuların kafasına nişanlar. Fakat medya haber yaparken küfür kısmını görmezden gelir ve polisi suçlar. Küfür edenlere sormak lazım; karşılarına o polisin annesi getirilse, acaba aynı küfrü annesine de söyleyebilir mi? Polislerin birilerini dövme görüntülerinin arkasında yatan sebep küfürdür. Bunu hiçkimse görmez, çünkü gören solcu olamaz. Fakat artık solcuların görmesi gereken birşey var: Karşınızdaki polisler birer insan ve onlarında sağcıları, solcuları mevcut. Annelerini olaya karıştırmayınız ve hiçbirisine küfretmeyiniz. Ekmek parası için o küfürlere katlanıyorlar. Ve gururlarının aldığı yara o kadar büyük ki; ruhları "ben o ekmeği almak için anneme küfür yedim" diyor. Biraz insaflı olunuz ve meselenin büyüklüğünü anlayınız.

Protesto gösterisi yapmak yerine, kalabalık bir araya toplansa ve topluca yürekten dua etse; sonuca çok daha kısa sürede ulaşır.

Toplumsal olaylara müdahale etmek için günümüzde yeni araçlar geliştirilmiştir. Bunlardan bir tanesi deccaliyet üretimi olan ve "Elektro Manyetik Radyasyon" yayan zırhlı araçtır. Kısaca EMR cihazı diye anılır. Bir küçük modeli olan ve el ile tutulan silah şeklinde görünüme sahip olanıda mevcuttur. Deccaliyetin (illüminati) sembolü bir piramit üzerinde bulunan ve ağlayan gözdür. Bunun sebebi sizin herşeyinizi görüyoruz demektir (Gözümüz heryeri görüyor diyorlar). Deccaliyet, yüz yıldır bu teknolojiye sahiptir. Birinci dünya savaşını çıkarmalarının sebebi budur. Baba deccal bu güce sahip olduktan sonra, "I'm GOD" demiştir. Deccaliyetin dünyanın çeşitli ülkelerinde merkezleri mevcuttur. Bu merkezlerden en başta gelenleri şunlardır: "İstanbul, Zürih, Samara, Londra, Newyork, Tokyo, Paris, Berlin". Bu merkezlerde her zaman hazırkıta adamları bulunmaktadır. Evinizde EMR yayan bir cihaz varsa (mesela televizyon); dışarıdan evinize 200 metre yaklaşan bu ekip, bütün özelinizi duvarlar arkasından kayıt altına alır. Çünkü bir televizyon veya monitörün yaydığı EMR, duvarlar arkasından kamera ile çekim yapmak için yeterlidir. Çünkü havada bulunan EMR, sizin ve eşyaların görüntüsünü net olarak çıkarır. Birçok insanın eşleri ile olan yatak odası görüntülerini ve banyoda yıkanırken görüntülerini kayıt altına bu şekilde almışlardır. Kayıt altına alınan bu görüntüler, saklanır ve ileride şantaj amaçlı kullanılır. Deccaliyet bununla yetinmemiştir. Evinizdeki her elektronik alette bir radyo verici bulunmaktadır. Bilgisayarlar, cep telefonları, IPhone, IPad gibi aletler, buzdolapları vs. her aletin üzerinde aynı düzenecek mevcuttur. Evinize yaklaşan ekip bu düzeneğin çalışması için bir komut gönderir ve evinizdeki bütün sesleri bu şekilde dinlerler. Eğer IPhone veya cep telefonunuz varsa, oturdukları yerden ortamdaki sesi dinlemeleri için bir engel yoktur. Bunu internet bağlantınızı kullanarak yaparlar. IPad veya Laptopların üzerindeki mikrofon yazılımsal olarak açılırsa ve sesiniz internet üzerinden bir istihbarat örgütüne gidebilir (Bunu yapan çok istihbarat örgütü var). Yani ortamdaki sesi elinizde para ile satın aldığınız alet kendilerine iletir. Deccaliyet haricinde her ülkede, aletlerin üzerine radyo verici koyma alışkanlığı bulunmaktadır ve bunu istihbari amaçla yapmaktadırlar. Fakat deccaliyet bununla da yetinmemiştir. Toplumsal olayları bastırmak için geliştirildiği söylenen zırhlı EMR araçları, yaydıkları EMR ile bütün bir şehri kaplarlar. Şehri EMR kapladıktan sonra, uydudan bütün şehrin yatak odaları topluca kaydedilir. Bu kayıt işlemi günler, haftalar ve aylar sürebilir. Çözünürlüğü yüksek kameralar kullanılmaktadır. Topluca kaydedilen şehirdeki insanların özel hayatı, daha sonra görüntüler bölünerek şahıslara şantaj maksatlı kullanılmaktadır. Fakat sadece yağmur yağarken çekim yapamazlar. EMR ile çekim yapılmasını istemeyenler, mutlaka Faraday kafesi ile önlem almalıdır. Metal içerikli boyalar ile ev boyanır ve özel perdeler ile faraday kafesi tamamlanmış olur. Böyle evlerde cep telefonları çekmez.

Türkiye'de gezi parkı olayları çıkarılmış ve biber gazı stokları bitirilmek istenmiştir. Çünkü hükümet, zırhlı EMR araçlarını satın almak istememiştir. Bu nedenle olaylar dinmek bilmemiştir. Bu araçları satan şirketin adı "Mesan A.Ş." dir. Bu şirketin adı özeldir ve MASON kelimesinin Türkçe okunuşudur. Hükümet çok dikkatli olduğu için gezi parkı olaylarını bastırmış ve biber gazından vazgeçmemiştir (CNN televizyonu saatlerce yayınladı ki, hükümet gitsin. Çünkü deccaliyet hükümete zırhlı EMR araçlarını kabul ettiremedi). Fakat halk oyuna gelmiştir. Çünkü sokaklardaki kalabalığın çoğunluğunu sahte kimlikle gezen Ermeniler oluşturmakta idi (kendilerinin bedenini şeytan kontrol ettiği için kızmayınız). Gezi parkı olayları sırasında ölenler de olmuştur. Fakat olayları kim başlatmış olursa olsun bütün suçu asla kendilerine yüklemeyiniz. Çünkü hiçkimse size insan öldürün dememiştir. Oradaki kalabalığın ve ölenlerin de suçu büyüktür. Mesela polise atılan koskoca bir kaldırım parçası o polisi öldürür. Kişinin ruhu can havliyle silahına davranmasını sağlar ve ne kadar soğukkanlı ise o kadar dikkatli ateş açmasını sağlar. Eğer kurşunlardan biri taş atan birine denk gelmişse, bu taş atanın suçudur. Sebebi ise, hiçbir polisin ruhu o büyüklükteki taş karşısında olduğu yerde duramaz. Ruh der ki, ölmemek için korkutman lazım. Fakat kendisi de korku içindedir. Ve olan olur. Taş atan kurşunu yer. Polisin hiçbir suçu yoktur. Ruhuna o duygular içerisinde hükmetmesi imkansız denecek boyutta zordur. Hiçkimse bir polisin o durumda soğukkanlı olmasını beklemesin, çünkü olamaz. Çünkü ruh öleceğini anlarsa, hemen kendiliğinden savunmaya geçer. Günlerce uykusuz kalmış bir bedenin kontrolü de çok zordur. Polislerimize taş atmayınız, atarsanız gelecek karşılıktan siz sorumlu olursunuz. Ahirette mizan kurulur ve suçlu o polis olmaz. Fakat siz burada o polisi hapse atarsanız, üstüne bir suç daha işlemiş olursunuz. Polislerin toplumsal olaylardan sonra kemikleri kırılmaktadır ve bunu kimse bilmez. Sadece protesto edenlerin yaralananlarına bakılır, oysa ki o poliste halktan biridir. Kimi sağcı, kimi solcu...

Bir insanı öldürürseniz, canı gider ve kader değişir. Kader bir gülümseme ile bile değişir. Bir gülümseyiş bütün dünyayı değiştirebilir. Kelebek etkisi yapar. Fakat ölüm olayında ciddi oranda değişir. Eğer birini öldürdüyseniz ve büyük pişmanlık duyuyorsanız, birini yaşatın ve o pişmanlıktan kurtulun. Bir gülümseme bile insanı yaşatır! Eşinizi seven ve sevgi ile gülümseten biri iseniz, çocuğunuz öyle sevgi içinde doğar. O çocuk dünyayı değiştirir.

Deccaliyet ekiplerinin elindeki bir diğer güç ise görünmezlik giysisidir. Bu giysi özeldir, içinde su ve en iç katmanda kimyasal bir reaksiyonla yumuşatılmış molibden veya zirkonyum bulunmaktadır. Bu ekip bu nedenle gizli olan heryere giriş çıkış yapabilir. Bunu engellemenin yolu ise, girilmesi sakıncalı binaların camlarını insan giremeyecek büyüklükte yapmaktır. Ayrıca kapı girişine yakın mutlaka FISKİYE ve HAVUZ konmalıdır. Fıskiyeden fışkıran su eğer görünmezlik giysisi olan kişiye denk gelirse, kişinin şekli ortaya çıkar. Gizli belgelerin bulunduğu odaların kilitli iki kapısı olmalıdır. Birinci kapıdan giren kişi önce birinci kapıyı kapatır ve kilitler, sonra dar bir alanda ikinci kapı önünde bekler. Birinci kapı kapandıktan sonra ortamı el ile kontrol edebilir vaziyettedir ve yanında kimse olmadığından emindir. Daha sonra ikinci kapıyı açar ve gizli belgelerin olduğu yere giriş yapar. Deccaliyetin özelinize girmesini istemiyorsanız, önlemlerinizi alınız. Deccaliyet ekibi, ayaklarının altında zıplamak için yay olduğu için kolay kaçabilmektedir.

Hasan Mezarcı'ya yazık oldu. Doğruları söylediği için o hale soktular ve onun ağzından istediklerini yazdılar. Her insan eşi ile yatak odası görüntülerinin paylaşılmasını kaldıramaz. Şantajın bu kadar aşağılık versiyonu. Birçok devlet büyüğünün yatak odası görüntüleri ellerinde var. Yöneticilik basamaklarını tırmanırken bu görüntüler deccaliyetin ekipleri sayesinde alınıyor. Görüntüye alırken, çekim yaptıkları noktayı; buat veya lambaya denk getiriyorlar ki, görüntü yayınlanınca gizli kamera sanılsın. Oysa ki, eve hiç kamera koymadan yapıyorlar bunları.

Evlere girecek kuş şeklinde, böcek şeklinde kayıt cihazları ve kameralar mevcut. Çoğu istihbarat örgütünde bu tip aletler var. Korunmanın yolu çok dikkatli olmak ve çocuklarınızı bilgilendirmek.

İSTİHBARAT

Ülkeler göğüs göğüse savaşırken, bir tarafın diğer taraftan bilgi elde edinmesinde sakınca yoktur. Çünkü edindiği bilgi, savaş hakkındaki bilgilerdir, yatak odası görüntüleri değildir. Fakat ortada savaş yok iken birilerinin özelini araştırmak ve bunu istihbarat olarak adlandırmak yanlıştır. Çünkü bütünü ile kul hakkıdır. Suç işliyor dahi olsa, kul hakkıdır. Çünkü İslamda, bireylerin özeli saklı tutulmuştur. Keza ülkelerin sırları da, kendileri için özeldir ve saklıdır. Eğer özellerine saygı göstermezseniz, büyük günaha girmiş olursunuz. Her ülke istihbarat adı altında özel bilgileri saklamakta ve çok büyük günah işlemektedirler. Ülke içinde suçu önleme amacı ile saklanan bilgiler haricinde, istihbarat toplamanın ve insanların geleceğinin karartmanın anlamı yoktur. Bu polisin görevidir.

Hiçbir konsolos veya büyükelçi, gizli istihbarat toplayarak devletine göndermemelidir. Ülke hakkında görüşlerini bildirebilir, fakat özellerini araştırmaya hakkı yoktur. Bir konsolos veya büyükelçinin, çalıştığı ülke hakkındaki izlenimleri ve görüşleri gizlidir. Bu bilgiler aynı zamanda her devlet için çok önemlidir. Bunlar istihbari nitelik taşımayan izlenimler ve şahsi görüşlerdir. Konsolos raporunu hazırlarken, kişilerin özellerine riayet etmeli ve iyi olanları yazmalıdır. Beğenmediği kısımları ise, şahıs ismi vermeden eleştirmelidir. Böylece ülkesine verdiği raporda, gerekli olanları zaten belirtmiştir. Çünkü ülkeye iyi olanların isimleri lazımdır. Kötüleri bilmesine gerek yoktur. Bu raporlar gizli kalabilir ve konsolosun devletine gönderdiği raporlar olarak değerlendirilebilir. Fakat ikinci bir wikileaks olayı yaşanmamalıdır. Bundan sonra; benzeri bilgileri servis eden ve kendi üzerinden servis ettirenlere, "ŞEREFSİZ" damgası vurulmalıdır.

İnsanların; zina yapıyor olsa dahi özelini kaydetmek, hiçbir insani değere sığmaz. Çünkü bir insan hata yapabilir ve sonrasında hatasından dönerek doğru yolu bulabilir. Siz hata yaptığı an kayda alırsanız, o insanın geleceğini karartmış olursunuz. Her insan mutlaka hata yapar ve bunları mümkün olduğunca örtmek lazımdır. Dünyanın istihbarat virüsünden bir an önce kurtulması gerekmektedir. İnsanlar, erkek gibi savaşmayı unuttu. Kardeşliği zaten unutmuştu. Acaba birisi istihbarat toplayan kişinin yatak odasını kaydetse ve önüne koysa ne hissederdi. İlgililer aşağıdaki maddeleri okusun ve ne yapılması gerekiyorsa yapsınlar.

* Amerika ve virüs ülke yapımı router, firewall çözümlerinin çoğu deccaliyetin truva atı.
* WinRAR kullanırsanız, Rusya bilgisayarınıza program açıkken rahat rahat girer. Fakat her bilgisayara girmezler, sadece gerekli olanlara. WinRAR yazılımı, çok güzel bir yazılım ve kategorisinde rakibi yok. Neden o amaçlı kullanıyorsunuz.
* Birçok yazılım firması Mossad'a aittir ve birçok yazılım aynı zamanda Mossad'ın trojanıdır. Siz hala Skype'mı kullanıyorsunuz? Bütün konuşmaları virüs ülkeye kaptırdınız demektir.
* Windows işletim sistemi kullanan bütün bilgisayarlara CIA elini kolunu sallayarak girer.
* Facebook, twitter, google, yahoo vb. bütün siteler istihbarat örgütlerinindir.
* Facebook veya diğer sosyal portallar vasıtasıyla, insanların bilgilerinin aşağılık deccaliyet tarafından toplanması engellenmelidir.
* Mail hesabınız kendi ülkenizden olsun. Maillerin tamamı depolanır, hiçbiri silinmez, istihbari amaçlı olmak üzere saklanır.
* SMS mesajları silinmez, istihbari amaçlı olmak üzere saklanır. Türkiye'nin bütün SMS'lerinin kopyası neden virüs ülkeye gidiyor. Diğer ülkelerdede benzeri sorunlar mevcut.
* Telefon görüşmeleri silinmez, istihbari amaçlı olmak üzere saklanır.
* Google aramalarınıza kadar kaydeder, istihbari amaçlı olmak üzere geçmişinizi saklar.

İlgililerin anlaması ve insan olması dileği ile. Yukarıdaki hiçbir ülkeyi suçlamayın, çünkü hemen hemen bütün ülkeler aynı şekilde istihbarat topluyor. Bu yazıdan sonra inşallah hepsi temizlenir ve dünya düzene girmeye başlar.

Önce bütün istihbaratlar silinir ve insanlar eğitilirse ortada suç kalmaz. Çünkü suça sebep olan, istihbaratın ta kendisi ve insanlar farkında değil. Yatak odası kayıtları ve özel konuşmaların temizlenmesi dileği ile. Siz Cenab-ı Allah'a güvenir ve silerseniz, o sizi kimseye ezdirmez. Eğer virüs ülke gibi ülkelerden hala korkunuz varsa, isteyenler yumuşak geçiş yapsınlar ve parça parça temizlesinler.

ALLAH-U EKBER!

Not: Diğer ülkelerdeki muhataplarınızın doğum günlerini istihbari olarak saklasanız ve onlara doğum günlerinde sürpriz hediyeler gönderseniz ne güzel olurdu. Ama her sene herbirine değil, sürpriz olmalı! Sürprize cevapta sürpriz olmalı. Bir kişiye 100 tane hediye verirseniz kıymeti kalmaz. Az olsun ama ruhuna hitap etsin, ölene kadar saklasın. Ve benzeri hediye sadece birkaç kişiye verilsin ki, kıymeti olsun. Düşünsenize, Rusya diğer ülkedeki kardeş şehrine, kocaman bir matruşka hediye etmiş ve başkentine koymuş (Dikkat ediniz: İnsan büstü değil, bir simge hediye olarak seçildi). Ne kadar güzel olurdu, çünkü o hediye o şehrin insanının kalbine konuldu. Fakat kıymetli olması için, aynı yere verilen hediye birkaç taneyi geçmeyecek ve aynı hediye heryere verilmeyecek. Öyle bir hediye olacak ki, sonraki bütün nesiller sizi unutamayacak. O kadar güzel olacak. Bu tip bir hediye barışmak istediğiniz zaman da verilir. Kırdıysanız özür dilerken de verilir. Sevgi göstermek için de verilir.

Doğum günü örneği verildi, fakat neleri saklamanız gerektiğini anladınız. Bir devlet başkanına verilen hediyelerin ülke adına saklanması, utanç verici bir durum. Kişiye verilen hediye, kişiye aittir. Yasa çıkararak bunu kişinin para ile satın alması hiç hoş değil. Merak etmeyin o kul hakkı değil. Hediyeleşmek güzeldir. Her hediye bir hatırayı barındırır. Hatıralar, para ile satın alınmaz. Hediyeleri haberlerde dillendirmek ve bunun üzerinden siyaset yapmakta utanç verici bir durum. Bunun sözü edilirse, hediye veren kişi üzülür. Lütfen basın mensupları özele saygı göstersinler ve böyle şeylerin haberlerini yapmasınlar. Basın mensupları, özele girmediği sürece özgür olmalıdır. Yoksa kul hakkının en büyüğüne giriyorlar ve adına basın özgürlüğü diyorlar. Paparazzilik adında bir meslek dalı yoktur. Ayıptır!

GÜNÜMÜZ SAVAŞLARI

Tankın üstünde oturan düşman askerini, uzaktan dürbün ile nişan alarak öldürmek ne kadar erkekçe? Sonra önüne birkaç tane AYET koyarsanız büyük savaşçı oluyorsunuz. Ninemde eline o silahı alır ve o dürbünle uzaktan o askeri vurur. Erkek olan göğüs göğüse ve silahsız çarpışır. Bunu yapamıyor ve uzaktan vuruyorsanız, kibrinizi çektiğiniz keskin nişancı videoları ile göstermeyin. O tür savaş; ERKEK savaşı değil, kalleşçe savaş türü. Karşı taraf aynı şekilde savaşıyorsa, sizler aynısını yapmayın. Yoldan geçen aracı, yola bomba döşeyerek havaya uçurmakta ERKEKÇE savaş türü değil. Ancak karşısındakinden korkan bunları yapar ve havadan bomba yağdırır. Korkmasa niye karşısına çıkmıyor? Virüs ülkenin, çocukları o şekilde öldürmesi ne kadar erkekçe değil mi?

Eskiden tüfenkle veya kılıçla savaş bile göğüs göğüse yapılırdı. Tüfek kullanmak bile doğru değil ama her iki tarafta aynı silahları kullanırdı. Silahsız insanlar cephede olmazdı. Savaş cephede yapılırdı. Yaşlılar, kadınlar ve çocuklar savaştan böyle etkilenmezdi. Her iki tarafta düşmanını bilir ve görürdü. Kaybeden, kaybettiğini kabul eder ve çekilirdi. Tam erkekçe olmasada, ŞEREFİ ve NAMUSU VARDI savaşmanın. Savaşmanın bir kuralı vardı. Bütün kurallar yerini KALLEŞLİĞE bıraktı. Karşınızdaki KANCIKLIK yapıyorsa o adı alır, siz de öyle savaşırsanız sizde KANCIKLIK yapmış olursunuz. Yazıklar olsun!

İslam adına savunmasız papazların boğazını kesenler de kendilerine ERKEK diyorlar (tamamı deccaliyetin örgütü). İşte bu kadar erkekçe savaşlar günümüzde yaşanıyor. Nerede kaldı o eski savaşlar. Keşke bütün savaşlar dursa, isteğimiz o. Fakat günümüz savaşları tamamen KANCIK savaşı olduğu için, bunları yazma gereği duyuldu. Ülkenize KANCIK ismini yazmak istemiyorsanız, bu savaş türlerinden ve savaşlardan uzak durun. Atalarınız böyle değildi (Bu söz bütün ülkelere idi). Kalleşçe savaşıyorsunuz, bari gizleyin de rezil olmayın.

Bazıları yeni savaş türü geliştirdi, adı istihbarat savaşı. En adi savaş türü. Şerefi olan öyle savaşır mı hiç? Birinin sesini kaydetmek, o insandan laf taşımaktır. Cenab-ı Allah laf taşıyanları sevmez.

Namludan çıkan kurşunun adı erkeklik oldu. Oysa ne güzel demiş atalarımızdan biri: TÜFENK İCAT OLDU, MERTLİK BOZULDU! (Günümüz istihbarat savaşlarını bilse ne derdi acaba?)

ERKEK OLAN RUH İLE SAVAŞIR!

PARA POLİTİKALARI

Para iki türlüdür. Bir türü kağıt, diğer türü metaldir. Metal para, basıldığı maden değerindedir. Mesela 10 kuruşluk maden kullanarak 10 kuruş basarsınız. 1 lira değerinde maden kullanarak 1 lira basarsınız. Kuruşun madeni ne değerde ise, kuruşun üstüne o yazılır. Kağıt parada ise durum farklıdır. Mesela 100 ton altınınız var (başka değerli madenlerde olur, mesela platin). Bunu el ile gezdirmek riskli olduğu için kağıt para kullanmak zorundasınız. 100 ton kağıt para ile ne kadar para edecekse, ülke karar alır ve o kadar kağıt para basar. Normali böyledir. Böyle olmasa hayali para basmış olursunuz.

Günümüzde bu kurala uyan ülke sayısı çok az ve hazinede ALTIN OLARAK karşılığı olmadan para basıyorlar. Karşılığı olmadığı için paranın değerinin düşmesi gerekiyor. Çünkü aynı miktarda altını, kağıt olarak tekrar parçalara bölmüş oldunuz. Fakat düşmüyor, çünkü bunu yapan ülkeler gizliyorlar. Sonra bu paralar büyük zenginlerde toplanıyor. Zenginler bu paraları İsviçre'ye yatırıyor (İsviçre ismi örnek ülke olarak zikredilmiştir). İsviçre'de kasada saklanan bu paralar kullanılmadığı için paranın değeri düşmüyor. Normalde o kadar parayı İsviçre'den çıkarmak isteseniz, hiçbir ülke kabul etmez. O paraya güvenmez ve o paranın adı "KARA PARA" olur.

Örneğin; eğer bir ülke kasasında altın olmadığı halde para basıyorsa, kendisini güçlü göstermek zorundadır. Bunu yapmak için durmadan savaş açar. Başka türlü ayakta kalma şansı yoktur. Çünkü ülkelerden biri kendisine demiştir ki; ya bu paraların karşılığı olan altını ver ya da bu paraları dünyanın gözü önünde kağıt olarak yakarım. Bunu bilen ülke sessiz kalmayı tercih etmiş ve o ülkeyi savaşa çekmek için elinden geleni yapmıştır. Günümüz ortadoğusunda dönen savaşların arkasında petrol ve para vardır.

Bu meseleyi anlamanız için bir örnek daha vermekte yarar var. Diyelim ki, bir ülke kağıt para olarak 100 milyar dolar biriktirdi. Bu paranın altın olarak karşılığını biriktirdiği para birimine sahip ülkeden isteyebilir. İstediği anda o ülke kasasındaki altını vermek zorundadır. Fakat kasasında o kadar altın yok ise, o ülke batar. Bir ülke bunu bildiği için kasasındaki dövizler ile altın satın almış ve kasasına koymuştur. Fakat bunu gizleyerek yapmıştır ve ayın 17'si operasyonu ile bu engellenmeye çalışılmıştır (Masonlar çok sever 17 sayısını, bütün süikastlerini 17, 19, 23 sayılarına denk getirmeye çalışırlar). Çünkü insanların dişi ve tırnağı ile artırıp kasasına koyduğu parayı, insanlarını korumak için altına çevirmek istemiştir.

Örneğin; Bir ülke, bir başka ülkeyi sevmez. Çünkü başka ülkeden birileri o kadar parayı nerede ürettiyse, Lübnan'da herkese dağıtmıştır. Bunu yapana SAHTEKAR veya KALPAZAN denir. Fakat deccaliyetin o işi yapan başka ülkeli sahtekarları yönettiği hesaba katılırsa, başka ülkeyi suçlayamayız.

Eğer altınlarınızı yer altında saklarsanız, birileri yer altından gelir ve o altınları çalar. Yer altından günde 1 kilometre kazarak ilerleyecek teknoloji birçok ülkede var. Deccaliyet bunu birçok ülkeye yapar ve hiçbir ülke çaktırmaz. Altınların saklandığı bina yer üstünde ve şehir içinde olursa, hiçkimse o altınları çalamaz. En güzel altın saklama yeri, yer üstünde başkanlık sarayının yanında bir binadır. Güvenliği alırsanız sorun kalmaz. Fakat afet durumları için paraları hızlı aktarabilecek bir sisteminizin olması gerekir. İkinci seçenek altınları deniz altında saklamaktır. Fakat buna hiç gerek yoktur.

Örneğin; bazı arap aileleri, paralarını Türkiye'ye yatırmıştır. Fakat hükümet bir yasa ile 10 yıl işlem görmeyen hesaplara el koyacağını söylemiştir. Çünkü eğer bir para sizin bankanıza yatıyor ve işlem görmüyorsa, faizden para kazanmak içindir. Var olan para, durmadan faiz ile katlanmaktadır. Hiçbir işlem yapmadan ve piyasada hiç kullanılmadan, para çoğalmıştır. Bu para haramdır. Çünkü FAİZ HARAMDIR!

Bir ülkeyi sevmeyen çok zengin bir insan, eğer sevmediği ülke altın karşılığı olmayan kağıt para basıyorsa; 100 milyar dolar değerinde o ülkenin kağıt parasını biriktirip altın olarak karşılığını o ülkeden isterse, o ülkeyi batırır. Üstelik bunu yapmak için bir kişi yeterlidir.

Deccaliyet paraya güvenmez. Piyasadan altınları toplar ve ülkeleri batırmak için bunu koz olarak kullanır. Bunu hiçbir ülke vatandaşına söylemez. Parasının değeri düşsün istemez. Fakat bu tür durumların halk ile paylaşılması gerekmektedir. İnsanoğlunun deccaliyetin çaldığı altınları, deccaliyetin elinden almaya hakkı vardır. Çünkü yer altından çalan, ta kendileridir. Aldıkları kağıt paraları da altına çevirerek insanları uyutmaktadırlar. Buna önlem alması gereken birçok ülke mevcuttur. İsimleri zikredilmemiştir.

Devlet olmak bazı sorumluluklar gerektirir, karşılığı olmayan para basmamak gibi sorumluluklar. Bazı ülkelerde ise, altın olmasa da kağıt para basma yolunu seçmiş ve kendilerini zora sokmuşlardır. Bu bugüne kadar böyle gelmiştir. Sistem düzelene kadar, hiçbir ülkenin diğerini batırmak için ALTIN İSTEME HAMLESİ yapmaması gerekmektedir. Ayrıca sistem düzelene kadar her ülkeye zaman tanımak gerekir. Ülkelerin insanları ise, ülkelerini zora sokmamak için kendi para birimlerine güvenmelidir. Eğer güvenmezse ülke batar ve sorumlusu güvenmeyenler olur.

Mesela Amerika'da para basımını deccaliyet yapmıştır. Bunu engellemek isteyen Kennedy kardeşlerin ikisi de süikast sonucu deccaliyet tarafından öldürülmüştür. Süikaste şahit olanlarda öldürülmüştür. Kennedy kardeşleri karalamak için isimleri, Marilyn Monroe ile aşk dedikodularına karıştırılmıştır. Daha sonra Marilyn Monroe'e de deccaliyet tarafından öldürülmüştür. Aşk dedikoduları tamamen yalandır. Deccaliyet; Marilyn Monroe'yi de öldürmüştür ki, hiçkimse gerçekleri öğrenemesin. Deccaliyet eğer bir insanın açığını yakalarsa şantaj yapar, yakalayamazsa iftira atar veya öldürür. Bu şekilde attıkları iftira sayısı çok fazladır bu nedenle medyadan duyduğunuz yalanlara inanmayınız. Gözünüzle görmeden hiçkimsenin aşk dedikodusu haberlerine inanmayınız. Çoğu deccaliyetin iftirası. Bunu şahsı gözden düşürmek için çok yapıyorlar. Amerika'da deccaliyete çalışmadığı için uyuşturucu iddiası ile tutuklanıp uzun yıllar hapse mahkum olan birsürü insan var (sanatçılar dahil). Birçoğu da çocuklara tecavüz ettiği iftiralarına maruz kaldı. Benzeri birçok iftirası var deccaliyetin. Mahkemedeki birçok hakim dahil deccaliyete çalıştığı için, istediklerini hapse atıyorlar. Hakimlerinde çoğu şantaj kurbanı. Kurbanlar bunu bildikleri için kendilerini savunma ihtiyacı dahi duymuyorlar.

Para politikalarının yazılma sebebi, bazı ülkelerin üstü kapalı şekilde anlamasını sağlamaktır. Çünkü altın karşılığı olmadan basılan paralar, birçok insanı ve ülkeyi mağdur etmektedir (Afrika'yı aç bırakmaya hiçkimsenin hakkı yok, çünkü hepimiz kardeşiz. Kardeşler birbirini batırmaz, fakat uyarı yapılmazsa hiçkimsenin düzelmeye niyeti de yoktur. Bir ülkeyi kurtaracağım diye, diğer bir ülkeyi batırmak bizlere yakışmaz). Bunun olmaması için ülkeler şu sözü referans almalıdır: "NEYSE O".

ESEN KALIN!

BANKACILIK SİSTEMİ

Günümüzde bankacılık isminde bir sektör bulunmakta. Tamamen faiz ile para kazanma anlayışına sahip bu sistem, insanoğlunun kanını emiyor. Normalde bankaların sadece tek bir amaca hizmet etmesi gerekiyor. Para yatırma ve çekme işlemleri. Her ülkede devlete ait böyle bir banka olması, insanlara hizmet açısından faydalı görülebilir. Fakat bankalar her tarafı sarmış durumda ve sizlere kredi vererek hizmet ettiklerini söylüyorlar. Oysa ki, paranızdan para kazanma derdi ile kurulmuş olan bankalar; hiçbir iş yapmadan bedavadan para kazanıyorlar ve sizleri sömürüyorlar. İslam'da faiz HARAMDIR.

Bankacılık sistemini dünya düzenine sokan, deccaliyet isimli örgüt. Bu örgüt bankacılık sistemi sayesinde bütün para musluklarının başında duruyor. Mesela Türkiye'de İş bankası adında, simgesi dolar olan bir banka var. Allah yerin dibine batırsın. Sözde devlet bankası fakat iki türlü hesap tutuyor. Deccaliyetin para hesapları aynı bankada ve devlet kendi bankası olmasına rağmen denetleyemiyor. Çünkü sistemi öyle kurmuşlar ki, devlete gösterilen hesaplar ile arka planda sakladıkları hesaplar farklı. Hal böyle olunca devlet eli ile devlete düşman olan örgütlere para aktarıyorlar. Hemde göz göre göre. Çoğu ülkede benzeri mevcut. Allah yerin dibine batırsın, paralarını da, bankalarını da. İnsanlar kurtulsun, fakat bankaları batsın. Amin. Allah-u Ekber.

BİZE HELAL OLAN YETER!

VERGİ SİSTEMİ

Günümüz dünyasında vergi sistemi her ülkede yanlış uygulanıyor. Çünkü vergi dilenci gibi toplanmaz. Vergi devletin hakkıdır. Devlet olan her ülke yepyeni bir vergi sistemine geçmelidir. Devlet asla ve kata vergiye muhtaç olamaz. Şahıslar ve şirketler vergi vermeseler dahi, devlet güçlü olmak zorundadır. Günümüzde her ülkenin arazileri, devlete aittir. Devlet elindeki bu gücü güzel kullanmamakta ve vergi yolu ile para toplamaktadır. Normalde vergi oranı 40'ta 1'i geçmemelidir. Devletler sadece belirli iş kollarını tutmalıdır. Bu işleri başka hiçbir şirket yapamamalıdır. Kalan bütün işleri şahıslar yapabilir. Devlet arazi, enerji, ulaşım, iletişim güçlerini elinde tuttuktan sonra hiçbir şahsın vergisine ihtiyaç duymaz ve vergi toplamak zorunda kalmaz. Şahıslara verilecek arazi, günümüzdeki şartlara tabi olmalıdır. Fakat iş yapmak için tahsis edilen arazi heryerde devletin olmalıdır. Asla hiçbir şirket arazi sahibi olmamalıdır. Çünkü araziler şahısların olursa, şahıs o araziyi ekmez ve yıllarca bekletir. Arazi neden bomboş beklesin. İsteyen eksin ve yiyeceğini o boş arazilerden elde etsin. Bu sisteme geçiş yapılırsa, göreceksiniz ki devletler vergi sistemlerini kenara koyacaktır.

Bir şirket düşünün ki, birçok satış yapıyor. Şirket patronları da birçok kişisel harcama yapıyor. Devlet, kişilerin şahsi harcamaları dahil incelemek zorunda kalıyor ve istemeden özel hayata girmiş oluyor. Buna ne gerek var? En güzel sistem, GÜÇLÜ DEVLET SİSTEMİDİR. Devlet dört büyük gücü elinde tuttuktan sonra; vergisini isteyen verir, isteyen vermez. GÜÇLÜ ŞİRKET SİSTEMİ artık tarih olmalıdır.

MEZAR, CAMİ VE OKUL

Herkesin uğrayacağı bir durak olan mezarlıklar, insanı türlü duygulara sürükler. Birçok ismi yaşar insan mezarlıklarda. Ayrılığı yaşar, hüznü yaşar, hasreti yaşar, yaşarda yaşar... Fakat yazıda anlatılacak olan ölüm değil. Ölü ve mezarla alakalı.

Ölülerin yakılması, cesede yapılmış en büyük saygısızlıktır. Ölüler yakılmaz ve gömüldükleri yer, mümkün olduğunca bellidir. Mezarın yerinin belli olması, bazı duyguların yaşanması için gerekli ve faydalıdır. Ölülerin tabut ile birlikte gömülmesi doğru değildir, çünkü herhangi bir sel esnasında tabutlar yeryüzüne çıkar. En güzeli kefen ile birlikte toprağa gömmektir. İslami olarak doğru ve geçerli olanı budur.

Hayal edin, öldünüz ve Cenab-ı Allah sizi 100 metre ileride yeniden yarattı. Elbiselerinizi giyindiniz ve cesedinizin başına geldiniz. Hayal edin, o cesedi alıp toprağa verebilecek misiniz? Ya da hayal edin, o cesedi yakabilecek misiniz? Cesetleri yakmak hiç doğru değildir...

Allah yolunda ölenlerin bir kısmının cesedi, toprak altında olsa dahi çürümez. Sebebi ise, ömrü boyunca Cenab-ı Allah'ı tespih eden bir insanın bedenindeki madde tanecikleri; ruhun enerjisi ile o kadar sağlamlaşmıştır ki, çürümesi uzun yıllar alır. Bu şekildeki bedenlerden çok güzel bir koku mezardan dışarı yayılır (Hangi isim baskın ise). Bunu müslüman mezarlığındaki birilerine sorsanız size hangi mezarlar olduğunu hemen gösterir.

Türkiye'de mezarlıkların girişinde çok güzel bir ayet var. "Her canlı ölümü tadıcıdır" yazıyor. Mezarlığa gelen insanlar yoğun his halindedir ve yoğun his halinde ruhen dua edildiği için, dualar makbul olur. O yazıyı yazan ne kadar güzel bir iş yapmış. Kısacık bir yazı ile, kimbilir ne kadar insanın faydalanmasına sebep oldu. İstediğiniz kadar kitap yazın, o cümle kadar etkili olamazsınız. Kitaplar yazarsınız, devlet ve üniversite sizi doçent yapar. Kitaplarınızı kimse okumaz, ne yazdığınıza bile bakmaz. Ama o yazıyı yazan adam Ordinaryus olur, diyanet kurumu yanına yaklaşamaz. Çünkü kısa ve öz bir ayet ve mesaj net! Tek taşla kuş katliamı diye öylesine derler. Fakat küçük bir öneri var. Şöyle yazsa daha güzel olmaz mıydı; "Bismillahirrahmanirrahim. Allah-u Ekber. Allah'ım bana İslam ile dolu bir ömür yaşat. Amin. Elhamdülillahirabbilalemin"? Böylece insanlar orada dua ederdi, daha girişte. İslam'ı yaşayan herkes farklı isimlerle yaşardı. Camilerin girişine ise şöyle bir yazı; "Su gibi temiz olalım. Amin. Allah-u Ekber". Hem beden temizliği, hem de ruh temizliği için dua. Okulların girişinde ise şu yazıyor; "Allah'ım ilmimi artır. Amin. Allah-u Ekber". Üç kısacık dua ve birsürü büyük isim ülkenin cebinde. Düşünsenize, böyle kısacık dualar sadece insanların hisli oldukları yerlerde. Ne kadar güzel olurdu! İnsanları sıkmadan, kısa ve net mesaj... Doğru söz; doğru yer ve doğru zamanda söylenirse, önünde hiçkimse duramaz. İmkansızdır!

Temizlik deyince insanın aklına içtiği sular geliyor. Sürahilerin içine toz giriyor ve insanlar onu içiyor. Bir sürahi düşünün, su akan kısmı en altın biraz üstünde. Yani musluğu var. Sürahinin içinde musluğun biraz üstünde ortası delik bir kısım var. Su o delikten geçtikten sonra musluktan akıyor. O su aşağı inene kadar bütün toz ve pislikler suyun üstündedir. Onları içmemiş olursunuz. İşte Kur'anda belirtildiği gibi, "KÖPÜĞÜ GİTTİ ASLI KALDI!". Kur'an; Rad suresinde vermiş olduğu bir misal ile, insanlara temizliği tek kalemde öğretti. Okuyan yok...

Bir masa düşünün üstü dümdüz. "ALİM" ismi köşesindeki zerreye falsolu öyle bir fiske vurur ki, masa kanepeye dönüşür. İlmi o kadar büyük. İşte sizler kütüphane dolusu kitap yazarsınız, fakat mezarlık başına o yazıyı yazan adamı beğenir "ALİM" ismi. Onbinlerce imamın öğretemediğini tek cümle ile anlatmıştır bir cümle (Sayı onbinlerce imamdan fazla. Kaç yıl geçti, kaç nesil). Kitap yazmaya gerek yoktur her fikir için. Öyle cümleler kurun ki, "ALİM" ismi sizide beğensin.

Camilerimiz çok kirli, bazıları ayak kokuyor. Çünkü insanlar temizliği unuttu. İnsanlara galoş giydiremezsiniz, temizliği öğretmek zorundasınız. Bunun en güzel yolu yukarıdaki dua. Siz öğretemiyorsanız, Rabbimiz öğretir! İmamlarımızın bazıları çok ilgi çekici. Karadenizli imamlarımız! Çünkü şiveleri en tatlı şive, kim dinlemez sohbetlerini? Birkaç espri yapıyorlar ve o şive ile yapınca çok güzel oluyor. Bu nedenle hutbe veren karadenizli imamlar çok başarılı. Eğer hutbe veriyorsanız, cemaat sıkılmamalıdır. Cemaati ilgi çekici konuşarak konuya yöneltmek gerekir. Elde kağıt okunan hutbelerin pek bir önemi yoktur. Çünkü tamamı tek merkezden geliyor ve hutbeler çok sıkıcı. Elinde kağıtla okunan metnin ruhu yok. Yazı güzel olsa da ruh yok! O yazıyı ruh ile buluşturacak imamlarımız gerekiyor. Cuma namazının amacı aynı yörede yaşayan insanların haftada bir birbirini görmesini sağlamak ve hutbe ile istenen mesajı vermektir. Cuma günü, camide toplanarak cemaatle namaz kılmanın önemi hutbedir. Hutbe çoğunlukla yerel olur ve hutbede sorunlar ele alınır. Eğer hitabetiniz kuvvetli değilse, elinizde kağıt okursunuz ve hiçkimse mesajı alamaz. Hutbeye ruhu katarak okumak gerekir. Anlatılmak istenen konuyu anlayan bütün imamların, diyanet tarafından açılacak bir hitabet kursuna gitmeleri çok yerinde olurdu. Yaşanmış bir hadise örneği; Cemaat camiye sığmıyor. İmam hutbeye çıktı ve tek cümle kurdu. Dışarıda yağan aşırı yağıştan dolayı ıslanan cemaat mevcuttur. Bu nedenle hutbe bu kadar. Cuma namazını acele ile kıldırdı ve namaz bitti. Mesaj net; "eğer insanlar negatif etkileniyorsa, hutbeden önemli bir durumdur". O cuma namazını kılan herkes bunu hatırlar. Kadıköyde bir cami. Fakat kendilerine sorsanız başka hiçbir hutbeyi hatırlamazlar. Tek kalemde bütün cemaat ruhen mesajı aldı...

Osmanlı'dan kalma cami yapılarımız gerçekten sanatsal bir yapıya sahip. Selçuklu eserleri keza öyle. Fakat insanlarımız camilere cuma haricinde pek uğramıyor. Çoğu insanı suçlamamak lazım, çünkü gün boyu çalışıyorlar. Düzen eskisi gibi değil ve boş vakit az. Fakat çocukların camiye gelerek dini bilgi almalarını sağlamak gerekir. Neredeyse her camide görevli İmam ve müezzin mevcut. Fakat çocukları camiye çekecek hiçkimse yok. Müezzinler keşke bu görevle görevlendirselerdi. Çocukları camiye alıştırmak için kurs alsalardı ve aldıkları kurs ile çocuklara camide öğrenmeleri gereken temel bilgiler verilseydi, ne güzel olurdu. Sadece islamı bilgiler değil! Mesela temizlik, genel ahlak konuları ele alınabilir. Hatta boş vakti olan öğretmenlerimiz, gidip matematik ve fen bile anlatabilir. Fakat bunlar çocukların anlayacağı dilde anlatılmalıdır. Çocukları camiye çekmenin en güzel yolu, caminin hemen önüne ve cami sınırları içerisine PARK yapmaktır. Futbol sahası bile yapılabilir. Çocuklar topunu oynar ve imamı dinler. Birçok camide boş alan mevcut. İmamlarımıza biraz bütçe ayrılır da; biraz meyve ve çikolata konursa, caminin içine de girerler. Güzel bir cami projesi hazırlansa hiç fena olmayacak. Herşey aslına rücu eder, birileri medreseleri kapatır ve çok güzel bir projeyi mahveder. Fakat insanlık aslına rücu edince tekrar açar ve der ki; "Eğitim ömür boyu, hiç okul kapatılır mı?". "ALİM", O'nun adı. Medrese, okul demekti. Yaptıklarının üstünü kapatmak için adını değiştirdiler. Osmanlı boşuna mı en önde idi?

Eskiden cami ve medrese yanyana idi. Ahlaklı ve ilim sahibi bireyler yetiştirdi. İmamlar sadece namaz kıldırmazdı, matematik ve fen öğretirdi medresede. Bütünü ikiye ayırdılar, kimse anlamadı. Mevcut okullarımız berbat durumda. Herbirinin önü beton veya toprak. Çocuklar koşuşurken toz yutuyor. Keşke her okulun bahçesine çimlendirme yapılsa. Ne güzel olurdu... Her çocuk futbolu bilir. Okul bahçesinde ne oynuyorlar? Bahçedeki kalenin arkasına şu yazılırsa ne güzel mesaj olur; "Öğretmen teknik direktör, her ders ise bir maç gibidir. Öğrendiğiniz her bilgi ise bir GOL! Kaç gol attınız?". Çocuklar yenilgiyi sevmez, hepsi gol atmak ister.

Milli Eğitim Bakanlığının logosundaki ateş neyi simgeliyor? Kitaptan ateş çıkar mı hiç? Bakan insana başka manalar çağrıştırıyor. Eskiden ateş yoktu, sadece kitap vardı orada. Kitap ışık saçar, ateş değil...

EĞİTİM

15 yaşına kadar eğitimde zıtlıklar çok fazla kullanılmaz. Özellikle ilköğretim çağında çocuklara zıtlıkları hiç öğretmeyin. 5-10 yaş arası çocuklara; "Gel" ve "Git" bir arada öğretilmez. Bunun yerine sadece "Gel" fiili öğretilir. "Git" fiilini sonradan kendisi öğrenir ve zeki olur!

10-15 yaş arası çocuklara karadeniz şivesi gibi şirin bir şive ile, sert fakat komik görünümlü bir dede öğretirse; bütün bilgiyi sünger gibi emerler, her anlatılanı unutmayacak şekilde beyinlerine ve ruhlarına yazarlar. Bu dede öğretmenler arasında tek olmalıdır, diğer öğretmenlerden farklı olmalıdır ve bütün sınıfları dolaşmalıdır. Bu dede diğer hocaları dinlemeyi öğütlemelidir. Öğrettiği her harfi bir şekle benzeterek öğretmelidir. Kesinlikle düz bir dil kullanmamalıdır. Aksi, huysuz ve komik dede tiplemesi, çocukların dinlemesini sağlar. Komik derken, çocuklar dedenin her hareketine gülecek fakat aynı zamanda korkacak şekilde olmalıdır. Bu dede sınıf sınıf gezip çocuklara ilk önce öğretmenin dinlenmesini öğretmelidir. Dedenin mutlaka bir bastonu olmalıdır ve çocukların sıralarının üstüne vurmalıdır. Dede konuşurken öğretmen susmalıdır. Dede sanki müfettişmiş gibi davranmalıdır. Bu tip eğitimde, bütün çocuklar öğrenir. Bu tip eğitim, Türkiye ve uzakdoğu ülkeleri için çok uygundur. Fakat dikkat edilmesi gereken; dede sahte olursa çocuk büyüyünce hayal kırıklığı yaşar. Çocuklara tahtaya yazı yazarak anlatmak yerine, hayal güçlerine hitap edecek şekilde öğretilirse çok isabetli olur.

Alternatif olarak kalp şekline girmiş bir insan, çocuklara öğretmeni dinlemeyi anlatırsa aynı etkiyi yapar. Avrupa ülkeleri için ideal çözüm. Dede gibi sınıflara sık sık gitmemelidir.

15 yaş, her zaman üst sınır değildir. Çocuktan çocuğa gelişim yaşı değişir. 21 yaşından sonra kitaplar okunmaya başlanırsa isabet olur. Küçük yaşta çocukları kitaplara boğmamak gerekir. Çocukların özgür fikirlerine, roman yazarının fikirleri ile gem vurmamak gerekir. Kitap kısa ve öz olmalıdır. Öğretmen kitabı hayal güçlerini çağrıştırarak anlatmalıdır. Çocukların anlatılanı yazması mutlaka sağlanmalıdır. Çünkü kopya çeken öğrencilerin çoğu, kopya hazırlarken öğrenirler ve çok başarılı olurlar. Kalanı o kadar başarı sağlayamaz. Çocukların çoğu evde kitabı okumaz. Sınavlara birkaç gün kala okumaya başlarlar. Sınav geçince öğrendiklerini unuturlar. Çünkü bilgileri ruhlarına yazmazlar, kısa süreli hafıza olan beyindeki geçici belleğe; yani hormonlara yazarlar. Mesele hormonları kullanarak beyindeki ruha yazmakta. Bunun bilimsel açıklaması; beyinde damarlar mevcut ve kan geziniyor. Bu kişinin hayatta kalmasını sağlıyor. Kan içinde ruh var. Birde beyinde ruh var ve yeri sabit. Beyinde yazılan yer kandaki ruh gibi bedeni gezinmiyor, yerinde sabit duruyor (madde hep yerinde sabit). Ona yazmanın en iyi yolu, hormonlar ve kan. Çocuklara öğretmek istiyorsanız, ruhlarına hitap etmeniz gerekir. Çocuk dışarıda oynayacağı topu düşünür, ders ikinci plandadır. Fakat dersi oyun yaparsanız başka! Çocuklara mesaj verirken şunu yapmayın derseniz yaparlar. Çünkü ruh olgunlaşana kadar nefs baskındır. Lise öğrencisine ders verirken dışarı bakan çocuğa; "Evladım dışarı bakma", derseniz bakar. Fakat "Dışarıdaki ağaç çok mu güzel?" veya "Tanımadığın birine neden bakıyorsun, tanıdığına baksana" diyerek kendini gösterirse; çocuk güler ve dersi dinler. Tekrar bakarsa, sizde dışarı bakarak; "Evladım dikkat et tren geçebilir" derseniz, hepsi anlar! 10-15 yaşındaki çocuklara aynen şu konuşmayı yaparak dinlemelerini sağlayabilirsiniz, fakat bir kez okumalısınız ve herkese dinletmelisiniz; "Beni dinlemezseniz, dersimden geçersiniz. Kimseyi sınıfta bırakmam. Öğretmeni dinleyerek öğrenen insan; zeki mi olur gerizekalı mı, siz karar verin!". Nefs bunu şöyle algılar ve içinden konuşur; "Öğretmeni dinlemezsem dersten kalacağım ve sınıfta da kalacağım. Gerizekalı olmak istemiyorum. Öğretmeni dinlemezsem bana arkadaşlarım gerizekalı diyecek, mutlaka dinlemeliyim.". Hiçbir çocuk gerizekalı olmak istemez. Öğrencilerin hepsi başarılı olmaya bayılır, en tembelleri bile. Bir kez 10 puan alsın, onu unutamaz. Hep 10 puan almak ve önde olmak ister. Bir kez 10 puan alan öğrenci adı okunup yazılıdan altığı not söylendikten sonra, zayıf not almamak için çok çalışır. Çünkü zayıf not alırsa, rezil olacaktır. 5 puan alan öğrenciye ise öğretmen şunu derse çocuk dersi dinlemeye başlar; "Çok basit hatalar yapıyorsun, biraz daha dikkatini toplayıp dinlesen seninki de 10 puan olacaktı. Bundan sonra yazdıklarına dikkat et ve basit hatalar yapma! O kadar öğrenmişsin, azıcık dikkat et evladım.". Çocuk arkadaşlarına rezil olmadı ve dedi ki; "Dikkat etmediğim için 5 puan gitti. :(". İçinden der ki; "Arkadaşlarıma öyle söyledim ama çalışmam lazım, yoksa yine 5 puan alırsam herkese rezil olurum.". Bir sonraki yazılıdan 10 puan alamazsa rezil olacak, mecburen dersi dinler. Hoca hiç kırmadan çocuğu öğrenmeye sevketmiştir. Sınav kağıtlarını okuyan hoca, her öğrencinin kağıdına kuracağı cümleleri hazırlamıştır. Zayıf not alanlara azarlama yapılmaz ve küçük düşürülmez, fakat isimleri ezberlenerek şöyle denir; "Ali, Mehmet, Mehtap siz zayıf not aldınız. Her üçünüzü de derste takip ettim, böyle zayıf not alacak öğrenciler değildiniz. Neden böyle oldu? Canınızı sıkan birşeyler mi var? Eğer üzgün olduğunuz bir durum varsa söyleyin, çözüm bulalım. Evlatlarım, eğer sizlere dersi anlatamıyorsam özür dilerim, anlamadığınız bir yer varsa söyleyin tekrar anlatayım. Sizler benim çocuklarım gibisiniz, bir taneniz düşük not alsa kıyamam hiçbirinize! Hep beraber tekrar edelim anlamadığınız konuları ve öğrenelim!". Çocuklar üzgündür fakat mahcup olmuştur. 2 ders kendilerine ayrılmıştır. Anlamadıkları konular tekrar edilir ve çocuklar yazılıda yapamadıklarını orada öğrenirler. Ve bir daha mahcup olmamak için mutlaka çalışırlar ve öğretmeni dinlerler. Öğretmen devam eder; 7 puan ve üzeri alanlara özel 2 dersini ayırmıştır. 2 ders boyunca çocukların yaptığı hataları tek tek gösterir ve çocuk o anda öğrenir. Derste öğrenemediği bilgileri, çocuğun ruhuna orada yazmıştır. Yazılı kağıtları okunurken birçok bilgi öğrenilir. Çocuklar yazılıdan çıktıktan sonra birbiri ile cevapları tartışırken konuların çoğunu öğrenirler. Derste öğrenemediklerini...

Öğretmen, yazılıya kadar öğretemediği bütün bilgileri; yazılıdan sonra 4 dersi kullanarak öğretmiştir. Eğer herkes başarılı ise, yazılı kağıtlarına aldığı tavsiye konular ile 4 ders yine ayrılmıştır. Tavsiye konularda ise, problemlerin çözümüne alternatif yollar öğretilmiştir. Ders sınıfa anlatılmaz, öğrenciye anlatılır. Herbirine tek tek ilgi göstermek gerekir. İlgi çekemeyen öğrenci, kendini başarısız sanar ve küser. Parmağını kaldıran çocuklardan hep aynısını seçmeyin. Bilmeyen öğrenciye sorun cevabı ve cevabı veremezse siz söyletin. Fakat cevabı öğrenciye buldurarak. Öğrenci verdiği cevapları unutamaz. Örneğin; Bölme işleminden bir soru sordunuz ve bilen birkaç öğrenci var. Parmak kaldırdılar, fakat bilmeyen öğrencilerin hangileri olduğunu tahmin ediyorsunuz. Hemen bir tanesini kaldırın ayağa; "Evladım sen anlat ben tahtaya yazarak çözeyim. Tahtaya ne yazmam gerekir. Çocuk zor durumdadır ve ruhu yoğun utanma hissi içerisinde ve ayakta duruyor. Siz durumu biliyorsunuz ama hiç çaktırmıyorsunuz. Çocuk ayakta iken siz sırtınızı tahtaya döndünüz ve çocuktan cevap bekliyorsunuz. İki yol var; Birincisi, arkadan biri çocuğa fısıldadı ve çocuk 10 yazın hocam dedi. Sonra bölü 3 koyun. Baktınız ses gelmiyor, siz tahtaya döndünüz ve seslice önce 10 yazacağız değil mi dediniz. Çocuk evet dedi. Hemen devam ettiniz sonra bölü işaretini koydunuz ve şimdi ne yazacağız dediniz. Çocuk 3 dedi. Demedi ise, siz bölü 3 değil mi dediniz. Çocuk evet hocam dedi. Sonra başladınız bölme işlemini aynı şekilde yapmaya. Çocuk ya arkadaşından öğreniyor, ya da sizin sözlerinizden. Rezil olmadı, utanıyordu fakat durumu kurtardınız ve öğrenmesi gerekenleri yoğun utanma duygusu ile ruhuna yüksek değerde yazdı.". Çocuk hala ayakta ve utanma duygusu hafifledi. Tamam evladım otur dediniz. Oturdu ve "oh be" dedi. Parmak kaldıranlar sinirlendi, çünkü onlara cevap hakkı vermediniz. Hemen birini tahtaya kaldırdınız ve şunu da sen çöz dediniz. Hemen başka iki sayı verdiniz. Utanan çocuk onu da izliyor. İki kere öğrendi. Ve parmak kaldıran da istediğini almış oldu. Hemen diğer parmak kaldıran çocuğu kaldırdınız tahtaya ve ona da iki sayı verdiniz. O da çözdü. Sonra sınıfa döndünüz ve üç çocuğa da aferin dediniz; "Hepinize aferin!". Utanan çocuk birde tebrik aldı. Artık dersi can kulağı ile dinliyor. Üstelik diğer çocuklar gibi parmak kaldırarak soruları çözmek isteyecek artık. Çünkü bir kez istemeden bilmiş oldu. Çünkü onu seçtiniz ve başardı!

Siz çok güzel bir öğretmensiniz, çünkü bütün öğrencilerinizi ezbere biliyorsunuz. Bütün öğretmenler tenefüste iken öğretmenler odasında, siz ise dışarı çıktınız ve oyun oynayan çocukları izlediniz. Öğrencilerinizi gözlemlediniz. Ders yeniden başladı. Yaramazların hepsini tenefüste tespit ettiniz. "Mustafa, Fatma, Veli ayağa kalkın. Döndünüz sınıfa; arkadaşlar bu arkadaşlarınızın üçü de çok yaramaz. Dışarıda izledim hepinizi. Ama yaramaz çocuklar çok zeki olur biliyor muydunuz (doğru bilgi)? Fakat yaramazlıkları yüzünden başlarına hep bir iş açarlar. Normal bir çocuk 10 defa okuyarak anlıyorsa, yaramaz çocuklar 1 defa okuyarak anlar. Genelde mühendis olurlar. Mustafa, Fatma, Veli; ben yaramazlık yapan mühendis veya doktor yetiştirmek istemiyorum. Bundan sonra yaramazlıklara son." dediniz. Fakat konuşmaya devam ettiniz, çünkü henüz mesleği belli değil çocuğun. "Mühendis veya doktor dedim ama siz takılmayın o söze. Yaramaz çocuklar istedikleri mesleği seçerler, çünkü çok zeki olurlar. Fakat henüz meslek dalı seçmek için erken, en güzelini seçmek için çok zeki olmak yetmez, çok çalışmakta gerekir.". Nefste komutlar ters işler, bunu öğrenmiştiniz. Fakat çocuklar ayakta ve ruh olarak dinliyorlar, çünkü gözler üzerlerinde. Mesajlarını artık düz, çünkü ruha yazıyorsunuz. Her üçüde artık zeki sözünün kendilerinden alınmaması için dersi can kulağı ile dinlemek zorundalar. Çünkü nefsleri dedi ki, dinlemezsem rezil olurum. Tenefüste derste tembellik yapanlarıda gözlemlediniz. İçlerine kapanık kenarda oturuyorlar. Gittiniz yanlarına ve onlarla oyun oynadınız. Hiçkimse onlarla ilgilenmezken siz onlara ilgi gösterdiniz. Artık onlarda sizi can kulağı ile dinliyor. Yazılıları okudunuz ve hepsi 10 puan almış. Döndünüz sınıfa; "Benim evlatlarim pırlanta gibidir. 9 alan yok, hepinizin notu 10 puan dediniz. Ama yazılı notlarına baktım, 4 ders boyunca problemleri alternatif yollardan çözeceğiz. Çünkü herkes aynı şekilde çözmüş. Benim öğrencilerim bir problemi tek yol ile çözmez, kendileri diğer yolları da öğrenir diye düşünmüştüm, yanılmışım. Şimdi diğer yolları öğreneceğiz." dediniz. 4 ders boyunca alternatif yolları anlattınız ve konular çocukların ruhuna işledi. Fakat alternatif yolla çözen çocuklar varsa, onları şöyle tebrik ettiniz; "Mehmet başka bir yolla çözmüş. Ondan başka, alternatif yol kullanan yok. Aferin evladım! Sizlerde sadece benim anlattıklarımı değil, evinizde başka kitapları karıştırsaydınız, sizlerde Mehmet gibi birçok yolu öğrenirdiniz.". Çocukların hepsi Mehmet olabilmek için, sizin anlattıklarınızın üstüne evde farklı metotlar çalışmaya başladı. Hiçkimse kırgın değil, ama sözleriniz hepsi çocukları kamçılıyor...

Çocukları eğitmek için, onlar gibi düşünmek gerekir. Eğer iyi bir öğretmen olmak istiyorsanız, kendi çocukluğunuzu ve neyi nasıl öğrendiğinizi hatırlayınız.

Çocuklar artık tabletlerden öğrenmeye başladı, nasıl başedeceğim diye düşünüyorsunuz. Çözümü çizgi filmlerde gizli. "Ice Age" gibi çekilmiş çizgi filmlerde. Dersiniz biyoloji. Hücreyi anlatan çizgi filmde; "Sinirli golgi aygıtı dedesinin, markette ürünlere etiket yapıştırdığını gösteriyor. Etiket yapıştırdığı her ürünün üstünde protein yazıyor, altında ise protein türü. Ve proteinlerden biri etiketi yapıştırdığı cevap veriyor; 'Dede şu etiketi yavaş yapıştır. Canım acıyınca çalışamıyorum. Bir daha sert yapıştırırsan kan şekerini düşüremem, sende ölürsün bende. Sana göre hava hoş. Yaşlanmışsın, bir ayağın çukurda. Ama ben gencim!'". Fakat elinizde çizgi film yok! Kendiniz basit bir uygulama ile resim çizdiniz. Çizdiğiniz resimler ise o kadar berbat ki, çocuklar resimlerinize gülüyor. Anlatıyorsunuz; "Arkadaşlar pek benzemiyor ama bu gördüğünüz golgi aygıtı. Aygıt gibi durmuyor ama öyle olduğunu hayal edin. Bu gördüğünüzde insülin. İşte bu golgi aygıt gibi durmuyor ama insülin gibi proteinleri bu etiket gibi etiketliyor. 'Elinize bir kağıdı aldınız, yaladınız ve tahtaya sertçe yapıştırdınız'.". Çocuklar ilgi ile izliyor. Her anlatacağınıza bir hikaye uydurdunuz. Ama çocukların anlayacağı şekilde. Hücrede taşıma yapan ve yer değiştiren parçaları, yaramaz olarak tanıttınız ve herbirine sınıftaki yaramaz çocuklarını adını taktınız. Bazı önemli parçalara mühendis, doktor, avukat dediniz. Çocuklar unutmuyor. Çünkü anlattıklarınız çocukların ilgisini çekiyor ve benzetmeleriniz muhteşem. Anlatımınız şöyle; "Bakın bu mitokondri, hiperaktif çocuklar gibi. Hiperaktif çocukların enerjisi bitmez, ama başlarına hep iş gelir. Çünkü çok koşuştukları için düşer bir taraflarını kırarlar. Mitokonride öyle; enerjisi bitmiyor ve diğerlerine enerji sağlıyor. Mitokondri olmasa hücreye enerjiyi kim sağlayacak. Bakın şu Mustafa hiperaktif. İzledim çok güzel top oynuyor, pasları veren hep o. Ama sıkıysa benim dersimde herkese pas versin. Futbolda ninemde pas verir.". Mustafa dinledi; arkadaşlarına birşeyler öğrenip anlatmak zorunda olduğuna karar verdi, fakat hiperaktiflik durumunu biraz azaltmanız gerekiyor. Devam ettiniz; "Pas vermek kadar gol atmakta önemli. Gol atmak için çok koşturmak değil, doğru yerde durmak ve topa doğru şekilde vurmak gerekir. Bu yüzden hiperaktif çocuk olmak yerine, ben olsam golcü olurdum. Golcü adam nerede koşacağını, nerede duracağını bilir ve enerjisini boşa harcamaz. Pas vereceği zamanı da bilir, gol atacağı zamanı da. Hep koşarak forvet olunmaz. Forvet olmak için çok zeki olmak ve futbolu iyi öğrenmek gerekir. Benim dersimi iyi öğrenecek ve gol atacak öğrenci yok mu?". Mustafa dedi ki içinden; "Onu en iyi ben yaparım, hepiniz görürsünüz.". Her çocukla böyle tek tek ilgileneceksiniz, adlarını ezbere bileceksiniz ki; çocuklar sizi sevsin ve saygı duysun.

Dersiniz matematik. Birçok öğrenci için zor bir ders. Ama sizin için çok kolay. Her derse girişinizde, sınıfa ilk adımı attınız ve "Allah-u Ekber" dediniz. Daha hiç konuşmadan devam ettiniz ve çocuklara dediniz ki; "kalkın ayağa ve açın ellerinizi". Sizde açtınız ve sözleriniz; "Bismillahirrahmanirrahim. Allah'ım evlatlarımın ilmini artır ve bu evlatlarıma öyle bir öğret ki, en başarılı öğrenciler benim şu evlatlarım olsun. Amin. Elhamdülillahirabbilalemin". Sınıfa başınızla onaylattınız, hepsi "amin" dedi. Ardından işaret parmağınızı kaldırdınız, "Allah-u Ekber" dediniz. Başınızla onaylattınız çocuklara, onlarda "Allah-u Ekber" dedi. Artık hepsi başarılı. İmam hatiplerde bile, ders başlarken dua ettirmiyor hocalar. Kaçırmamaları isabet olurdu...

Dersiniz kimya. Demiri anlatıyorsunuz. Çocukların cevabı bulmasını sağlamak istiyorsunuz. Çünkü öğretim metodunuz, tartışmalı eğitim. Bir görüntü hazırladınız, uç tarafı sivri bir dağ var. 57. bölgede bulunan bir dağ. Bu dağın zirvesine çıkmak için 57 basamak tırmanmanız gerekiyor. Hemen çocuklara soruyu sordunuz: Çocuklar hangi basamak çıkarılırsa, basamaklar demir olur. 5 dakika tartıştılar. Dediniz ki, üstten ikinci basamak. Çünkü kalbin ucuna giden yolu engelledi. Görüntüyü biraz daha uzaklaştırdınız, herkes gördü kalbi. İşte dediniz; üstteki basamak serbest ve dağın etrafında dönebiliyor. Demirin atom kütlesi 56 dediniz. Kalan basamak sayısı kadar. Bir kalpten bir basamak çıkarsa tamamı demir olur dediniz. Kalbin en üst basamağına AŞK denir, bir alt basamağında ise İLİM vardır. İlim çıkarsa, aşk yalnız kalır. Bütün kalbi demir yapar dediniz. Herkes anladı...

Dersiniz geometri, öğretmensiniz ve ilk konu üçgende iç açılar. Çocuklar konuyu çok basit buldular. Fakat 5-10 yıl sonra onları bile unutacaklar, haberleri yok. Öyle anlatmalısınız ki, çocuklar hiç unutamasın. Hayat boyu lazım olan bir konuyu anlatıyorsunuz.

Elinizde üç tahta ile sınıfa girdiniz. Yere ikizkenar bir üçgen yaptınız tahtalar ile. Birini kaldırdınız tahtay. Murat geldi ve üçgenin tepesindeki iç açıda durdu. Dediniz ki; arkadaşlar Murat'ın yüzü size dönük, eğer tam arkasına dönerse ne olur. Çocuklar dedi ne olur? Dediniz, 180 derece olur. Peki bir tur daha aynı yönde dönerse ne olur dediniz. Çocuklar anlamadı. Dediniz, yine 180 derece dönmüş olur. Üçgenin iç açıları toplamı 180 derecedir dediniz. Konu hala çok basit. Dediniz alttaki açılar eşit. Hemen hesaplayalım alttaki açılar kaç derece imiş. Murat evladım numaran kaç dediniz. Dedi ki, 40! Tahtaya yazdınız; 40 + 2A = 180 ise A = 70 eder. Herkes anladı, fakat konu hala çok basit. Otur yerine evladım dediniz. Murat giderken ayağınızla tahtanın birini biraz kaydırdınız. İşaret ederek Mustafa'yı kaldırdınız. Senin numaran kaç dediniz. Numaram 55 dedi. Çöz bakalım soruyu dediniz ve hemen çözdü; A = 62,5 eder hocam. Dediniz ki; hayır evladım etmez. Sen hangi A'yı çözdün ki? Ben ikizkenar olduğunu söylemedim. Sınıfa döndünüz; sözlerime dikkat etmezseniz, soruları çözemezsiniz dediniz. Bütün sınıf şaşırdı. Çünkü hiç dikkat etmemişlerdi. Sonra geç yerine otur dediniz. Gitti oturdu. Tahtayı tekrar düzelttiniz ve ikizkenar üçgen yaptınız. Dediniz ki, şimdi ikizkenar üçgen. Birini kaldırdınız arka sıradan. Gelirken ayağınızla yine ikizkenar üçgeni bozdunuz. Fakat çocukta, öğrencilerde farkında değil. Çünkü düzeltir gibi yaptınız. Şimdi dedikten sonra biraz daha düzelttiniz, yine ikizkenar değil. Çocuk geldi ve çözmeye başladı. Mustafa'nın düştüğü hataya düştü. "Çocuklar yine dikkat etmediniz" dediniz. Ama hocam siz, "Şimdi ikizkenar üçgen dediniz" dediler. Dediniz ki, evet ama daha sonra tahtanın açısını değiştirdim. Dikkat etseydiniz dediniz. Dediler ki, "Gördük ama düzeltiyorsunuz sandık". Dediniz ki, sorsaydı cevabını alırdı. Sormadan cevap vermem, ben hocayım. Geç otur yerine dediniz. Tahtadaki öğrenci geçti oturdu. Sınıf şaşkın, sorunun ne olduğunu sormayı unutmuştu. Tahtaya şöyle bir dokundunuz ve yine arka sıradan bir öğrenciyi kaldırdınız. Çocuk geldi, ilk olarak yerde üçgene baktı ve dediki hocam neyi çözmemi istiyorsunuz. Dediniz ki, numaran kaç. Çocuk dedi ki, 80 hocam. B açısı 95 derece evladım. Çöz bakalım. Dedi ki, A açısı 5 derece eder hocam. Dediniz ki, hayır evladım. Ben hangi açıyı çözeceğini sormadım ki. A açısı neresi? B açısı neresi? Nasıl çözdün? Ben numaranı sordum evladım, üstteki açı eder demedim ki. B açısı neresi onu bile sormadın dediniz. A açısı neresi belli değil. B açısı neresi belli değil. Şu üçgene bir bak hangi açı 5 derece dediniz. Tahtaların diziliminde hiçbir açı 5 derece değil. Bu açılardan hangisi 5 derece eder, doğru olanı ayırt edemiyor musun? "AKIL" doğruyu yanlıştan ayırt eder dediniz. "AKIL" olmadan hiçbirşey öğrenilemez dediniz. Sınıf şokta. Dediniz ki, bütün sınıf açılardan sınıfta kaldı. Dikkat yok, soru yok, cevap yok, "AKIL YOK (VURGU İLE)", böyle öğrencilik olmaz. Sınıf şaşkın ama artık anlattıklarınızı pür dikkat dinliyor. Artık konuyu basit olarakta gören yok. Dediniz ki, ben size biraz önce ne dedim? Dediler ki, AKIL dediniz. Dediniz ki, aklını nerede kullanmadı. Sınıf dedi ki, 5 derece kısmında hocam. Hayır dediniz. Ben dedim ki, "AKIL doğruyu yanlıştan ayırt eder.". 5 derece kısmında aklını kullanmadı demedim. Sınıf yine şaşkın. Dediniz ki, 5 derece kısmında mantığını kullanmadı. Dediniz ki, "MANTIK, doğru veya yanlış der. Gerisine karışmaz. Burası 5 derece midir? Hayır! O zaman MANTIĞINI kullanmadı". Benim dersim matematiğin bir dalı evladım. Matematikte MANTIK çok önemlidir. AKIL sosyal zeka içindir, MANTIK sayısal zeka içindir. Aklınızı başka yerde kullanmadınız. Sınıf dedi ki, nerede kullanmadık hocam? Dediniz ki, "Doğru olanı tahtaya soruyu çizmekti. Tahtaya soruyu çizin demediniz. Soru tahtada çözülür. Yerde değil. Aklınızı kullanın.". Sınıf bir gol daha yedi. Doğru dedi hepsi içinden. Soru tahtada çözülür. Çok önemli bir ders aldılar. Devam ettiniz; "Arkadaşlar, ben bütün evlatlarımı seviyorum. Sizler benim öğrencilerimsiniz. Tahtaya yazarak konuyu anlatan ve giden bir öğretmen olmak istemiyorum. Sizlerinde derse katılmasını bekliyorum. Ben sizlerin AKIL'sız veya MANTIK'sız olduğunu söylemedim. Ama dilim döndüğünce, sizlere nasıl dinlemeniz gerektiğini anlatmaya çalıştım. Eğer dikkat ederde, güzel sorular sorarsanız; hem ders keyifli geçer, hem de öğrenmiş olursunuz. Bundan sonra bana evlatlarımın ne kadar ZEKİ olduğunu gösterin."

Çocuklara önce, öğrenme öğretilmelidir. Öğrenmenin temel unsurları; AKIL, MANTIK, FİKİR, DİKKAT, HAYAL, SORU, CEVAP, OKUMAK, YAZMAK, ÇİZMEK'tir. Herbiri "ALİM" isminin altındaki isimlerdir. Herbiri için özel materyaller hazırlanmalı ve çocuklara o özel materyallerle önemleri vurgulanmalıdır. Örnekte; DİKKAT, SORU, AKIL ve MANTIK unsurları vurgulandı. Ayrıca öğrencilere ders içinde öğretmenleri tarafından, özel kalem veya benzeri hediye verilebilir. Bunu MEB tarafından karşılanabilir. Öğrenciler için önceden hazırlanmış kalemler bekletilir. Matematikçi 5-6 ders sonra ilk kalemi hediye eder. Kalem ÇOK GÜZEL ve kalemin üstünde öğrencinin adı yazıyor. Her dersin bir hediyesi var ve herbiri çok güzeller. Artık dönem sonuna kadar çocuk ne kadar hediye toplayabilirse. Her dersten hediye alabilmek kolay değil ve hediye almak için yazılı notları yeterli değil. Asıl etki eden çocuğun bütün davranışları ve derse katılımı. Her hediyenin üstünde çocuğun ismi yazıyor. Asıl amaç, unutulmaz bir hatıra bırakabilmek!

Çocukların ders kitabını, ciddi yazılarınızla okunmaz hale getirmeyiniz. Çocuklar hikaye ve masalları okumayı severler. Ders kitabınızı hemen bir senaristin eline verirseniz çok güzel bir senaryosu olabilir. Senarist, o kitabı film senaryosuna çevirsin. Yarısı komedi olsun. Kalanı da macera. Bir kitap, bir haftada nasıl ruha yazılıyormuş görün. Üstüne filmini çektirebilir ve derste filmi izleyebilirsiniz. Tepegöz mü yok okullarda? Bu işi devlet bile yapabilir...

Üniversite öğrencisisiniz. Yoğurt yediniz ve küçük yoğurt kabının dibinde birkaç kaşık kaldı. İçine biraz pislik karıştırdınız. Mesela bir tutam saç kılı. Sonra kapağını kapattınız ve sarıp sarmaladınız. Amacınız küflenmeyi sağlamak, deneme yapıyorsunuz. Yorganın altına sakladınız fakat orada unuttunuz. Normalde bir gecede küflenme olur. Fakat 1 hafta sonra kokuyu farkettiniz ve açtınız. Çok pis kokuyor. Hemen o kabı uzaklaştırdınız. Normalde burun sinirleri çabuk yorulur. Bir süre sonra kötü kokuyu almaz. Fakat koku öyle bir koku ki, burun sinirlerini yormuyor. Hiç durmadan burnunuza kötü koku geliyor. Odanın kapısını açtınız ve yan odaya geçtiniz. Çünkü havalandırma şart. Bu paragrafın tamamını öğrendiniz. Çünkü ruhunuza hitap eden bir konunun ortasına konuldu. Ölene kadar size belkide hiç lazım olmayacak bir bilgi edindiniz. Lütfen kızmayınız. Derste can kulağı ile dinleyen öğrencileriniz var ise, ruhlarına çöp bilgi yazmamak gerekir. Öğretmen dersi önceden çok güzel planlamalıdır. Çocukları o ruh halinden istediği zaman çıkarmalı ve kendileri ile havadan sudan sohbet edebilmelidir. Her bilgi ruha yazılmaz. Yoğurt konusunda en azından burun sinirleri anlatıldı, bilgi bilgidir...

Kötü kötü kokar ve iyi iyi kokar. Eğer çok kötü olur ve çok kötü kokulara sebep olursanız, yıllarca kokusu çıkmaz. Ruh bir defa kötüye çevrilirse, iyiye çevirmek zordur onu. Karakter değişmiştir çünkü. Çok istersiniz ama dönmez. Bazı yolların dönüşü yoktur. Dönüşü olmayan yollara adım atmamak gerekir. Çünkü bunu yaparsanız yıllarınızı çöpe atmış olursunuz.

Konular çok fakat şunu belirtmekte fayda var. Yoğurt ruhunuzdu, pislikler ise sebep olanlar. Yoğurt kabını yıkadıktan sonra geriye pislikler kaldı, lavabonun hemen üstünde. Hemde sapasağlam. Yoğurt ise küflenmişti, çöpe gitti. Yıkadınız temizlendi fakat yıllarınız çöpe gitti!

Yukarıdaki örnekte yoğurt materyal olarak kullanıldı. Çünkü yoğurt sütün mayalanması sonucu oluşur. Kaymaklı olursa çok güzel olur. Mayası sevgi olmayan ruhun sonu, çöpe giden yıllardır. Küflenmiş yoğurttan iğrendiyseniz eğer, normal bir insansınız. Kirlenmiş olan ruhtan, normal olan her insan iğrenir.

Üniversite öğrencilerine giriş küflenmiş yoğurt ile yapıldı. Çünkü o yaşlarda çoğu insan, üniversite okumaya gelir ama başaramaz. Aileden uzaktır çünkü, özgürdür artık. Önce ahlaklı ve temiz yaşamayı öğrenmeli, sonra derslere geçmelidir. Siz hala çocuksunuz. 28 yaşına kadar çocuk!

ERKEKSİNİZ, yolda yürüyorsunuz ve ayağınız kaydı; yere düştünüz ve yan taraftan kızlar geçiyor. Çocuk olsanız anne veya babanız ayağa kaldırırdı. Fakat artık siz üniversitedesiniz, onlar başka şehirde. Eğer güzel rol yaparak yeterince ağlarsanız; Cenab-ı Allah çocukluğunuzdan ötürü penaltı verir ve ayağa kaldırır. Fakat korkak olursunuz. Üstelik ruhunuz sahte, doğal olanı yapmadınız. Eğer acınızı yanınızdan geçen kızlar dahil, hiçkimseye çaktırmazsanız; güçlü ve korkusuz bir insan olursunuz. Çünkü öldürmeyen darbe, güçlendirir. Sizi artık ağlatamazlar ve yenemezler kolay kolay. Ruhunuz yine sahte, doğal olanı yapmadınız. Eğer olduğunuz gibi olursanız, acı sizi biraz kıvrandırır. Sonra ayağa kalkar ve biraz topallarsınız. Biraz zaman geçince ayağınız düzelir. Sonrasında ise; bazen ağlar, bazen de gülersiniz. Yani, İNSAN OLURSUNUZ! Seçim sizin...

Paraya odaklı diziler veya filmler çekeceğine yapımcılar, çocukları eğiten çok güzel komedi ve kahramanlık filmleri çekebilirler. İzleyen herkesi eğitmiş olursunuz. Deccaliyet kendi fikirlerini filmleri ile "SİZİN ÖĞRENCİLERİNİZE" öğreteceğine, siz fikirlerinizi film yapın ve öğrencilerinize öğretin. Deccaliyetin filmleri yasaklansın ve siz eğitici filmler çekin inşallah. Amin ve Allah-u Ekber.

Evladınıza bir kitap tavsiye ettiniz fakat okumuyor. Kitabı alın ve ona gösterin. Şu cümleyi kurun, "Bu kitabı oku evladım fena değil!". Çocuk baba ne yapacağım o kitabı, dedi. Cevaben, "Sen bilirsin evladım!" deyin. Masanın üstüne kitabı bırakın ve gidin. Çocuk çok meraklandı. Çünkü yasaklar ve fena olmayanlar ilgi çeker. Nefsi ters anladı (İnsan her zaman ruh ile konuşmaz)! Siz gittikten sonra o kitabı mutlaka açar ve okur. O merakla yaşayamaz. Nefsine dediniz ki, "Çok merak et ve çatla!". Öğretmen arkadaş anladıysa eğer, öğrencilerine hiç çaktırmaz. Laf arasında istediklerini aktarır. Hiç çocuğa, "Evladım elini ateşe uzatma" denir mi? Merak etti çocuk. Alaylı bir üslupla denir ki, "Evladım şu ateşe elini uzatta biraz yansın.". Bazıları büyüse de çocuk kalıyor. Her yaşta ters anlıyor. Eğitimde karşınızdaki insanın çocukluğunu tespit etmek gerekir. Çocuklar okusa da; bu kısımları hemen unutur, merak etmeyiniz.

Birkaç örnek yöntem yeterli. Kalanını siz geliştirir ve kendinize has metotlar türetirseniz bütün öğrenciler öğrenir. Her öğretmen aynı sözleri kullanırsa çocukların ruhu sıkılır ve durumu anlarlar. Herbirinin kendine has yöntemi ve sözleri olmalıdır. Kendisine özel olmalı ve öğretmenler odasında aynı yöntemler olup olmadığı konuşulmalıdır. Eğer bir öğretmen yöntem geliştirmede başarılı ise o öğretmenden her ders için farklı yöntemler galiştirmesi istenmelidir. Ya da MEB bu konuda görevli birkaç öğretmeni, her okula atarsa isabet olur. Bu öğretmenlerin tek görevi materyal geliştirme olmalıdır. Fakat eğlenceli metotlarla materyal geliştirme becerisine sahip öğretmenler olmalıdır. Pedagoji dersi verilen okullarda; öğretmenler materyal geliştirmeyi anlatır, fakat öğrenciler boş ders diye dinlemezler. Üniversite öğrencilerinin materyal geliştirme dersini iyi anlamaları gerekir. Üniversitelerde bazı derslere katılım çok önemlidir. Eğer öğrencilerin bu derslere katılmaları isteniyorsa nok kırma yöntemi uygulanmalıdır. Not kırma işlemi üniversitenin kararı olduğu için, hocanın kesinlikle bu konuda müsamaha hakkı bulunmamaktadır. Öğrenciler hocalarını suçlayamıyor. Heyet hocalara danışarak her ders için ayrı ayrı karar aldı. Karar alırken, bazı dersler için hocalara hiç sormadan kendisi müdahale etti ve katılımı zorunlu kıldı (Bazı derslere öğrenciler hiç girmediği için, hocalar çok kırılmakta ve performansları çok kötü yönde etkilenmektedir. Öğrencilerin hiç girmediği dersler ya okutulmamalı, ya da katılım sağlanmalıdır. Ders olsun diye ders koymak yanlış bir anlayıştır.). Hangi derslerin mutlaka dinlenmesi gerektiği tespit edildi (Derslerin uygulama kısımları içinde geçerlidir). Rektörlük duyurusu; "3 derse girmeyenden 10 puan. 5 derse girmeyenden 20 puan. 7 derse girmeyenden 30 puan. 9 derse girmeyenden 40 puan. 9 dersten fazlasına girmeyenden 50 puan üniversite tarafından kesilir. Derse girenlerin öğrenci kimliklerini ders girişindeki okuyuculara okutması gerekmektedir. Okutmayan öğrenci derse girmemiş sayılacaktır. Sağlık raporu öğrenciler, raporlarını lütfen rektörlüğe bildirsinler.". İmza föyleri tarih oldu ve seçtiğiniz derslere katılım tam! Notlar 100 üzerinden hesaplandı, üniversiteler isterlerse kendi sistemlerine çevirebilirler. Çan eğrisi sistemi hiç güzel değil. Azıcık öğrenen öğrenci bile dersi geçebiliyor. 100'lük sistem ise en güzeli. Sıkıysa en az 60 almadan dersi geçsinler. Fakat bazı hocalar aynı öğrenciyi sevmedikleri için, yıllarca aynı dersten bırakabiliyor. Bunu engellemek için, üniversitelerin mutlaka bu tür öğrencileri tespit etmesi ve hocadan habersiz soruşturması gerekmektedir. Bu öğrencileri otomasyondan liste halinde 5 dakikada öğrenmek mümkün. Bazı öğretmenler ise öğretemiyor ve öğrencileri bütünleme sınavı ile başbaşa bırakıyor. Bu öğretmenlerin de, üniversite otomasyonundan tespit edilerek soruşturulması ve gerekirse değiştirilmesi gerekir. Soruşturma yapan kurul, bu işi çok gizli yürütür ve hiçkimse kendilerini tanımaz. Sorulara bağımsız bir kurul tarafından bakılır, "Bu sorular orta zorlukta ve öğrenciler zayıf not almış, sorun öğretmende" denir. Sorular çok kolaydır, "Öğrencilere bu kadar kolay soru sorulmaz" denir. Sorular çok zordur, "Bu zor soruları öğrenciler nasıl başardı? Öğretmene helal olsun." denir. Öğretmenlere üniversite kurulu tarafından not verilir. Başarılı öğretmenler belirlenir vekendilerine ödül verilir. Başarısız olanlar ise ya değiştirilir, ya da kendilerine "öğretim metotları" kursu açılır. Öğrenmenin yaşı yoktur...

Tebeşir tozu bedene girince; bedeni yorar. İnsanın uykusunu getirir.

Üniversite öğrencisi arkadaşlar bu paragrafı dikkatlice okusun. Örnektir: Matematik öğrencisi bir öğrenci, formasyon dersi almaktadır. Dersleri çok zor, formasyon derslerini ise hiç önemsemiyor. Çok yaşlı bir öğretmen var formasyon dersi veren. Yoklama kağıdı var ama sene sonunda bir dersine girip bütün haftalara imza atmanıza izin veriyor. Anlattıklarını dinleyen de yok, önemseyen de. Son hafta bütün öğrenciler derse doluşmuş, föye imza atma derdinde. İmzalarının tamamını bitiren, ders arasında bırakıp çıkabiliyor. Ona dahi izin veriyor. Sınıfta kalan bir avuç insan. Bir öğrenci daha çıkıyor dersten, derken biri daha. Kalan birkaç kişi ve hocanın gözleri doluyor. Son bir kişi daha çıkacak, durumu anlıyor ve vazgeçiyor. Hoca kırgınlığını anlatacak kelime bulamıyor. Çünkü anlattıklarını önemseyen yok. Bir ömür tüketmiş o dersi anlatabilmek ve öğretebilmek için. Üniversiteden aldığı maaş umrunda değil (Üniversite hocalarının büyük kısmı aynıdır, idealisttir). Öğrencileri olmadan yaşaması imkansız. Tek derdi biraz bilgi aktarabilmek ve öğretebilmek. Genç kuşakları eğitebilmek.

Benzeri durumu yaşayan öğretmen çok. Eğer dersi dinlemezseniz, hocanız size kırılır. Belli etmez pek, eve gider ağlar bazen. Lise çağında değilsiniz ve öğretmeniniz BİR İNSAN! Babanız veya anneniz konuşurken nasıl ki dinliyorsunuz, arkadaşınız maceralarını anlatırken nasıl ki diniyorsunuz; öğretmeniniz anlatırken onu can kulağı ile dinleyin. Ders dinleyerek te biter. Öğrenerek te biter. Ders saatinin dolmasını ve dışarı çıkmayı amaçlamayın. Derse dalarsanız eğer, ders daha çabuk biter. Arkadaşınızla tenefüste sohbet edebilirsiniz, kantinde sohbet edebilirsiniz ve gezerken sohbet edebilirsiniz. Dersten sonra vaktiniz bol. Hocanız ile derste sohbet edin. Anlattığı her cümleyi dinleyin. Boşa konuşmaz öğretmen, bilgi aktarıyor çünkü. Her kelimesini dinleyin ve derse katılın. Bedava bilgiyi sakın kaçırmayın, bir daha nerede bulacaksınız? Okuldan çıktıktan sonra, o hocaları ararda bulamasınız. Sınavları bir gün öncesinden çalışarak, "NİNEMDE GEÇER". Siz kaytarmaya değil, öğreneceklerinize bakın. Öğrenilen her bilgi, gerçek hayatta size mutlaka lazım olacaktır. Sadece gününü bekler. O gün, bazen erken gelir; bazen de dersin sonunda, "ÖLMEDEN HEMEN ÖNCE!".

Allah-u Ekber

Çocuklara test çözdürmek yerine yazılı sınav yapmalı ve yorum yaptırılmalıdır. Test türü sınavlar doğru seçim değildir. Çünkü çocukların farklı fikirler geliştirmesine engeldir. Her okula tenefüslerde öğrenciler gizlice izleyen ve haklarında not tutan bir gözetmen öğrenci atanması isabet olur. Diğer öğretmenler bir dertten kurtulur. Bu öğretmen iyi bir sosyolog veya psikolog olursa bütün öğrencileri daha net anlar ve haklarında notlar tutar. Sosyolog ve psikologlar da işsizlikten kurtulur. Lise talebelerine psikoloji veya sosyoloji dersleri hiç doğru seçim değildir. Çocuklar o derslerden hiçbirşey anlamaz. Kendilerini doğru kulvarda değerlendirmek gerekir. MEB'in üstüne düşen çok görev var. Değerli öğretmenlerimizin affına sığınarak yazıldı, lütfen nutuk olarak değil öneri olarak algılasınlar...

Devlet bütçesinden en büyük pay eğitime ayrılırsa isabet olur. "Güçlü ordu, güçlü Türkiye" doğru değildir, fakat "Güçlü eğitim, güçlü Türkiye" doğrudur. Cenab-ı Allah ipucunu kendi isimlerinde veriyor. Önce ALLAH ismi, sonra ALİM ismi gelir diyor. Eğitimin önemi Cenab-ı Allah'ın isimlerinde gizli. Kur'an-ı Kerim'in inen ilk ayetlerinde gizli. ALAK SURESİNDE GİZLİ!

Sloganımız: "Her öğrenci ile TEK TEK ilgilenilmelidir.".

21-28 yaş arası çocukların eğitimi farklıdır. Fakat ne yazık ki, buraya yazılarak anlatılacak gibi değil. Çünkü bu yazıları onlarda okuyacak, etkisi olmaz.

Allah ilminizi artırsın. Amin ve Allah-u Ekber!

TARIM POLİTİKALARI

Eğer sistem değişecek ve para kısa süreçte yürürlükten kalkacaksa, mutlaka TARIM politikaları değişmelidir. Çünkü dağlar taşlar boş duruyor, ekilmiyor ve insanlar ev yapacak yer bulamıyor. Doğal hayatta arazi bol. Ne gerek var yollara, uçarak gitmek mümkün iken. Ne gerek var şehirlere, dağlarda doğal hayatta yaşamak var iken. Ne gerek var fırınlara, kendi ekmeğini yapmak var iken. Ne gerek var manavlara, kendi sebzesini bahçesinde yetiştirmek var iken. Dünya 50 milyar insanı rahat taşıyabilecek büyüklükte. Yeterki doğal hayata geçiş olsun (ÇİN'de bile arazilerin çoğu boş, kullanılmıyor. Araziye yayılmak lazım). Şu anki şehir mantığı hiç hoş değil. Hiçkimse beton yığınları arasında yaşayamıyor. Bir tarafta araziler bomboş duruyor. Diğer tarafta şehirler tıkabasa dolu. İnsanlar köylerini bırakıpta şehre neden göçer, anlamak mümkün değil.

Yazıya giriş garip bir paragraf ile oldu diye düşünebilirsiniz. Fakat tam yerinde, zamanı gelince anlaşılır. Ülkeler çiftçilere tarımı özendirmek için neler yapmaz ki. Kimi karşılıksız kredi verir, kimi de hibe destek. Mazotları bedavaya sağlanır çiftçilerin. O kadar para harcanır ki bazı ülkelerde, harcanan para kasada kalsa ülkeler ihya olurdu. Nasıl mı? Devletler hazine arazilerinden ekilecek yerleri tespit eder (Dağlar taşlar bomboş duruyor). Ardından işsiz gençlerini toplar da maaşlı işçi olarak ekim yaptırırsa o paraların çoğu kasada kalır (Devlet istatistikçilere hesaplatırsa ne kadarı kasada kalacak öğrenir). Ülke GDO'suz sağlıklı besinlere kavuşmuş olur. İşsiz gençlik güzel bir meslek sahibi olur. Hayvancılık çığ gibi büyürde, et her eve girmiş olur. Devlette çiftçisine değil işçisine para öder. O devletin satın aldığı ürünlerin parasını beğenmeyip protesto edenlerde avucunu yalar. Devlet işsiz gençlerini açıkta bırakır mı hiç? Hepsi ekim yapar ve hepsi hayvancılık yapar. Hem de her şehirde. Genel valilerimizin çok işi var. Her bir yardımcı böyle büyük işlere bakıyor. Biri eğitime, biri tarıma...

Hekimoğlu İsmail çok güzel dedi; "Bu ülkede işsizlik yok, işe yaramayan adam çok.". Sözün altına bir cümle eklendi; "Fakat devlet o işe yaramayan adamları öyle bir eğitir ki, hepsi 10 numara çiftçi olur. Kim demiş onlar işe yaramıyor...". Çok doğru söylemişti, fakat cümleyi kapatmayı unutmuştu. Şimdi tamam oldu. Kendisine selam olsun!

Baş sıcak tutulmalıdır, fakat beyin serin tutulmalıdır. Araplar, başlarını güneşten korumak için örterler. Başınızı uygun şekilde ve uygun yerde örterseniz, baş güneşten korunur ve beyin serin kalır. Yazın güneş altında çalışan çiftçiler, arapların başlarına örttüğü gibi ince bir örtü örtmelidir. Bayanlar yazın ince başörtüsü kullanmalıdır ve başörtüleri gevşek olmalıdır. Erkekler için de güneş altında durum aynıdır. Kışın ise erkekler ve bayanlar başlarına bir şapka örtmelidir. Ev içinde durum farklıdır. Kapalı alanların ısısı, buna göre ayarlanmalıdır. Çok sıcakta eğitim verilmez, bu nedenle sınıfların sıcaklığının oda sıcaklığından biraz düşük olmasında fayda vardır. Sıcaklık normal seviyede olsa dahi sınıflar kalabalık olduğu için, öğrencilerin uykusu gelir. Bunu engellemenin yolu, normal sıcaklığa göre biraz daha serin bir ortamda ders görmektir...

Özellikle insanların ektiği genç ağaçların en tepesine kışın takke konulursa, ağaç kurur ve ölür. Genç ağaçların tepesine kışın takke konulmaz. Ağaçlar kışın ısıyı güneşten alırlar, takkeye gerek yoktur. O güneş ışınlarına ihtiyaçları vardır. Yazın ise çok sıcaklarda takkesiz duramazlar. Hayvanlarınıza nasıl bakıyorsanız, özel ağaçlarınıza da öyle bakmanız gerekir. Gerektiğinde sıcaktan korumanız gerekir. Genç ağaçları çok sıcak havalarda korumanın yolu, sadece en tepesine takke koymaktır. Ağaçlar da ilgi ve bakım ister. Özel ağaçları merak ediyorsanız, kendi ektiğiniz fidanlara bakınız. Büyüyene kadar sevgi ve ilgi gösterirseniz ektiğiniz fidanlar kurumaz. Cenab-ı Allah kendi ektiği ağaçlara bakar ve bir tanesini yanlış yere ekmez. Sulamasını da kendisi yapar. Budamasını da. Onun ektiği ağaçlar budama gerektirmez, çünkü hepsini doğru yere ekmiştir. Fakat kendi ektiğiniz ağaçları budamanız gerekir, çünkü ekim yaptığınız yeri kendiniz seçtiniz. Ağaçların nereye ekileceğini merak ediyorsanız, ekmeyi düşündüğünüz yerine önceden ağaçlık olup olmadığını tespit ediniz. Daha önceden hangi ağaçların orada ekili olduğunu tespit ediniz. Farklı bir ağaç türünü oraya ekecekseniz, mecburen bakımını yapmalısınız. Heryere meşe palamutu ekilmez.

Ağaçların tam ortasından giden damar zedelenirse, ağaç kurur. Yaş ağaçlardan ürün elde ederken dikkat edilmeli ve asla ortasına zarar vermemelidir. Ortasına erişecek bir küçük çivi, ağacı öldürmek için yeterlidir. Ortası haricine zarar versenizde ağaç kolay kolay ölmez.

Ağaçlar konusuna giriş, bahçenize ekilecek ağaçlar ile yapıldı. Fakat asıl mevzu devletimizin ilgi alanı gibi görünüyor. Ormanlarımız yanıyor ve devletimiz elinden geldiğince ormanlık alan oluşturmaya çalışıyor. Fakat daha fazlasını yapsa, çok güzel olurdu. İşsiz gençler çok fazla ve tarımdan yukarıda epey bir miktar para arttı. Her şehir ve ilçede ağaç dikim ve bakım ekipleri olsa hiç fena olmazdı. Eskiden orman olan arazilerin tespiti devlet tarafından yapılır ve tamamı aynı tür ağaçlar ile ağaçlandırılabilir. Kenarlara çeşit çeşit meyve ağaçları konur ve bu ekipler ağaçlara gözü gibi bakar. Meyve ağaçları arasına toprak yollar ve bazı yerlere geniş alanlar oluşturulur. Bu geniş alanlarda ise aynı işsiz gençler arıcılık yapar. Devletimizin bunu yapmak için parası da var, imkanı da. Yeter ki; ilgili genel vali yardımcısı, takibini güzel yapsın. İşsiz gençler arıcılık, çiftçilik, hayvancılık öğrendi. Balıkçılığı neden öğrenmesinler?

Devlet su işleri barajları sazan balıkları ile doldurdu. İşlerini güzel yapıyorlar fakat sazan güzel bir seçim değil, kılçığı çok fazla. Alabalık miktarı çok az. Diğer yenilen balık miktarları da az. Ülkemizin üç tarafı denizlerle çevrili fakat en az haftada bir kez balık yenmesi gereken evlerde, balık yılda birkaç kez yeniyor. Bütün gıda mühendislerine sorsanız, balık etinin faydalarını anlatmakla bitiremez. Nehirlerimize akıtılan lağımlar bir an önce durdurulsa ve işsiz gençlere balıkçılık imkanı sağlansa çok güzel olurdu. Lağımları akıtacak yer altı kırıkları hemen tespit edilebilir. Kendi gözlem uydularımız istihbarat yerine kırıkların fotoğraflarını çekebilir. Köylerde yeraltı kırıklarını tespit etmek ise, muhtarların görevidir. Yeraltı kırıklarına dolan lağımlar, toprak tarafından emilir ve geriye sadece posa kalır. Zaman içinde bu posa toprağa dönüşür. Kırık derin ise bu uzun zaman alır. Milyon yıl kadar uzun zaman. Her yerleşim olan yeri Cenab-ı Allah önceden bildiği için, mutlaka yakında yeraltı kırığı olan yerler yaratmış durumdadır. Lağımlar yeraltı kırıklarına akıtıldıktan sonra, yenilecek balık türleri belirlenir ve nehirlerimize bırakılır. Birkaç yıl içinde her eve balık girmeye başlar. Denizlerin temizlenmesi biraz zaman alacak, fakat nehirlerden giden pislikler artık durdu. Kirlilik durmadı ise, nehirlere akıtılan fabrika atıklarından kaynaklanıyordur. Ne yazık ki, her fabrika pisliğini en yakın nehire veya denize akıtıyor. Bu konuda çok ciddi yasal tedbirler alınmalı ve yasaklara uymayanların üretim izinleri ellerinden kalıcı olarak alınmalıdır. Çünkü hiçbir fabrikanın insanları ve doğayı zehirlemeye hakkı yoktur. Her fabrika, çok az bir harcama ile pislikleri yeraltı kırıklarına akıtabilir. Madenleri yıkadıktan sonra pislik nehre akıtılmaz (bunu yapan şirket sayısı tahmininizden çok fazla). Yıkandıktan sonra kalan çamur kurutulur ve madenin alındığı yere kamyonlar ile taşınır. Kendilerine geçiş sürecinde biraz zaman tanınabilir. Devletimiz bu işleri çok güzel yapar...



GENÇLERE VE ÇİFTÇİLERE ÖNERİLER

Tarlalar sürülürken genellikle öküz kullanılmakta. Bir boğanın öküz haline getirilmesi, boğaya eziyettir. Boğalar ile tarla sürülebilir veya at ile tarla sürülebilir. Boğalar boğa olarak kalırda, yemek için kullanılırsa en güzeli olur. Boğayı kızdırmazsanız saldırmaz. Allah-u Ekber derseniz sizinle beraber paşa paşa gelir ve tarlayı sürer.

Ürünler dalında kuruduktan sonra toplanır ve toprağa düşen taneler alınmaz, bir sonraki sene ekime gerek kalmaz. Doğal olanı kurumasını beklemektir. Ürünleri toplamak için teferruatlı aletlere ihtiyaç yoktur. Bir tarladaki ürünlerin kesimini bıçak benzeri uzun bir aletle bir baştan bir başa iki kişi çok kısa sürede yapabilir. Taneler rüzgar ile ayıklanır ve ürün hazır hale gelir. Doğal olanı budur. Diğer türlü 10 tane makine ile 100 tane işçi çalışırda bir mahsülü toplayamaz.

Tarlaları sulamak için kullanılan su kanalları zeminden biraz yüksekte olmalıdır. Böylece içinden su içmek isteyen hayvanların pislikleri içlerine karışmaz. Kanallar yosun tutmuşsa bu iyiye haberdir. Çünkü yosun sudaki, suya ait olmayan maddelerden yaratılır ve su böylece temizlenir. Kalanını ise suyun içinde bulunan balıklar yiyerek temizlerler. Tarla sulama kanalları içinde balıkta olmalıdır.

Hayvan dışkısından gübre olmaz. Esasen hayvan dışkısı yenmez. İnsanoğlunun bunu öğrenmesi gerekiyor. Bazı hayvanlar, insan dışkısını da gübre olarak kullanmaktalar. Kendileri için söylenecek söz yok. Toprak dinleniyorsa gübreye ihtiyaç yoktur. Tarlalar dağların eteklerinde veya düz kısımlarda olur. Yağmur sularının ulaşamayacağı yerler ise yayla olabilir. Eğer su ulaşıyorsa, ekim de yapılır. Toprak bol. Tarladan mahsül toplandıktan sonra, yağmur suları gerekli mineralleri yukarıdan aşağıya taşırlar ve gübreye gerek kalmaz. Doğal olanı budur. Üstelik tezek ateşinde yemekte pişirilmez. Tezek hiç uygun bir yakacak değildir...

Tarla için kavga edilmez. Ekecek tarla mı yok? Birsürü arazi boş duruyor. Devletten para değilde ekmek için boş arazi isteseniz, size birsürü arazi gösterir. Devlette arazi bol. Kendisi de eker, çiftçisi de! Üstelik istediğiniz kadar nadasa bırakın. Bir sene boş duran araziyi ekersiniz, diğer sene yanındaki boş duran araziyi. Devlet sizden az bir ücret alır kira bedeli olarak. Fakat ülke fazladan ekim yapar ve getirisi bol olur.

Devletim çok güzel bir iş yaptı. Tohum bankası kurdu. Tohum bankası olan bir devlet, sizi tohumsuz bırakmaz. Size arazide gösterir, tohum da verir. Tohumu alır ilk sene çoğaltırsınız, ikinci sene ekim yapmaya başlarsınız. Ne kadar güzel olur...

Genç arkadaşların bilmesi lazım ki, çiftçilik zor bir meslek değil. Hayvancılıkta zor değil. Devlette çalışmak istemiyorsanız, devletten kiralık arazi isteyebilirsiniz. Çok para almaz. Yeter ki çalış ve ülken için üret. İlk sene ürünü toplarken para lazım olur. Devlet veya müşteri ürüne gelir bakar, sonra hasat parasını kendisi öder. Ürünü yetiştirdikten sonra, hasadı kolay. Siz istedinizde devletimiz müşteri ile buluşturmadı mı? Tarla başına kurulacak bir baraka ve toprağa gösterilecek ilgi işsizlikten kurtarır. Eğer çiftçilik nedir bilmiyorsanız: Halk eğitim kursları var devletin, onlar bedava öğretir. Yeterki çalış ve üret. İlk sene 1.000 ile kiralanacak bir tarla, sonraki sene 10.000 lira getirir. İkinci sene 5.000 lira ile ekim yapılırsa, 50.000 lira olur. Yeterki çalış ve üret. Hangi arazi 10 kat kazandırır diye merak ediyorsanız, devletinize sorun. Devlet arazisini bilir. Boş arazi çok. Üç sene içinde işsizlik gider, huzur gelir. Şehirde huzur yok. Huzur, dağ başında akan suyun kenarında içilecek: "bir bardak çayda gizli". Anladıysanız eğer...

Şehirde 1.000 lira maaş alıyorum, yol parama yetmiyor diyenler: Azıcık para ile huzur dolu bir hayat yaşanabilir. Köyde huzur içinde hayvan yetiştirebilirsiniz. Eğer merak ediyorsanız, hayvancılığın parası çok fazladır. Hayvan yemini doğada bulur. En doğalı doğadadır. Birkaç tane hayvan ile başlayın. 3-5 sene sabredin, para bol olur ve huzur eksik olmaz. Hayvan yetiştirmek için bilgi yok ise, devletin halk eğitim kursları var. Bedava eğitim veriyorlar. Neden gitmiyorsunuz? Hayvancılık güzel meslektir...

Param çok daha az, başka ne iş yapabilirim diyorsanız eğer: devletin bedava halk eğitim kursları var. Gidin oraya arıcılık öğrenin. Kısa zamanda öğrenilir. Arıcılık çoğu köyde yapılır. 2 kovan arı ile başlayın, birkaç senede 10 kovan olur. Arılar oğul verir veya çoğalınca iki kovana el ile bölünür. Kursta öğretirler, yeterki gidin öğrenin. Parası bol, ne gerek var şehirde yaşamaya. İnsanlar bal yiyemez oldu, haberiniz yok...

Bir ev almak için, şehirde 10 sene otobüslerde vıcık vıcık gitmeyi göze alanlar var. 10 seneye gerek yok. 3-5 senede parayı da bulursunuz, huzuru da. Şehirde ne işiniz var? Şehirde huzur mu var? Beton yığınları arasında göreceğiniz tek şey beton. Doğada ise doğayı görürsünüz. Huzur bulursunuz...

Doğal yaşamı öğrenmek lazım. Ne güzeldir doğal yaşamak. Küçük bir fırın yaparsınız. Yanınada bir tandır. Her ikisinin de ekmeği güzeldir. Fırında yemekte yaparsınız. Devletinin halk eğitim kursları var hepsini yapmayı öğretir. Eğitim bedava bu ülkede, siz istedinizde devletiniz öğretmedi mi? Nerede kalacağım diyorsanız eğer, iki sene çadırda yaşarsınız. Doğal hayatın tadına bakarsınız. Bir taraftanda evinizi yaparsınız. Her gün bir taş koysanız, iki senede ev biter. Şehirde 10 sene para biriktirip ev alacağınıza, gidin kendi evinizi yapın, çok kolay. Devletin halk eğitim kursları var, bedava eğitim veriyorlar. Devletin koyacağı bir tane inşaat ustası, siz yeterki öğrenmek isteyin. Evinize proje çizdirmeyeceksiniz. Devletin hazır ev projelerini koyarsınız önünüze; o evlerden birini yapmayı öğrenirsiniz, halk eğitim kursunda. Devlet mühendisi kendi projesini onaylar siz merak etmeyin. Para almaz devletiniz. Yeterki siz üretin.

Çocuklarınızın eğitimini düşünmeyin. Devlet yakında toplu uçuş sistemine geçecek. Toplu taşıma ve uçarak. Çok ucuza uçuruyor. Çocuklarınızı okullara devlet götürecek. Siz yeterki üretin.

Elektriğim yok diyorsanız eğer. Devlet yeni elektrik üretim sistemine geçecek. Her eve kuruyorsunuz, sistem üretiyor. Jeneratör gibi, yeni nesil cihazlar. Satın alacağınız bir tane alet. Hem aynı aletle ısınırsınız. Siz yeterki üretin.

İletişimi nasıl kurarım diyorsanız eğer. Baz istasyonlarının çoğu kalkacak yakında. Kapsama alanı ise çok genişleyecek. Devlet hazırlıyor bunları, yakında heryere kurulacak. Herkesle çok daha rahat iletişim kuracaksınız. Tek gitmeye korkuyorsanız eğer, 3-5 bekar beraber gidersiniz. Beraber evlerinizi yaparsınız, evlere sadece gelin getirmek kalır...

Hiçbirini yapmam diyorsanız eğer. Mecburen askere gideceksiniz. Askerlik eskisi gibi değil. Önce acemi birliğine gidiyorsunuz. Usta birliğinde ot yolmak yok, eğitim var. Siz ordunuzu sizi eğitemez mi sandınız? Aynı kursları ordu da verir. Hem orada öğrenemezseniz süründürürler. Demedi demeyin...

Devlet bir sene de hazırlıklarını bitirir gibi görünüyor, yeterki siz hazır olun (1 sene sürmeyebilir).

Allah-u Ekber diyerek başlamak lazım

ÖNEMLİ BİLGİLER

* İnsanlığın kontenjanı 500 milyar. Şu anda 200 milyar civarında.

* Bu kitap hayatınızı değiştirmiş olabilir ve hatta inancınızı da. Fakat karakteriniz kötü değilse, onu değiştirmesin. Mesela öncesinde çok esprili biri idiyseniz, aynı kalın. AŞK'ta çeşit boldur. Önceden çok meraklı birisi idiyseniz, yine aynı kalın. Yeterki kötü meraklarınız olmasın. Çaktırmadan babanızın masasındaki evrakları okuyorsanız, devam edin. Önlem almayan düşünsün. Merak sizin karakterinizde var!

* Fizikçilere önemli bir bilgi: Gözlerinizi yerde bir noktaya odaklayın ve kafanızı sağa sola sallayın. Göreceksiniz ki, gözleriniz aynı noktaya bakıyor ve hala görüyor. Odak noktası değişmedi.

* Ateşi çıkmış hastaların neden ateşi düşürülür? Ateşin çıkması bir vucut savunma mekanizması sonucu değil midir? Ateşe sebep olan şeyin ortadan kaldırılması gerekirken, savunma mekanizmasının önüne engel konulmaktadır. Hiçbir hasta vücut savunma mekanizması sebebi ile ölmez. Eğer hastada ateşten dolayı üşüme hissi varsa, üstünü örtmelidir. Rabbimiz tarafından o hissin konulmasının sebebi, üstünü örtmesi gerektiğidir. Fakat insanlar ateşten korktuğu için üstlerini açarlar.

* Günümüz elektrik ve elektronik sistemlerinde hata vardır. Mesela ne kadar elektrik gelirse, o kadar yanan ampüller kullanılmalıdır. Ayrıca üreteçler günün saatine göre ayarlanabilir olmalıdır. Böylece fazla elektrik sarfiyatı önlenir. Keşke elektrikli aletlerin tasarımına yasal zorunluluklar getirilse idi. Zor bir geçiş dönemi yaşanır, fakat geçiş döneminden sonra büyük tasarruf sağlanırdı. İnsanlar evinde uçak motoru çalıştırmamaktadır, eve gelen elektriğin miktarı çok fazladır. Haftanın günlerine ve günün saatlerine göre elektrik tüketim miktarları, elektrik üreten yerlerde mevcuttur.

Yıldırım elektrik değildir, elektriğin sonucudur. Eğer yıldırım elektrik ise, şimşek elektrik değildir. Normalde şimşek çakar (elektriklenme), yıldırım düşer (enerji). Diğer bir deyişle; birisi gerilim, diğeri boşaltımdır. Elektriğin kısa tarifi; iki insanın birbirine sinirlenmesine gerilim, yani elektrik denir. Oluşan gerilimden sonra, o gerilimi kullanarak atılan yumruğa ise boşaltım denir (elektriğin enerjiye çevrilmiş hali, yani elektrik enerjisi). Daha net ifade ile: Elektrik enerjisi farklı, ısı enerjisi farklı şeylerdir. İki bulut çarpışırsa, elektriklenme olur. Eğer bulut ile bulut veya bulut ile yer arasında bir elektriklenme olursa buna Şimşek denir. Oradan çıkan enerji yere düşerse Yıldırım olur.

* Bir buz kütlesi üzerine düşen bir yıldırım buzun tamamını anında eritir, fakat su eğer saf ise. Eğer saf ve temizkalpli biri olursanız (ruhunuz), size söylenen ilk kelime bütün ruhunuza işler. Söylendiği değer ne büyüklükte ise, o büyüklükte işler!

* Her gezegenin ruhu vardır ve tam ortasındadır. Kainatın ruhu ise tam ucundadır. Maddenin ruhu ise kenarlarında zerrelerdedir. Her madde zerrelerden meydana gelir ve ruhu vardır. Maddenin ruhu günahlar ile kirlendiği zaman dünyamız gibi olur.

* Bol bol sakız çiğneyin ve yutun. Sonra yuttuğunuz sakız midenize yapışsın ve mide sorunlarınız başlasın. Mideye yağışan sakızlar asit salgılanmasını da engeller ve bu sakızların mideden atılması çok uzun zaman sürer. Bunun en kolay çözümü belli aralıklarla sıcak limon suyu içmektir. Ayrıca sakız üreten firmaların bu konuda çocuklara önlem alması gerekmektedir. Sakızların içine, yutulduğunda mide asidinde eriyen bir madde konulması gerekmektedir.

* Boynu kırılan birisi; hiç konuşmaz ise refleksleri ile nefes alabilir.

* İsrail adına lanet okumayınız. Kendilerine de virüs ülke deyiniz. İSRA, Rabbimizin büyük isimlerinden biri. O isme hakaret etmeyiniz. SAKIN! İsrail dahi, isminin arapça olduğunu bilmez. Zaten bilmediklerinin peşine gittikleri için virüs ülke adını aldılar. İsrailin bayrağındaki simge, Hz. Davud'un simgesidir. Hz.Davud, Zebur sayesinde binlerce yıl İsrailoğullarının İslam'i olarak bütün milletlerden üstte olmasını sağlamıştır. Fakat Zebur'un ne yazık ki günümüzde bir kopyası bulunmamaktadır. İncil, Tevrat ve Zebur'un orjinalleri; çalışmalar bittikten sonra ilerleyen yıllarda karşınızda olacak (Çok fazla sürmeyecek).

* Size ikram edilmiş olan helal lokmayı kabul etmezseniz, karşı tarafı çok kırmış olursunuz. Karşınızdaki insanı kırmak ise günahtır. Bazı insanlar kimden olursa olsun parasını ödemediği bir yiyeceği yememektedir. Fakat bunu yaparken kırmamak için, zorda kalınca kabul etmelidir. Bir insan infak etmeyi tavsiye ederde ikramları kabul etmezse, karşı tarafta soru işaretlerine ve büyük kırgınlığa sebep olur, aynı zamanda hayır işlemesini engellemiş olur.

* Bir yere ölmüş birinin adını kesinlikle vermeyiniz. Çünkü ölen kişiden izin alınmadan yapılan isim verme işlemleri, ölen kişiye karşı kul hakkı borcuna girmenize sebep olabilir. Ölenin ailesinin verdiği izin geçersizdir. Eğer ismi verdiğiniz yerin adı kötüye çıksa, bu ölenin ismine karşı negatif etki oluşturur.

* Gezegen tiplerinin isimleri var. Yaşadığımız gezegen şeklinden dolayı adı dünya, bir başka şeklin adı aram... vs.

* Esnemek uykunun açılmasına sebep olur. İnsan esnemezse uyur. Resulullah (SAV) hiç esnemedi diyenler mecazi manayı çözemeyenlerdir. O hiç boşa düşmemiştir (Beyin hep çalışmıştır). Bedende şeytan var iken boşa düştüğünüz anda (düşünmediğiniz anda), şeytan vesvese verir. Hep yapacak işiniz olduğu sürece boşa düşmezsiniz.

* Fermuarlar ataç gibi birbirine takılabiliyor olsa idi yankesiciler çantalarınızı açarak birşey çalamazlardı.

* Günah ürünü olan ve petrolden üretilen "PLASTİK ÜRÜNLER" ve "POŞETLER" mutlaka yasaklanmalıdır. Doğada uzun süre yokolmamalarının sebebi günahlardan üretilmiş olmalarıdır. Her ağacın kabuğu altındaki suyun; bir miktarını alırda kaynatırsanız, plastiğe benzer bir ürün elde edersiniz. Onu kullanmak en mantıklısı.

* Dağlar'ın tepesindeki kar erimiyorsa, sebebi molibden veya zirkonyum olabilir mi? Kontrol etmekte fayda var.

* Bütün bir ömür para biriktirip ev, araba alın ve hiç yaşamayın (ölçü dairesinde). Rabbimizin, HAYAT İSMİ size küssün.

* Cenab-ı Allah'ın her ismi kıymetlidir. Sadece İMTİHAN ismi değil her ismi. Sadece İMTİHAN ismini yaşarsanız diğer isimler kırılır ve üzülür. Bir gün unutulur ve yıldızları söner, kayıp giderler. Yeri gelmişken; SOHBET ismini CEMAAT/HİZMET olarak bilinen camianın elinden kimse alamaz...

* Bu sayfada bahsedilen ilaçların sadece etken maddelerini ayırsanız ve ilaç yapsanız ne olur? Cenab-ı Allah, şifa verirken bütün ihtimalleri göz önüne alır ve yarattığı bitkilerde ona göre olur. Eğer sadece etken maddeleri ayırırsanız, ilaçların yan etkileri ile uğraşır durursunuz. "ŞİFA", O'nun adı.

* Mevsiminde her meyve ve sebzeyi ölçü dairesinde yiyiniz. Meyve ve sebzeler dalında kurusun, sadece kuşlara yem olsun diye yaratılmadı. Ölçü dairesi, kilo almanızı ve vücudunuzun zarar görmesini engeller.

* Yakında birçok hastalığın çözümü yayınlanacak, İnşallah.

* Davulculuk bir meslek değildir. Bir hobi olarak değerlendirilebilir, fakat meslek olamaz. Günümüzde her evde çalar saat bulunmaktadır. Ramazan davulculuğu ise, insanları rahatsız etmekten öte hiçbir işe yaramıyor. Çünkü gürültü yaparak insanlar uykudan uyandırılıyor ve özellikle hastalar, çocuklar negatif etkileniyor. Bir an önce tarihe gömülmesi dileği ile.

* Günümüz bilgisayarları kitapları saklamak için güzel. Fakat hiçbir bilgisayar, kağıt üzerinde okuduğunuz kitabın tadını vermiyor.

* Yoğurt bedendeki pislikleri dışarı atar. Hergün bir kase yoğurt yerseniz geç yaşlanırsınız. (Yoğurdu kendi suyu ile çırpınız).

* Erken ölmek için fastfood yiyiniz, kola veya doğal olmayan sodayı bol içiniz (yasaklanmalı).

* Doğal maden suyu ile karıştırılmış meyve suları en sağlıklı içeceklerdir. (Ülkemizde doğal maden suyu bol miktarda bulunmaktadır, Türkiye'de).

* Arkadaşım öldükten sonra YOK olacağına inanırdı. Sonu ne olur? Bedeninin bedelini ödeyip YOK olabilir (Rabbimiz bilir). Fakat tüm Eşrefi Mahlukat'ın YOK olmaması için büyük dua var. (YOK olması; ölümden sonra yeniden yaratılmaması)

* İhtimal Resulullah (SAV)'in yediği zehirli denilen et içerisinde, yahudi kadının kanı var idi (O kan içinde de şeytan ruhu). Resulullah (SAV) kendi bedenindeki şeytan ruhunu, aşk ile yakmıştı. Aşk ile dolan beden, kendisine şeytan ruhu bulaştığı an hisseder, çünkü bedene girdiği anda acı/ağrı verir. Hatta aşık o kadar net hisseder ki, vücudunda şeytan ruhu olan noktaları sayın deseniz, anında gösterir.

* Büstlere değil, Cenab-ı Allah'a saygı gösterin. Cenab-ı Allah'a secde edin.

* Mikroplar neden var sorusunun ilmi cevabı: şeytan kanını doğaya bulaştırdıktan sonra cansız madde taneleri içerisindedir. Cenab-ı Allah onlar bir araya toplar ve mikrop halinde canlı olarak yaratır. Bu mikroplar Rabbimiz tarafından, öldükleri anda kendi madde tanelerinin enerjisini sıfırlayacak şekilde dizayn edilmiştir. Eğer suyunuzu kaynatır ve içerseniz, mikrop ölür. Mikrobun beraberinde şeytan ruhu olan madde taneleri de ölür. O'nun adı ALİM! ve O'nun adı "KHALIG (YARATAN)". Hiçbirşeyi boşa yaratmaz.

* Deccaliyet denilen aşağılık örgütten ve ülkenizdeki deccaliyet yöneticilerinden bir an önce kurtulun. Onlardan veya aç kalmaktan korkmayın. Cenab-ı Allah hiçbir kulunu aç bırakmaz. Asıl korkaklar, kendilerini kapılar ardına gizleyip, arka plandan ülkeleri yöneten alçaklardır.

* şeytanın pisliği temizlenince yaşam süreleri çok uzayacak. Eskiden olduğu gibi.

* İnsanlar 6000 kilometre süratten sonra parçalara ayrılır. Bir aletle maksimum 2 milyar kilometre sürat yapabilirsiniz. Basıncı engellemek için çeşitli fiziksel mekanizmalar mümkün.

* Bir damacanaya 1 litre sıcak su koyunuz. Hemen üstüne 1 litre soğuk su ekleyiniz (hızlıca ekleyiniz). Hiç beklemeden hızlıca çalkalayınız. Sonuç: 2 litre sıcak su.

* Kur'an da BİZ, SİZ, ONLAR gibi çoğul ekler kullanımından kasıt; Cenab-ı Allah'ın isimleridir.

* İnsanlar arasında kibri engellemek için; patronlar çalışanları ile bir araya gelse ve beraber çalışsa ne güzel olurdu. Liderler, arada bir yönettikleri ile bir araya gelse ve beraber oturup kalksa ne güzel olurdu (R.T.E.'ın başarısının sırrı açıklandı, anlayana).

* Büyük araç kullananlar (kamyon, tır vb); pompalayarak fren yaparlarsa, fren patlar. Kendilerinin eğitimden geçmeleri gerekiyor. Çünkü freni patlayan kamyonlar çok can alıyor.

ASLAN NAMAZ KILAN ADAMI NEDEN ISIRMAZ

Rivayete göre adamın biri namaz kılarken aslan yanına yaklaşır fakat hiçbirşey yapmadan bekler. Aslan eğer avı kolay bir av ise, boynundan yakalar. Namaz kılan insan eğer Cenab-ı Allah huzurunda huşu içinde namaz kılıyorsa boynunu içeri çeker ve iki büklüm namaz kılar. İşte bu sebepten aslan beklemiştir. Eğer çok aç değilse, beklemekten yorulmuş ve gitmiştir. Sebebi ise insan eti hiçbir hayvan için lezzetli değildir. Bol tuzlu olduğu için beğeni görmez (günahlar kokmasın diye tuzlu). Yoksa aslan, yırtıcı bir hayvandır dikkatli olmak lazım. İslam MANTIK dinidir. Geçmişte böyle bir hadise yaşanmış, açıklaması oldu.

TUZLU SU

Eğer bulgur veya pirinci pilav yapmadan önce tuzlu suda bekletirseniz, pilavınız çok güzel olur. Tuzlu su bulgur ve pirinç taneleri üzerindeki kanalları açar ve tam pişmesini sağlar. Eğer nohut veya kuru fasulye gibi bitkiler içinde kullanırsanız, onlarda çok güzel olur. Eğer bir bitkinin içine aroma koymak isterseniz, tuzlu suya katmak istediğiniz aromayıda katın. Bütün tanelerin kanalları açıldığı için aroma bütün taneyi kaplar. Bulgu pilavı salçasız daha güzel olur, üstüne biber salçası sos olarak konulabilir. Tuzlu suda bekletilmiş bakliyat ürünleri çok çabuk pişerler.

Eğer tıkalı bir burnu açmak istiyorsanız, tuzlu su ile hemen açabilirsiniz. Eğer bebeğinizin burnu tıkalı ise, burnundan içeri birkaç damla tuzlu su damlatınız.

SAHABELER ABDEST SUYUNU İÇER MİYDİ?

Rivayete göre sahabeler, Resulullah (SAV)'nin abdest aldığı suyu paylaşamazlarmış ve içerlermiş. Bu tamamen deli saçması bir uydurmadır. Virüslü insanlar 1400 yıldır bu yalanlara herkesi inandırdı, bu nedenle açıklama gereği duyuldu. Benzeri birçok yalan mevcut, hiçbirisine inanmayınız. Çünkü 1400 yıldır virüslü insanlar yalan yazıp duruyor. Hiçkimsenin elini ayağını yıkadığı su içilmez. İnsanlığa sığarmı hiç? Kim olursa olsun, peygamber bile olsa dışarıda gezerken elleri ayakları kirlenir. Ve kirlenen elini ayağını onlarda yıkar. Abdest suyunun içildiğini birileri uydurmuş, fakat vahim olan buna inanan müslüman kesim. Böyle birşeye nasıl inanırsınız? Bunu hangi insan, hangi mide ile içiyor? Biraz akıl lazım buna inananlara. Hangi peygamber buna izin verir? Cenab-ı Allah buna inananlara AKIL ihsan etsin. "AKIL", O'nun adı.

HESAP GÜNÜ

Öldükten sonra gittiniz hesap gününe. Cenab-ı Allah şu şu günahların var derse, affet deyin. Sizin hak alacaklarınız olacak, hepsini helal ettim deyin. Bak cehenneme gidersin derse Allah-u Ekber deyin (Sen büyüksün bir adın yeter dediniz). Sakın delikanlılıktan kaçmayın. Eğer tersi davranırsanız sınavı kaybedersiniz.

Müslümanlar öldükten sonra hemen hesap gününe giderler ve hesaplarını verdikten sonra Darüsselam'a giderler. Fakat bir kısmı Cennet'e gitmek için kül olarak bekler (Yakınlarının gelmesini bekler, hiç sıcak altında beklemezler, ruh kül olarak beklerler. Böylece zaman su gibi akıp geçer, göz açıp kapamak gibi). Diğerleri ise öldükten mahşer yerinde beklemektedir. Yani insanların büyük çoğunluğu öldükten sonra hesap gününe giderler ve bu çok uzun sürer. Bir müslüman eğer öldükten sonra hemen hesap gününe giderse şunu istemelidir: "Bismillahirrahmanirrahim. Allah-u Ekber. Allah'ım ben alacağım vereceğim bütün hakları sana devrettim. Sen ne hüküm verirsen kabul ettim. Beni bekletmeden bütün hesapları sen gör. Amin. Elhamdülillahirabbilalemin"

Eğer yukarıdaki duayı orada etmezse, bekleyen bütün insanlar gibi hesabının bitmesini bekler. İşin içinden çıkması binlerce yıl veya daha fazla sürer (Bütün insanlığı beklemek zorunda kalabilir). En mantıklı olanı, hiçbir hak peşinde koşmadan herşeyi O'na bırakmak ve hesap gününü kısa zamanda atlatmaktır. Eğer o şekil dua ederse hesabı anında görülür ve hesap peşinde koşmamış olur.

TARİKATLAR

Herkesin malumu bir konu, cesit cesit tarikatlar ve gruplar mevcut. Herbiri farklı bir yol tutmuş gidiyor. Aslında "aklın yolu BİRDİR". İçlerinde gerçekten İslam için çırpınan gruplar var, birlikler var. Fakat tarikat mantığında çok büyük yanlışlar var. Özellikle şeyhlerini günahsız, hatasız ve mükemmel olarak görmeleri, tarikata mensup müritlerin en büyük yanlışlarından birisi. Bir diğeri ise Cenab-ı Allah dururken, şeyhlerinden himmet istemek. Bir büyükten hayır dua istenebilir ve bu normaldir. Fakat günümüzde öyle bir hale gelmiş ki, Cenab-ı Allah dururken insanlar başkalarından HİMMET ister olmuş. Daha hiç Cenab-ı Allah'tan istemeden başkasından HİMMET dilenmek bir nevi şirktir. Çünkü gerçek Rahmet kapısı dururken başka yerden Rahmet istenmez. Rahmet kapısının Cenab-ı Allah olduğunu bilen başkasından isteyemez. Ve hatta öyle durumlar mevcut ki, başına bir bela gelse hemen "yetiş ya gavs" der olmuş insanoğlu. Şirkin en büyüğü! Ahirette Rabbimizin gavslarını önlerine koyması ve gavsınız Rahmet etsin demesi kuvvetle muhtemeldir. Bir başka örnek; başından bir bela savılınca hemen sebebi Cenab-ı Allah'tan başkasına bağlamak. "Filan filana mürit oldumda, o kişi kurtardı" şeklinde cümleler kurmakta şirktir. Bu nedenle tarikatlar insanların bir araya gelmesi ve Cenab-ı Allah'ı konuşması açısından her ne kadar güzel gibi görünse bile, şirk konusu neredeyse tamamını sardığı için çok tehlikelidir. En güzel rehber, Kur'an ışığında; aklınız, mantığınız, ilminizdir. İslam açıkça bunu emreder. "EY AKIL SAHİPLERİ" der, Kur'an-ı Kerim. "AKIL", O'nun ismi. "MANTIK", O'nun ismi. "ALİM", O'nun ismi. Böyle büyük üç ismi dururken; sebepleri başka şeylere bağlamak, Cenab-ı Allah dururken başkasından yardım istemek gibi durumlara düşmemek gerekir. Zaten ölmüş olan birinden sanki anında işitiyormuş gibi himmet dilenmenin bir mantığıda yoktur.

İki ihtimal var;

* Birinci ihtimal: "Haşa! Şeyh BASİR ismine sahip, sizin her anınızı görüyor ve size yardım ediyor. Ölmüş ama olsun yinede görüyor ve yardım ediyor."
* İkinci ihtimal: "Cenab-ı Allah sizi işitecek, o an himmet istediğiniz muhatabına iletecek ve o size himmet edecek, sizde o zor durumdan o an kurtulacaksınız. Cenab-ı Allah'ı dikkate almadınız ve şeyhinizi daha öne koydunuz. Ölmüş veya sizden çok uzakta olan şeyhinizin size nasıl yardım edeceğide ayrı bir merak konusu. Herhalde dua eder, başka ne yapacak? Elinde başka gücü mü var?"

PAPAZLAR

Günahlara tevbe etmek için para ile aracı tutmak akıl dışıdır. Her insan kendi günahları için tevbe etmelidir. Bazı peygamberlerin kendi zamanlarında kavimleri ve insanlar için etmiş olduğu dualar (günahlarının affı) önemlidir ve gereklidir. Çünkü peygamberlerin duaları normal bir şahsa göre daha makbuldür. Fakat kişi kendi günahlarına pişman olmadıktan ve kendisi tevbe edip, af dilemedikten sonra bir anlamı yoktur. Çünkü günahı işleyen pişman olacak tevbe edecekki bir manası olsun. Yoksa pişman olmayan insan için af dilense ne olur? Papazların kurmuş olduğu günah çıkartma sistemi, Cenab-ı Allah'ın düzenine terstir, makbul değildir. Günümüz vatikan sistemi, para üstüne kurulmuş bir sistem. Keşke topladıkları paralar ile okul açsalardı, ne güzel olurdu.

HOCALAR?

İslam'ı öğrenmek adına, bilen insanlardan ders almak ve öğrenmekten güzel ne olabilir. İslami konulara hakim insanları takip edebilir ve birçok şeyi onlardan öğrenebilirsiniz. Bu konuda en başarılı hareket; yola çıkarken insanları eğitme konusu ile başladıkları için, hizmet hareketi.

İSLAM TARİHİNDE SAVAŞLAR

İslam tarihinde yapılmış olan savaşları birçok kaynaktan okuyabilirsiniz. Bu başlık altında anlatılanlar bazı hataları düzeltmek içindir. Resulullah (SAV) zamanında bilinen üç büyük savaş vardır. Bunlardan ilki Bedir savaşıdır. Resulullah (SAV) hiçbir zaman savaş yanlısı olmamıştır, fakat karşı tarafın saldırılarına son vermek gerektiği için birkaç tane savaş vuku bulmuştur. Bedir savaşı, İslam'ın yeryüzünde güçlü kılınması için en önemli savaştır. Bu savaşın amacı hem müslümanların gücünü karşı tarafa göstermek, hem de daha sonra meydana gelecek savaşlar için; "savaş hukukunu" öğretmektir. Çünkü bundan yaklaşık 1500 yıl önce savaşlar çok fazla idi ve çok fazla insanın kanı akıyordu. Bedir savaşı çok küçük iki grup arasında yapılmıştır. Müslümanların sayısı 313 kişi idi, karşı tarafın sayısı da 900 kişi idi. Bu savaş neticesinde durmadan saldıran karşı taraf yenilmiş ve müslümanlar ruhen çok büyük güce kavuşmuştur. Savaşı başlatan ise karşı taraftır. Müslümanlar asla savaşmak istememiştir, fakat karşı taraf savaş açınca Rabbimiz savaşma emri vermiştir. Bunu açık açık ayetler ile bildirmiştir. Bedir savaşında ölü sayısı çok fazla değildi. Esir sayısı ise, ölü sayısından fazla idi. Esirlerin kurtulması için kendilerine iki seçenek sunulmuştur. Birincisi maddi bedel ödeyerek esaretten kurtuluş, ikincisi ise müslüman çocuklara okuma yazma öğreterek esaretten kurtuluş. Bu savaşın neticesinde eğitimin önemi, Resulullah (SAV) tarafından bütün insanlığa öğretilmiştir. Resulullah (SAV), peygamber olana kadar okuma yazma bilmiyordu. Bunu Rabbimiz sağlamıştır. Çünkü okuma yazma bilse idi, kendisine inen ayetlere hiçkimse inanmayacaktı ve kendisinin uydurduğunu iddia edeceklerdi. Bunu bilen Rabbimiz, Peygamber olana kadar okuma yazma öğrenmesine izin vermemiştir. İnsanlarda bunu bildiği için, ayetlerin Rabbimizden olduğuna daha kolay ikna olmuşlardır. Zaten o devirde koskoca Mekke'de okuma yazma bilenlerin sayısı parmakla sayılacak kadar az idi.

İkinci büyük savaş Uhud savaşıdır ve Müslümanlar ağır darbe almıştır. Uhud savaşı, uhud dağında yapılmıştır. Müslümanların sayısı 700 ve karşı tarafın sayısı 3.000 kişidir. Resulullah (SAV) okçularını bir tepeye yerleştirmiştir ve yerlerinden ayrılmamalarını söylemiştir. Savaşın en kızgın olduğu sıralarda, Halid bin Velid isimli bir karşı tarafı komutanı arkadan dolanarak okçuların yanına gelmiştir. Okçulara hiç saldırmadan atından inmiş ve kendini karşı taraf değilde, Müslümanmış gibi göstermiştir. Savaş meydanında ise Müslümanlar önde gitmektedir, düşman bozguna uğramak üzeredir. Okçular Halid bin Velid'in o halini görünce Müslüman destek kuvveti sanmışlardır. Karşı taraf meydanda yenilmek üzeredir. Halid bin Velid burayı biz tutarız, siz meydana inin ve ganimetleri toplamaya başlayın çünkü kazandık demiş ve okçuları kandırmıştır. Okçularda rahat tavırlarla meydana inmişlerdir. Halid bin Velid bunu fırsat bilerek meydanı çembere almıştır ve müslümanlara ağır kayıplar verdirmiştir. Her iki tarafında kayıpları vardır, yenen olmamıştır fakat müslümanlar geri çekilmek zorunda kalmıştır. Ve şehid olanlar içinde Peygamberimizin akrabası ve çok sevdiği Hz. Hamza'da vardır. Hz. Hamza en güçlü savaşçılardan birisidir ve Resulullah (SAV) bu duruma çok üzülmüştür. Kendisinin de bir dişi savaşta kırılmıştır. Halid bin Velid, oynadığı oyun sayesinde karşı tarafın yenilgiden kurtulmasını sağlamıştır. Bu savaş neticesinde her iki tarafta kendi bulundukları yerlere dönerler ve kazanan olmaz.

Üçüncü büyük savaş ise Hendek savaşıdır. Bu savaşta müslümanlar 3.000 kişi ve karşı taraf 10.000 kişi idi. Müslümanlar karşı taraf ile aralarına büyük bir hendek kazmıştır ve 1 ay süren hendeği aşma mücadelesi savaşı müslümanların kazanması sonucu son bulmuştur. Bu savaşta da saldıran karşı taraf olduğu için hendek kazılmış ve düşmanın müslümanlar tarafına geçmesi engellenmiştir. Savunma şeklinde geçen savaş sonucunda 1 ayda toplam ölü sayısı 14 kişidir. Karşı taraf kuşatmış fakat müslümanlar tarafına geçemediği için yenilerek geri çekilmiştir. Her üç büyük savaşta da karşı taraf savaşmayı istemiş ve saldırmıştır. Resulullah (SAV) asla savaş yanlısı değildir. Her üç büyük savaşta, ARAPLARIN KENDİ ARALARINDA olan savaşlardır.

Daha sonraki fetihlerin neredeyse tamamı siyasi oyunlar ile yapılmıştır. Resulullah (SAV), birçok siyasi hamle ile insanların İslam'ı tanımasını sağlamıştır ve bu konuda Rabbimizden destek aldığı için çok başarılıdır. Fakat daha sonraki müslüman araplar, savaşmayı yeğlediği için, İslam dünyası ile diğer insanlar arasında derin bir gönül kırıklığına yol açmışlardır.

Benzeri bir hadise Resulullah (SAV) döneminde de yaşanmıştır ve Peygamber efendimiz bu duruma çok üzülmüştür. Uhud savaşında savaşın seyrini değiştiren Halid bin Velid, daha sonradan müslüman olmuş ve müslümanlar tarafına geçmiştir. Fakat kendisine hiçbir görev verilmemiştir. Müslümanlardan bir grubu etrafına toplar ve kimler benimle İslam'ı yaymak için savaşmak ister der. Yanına 3.000 kişi toplanır ve Resulullah (SAV)'den habersiz Kudüs'e doğru yola çıkarlar. Kudüs yakınlarında hristiyan bir papaz, yeni Peygamber geldiğini haber almış ve kitabı beklemektedir. Haber aldığı kaynak, Cenab-ı Allah'tır. Halid bin Velid, Kudüs yakınlarına geldiğinde papaz bunu haber alır ve kendilerine kitap getirdiğini zannederek 100.000 kişiyi onları karşılamak için meydana toplar. Fakat hepsi silahsızdır (Toplama amacı İslam'ı anlamak ve kavmine öğretmektir, müjde haber almış gibi toplamıştır). Halid bin Velid ve beraberindeki 3.000 kişi karşılarında onları görünce başlar İslam'ı tebliğ etmeye. Amaçları savaşmaktır, fakat bekleyenlerin amacı savaşmak değildir. Çünkü Halid bin Velid, o kalabalığın neden geldiğini bilmemektedir. Silahsız olduklarını görmesine rağmen savaşmayı düşünmüştür. Cümleleri şöyledir, "Müslüman olunuz. Müslüman olmazsanız sizi öldürürüz". Papazın yaptığı karşılama törenine öyle bir tebliğ yaparak başlayınca 100.000 kişi şaşırır. Bu cümlelerden sonra İslam'ı zerre kadar bilmeyen 100.000 kişinin müslüman olması beklenemez. Daha ne olduğunu anlayamadan Halid bin Velid ikinci hamlesini yapar. Saldırın der, müslüman olmadılar. Saldırmaya başlayan 3.000 kişi, silahsız insanların çoğunu kılıçtan geçirir (müslüman olun demelerine karşılık, hiçkimse müslüman olmamıştır). Papaz şoktadır ve meydanı terk ederek geri döner, fakat Halid bin Velid'e ağzına geleni sayar (Senin dinin bu mu der!). Orduyu Resulullah (SAV) gönderdi zannetmektedir. Barbarca katledilen insanları gören hiçkimse Kur'anı okuma gereği dahi duymamıştır. Çünkü İslam'ın öyle olduğunu zannederler. Daha sonraki izleyen 1400 yılda İslam'ı anlama gereği dahi duymaz Hristiyanlar. Çünkü Hristiyan dünyasının kalbinde çok büyük bir yara açılmıştır ve onarılması neredeyse imkansızdır. Halid bin Velid, 100.000 kişinin çoğunu öldürür ve zafer kazandık edası ile Resulullah (SAV) yanına döner. Büyük tebrik beklemektedir. Resulullah (SAV)'e zaferini anlatır. Biraz dinledikten sonra şoka giren Resulullah (SAV) orada bayılır. Yere düşünce yanındakiler sakinleşmesi için onu taşıyarak başka bir yere alırlar. Savaşan 3.000 kişi çok şaşkındır, çünkü onlarda tebrik beklemektedir. Resulullah (SAV) durumu düzeltmek için papaza bir mektup yazar ve İslam'ı anlatmaya çalışır fakat durum kolay kolay düzeltilebilecek gibi değildir. Çünkü papaz gelen mektubu anlar ama artık o durumu bilenlere izah edemez. Yapılan o barbarlıktan sonra durumu haber alan Hristiyanların hiçbiri İslam'ı anlama gereği dahi duymaz. Bu öyle bir etki yapmıştır ki, ilerleyen 1400 yıl boyunca günümüze kadar müslümanlar ve hristiyanlar kendi dinleri için birbiri ile savaşmıştır. Çünkü artık hristiyan dünyasının kapıları müslümanlara kapatılmıştır. Evvela Selçuklu ve sonrasında Osmanlı imparatorlukları İslam'ı anlatmak için savaşmak zorunda kalmışlardır. Çünkü Hristiyan toplumlar kendi aralarına savaşsız müslümanları sokmamışlardır (haklılık payları büyük). Tarih kitaplarında farklı anlatılmasının sebebi ise barbarlığı örtme girişimidir. Tarih kitaplarına doğruları yazan olsa bile, bunu gören olmamıştır. Çünkü tarih kitaplarını yazanların çoğu o zamanki virüs insanlardır. Günümüz tarih kitaplarının çoğu yalan bilgilerle doludur ve sebebi virüslü insanlardır. O kadar yalanı yutturmuşlardır.

O 3.000 kişinin yaptığını düzeltmek günümüze kalmıştır. İslam'ı anlatmak; Halid bin Velid'in vazifesi değildir, haddine de değildir. İslam, o 3.000 kişinin yaptığı barbarlığı kabul etmez. Bu özür çok gecikmiştir fakat çok gereklidir.

İSLAM ALEMİ ADINA, O OLAYDAN DOLAYI BÜTÜN HRİSTİYANLARDAN VE İNSANLIKTAN ÖZÜR DİLİYORUM! LÜTFEN AŞAĞIDAKİ GÜL'Ü, İSLAM DÜNYASINDAN HRİSTİYAN DÜNYASINA BİR GÜL OLARAK KABUL EDİNİZ VE KALBİNİZE KOYUNUZ!

Gül

Halid bin Velid'in gerçekten müslüman olup olmadığını bilmiyoruz. Bedenini şeytan ele geçirmiş ve yaptırmışta olabilir. Fakat görünen odur ki; öyle bir adam yanına 3.000 kişi topladığına göre, Resulullah (SAV) o kafa yapısındaki insanlara İslam'ı öğretmeye çalışmıştır. Görevi başından sonuna kadar, öylesine zordur. Düşünün ki, adamlar yaptıkları hatanın farkında değil ve tebrik bekliyorlar. Yaptıklarına söylenecek tek kelime yoktur. Beden şeytana esir olunca, Halid bin Velid gibi çok insan çıkar. Kendi ecdadınıza bakınız, benzerlerini bulacaksınız.

İslam'ın Türklere gelişi ise farklıdır. Resulullah (SAV)'den sonra hazırlanan ilk Kur'an nüshası, Oğuz (A.S.)'ye gönderilir. Kitabın bir çocuğa gönderilmesinin sebebi ise, babası Kültigin o zamanki Türk topluluklarının lideridir. Oğuz (A.S.) hemen müslüman olur ve ilk işleri çok zordur. Çünkü ilk yaptığı işler sırası ile AİLE ve DEVLET'i kurmaktır. Türklerin AİLE ve DEVLET yapısının kuvvetli olmasının sebebi Oğuz (A.S.)'nın attığı temelden kaynaklanmaktadır. Görevi bunu kurmak ve ilerletmektir. Çünkü İslam'ı artık başka türlü anlatmanın yolu kalmamıştır. Tek yol cephede savaşmak ve halklara İslam'ı savaşı kazandıktan sonra anlatmaktır. Tebliğ yolunu denemiştir, fakat arapların yaptıklarından sonra hiçkimse tebliğe kulak asmamaktadır. Keza hristiyanlar da, Hristiyanlığı anlatmak için aynı yolu seçmişlerdir. Çünkü aralarına daha yolun başında, bir BARBARLIK hikayesi girmiştir. Bu nedenle sonradan yapılan savaşların tek sebebi Halid bin Velid'tir ve sonradan yapılan savaşlardan dolayı İslam veya Hristiyan dünyası tam olarak sorumlu değildir.

Oğuz (A.S.) kitabı alır ve başlar öğrenmeye (Kur'anı). Bir gün çadırından dışarı çıkar ve at üstünde kılıçla yaralanmış gençler görür (15-16 yaşlarında). Hepsi kendi kavminden gençlerdir ve tamamı müslümandır. Sebebini sorunca anlar ve yaralayanları yakalattırır. Yakalattığı adamlar kendisinin müslüman olduğunu bilmeden, İslam'ı tebliğ etmeye gelmiş araplardır. Tebliğ şekilleri aynıdır ve daha müslüman olduklarını bilmeden aynı şeyi yapmışlardır. Sonra karşısına alır der ki "Bu mu sizin İslam'ı anlatmanız, gücünüz bu çocuklara mı yetti?". Kendilerini kovar vedurumun ciddiyetinin farkına varır. Güzel bir devlet ve aile düzeni kurar. Devletine asıl destek ise sonralarda babası Kül Tigin'den gelir. Oğuz (A.S.), Nebilerdendir. İslam'ı anlatmanın en iyi yolunun sağlam bir aile yapısı ve sağlam bir devlet yapısı olduğunu görür. Bunların üzerine çalışmalarını sürdürür. Bütün kavimler için dua edersem hepsi birbiri ile savaşır diye düşünür. Ömrü boyunca kendi kavminin galip gelmesi için dua eder. Türkler bundan dolayı yenilmemişlerdir. Bir gece seccadesi üzerinde yine kavmine dua etmiştir. Bu sırada şeytanın bittiğini öğrenir ve kaderi değiştirmemek için Darüsselam'ın yolunu tutar. Çünkü son dua sonucunda eğer hiçbirşeye karışmazsa şeytanın biteceğini öğrenmiştir. Kendisi mecbur kalınmadıkça savaşılmaması gerektiğini bilmektedir. Fakat olan bitenden sonra müslümanlar için başka yol kalmamıştır. İslam'ı tebliğin yolu, arapların yaptıklarından dolayı savaşmaktan geçmektedir. Gençlerin o halini ve arapların tebliğ şeklini gördükten sonra bunu net anlamıştır. Çünkü o kadar gönlü tamir etmenin yolu yoktur. İslam'ı bütün dünyaya duyurmak için güçlü bir devlet kurar ve o devlet günümüze kadar devam eder. İsmi değişse de milleti aynı kalmıştır. Şu anki adı Türkiye Cumhuriyeti'dir. Sonraki Türkler dünyanın kalbinin anadolu olduğunu bildikleri için batıya doğru ilerlemiş ve anadolu'yu fethetmişlerdir. Çünkü İslam'ın galip gelmesinin yolu kalbi fethetmektir. Bu büyük bir risktir. Eğer kalbe giren millet, İslam'ı yaymayı başaramazsa, bedelini ağır öder. Savaşarak geldikleri için ağır öder. Yoksa sadece sözle tebliğ yolu ile gelselerdi öyle bir risk yok. Böyle bir durumda başaran ise büyük mükafat alır. Oradan gelen Türkler başardı ve büyük mükafatlar aldılar. Vücudunuza göre pay biçiniz. Başka bir organdan gelen KAN, kalbi fethediyor ve oradanda dünyaya İslam'ı yaymaya çalışıyor. Kalp fethedilmeden İslam'ı yaymak çok zor. Üstelik Hz. Adem evlatlarını bölge bölge yerleştirmiş ve toprakların dağıtımını yapmıştır (Amerikayı keşfeden yok, oraya gidildiğinde zaten yerli halk var idi). Kalp ölürse bütün dünya ölür, bu nedenle kalbi fethetmek isteyen büyük sorumluluk alır. Bu yükü alan başaramazsa, bedelini öder (risk büyük idi, fakat şükür başardı). Fatih Sultan Mehmet, kalbin en riskli bölgesini fethetti (İstanbul boğazı). Daha sonrasında Yavuz Sultan Selim, Mekke'ye giderek oraları fethetmiştir ve kutsal emanetleri almıştır. Yavuz'un ordusunun gücünü ve tüfeği gören araplar korkmuş, hiç savaşmadan Kabe'nin anahtarını teslim etmişlerdir. Gerek Selçuklu ve gerek Osmanlı için savaşmaktan başka yol bırakmayanlar tarih sahnelerinde yerlerini aldılar (Aslında yol var idi ama herkes kısa yolu tercih etti). Bir kişinin BARBARLIĞI neticesi, Hristiyan dünyası refleks olarak HAÇLI SEFERLERİ düzenlemiştir. Daha sonra savaşlar birbirini tetiklemiştir. Böyle durumların yaşanmaması için en güzel çözüm, diyalog kapılarını her zaman açık tutmaktır. Diyalog kapıları tamamen kapandıktan sonra bile, bunu açmak gerekirdi. Burada devrin insanlarının tamamı suçludur. Çünkü bir kişinin yaptığı, bütün müslümanlara maledilmemeliydi. Bundan sonra hiç savaş olmaması dileği ile!

Allah-u Ekber

Not: Resulullah (SAV) ve ilk müslümanlardan olan yaklaşık 30.000 kişi diğer araplar gibi değillerdir. Onların İslam'ı tebliği ve yaptıkları savaşlarda ölenlerin sayısı 100-200 civarındadır ve tamamı araplar arasında yapılan savaşlar idi. Fakat daha sonra katılanlar güzel bir eğitim almadığı için yukarıda anlatılanlar meydana geldi. Resulullah (SAV) diğer kavimlere tebliğ yaparken, kısa bir metin yazardı ve Kur'an ayetlerini kullanırdı.

Eğitimsiz insan, ömründe hiç koşmadan Maratona katılmış sporcuya benzer. Koşabileceğini sanır ama daha ilk kilometrede yere çakılır. Resulullah (SAV)'den önceki döneme, İslam dünyasında CAHİLİYE DEVRİ denir. Çünkü araplar o halde idi (çocukları kız olduğu için diri diri toprağa gömerlerdi). Kendisi nasıl yaptıysa, birçoğunu eğitti ve İslam bu günlere gelebildi. Biraz daha yaşasaydı, kalanını da eğitirdi ve bu kadar savaş olmazdı. Fakat o barbarlık savaşından birkaç sene sonra hayata gözlerini yumdu. Darüsselam'daki hayatına başladı. Kalanı sır kalsın!

En az lise düzeyinde eğitim bütün dünyada zorunlu olmalıdır. Müslümanlar için ise, temel İslam'i eğitim şart olmalıdır. Çünkü eğitimsiz insana hiçbirşey anlatamazsınız. Anlatsanız da anlamaz. Eğitimsiz insan, cennette dahi güzel bir hayat yaşayamaz!

İslam tarihi diye sahte bir tarih yazıldı ve 1400 yılın hikayesi yalanlarla doldu. Virüslü insanların yazdığı İslam Tarihine kesinlikle inanmayınız. Çok fazla yalan içeriyor.

Örneğin; Cemel vakasında ölen sayısı 3 kişi, fakat İslam Tarihi kaynaklarında 20.000 kişi görünüyor. Yalanların bu kadarına da pes!
Örneğin; Tarihte Yavuz Sultan Selim 40.000 aleviyi katletti denmiştir. Tam zıttı Yavuz Sultan Selim'in çadırda aşık olduğu ve evlenmeden ölen bayan bir Türkmen alevisidir. Ve yalancı tarih onu barbar gibi göstermiştir. Osmanlı padişahları arasında sancağı Zülfikar olan tek padişahtır.

Tamamı yalan tarih ve tamamı virüslü insan yazımı. Tamamı planlı uygulandı ve bugünlere gelindi. Eskiden kutsal kitapları değiştirirlerdi. Kur'anı değiştiremeyince, tarih kitaplarını ve Hadis-i Şerifleri değiştirdiler. Aklınızın yolundan gidiniz ve birilerinin size yutturmaya çalıştığı yalan tarihe inanmayınız.

ÜMMETİ MUHAMMED

Asıl adı "Ahmed Muhammed Mustafa" dır. Allah'ın elçisi manasına gelen Resulullah olarak anılmıştır. Resulullah (SAV), son peygamberdir ve bayrağı devralmıştır. Kendisi başarılı olduğu için son peygamber olarak kalmıştır. Normalde insanların kotasının 500 milyar olduğundan söz edilmişti. Bu 500 milyar içerisinde toplam peygamber ve nebi kotası 40 adettir. Kendisinden sonra Peygamber gelmemiştir (Nebi mevcut). Nebilerin görevi peygamberler gibi değildir. Oğuz (A.S.) Nebidir ve görevinin peygamberlikle alakası yoktur (sorumluluk alanı çok dardır. Oğuz (A.S.), İslam'ın yayılmasında öncülük etmiştir). Peygamberlerin sorumluluğu çok fazladır. Her peygamberin dininin adı tektir. İslam! İslam, Cenab-ı Allah katında tek dindir. İslam, kelime anlamı itibarı ile teslim olmak manasına gelir. Yani Cenab-ı Allah'a kul olmak, teslim olmak demektir.

Geçmiş peygamberlerin kitapları, zaman içerisinde bazı şeytan ruhlu kişiler tarafından değiştirildiği için başarılı olamadılar (Bkz. Zebur, Tevrat ve İncil nüshalarının farklılıkları). Geçmiş Peygamberlerin, herbiri insanlığın babasıdır. Bir müslüman, peygamberler arasında ayrım yapmaz.

Günümüzdeki bütün insanlar Hz. Muhammed'in ümmetidir. Çünkü son peygamberden sonra gelen bütün insanlık son peygamberin ümmetidir. Bir kısmı davete icabet etmiş ve İslam ümmetine dahil olmuştur, kalan kısmı ise DAVET ÜMMETİDİR. Sonuç olarak hepsi Hz. Muhammed'in ümmetidir. Diğer peygamberlerin herbirini bir damla su sayarsanız. Hz. Muhammed dünya kadar suya bedel bir insan. Önemi o derece büyük. Diğer peygamberlerden; Adem (A.S.) ve Nuh (A.S.), soy olarak insanlığın babaları. İbrahim (A.S.) ise ÇOK ÖNEMLİ. Çünkü kendilerinin diğer peygamberler arasında mertebeleri çok daha yüksek. Bu nedenle adı geçen 4 peygamberi diğerleri ile asla karşılaştırmayınız. Nuh (A.S.), kavmini 950 yıl İslam'a davet etmiş ve bıkmamış. İbrahim (A.S.), çocuk yaşta beni kim yarattı diye aranmış durmuş ve benim yaradanım ancak BİR TANE olabilir demiş. Çocuğunu Cenab-ı Allah için kurban etme imtihanını geçmiş. Muhammed (A.S.), çocuk yaşta hiçbir dini bilgisi olmadan ALLAH-U EKBER demiş. Ümmeti için o kadar yalvarmış ki sadece onun getirdiği kitap başarıya ulaşmış. Peygamberlikten önce bir mağarada, her sene 1 ay dua edermiş. Herbiri çocukken hiçbir bilgi verilmeden İslam'ı bulduğu için çok önemli. Peygamberlerin nasıl peygamber olduklarını anlayınız...

Cenab-ı Allah, Hz. Muhammed döneminde kavimler şeklinde yaşayan toplulukları birleştirmek için Hz. Muhammed ve sahabi efendilerimizi değişik kabilelerden evlendirmiştir. Ve bu sayede kabileler tek çatı altında toplanmıştır. Fakat bu evliliklerden hangisinin cennette devam edeceğini ancak Rabbimiz bilir. Çünkü evliliklerinin bazıları siyasi amaç gütmekte idi (Günümüz kağıt üstünde evlilikleri gibi evlilikler). Kabileleri aynı çatı altında toplamak için, o zamanda bunlar gerekli idi. Cenab-ı Allah, Hz. Meryem'i de Hz. Muhammed (SAV) ile evlendirmiş ve geçmiş hristiyan topluluklar ile Hz. Muhammed (SAV) arasında büyük bir gönül bağı kurmuştur. Kendisinin onlarca eşe sahip olduğu söylenmektedir, fakat bu koskoca bir yalandan ibarettir.

Hz. Muhammed (SAV) ile ne günümüz suudi araplarını, ne de geçmiş arapları karşılaştırmayınız (suudi kraliyet ailesi ve benzerleri kastedilmiştir. Tuvalette oturduğu yeri altın madeninden yapan bazı insan müsveddeleri...). Onun kıymeti ve karakteri tahminlerinizden çok öte.

KABE VE KIBLE TAYİNİ

Kabe dünyamızın altın oran noktasında bulunmaktadır. Cenab-ı Allah'ın nuru direk kabeye iner. Bunu uzaydan görüntülediği halde diğer insanlarla paylaşmayan bazı insan müsveddelerine ne denir yorumu size kalmış (deccaliyet bunu gizler). Yukarıdan aşağıya dikey şekilde inen nur, oradan dünyaya dağılır. Meleklerde aynı noktadan dünyaya giriş yaparlar, çünkü onların bedenleri nurdandır.

Altın oran doğadan insan bedenine heryerde aynıdır. Formülü aşağıdaki gibidir;

Altın Oran

Altın oran kısaca 1,618 olarak ifade edilir. İnsanın gözlerinin, kaşlarının, burnunun, ağzının bulunduğu noktalar altın oran noktalarıdır. Altın oran aşağıdaki şekilde net olarak gösterilmiştir.

Altın Oran

B noktası ile C noktası arasındaki uzaklığın, A noktası ile B noktası arası uzaklığa bölümü sonucu ulaşılan sayı altın orandır.

Kıble, namaz kılarken veya ibadet yaparken yüzünüzün çevrildiği yöne verilen isimdir. Dünyanın neresinde olursanız olun, yüzünüzü kıbleye çevirerek namaz kılmanız gerekir. Fakat seferi halde bulunanlar bunun dışında tutulmuştur (Uçak, otobüs, gemi içinde seyahat halinde bulunmak). Kıble yönü tayin edilirken altın orana göre hesap yapılır. Dünya haritası, düz bir kağıt gibi masaya konur. Fakat kabenin yeri altın oran noktası olacak şekilde kağıda konur. Daha sonra haritadan her noktadan Kabe'ye bir ok çizilir. Kıble o okların gösterdiği yöndedir. Yani yaşadığınız yer neresi ise, oradan kabeye bir ok çizerseniz, o yöne dönmeniz gerekmektedir.

Saatin başlangıç noktası Kabe'nin bulunduğu meridyendir. Bunun sebebi yine altın orandır. Günümüzde kullanılan saat başlangıç noktaları doğru değildir. Çünkü saatin başlangıç noktası hesaplanırken altın oran esas alınmalıdır. Böylece saat başlangıç noktası bir tane olur ve karışıklık önlenir.

YILDIZLAR KARBONDAN MIDIR?

Yıldızların Nur'dan yani karbondan olduğundan kitapta söz edilmişti. Evet, yıldızlar Nurdandır. NUR, O'nun büyük isimlerinden biridir. Nur, ışık demektir. Kitapta yıldızlar karbondandır denmesinin sebebi, sadece konuyu anlamanız içindir. Yoksa karbon element sınıfında değildir. Yıldızların tamamı Cenab-ı Allah'ın nurunun bir parçasıdır. Hangi yıldıza döner de, Allah-u Ekber derseniz, yıldız fazladan karbon (nur) salınımı yapar. Nur (Karbon) bir element değildir. Çünkü nur ışıktır, madde veya zerre yapısına sahip değildir. Bu nedenle her element ile bileşik kurabilir. Fakat doğada karbonun saf hali olduğu söylenen elmas, element olarak adlandırılabilir. Sebebi ise taş haline gelmiş olması ve maddeye benzer bir türde olmasıdır. Fakat elmasın yapısı, diğer madde veya zerreler ile aynı değildir. Çünkü karbon küllerin yuvarlanması sonucu oluşan elementlerden değildir. Petrolün günahlar sonucu oluştuğunu öğrendiniz. Petrolün bir sonraki hali kömürdür. Yani petrol taşlaşır ve kömür halini alır. İşte bu kömür içinde bir arada bulunan karbon zamanla taşlaşır. O kadar günah içinde bulunan ışığın (nur, karbon) taşlaşmış haline, DEĞERLİ TAŞ denir (O kadar günah arasında çok değerlidir). Değeri NUR'dan olmasıdır. Elmas, Cenab-ı Allah'ın nurunu taşa çevirmesi sonucunda da oluşur (Bunu kendisi de ilim ile yapabilir). Elmas günahlar arasında bulunan TAŞLAŞMIŞ IŞIK'tır. Günahlar değersizdir, fakat O'nun NUR'u çok değerlidir. O günahlar çok kıymetlidir ve karanlık içinde ışığı simgeler. O yüzden çok değerlidir.

Elementler sınıflandırılırken birçok yanlış yapılmıştır. Elementler isimlendirilirken de birçok yanlış yapılmıştır. Bir zerre, bir miktar külün yuvarlak halinde çevrilmesi ve içine enerji konulması sonucu oluşur. Daha sonra bu zerreler maddeyi oluşturur. Maddenin türlerine ise element denir. Fakat karbon zerre veya maddeden meydana gelmemiştir. Mesela BOR, Cenab-ı Allah'ın gözyaşının biraz ısınmış halidir. Maddeden meydana gelmemiştir. Bu nedenle element olarak adlandırılamaz. Bir diğer yanlış Hidrojenle alakalıdır. Hidrojen, O'nun gözyaşıdır ve çok yoğundur. Asla madde değildir ve elementte olamaz. Fakat insanlar öyle varsaydığı için, öyle kalmıştır. Elementlerin isimleri de temsil ettiği isme göre düzenlenmelidir. Bu konuda daha detaylı bilgiler sizlerle ileride paylaşılacaktır (elementler cetveli biraz daha ileriden başlamalı).

AMİRE İTAAT VE ÜSTE SAYGI

Cenab-ı Allah bazı kullarını yönetim kademesine, bazılarını ise çalışan kademesine koymuştur. Bunun sebebi yönetme işini bilen kulların yönetim kademesine geçmesinden kaynaklanmaktadır. Fakat yöneten kişi aynı zamanda aldığı kararlardan sorumludur. Bu nedenle sizi yöneten kişilerin İSLAM'A TERS OLMAYAN isteklerini yerine getiriniz (İslam'a ters olan, mantığa terstir). Çünkü size yapacağınız işi söyleyen kişi, aynı zamanda aldığı kararın İslami olarak sorumluluğunu da üstlenmiş demektir.

Bir fabrika düşünün ki, bu fabrikada müdürünüz sizden bir istekte bulundu. Bu istek fabrikanın çalışması ve üretime devam etmesi için gerekli bir istek ise mutlaka yerine getiriniz. Eğer yerine getirmezseniz, üretim durur. Aynı mantıkla, devletiniz toplum yararına olan bir karar aldığında bunu yerine getirmeniz gerekir. Çünkü toplum yararına olan kararlar düzenin bozulmaması için uygulanmalıdır.

Lider demek, herkese sözünü dinleten insan demektir. Ülkesinde her kesime (sağ, sol ve merkez) sözünü onaylatamasa da dinleten demektir. Uluslararası arenada konuştuğu zaman sözlerini dinleten demektir. Lider kolay bulunmaz, seçerken doğrusunu seçmek gerekir. Aynısı şirketler için de geçerlidir. Mesela Saddam'ı hiçkimse sevmez. Çok yanlışlar yapmış öyle diyorlar. Fakat doğru adam dışarıdan bir bakar ve der ki; "Saddam zamanında ölen sayısı bu kadar, bu adam zamanında ölen sayısı bu kadar. Saddam zamanında halk şu şekilde yaşardı, şimdi ise şu şekilde...". Sonra sorusunu ekler, "Bunların hangisi daha doğru idi?". Kendisine saldıranları öldürttü Saddam (Ölenler, ölmeden önce ağlıyorlardı). Her insanın kendisini öldürmeye çalışanları öldürme içgüdüsü vardır. Nefsi müdafadır bunun adı. Daha güzel çözümü de vardı, fakat Saddam aynısı ile karşılık verdi (İdam ettiği Şiiler, kendisine süikast düzenleyenlerdi ve başaramayınca öldüler). Irak'ta kitle imha silahı var dediler. Bu iddiada bulunanlar, Saddam'ın koskoca ordusunu birkaç gecede kitle imha silahları ile öldürdüler. Çöllerde buhar oldu cumhuriyet muhafızları. Kimin haberi oldu? Türkiye güzel oyun oynadı, kendi üzerinden sokmamak için Irak'a savaş açanları. Fakat yinede girdiler Irak'a. Amerika ile oynadı deccal, kandıra kandıra heryerde savaşa soktu. Bir milletin adını kirletmek istedi, fakat başaramadı... Saddam, lider idi. Asılırken ağlamadı. Yargılayamadılar Saddam'ı, mahkemeye SİRK dedi. Anlayan anladı, sözlerini. Delikanlı gibi öldü gitti (O kadarcık güç ile, ölürümde deccale boyun eğmem dedi). GERÇEKTEN ÖLMÜŞ MÜ OLDU? Amerikayı Irak'a sokan, deccal idi. İki kere denedi, hala başaramadı. Saddam'ın kötülükleri kendisinin olsun (kimyasal silahları kendisimi attı kürtlere?). Saddam, o üç parça olmuş milleti bir arada tutuyordu. Siz nasıl lider seçtiniz Saddam'ın yerine? Kürtlere dedi ki; "Siz İran'dan kaçtınız geldiniz ve benim toprağımı almak istediniz. Ben oraları size vermem.". Kürtler, "o topraklar artık bizim" dedi ve petrolü çok sevdiler. Hükmü Rabbimize aittir.

Sistem kurulduktan sonra; eğer çalışıyorsa, o sistemi küçücük meselelerden dolayı işlemez hale getirmek düzenin bozulmasına yol açar ve bütün toplumu etkiler. Devletinize ve dolayısı ile milletinize faydalı olmak istiyorsanız mutlaka alınan güzel kararların uygulanmasında sorun çıkarmayınız. Bu konuda devlet yöneticilerine düşen görev, kapalı kapılar ardında gizlice konuşmak değildir. Çözüm halkı da düşünerek, toplum yararına olan kararları halka uygun dil ile gizlemeden izah etmektir. Burada kullanılacak dil; hem OLDUĞU GİBİ anlatmalı, hem de toplumu bilgilendirmelidir. Mesela insan gücünün yetmeyeceği afet durumlarında gerçekleri halktan gizlemek yerine, devlet olarak gücümüz yettiği kadarını yaptık fakat şu kadarını başaramadık diyebilmelidir bir devlet. Bir sel baskınında devlet bile aciz kalabilir. Bunu halktan gizlemek meseleyi daha da derinleştirir. Bunun yerine halktan yardım almak en mantıklısıdır. El ile hiçbir faydası dokunamayan halkınızın dua ile neler yapabildiğini o zaman görürsünüz. Gerçekler uygun dille, olduğu gibi aktarılırsa toplumun devlete olan güveni tam olur. Çünkü gizli yapılan işler toplumda şüpheye yol açar.

Eğer devlet yöneticileriniz doğru kararlar alıyorlara, kendilerine isyan etmeyiniz. Bilakis toplumu temsil ettikleri için kendilerine saygı duyunuz. Bir başbakan veya bir cumhurbaşkanı bir toplumu temsil etmektedir. Sizi temsil eden insanı asla küçük düşürmeyiniz. Kendi içinizde tartıştığınız toplum meselelerine başka milletler karışsa dahi izin vermeyiniz. O benim devletimin başkanı, ben kendi aramda onunla doğruyu ve yanlışı tartışırım, fakat dışarıda beni o temsil ediyor. Hiçkimse beni temsil eden adama dışarıdan müdahale edemez. Evet bazı kararlarını beğenmiyorum; ama onu benim milletim seçti ise, ben milletime saygımdan dolayı içeride yaptığım muhalefeti başka ülkelere yaptırmam.

Adil devlet yöneticilerine sahip çıkınız. Onları 5 yılda bir seçmek yerine, her zaman tecrübelerinden faydalanacak şekilde millet olarak değerlendiriniz. Çünkü 5 yıl yönetim için çok az bir süredir. Çalışan ve güzel işleyen bir sistem 5 yılda bir yenilenirse, çalışmaz hale gelebilir. Bunun sorumlusu ise seçim sistemi olur. Yönetim; bilgi, beceri ve tecrübe işidir. Herkesin yapabileceği bir iş değildir. Devlet başkanlarının ve patronlarınızında insan olduğunu unutmayınız. Özellikle yöneticilerin ailelerine vakit ayırmak yerine sizlere daha çok vakit ayırdığını ve türlü fedakarlıklar yaptığını biliniz. Bir yöneticinin ailesi asla medyatik olmamalıdır. Bu aileyi çok yıpratır ve bir süre sonra parçalar. Bu yöneticinin başarısız olmasına yol açar. Yönetici bu durumu mutlaka engellemelidir.

Yöneticilerin aldığı ücretin çok olması doğal bir durumdur. Bir yönetici eğer akşama eve götüreceği ekmek parasını düşünüyorsa, devleti yönetemez. Yöneticinin maddi olarak hiçbir sorunu olmamalıdır ki, halk sorunları ile ilgilenebilsin. Bir yöneticinin veya patronun harcamaları diğer insanlardan biraz daha fazladır ve fazla olması normaldir. Mesela; yöneticinin misafirleri de normal insanlardan fazladır, o misafirlere edeceği ikramlarda normal insanlardan fazladır.

Bir yönetici eğer bisiklet kullanarak makamına gidiyorsa, o kişiden yönetici olmaz. Çünkü sizi yöneten kişi mutlaka bir otorite sahibi olmalıdır. Otorite sahibi olmak demek, halka baktığında güven veren biri olmak demektir. Sözleri dinlenen biri olmak demektir. Bisiklet ile makamına giderken fotoğraf çektiren bir devlet başkanı, demagoji yapmaktadır. Doğal olduğu için bisiklete binmek güzeldir, fakat devlette işler hızlı yürümelidir. Halkın sorunları beklemez, bir an önce çözülmelidir!

Nasıl ki, evinizde anne ve babanıza saygı gösteriyorsanız, üstünüzdeki yöneticilere de saygı gösteriniz. Saygı göstermek önünde el pençe divan durmak veya eğilmek değildir. Konuşurken seçeceğiniz cümleler veya hitap şekliniz uygun olmalıdır. Çünkü bir işin yürümesi için iş bölümü yapılmıştır. Eğer siz saygı göstermez ve görmezden gelirseniz, diğerleri de aynı şekilde saygı göstermez ve iş yürümez. Fakat saygılı davranırsanız amirin sözü herkes tarafından dinlenir ve işlerin yürümesi sağlanır. Mesela bir devlet yöneticisi ile arkadaşınızla konuştuğunuz gibi konuşulmaz. Çünkü o, milleti temsil etmektedir. Sizin saygı gösterdiğiniz kişi ne kadar insanı veya ne kadar işi temsil ediyorsa, gösterdiğiniz saygıda o boyutta olmalıdır. Çünkü sizin asıl saygı gösterdiğiniz, temsil ettiği değerdir!

İSLAMIN ŞARTLARI

1) Kelime-i Şehadet getirmek: Aşağıdaki ŞEHADET cümlesi ile İslam'a giriş yapabilirsiniz (Müslüman olmak için başlığı altında).
2) Namaz kılmak: Namazsız din olmaz. Cenab-ı Allah'a iman etmiş olan kişi, O'na secde eder. Eğer namaz kılmıyorsanız tam olarak müslüman oldum demeyin.
3) Oruç tutmak: Oruç senede 1 ay tutulur. Müslüman ve sağlıklı olan her bireye farzdır. Oruç tutarak insan hem kendi bünyesinin dinlenmesini sağlar, sıhhat bulur. Hem de nefsini frenlemeyi öğrenmiş olur. Oruç ile insan SABIR imtihanından geçmektedir. Tutmayan insanlar büyük bir imtihanı peşinen kaybetmiş olurlar.
4) Hacca gitmek: Hali vakti yerinde olan bir insana farzdır. Hac ibadeti mahşerin provası gibidir. Hac ibadetine giden insan "hizmetine geldim" diyerek kulluğunu ifade eder. Erkeklerin giydiği beyaz elbise hem (ihram) kefen gibidir. Hem de insanların Cenab-ı Allah karşısında eşitliğini simgeler.
5) Zekat vermek: Zekat, malının en az 40'ta birini daha az gelirli insanlarla paylaşmaktır. Zekat vermekteki maksat daha az imkanlara sahip olan bireylerin belirli imkanlara kavuşmasını sağlamaktır. Zekat verecek kişinin zengin ve verilecek insanın fakir olması gerekmektedir. Zekat yardımlaşma şuurunu ortaya çıkarır.

Bütün bunların yanında bazı büyük günahlardan uzak durmak gerekir (Sadece örnek birkaç günah sıralanmıştır):

1) Zina yapmak çok büyük günahtır ve evlenmiş olduğu/evleneceği insanı aldatmaktır. Cenab-ı Allah aldatanları sevmez. Ebedi hayatta eş değiştirme yoktur. Bekar dahi olsanız, eşinizi hayalde dahi aldatmayınız.
2) Alkol kullanımı başka insanların hayatını mahvettiği için, çok büyük günahlardandır. Alkol kullanımına son vermelidir.
3) Bir insanı bilerek öldürmek; bütün insanlığın kaderini değiştirdiği için, İslam dininde "bütün insanlığı öldürmek" ile eşdeğer tutulmuştur. Bir insanı öldürmenin cezası çok ağırdır. Keza bir insanı yaşatmakta bütün insanlığı yaşatmak gibidir.
4) Haneye tecavüz çok ağır bir suçtur. Başkalarının özelini araştırmak ve bu bilgileri paylaşmak bedeli çok ağır olan bir suçtur. İstihbari amaç kisvesi altında dahi hiçkimsenin özeli dinlenmez. Özel hayatı kameralar veya ses kayıt cihazları ile kontrol altına alınmaz. Her bireyin hayatı kendisine ÖZELDİR ve özel kalmalıdır. Zina yapıyor olsa dahi, hiçbir insanın özel görüntüleri kaydedilmez. Kaydeden ağır bedel öder.

Günümüzde yaygın olan birkaç büyükgünah yukarıda sıralandı. Büyük günahlar neticesinde insanlar cennetteki yerlerini tamamen kaybedebilirler. Ebedi cehennem cezası yemeyen bazı insanlar; işlemiş oldukları ağır suçlardan dolayı, cezalarını cehennemde ödedikten sonra başka bir gezegene nakledilmektedirler. İnsanlık kendilerini aralarına kabul etmediği için; ebedi hayatta yakınlarından ayrı ve kendileri ile aynı günahları işlemiş olanlar ile birlikte ebedi yolculuğa çıkarlar. Nakledildikleri yerde ise cennet hayatına benzer bir hayat yaşarlar, fakat günah işledikçe belirli periyotlarla cehenneme giderek ceza öderler. Büyük günahlardan uzak durmalıdır ve günahlar için durmadan tevbe etmelidir. Tevbesi bol olan ruhu tertemiz olarak huzur içinde bulunur.

Rabbini seven insan, O'na kulluk eder ve emirlerini dinler. Mesela tesettür, Rabbimizin bayanlara bir emridir. Bu emri dinleyen ödülünü alır ve ebedi hayatta en güzellerden olur. Bedeninin güneşten etkilenerek bozulmamasını sağlar ve kendini eşine saklamış olur. Ne kadar sözünü dinlerseniz o kadar kazanırsınız. En büyük imtihan, kulluk imtihanıdır. Kişinin kibirden uzak, kul olduğunun bilincinde yaşamasıdır. Tek sığınak olarak O'nu kabul etmesidir. İbadetler insanı kul yapar. İbadet etmeyen zamanla kibir deryasında boğulur ve gider.

İnsanoğlu kibirden uzaklaşmalı ve şunu sormalıdır: "Bana ne olmuşta, beni yaratan ve yoktan var eden RABBİME ibadet/kulluk etmeyeceğim de, paraya veya patronlara kulluk edeceğim".

Cenab-ı Allah sevginin ve saygının en büyüğüne layıktır. Övgüye layık olan O'dur. Emirlerini ve sözlerini dinlememek en büyük saygısızlıklardandır (Anne, baba, eş, patronunuzun sözünü ne kadar dinliyorsunuz bakın ve kıyaslayın).

O'na secde eden der ki: "Ben SENDEN başkasını tanımam. Rabbim sensin. Senden başkasınında önünde eğilmem, çünkü beni SEN YARATTIN!"

İbadet etmenin amacı; O'na kulluğunu göstermektir ve O'na vakit ayırmaktır. Herkese vakit ayıran insan mutlaka Rabbine vakit ayırmalıdır. Sevap olduğu için değil, kul olduğu için ibadet etmelidir. Bize ne olmuşta herkese saygı gösteriyoruzda O'nun isteklerini dinlemiyoruz. O bizim zararımıza hiçbirşey istemez. O zaman imtihanı kaybetmeyelim ve yalnızca O'na kul olalım.

Herkesi bir kenara bırakıp, yalnızca el açıp ondan istemek kulluğun en güzel ifadelerindendir. Yani dua etmek islamın özünde vardır. Dua insanın kulluğunun bir ifadesidir. Başka bir deyişle dua: "Bismillahirrahmanirrahim. Allah-u Ekber. Allah'ım, benim gücüm yetmiyor ve eğer hayırlı ise senden şunları şunları istiyorum. Ben kulluğumun farkındayım, farkında olduğum için dua ederek Rabbimden istiyorum. Rabbim SENSİN, kulluğumu kabul ettim ve ellerimi açtım. Sen ne verirsen güzel!" demektir. Her duanın başına "eğer hayırlı ise" cümlesini eklerseniz, güzeller güzeli bir hayat yaşarsınız.

Bütün hayat bir çığ gibi üzerinize yığıldığında veya yalnız hissettiğinizde, bir yardım eline ihtiyaç duyduğunuzda veya sığınacak bir limana ihtiyacınız var ise: O'NDAN BAŞKA BİR YER ARAMAYIN. HEMEN YANINIZDA. O'NUNLA KONUŞMAYA BAŞLAYIN!

O sizin hayatınızı renklendirmek için bazı işleri zorlaştırır (Her balığa gittiğinizde balık tutarsanız, balık tutmanın keyfi kalmaz). Hemen pes etmeyin. O, cesur ve azimli olanları öyle test eder ve çok sever. Ne kadar kul olursanız, o kadar CESUR olursunuz. Yıllarca aç kalsanız kulluğunuzdan ödün vermezsiniz. Çünkü O'na kulluk insana öyle bir güç verir ki, önünde engel tanımaz. Aç kalsa umrunda olmaz insanın. Hiçbir engeli kafaya takmaz ve der ki: "SEN VARKEN BANA HİÇBİRŞEY OLMAZ. BENİ HİÇKİMSE ÖLDÜREMEZ, BANA HİÇKİMSE DOKUNAMAZ, ÇÜNKÜ BEN SANA SIĞINDIM. SANA SIĞINAN VE KENDİSİNİ SANA EMANET ETMİŞ HANGİ KUL KAYBEDER Kİ? SENDEN GÜÇLÜSÜ VAR MI? BU GÜNLER ELBETTE GELİP GEÇECEK, BEN İSE SON NEFESİMDE SENDEN BAŞKA HİÇKİMSEYE EĞİLMEDİĞİM İÇİN BAŞIM DİK GİDECEĞİM. BENİM ONURUM, BENİM ŞEREFİM SENSİN VE SEN HERŞEYİN ÜZERİNDESİN!".

ALLAH-U EKBER

CENAB-I ALLAH BÜTÜN PEYGAMBERLERDEN RAZI OLSUN!

SON PARAGRAF

Buraya kadar birçok konu hakkında yazılar yazıldı. Fakat bunlardan en önemlisi geçmiş savaşlar konusuydu. Eğer bir savaş emrini Rabbimiz vermişse, savaşmak bir mecburiyettir. Çünkü emir direk Rabbimizden Peygamberine gelir ve Peygamber bu karara uymak zorundadır. Bu şekilde yapılan savaşlarda sadece ölmesi gerekenler ölür. Çünkü ölecekleri Rabbimiz seçmiştir. Herkesin ölmesine izin vermez, fakat bazılarının ölümü hem kendileri hem de insanlık için hayırlı olduğu için izin verir.

Öğrendiniz ki, bu yazıları yazan bir Türk ve ecdadı ise Osmanlı. Çünkü yazılarda Osmanlı örneği çok kullanıldı. Fakat savaşı kim başlatmış olursa olsun, eğer Rabbimizin emri ile değilse hiçbir geçerli sebebi yoktur.

Ey bu yazıyı okuyan insan, bil ki öldürülen her can ardında aynı izleri bırakır. Kral'ın ölümü ile bir askerinin ölümü arasında pek bir fark yoktur. Her ikisinin de kendi dünyası, sevdikleri, akrabaları, eşleri ve çocukları vardır. Ölen bir dünyadır. Ölen insanlıktır. Çünkü her insanın ayrı bir dünyası vardır. Çünkü her insanın gururu ve onuru vardır. Ve siz verdiğiniz her savaş emrinde, tutunduğunuz her savaştan yana tavırda; öldürülen her insan için insanlığı bir kez daha ödürüyorsunuz. Savaşa ister katılın ister katılmayın, eğer ecdadınızın savaşları ile övünüyorsanız veya savaşmayı savunuyorsanız; sizde insanlığı öldürenlerle aynı paydada ortaksınız. Eğer ülkenizin fiziki (petrol, doğalgaz) veya ekonomik savaşından dolayı ele geçirdiği başka ülkelerin ekmeğini sofranıza koyabiliyorsanız, başka insanların kanı ile bulanmış o ekmeği yiyebiliyorsanız, aynaya bir bakın karşınızda ne göreceksiniz?

Ancak söyleyecek bir çift sözü olmayan ACİZ insanlar karşısındakini bir çift söz söyleyemesin diye öldürür. Bir çift sözü anlayamıyorsa karşısındaki, zaten insan değildir. İnsan acizdir, fakat bir çift söz söyleyemeyecek kadar acizlikten ALEMLERİN RABBİNE SIĞINIRIM.

Not: İnsanlık yakın gelecekte başka bir yere taşınacak. İnsanlığın kotası orada tamamlanacak. Bunun hazırlıkları yapılıyor ve yıllar sürecek. Orada para geçmeyecek. Orada yönetim genel anlamda Cenab-ı Allah'ın seçmiş olduğu Şura'nın olacak.

Bütün insanlığın aynada İNSAN görmesi dileği ile. Allah-u Ekber.

MÜSLÜMANLARIN ANAYASASI

Müslümanların Anayasası; Cenab-ı Allah'ın isimleridir, sözleridir. Kişilerin koyduğu kanunlar günü düzene koymak içindir ve anayasaya uygun olmak zorundadır. Kanunların değişken olması, tartışmaları beraberinde getirir ve bu hayatı yaşanılır kılar. Eğer anayasanın altında bulunan kanunlar, hiçbir açığı olmayan dört dörtlük olsa idi, tartışmalar olmasa idi, çok sıradan bir hayatımız olurdu. Hakem (insanın seçtiği hakemler) hataları olmadan futbol oynarsanız pek tadı kalmaz. Biz insanız!

Not: Mevcut Türkiye anayasasında, ilk üç madde değiştirilemez maddesi bulunmakta. O madde nedeni ile ilk 3 madde değiştirilemez. Eğer değiştirilirse, anayasanın hükmü kalmaz. Fakat eğer En üstteki üç devlet yöneticisi 3 gün esir alınırsa darbe yapılmış olur. Darbeyi kendileri önceden tasarlayamazlar. Çünkü o zaman darbe sayılmaz. Anayasa'nın en güzeli, Cenab-ı Allah'ın isimleridir. Bir bakmışsınız darbe olmuş ve 3 gün sonra yeni anayasa. Fakat aynı zamanda kanunların tamamının birden değiştirilmesi gerekir. Henüz kanunlar hazır olmadığı için, darbeye zaman var.

MÜSLÜMAN OLMAK İÇİN

Aşağıdaki Kelime-i Şehadet'i, manasını anlayarak okursanız artık müslümansınız.

Şehadet

Okunuşu: "Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdûhü ve resûlühü"
Manası: "Ben şehadet ederim ki, Allah’tan başka ilah yoktur. Ve yine şehadet ederim ki, Muhammed (A.S.) O'nun kulu ve resulüdür.".

İBADET KONULARINDA YARDIM

Türkiye'nin dünyanın dört bir yanında bu iş için hizmet veren diyanet kurumu vardır. İnternet sitesi www.diyanet.gov.tr dir. bu siteden bilgi alabilirsiniz. Eğer yeni müslüman olduysanız; özellikle namaz, hac, oruç ve zekat ibadetleri konusunda yardıma ihtiyacınız var. Namaz 5 vakittir. Şiilerin izinden gitmeyiniz. Normalde İslam'da mezhepler bulunmamaktadır. Mezhepler sonradan ortaya çıkmıştır ve Şii mezhebi gibi bazı mezhepler İslam'ı kesinlikle anlatmamaktadır. Mezhebinizi soranlara İSLAM deyiniz. İSLAM tek dindir, mezhebide İslam'dır, ayrılıklara izin vermez. Allah katında tek din İslam'dır.

Kitabın ilk versiyonunun son güncelleme tarihi 07.08.2014 olacaktır.



* Başka yazacak konu var mı? ÇOK VAR AMA, İNSANLAR İSLAMA GİRMEYE BAŞLASIN DİYE ACELE İLE BU KADAR YAZILDI.
* Ağzınızdan çıkan sözü ruhunuza sorun, eğer kendinizi o sözün doğruluğuna inandırabiliyorsanız, yani kendinizi kandırmadan cümle kurabiliyorsanız, DOĞRU İNSANSINIZ. Doğru insan kendisini kandırmaz, OLDUĞU GİBİ okur. Kitapta sizi sinirlendiren, yazara öfke duymanızı sağlayacak bir yer oldu ise. Kendinizi kandırmadan ruhunuz ile tekrar cevap verin. Fakat öncesinde geçmişinizi gömün. Evvela ALLAH yazısını okuyun sonra kitabı!
* Bu kitabı tekrar tekrar okumanız bitti ise, sonrasında KUR'AN MEALİ okuyabilirsiniz.
* Kitaptaki dua ettirme sistemini çözdüyseniz, öğrencilerin eğitiminde uygulayabilirsiniz.
* Kitapta anlatılan çoğu isim, sıralamaya dikkat edilmeden ve tam anlatılmadan geçildi. İleride arapça isimler sıralı ve açıklamalı olarak paylaşılacak. Allah yazımını hızlandırsın ve en güzeli olsun, inşallah. Amin.
* Bu kitapta İNSAN yazan yerlere CİN veya MELEK yazarsanız, aynı kitap onlar için de geçerlidir. Hiçbir farkları yoktur.
* Kitapta kullanılan dil, nükteli bir dildir. Lütfen kendinizle dalga geçildiğini düşünmeyiniz. Kitapta bazı yerlerde sinirlenmiş olabilirsiniz, normal bir durumdur. Kitabı ruhun tam öğrenmesi için, hisler harekete geçirilmiştir. Lütfen kırılmayınız.



BU KİTAP BİTMEZ!







ALLAH-U EKBER